BABİL’DEN
KUDÜS’E
Ocak 2017
4.000
yıllık tarihleriyle, dünyanın en eski toplumlarından biri olan Yahudilerle ilgili
notlarımı derlemeye çalışıyorum…
Yahudi
takviminin başlangıcı M.Ö. 3760-61 yılları. Bu tarihte insanlığın başladığı, Mezopotamya’da
krallığın dünya dışı yaratıklarca, yani Nefilimlerce insanlara verildiği tarih
olduğu iddia ediliyor.
445
bin yıl önce Nibiru (Marduk) gezegeninin atmosferi bozulmaya başlamış. Bu
gezegenin üstün insanları Nefilimler (Anunnakiler) dünyaya gelmiş, Basra’da
(Sümer) Birinci İstasyonlarını kurmuş. Amaçları dünyadaki altını çıkarıp
gezegenlerinin atmosferi için kullanmak. Mezopotamya’da uçuş kontrol merkezi,
metallurji merkezleri kurmuşlar. M.Ö. 300.000’de Anunnaki isyanı olunca, dünyadaki
insanımsıların genleriyle oynayarak ilkel işçi’yi, yani ilk insanı yaratmışlar.
Homo Sapiens çoğalmaya başlamış. Bazı Nefilimler genleriyle oynadıkları insan
kadınlarla evlenmişler. Nefilimler Tevrat’ta da sözü edilen yaratıklar.
Kutsal
kitaplardaki yaradılış öykülerinin çok daha ayrıntılı olan Mezopotamya metinlerinin
kısaltılmış ve özetlenmiş biçimleri olduğu sanılıyor. Bazı uzmanlar, tek
tanrılı dinlerin öncülü olan çok tanrılı pagan dinlerinin tanrılarının,
dünyadaki bütün bilgilerin ve bilimin kaynağı olan Nefilimler olduğunu ileri
sürüyor. Bu nedenle ilk çağlarda kral aynı zamanda başrahip idi ve bilgindi.
Devletin, dinin ve bilimin kaynaşması ilk kez Babil’de gerçekleşmişti. Babil’de
Tanrı Marduk yer ve gök tanrısıydı. Sümer’deki Nibiru’ya atfedilen bir gezegen
tanrı idi. Asurlular Tanrı Aşur’da bunları birleştirdi.
Nefilimlerin
önderi Enki, ME denilen, bilimler, zanaat, sanat için gerekli bilgileri içeren
bir tür bilgisayar veya bu günkü gibi veri depolama aygıtlarına sahipti. Yazı,
müzik, metal işleme, inşaat, taşımacılık, anatomi, tıbbi tedaviler, su
baskınlarını önleme, çevrenin korunması, gökbilim, matematik, takvim gibi
farklı konuları içeriyordu. Ölüleri canlandırma sanatının olduğu dahi ileri
sürülüyordu. Tapınakların aynı zamanda eğitim ve gözlem evi olarak kullanılması
da bu zamanlardaydı.
İbraniler
Mezopotamya’daki sürgünlükleri sırasında bunları öğrendiler. Sümer başkenti Ur’dan
çıkan kraliyet, ruhban bilim adamı ailesinin çocukları “Yaradılış Destanı”nı
aldılar, kısalttılar ve değiştirdiler. Gökteki ve yerdeki Yahve’yi yücelten
ulusal bir dinin temeli yaptılar. Tek ama çoğul bir varlık düzenleyerek “El”
değil çoğul anlamı olan “Elohim” dediler.
Gül
Haç (Rosicrucian) öğretisi insan soyunun gelişmesini şöyle açıklıyor: Havva’nın
Tanrı Elohim Samael’den oğlu Kabil (Cain) Havva’nın Adem’den oğlu Habil’i
(Abel) öldürünce, Adem’den ikinci oğlu Şit (Seth) doğdu. Kabil’in soyu Dul
Kadının oğullarını, Seth’in soyu İnsanoğullarını meydana getirdi. Dul Kadının oğulları
bilim ve sanattaki buluşları ve atılımları gerçekleştirdiler.
Kur’an-ı
Kerim’de insan iki farklı terimle tanımlanıyor. “Nas” Âdemoğulları, duygu
insanıdır. “İnsi” ise insanlardan üstün, duygusuz, akıl insanıdır.
Levhi
Mahfuz da böyle diyor…
Kur’an-ı
Kerim Bakara Suresi 40. ve 122., Araf Suresi 140., Duhan Suresi 32., Casiye
Suresi 16. Ayetler de çok ilginç: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle
âleme üstün kıldığımı hatırlayın. (Ya benı israılezküru nı'metiyelletı en'amtü
aleyküm ve ennı faddaltüküm alel alemın)”
İlk
Çağlarda Yahudilere bakıyorum önce…
Yahudiler
Babil, Asur, Fenike ve Araplar gibi Sami ırkından gelirler. Göçebe iken
İbraniler olarak anılıyorlardı. Bugün Musevi ve Yahudi ismini kullanıyorlar.
Tevrat’ta, Tanrı ile antlaşma hakkında geniş açıklamalar yaptığından, dinleri “Anlaşma
Dini” (Old Testament) olarak kabul edilir. Yahudiler; Tanrı’nın seçtiği bir
topluluk olduklarını, Tevrat’ın da yalnızca kendilerine verildiğini söylerler.
Tanrı ile yaptıkları antlaşmalara uygun bir hayat yaşadıklarında
ödüllendirilmiş, aksini yaptıklarında da ceza görmüşlerdi.
Yahudi dininin tarihi, M.Ö. 1800 yıllarında İbrahim
(Avram) ile başlıyor. 75 yaşındayken peygamberlik görevi alıyor. Ömrünün 175
yıl olduğu söyleniyor. İki oğlundan İsmail Arapların, İshak da Yahudilerin
atası sayılıyor. İshak’ın da Yakup ve Esav
adlarında iki oğlu olmuş. Yakup peygamber olarak görevlendirmiş, kendisine bugünkü
Yahudi Devleti’nin ismi olan İsrail adı verilmişti. Yakup’un, Yusuf ve Yuda’nın
da aralarında bulunduğu 12 oğlu ve bir kızı olmuştu. Bu soylar zamanla 12
beyliğe dönüşmüş ve İsrailoğulları olarak isimlendirilmişti. Yuda Tanrı ile
antlaşmaları devam ettiren bir önder olarak tarihe geçmiş, Kral Davut ve Kral Süleyman
onun soyundan gelmişti. İsrailoğulları, Yuda’dan sonra günümüze kadar Yahudi
olarak anılmaktadır.
Yakup’un
12 oğlundan en küçüğü ve en sevgili olanı Yusuf, Firavunun rüyasını yorumlamış,
söylediği olaylar da gerçekleşince, Mısır’ın hazine bakanı olmuş. Firavun Yusuf’un
ailesini Mısır’a davet etmiş. M.Ö. 1522 yılında Yakup, 11 oğlu, eşleri ve
çocukları ile Mısır’a gelmiş, en güzel araziler kendilerine verilmiş. Yahudi
ulusunun çekirdeğini teşkil etmiş, nüfusları hızla çoğalmış.
Yusuf
döneminden sonra yeni Firavun İsrailoğullarına kötü davranmaya başlamış, onları
köle durumuna getirmiş. Musa, İsrail ulusunu kölelikten kurtarmış, olağan üstü
olaylar neticesinde Mısır’dan çıkarmış. Tanrı’nın ilk ilahi kitabı olan Tevrat
kendisine inmiş. İsrailoğullarını RAB’bin söz verdiği verimli topraklar olan
Kenan Ülkesi (Filistin) hudutlarına getirmiş. Tarih M.Ö. 1400 civarıdır.
Tanrı
önce İbrahim ve onun soyu ile bir akit, bir anlaşma yapmıştı. İtaat ederse
Tanrı İbranileri koruyacaktı. Musa’nın On Emir’i almasıyla bu anlaşma yenilenmişti.
Yeşu’nun
önderliğinde İsrailoğulları, Tanrı’nın söz vermiş olduğu topraklara yerleşmiş.
Birçok kez putperest Filistinliler ile savaşmışlar.
Davud
zamanı M.Ö. 1024-933 yılları İbrani Rönesans’ı olarak adlandırılıyor. Oğlu Süleyman
M.Ö. 930’da Kudüs’teki ünlü Tapınağı inşa etmiş. İsrail Yahudi tarihinin en üst
noktasındadır. Komşuları tarafından rahatsız edilmiyor ve bolluk içinde
yaşıyorlar. Birinci Tapınağın içinde,
İsrailoğullarının en değerli varlığı ve sembolü olan “Antlaşma (Ahit) Sandığı”
bulunuyor.
Süleyman
hayatının son yıllarında hatalı davranışlar sergilemiş, Tanrı’nın yasalarından
uzaklaşmış. M.Ö. 922’de öldükten kısa bir süre sonra, devlet kuzeyde İsrail (On
kabile) ve güneyde Yahuda (İki kabile) olarak ikiye bölünmüş. Komşu Mısır ve Asur
İmparatorluklarına kolay av olma durumuna düşmüşler.
M.Ö.
722 önemli bir tarih. İsrail, Yahuda’nın da desteğiyle Asur tarafından yıkılmış.
Asur İmparatoru Sargon 30 bin Yahudiyi Mezopotamya’ya sürmüş. Yerlerine Babil’den
insanlar getirmiş.
M.Ö.
587’de sıra Yahuda krallığına gelmiş. Babil kralı II. Nabukadnezar Yahuda ve
Kudüs’ü yıkmış. Tüm Yahudileri Babil’e sürgün olarak götürmüş. Ahit Sandığı
kaybolmuş. Tanrı’nın eliyle yazmış olduğu taş levhalar ile birlikte Tevrat’ı da
yok etmişler. Birinci Tapınak Dönemi sona ermiş.
İsrailoğulları
dağılmış...
Babil
sürgünü Yahudi halkını çok etkilemişse de kısa zamanda bu hayata uyum sağlamışlar
ve ayakta kalmayı başarmışlar. Yerli halkın lisanı Aramiceyi öğrenmişler,
yıkılan tapınak yerine sinagog inşa ederek Tanrı’ya bağlılıklarını devam ettirmişler.
Ama Finike ve Arami paganizmini, efsane ve mitlerden oluşan Mezopotamya
birikimini ve Perslerin resmi dini Zerdüştlüğü de sentezleyerek yeni bir din yaratmışlar.
Persler
bu sadık tebaalarını ödül olarak M.Ö. 370 yılında Filistin'e geri yerleştirmiş.
Gidenlerin bir kısmı geri dönmüş. Filistin bölgesinin kritik ticari imtiyazları
Yahudilere teslim edilmiş. Bir Pers karakolu olarak İsrail, Yahuda devleti kurulmuş.
Birer banker olan Yahudi hahamlar, İran-Babil rahip geleneğinin taklidi
halinde, Zerdüşt molla tarzını, Babil büyücü, astrolog ve tefeci rahip tarzıyla
sentezlemişler.
Tapınağın
tekrar yapılması büyük çalışmalardan sonra M.Ö. 350 yılında tamamlanmış.
Öncekinin mütevazı bir kopyası olmuş. Antlaşma Sandığı ve içindeki ON EMİR
yazılı taş levhalar ile Tevrat yerine konamamış.
İsrailoğullarının
liderliğini toplumun önde gelenlerinin oluşturduğu Büyük Meclis (San Hedrin) yapmış.
Meclis Başkanlığını üstlenen Ezra, kutsal yasaları tekrar gözden geçirmiş.
Tevrat, Ezra ile bilge Yahudilerin sözlü ve yazılı aktarımıyla yeniden kaleme
alınmış.
Tevrat
yazılımı sırasında Yahveci’lerin yazdığı bölümler, yani yaratılış, tufan, ilk
günah, Babil kulesi gibi efsaneler, Babil sürgünü döneminde yazılmış ve Sümer- Babil
efsanelerinin neredeyse kopyası gibi. Bu bölümlerdeki Tanrı Yahve insana
benzer, gezip dolaşan, uyuyan, insanla güreşen bir Tanrıdır. Davut ve Süleyman
zamanında yazılan Elohim’cilerin bölümlerinde ise, Tanrı görülmeyen, hiçbir
şeye benzemeyen, elçiler aracılığı ile insanlarla konuşan yüce bir varlıktır.
Babil
de Tanrılarını Sümerlerden almıştı. Sümerler hayatlarının değişik bölümlerinin
korku ve hayat veren ve öldürebilen güçlerle dolu olduğunu düşünürlerdi...
Nanna, Utu ve İnanna adında üç tanrıları daha vardı ki, Samiler ona İştar
derlerdi. Birçok İsrailli ona Aştoret ismi altında tapıyordu... Bu tanrılar
yürüyerek, gemiyle, at arabalarıyla veya bulutlar üzerinde seyahat ederlerdi.
Görünmeyen bu tanrılar, yemek yerler, içerler, sevişirler, kavga ederler,
uyurlar, kıskanırlar, kin duyarlar ve öfkelenirlerdi. Yaralanır veya
öldürülürlerdi. Ama bir şekilde tekrar dirilirlerdi. Ölecek kadar hastalanırlar
sonra yine iyileşirlerdi.
Makedonya
kralı Büyük İskender Pers İmparatorluğunu ortadan kaldırdıktan sonra, M.Ö. 312
yılında İsrail’i de istilâ etmiş. İsrail’in haklarını korumuş ve ibadetlerine
karışmamış. Yahudiler, Grekçeyi öğrenmiş ve Tevrat Grekçeye çevrilmiş.
İskender’in
ölümünden sonra, İmparatorluğu üçe ayrılmış. İsrail, merkezi Mısır’da bulunan yönetimin
kontrolüne girmiş. Yunanlılar Yahudileri zorunlu Helenleştirme yoluna girince
dostluk dönemi sona ermiş. Tevrat’ın öğrenilmesi, sünnet olunması yasaklanmış.
Vergiler aşırı ölçüde ağırlaştırılmış. M.Ö. 167 yılında başlayan Makabi
Ayaklanması 25 yıl sürmüş, sonunda Yunanlılar usanarak İsrail ile anlaşma
yapmışlar.
M.Ö.
63 yılında Roma orduları İsrail’i istila etti. Kukla bir kralı başa getirdi,
vergileri arttırdı, ama dinlerine karışmadı. Sonraki yıllarda Yahudi Büyük Herod,
Roma Devleti’nin ataması ve tam desteği ile kral olarak başa geldi. Herod
Greko-Romen kültürünü beğeniyor, Yahudi halkını da Helenleştirmek istiyordu. Bu
zorlamalar sonucunda, halk bölünerek farklı din guruplarına ayrıldı. Zengin bir
din gurubu olan ve güçlerini koruyabilmek için Romalılar ile işbirliği yapan Sadusiler,
Yahudilerin ana görüşünü savunan ve halkın çoğunluğunu oluşturan Farisiler,
azınlıkta olan aşırı dinci Zilotlar, yani fanatikler. Roma hâkimiyetine karşı
olanlar.
M.S.
30 yılında İsa çarmıha gerildi. Yahudiler, İsa’nın yeni bir Pers destekli
Musevi ayaklanması çıkartacağı söylentisi ve korkusu yayarak Roma valisini
kışkırtmıştı. Oysa İsa sadece Yahudilerin Tanrı’sını herkesin Tanrı’sı yapmaya
çalışıyordu. Yahudiler bu yüzden Hristiyanlar tarafından hep lanetlendiler.
Gittikleri bütün Hristiyan ülkelerde aşağılandılar, itilip kakıldılar,
sürüldüler, giysilerine işaretler takıldı, ticaret yapmaları, eğitim yapmaları
kısıtlandı. Rusya’da PALE denilen gettolarda toplandılar.
Yahudiliğin
içinden Hristiyanlık doğuyordu. Hıristiyanlık Kudüs’ten Anadolu’ya buradan da Avrupa’nın
içlerine yayılacaktı. Bunda en büyük pay Aziz Paul’undu. Diğer adıyla Pavlus, ya
da Tarsuslu Saul. M.S. 10-67 yılları arasında yaşayan Pavlus Roma yurttaşlığını
kazanmış Yahudi bir aileden geliyordu. Hem Yahudi adı Saul’u hem de Romalı Adı Pavlus’u
kullanıyordu. Kudüs’te hahamlık öğrenimi gördü. Hristiyanlığı Yahudilik
karşısında büyük bir tehdit saydığı için kilise üyelerine yönelik kıyımlarda etkin
roller oynamıştı. Daha sonraları İsa’nın görüntüsüyle karşılaştığını, böylece tövbe
ettiğini iddia etti. İddiasını doğru kabul eden Hristiyanların arasında yaşadı.
Sonra onların lideri haline gelerek inananlar arasında önemli ayrışmalara neden
oldu. Hristiyanlığın bir Yahudi Mezhebi olmaktan çıkıp bir Roma Dinine
dönüşmesinde belirleyici idi. Yeni Ahid’teki Resullerin İşleri Kitabı’nın yarıdan
çoğu Pavlus’un etkinliklerini aktarır.
M.S.
66 yılında Yahudiler intihar eder gibi isyan etti. İlk başkaldırı şiddetle
bastırıldı, birçok Yahudi öldürüldü. Helenleşmiş Yahudiler başkaldıranlara
cephe aldı. Yahudiler silahlanmaya başladı. M.S. 70 yılında Roma, büyük bir
kuvvetle Yahudileri ezdi. Kudüs yakıldı, İkinci Tapınak yerle bir edildi. M.S. 135
yılında bir Yahudi isyanı daha facia ile son buldu. Romalılar son Yahudileri Filistin’den
kovdu, Kudüs’e girmelerini yasakladı. Yahudiler Roma İmparatorluğu’nun dört bir
yanına dağıtıldı.
Yahudilerin
iki bin yıllık gurbetine geçiyorum…
Roma
M.S. yedinci yüzyıla kadar Filistin’de yönetimini devam ettirdi. Yahudiler Orta
Doğu, Akdeniz ve Avrupa’ya yayıldılar. Artık aralarında savaşçılar değil,
tüccarlar ve bilim adamları öne çıkacaktı. Her yerde çatışma değil, uyum, barış
ve huzur arayacaklardı. Onları koruyacak devletleri yoktu, ama Musevilik dini
ve İbranice lisanı başta olmak üzere başka değerleri olacaktı. Köklerinden
kopmayacaklardı. Gittikleri yerlerde toplumla bütünleşecekler, ama asimile
olmayacaklardı.
Yahudiler
Müslümanlarla, Ortodoks, Katolik ve Protestan Hristiyanlarla iç içe yaşadılar.
Zaman zaman din değiştirir gibi yaptılar. Baskılara, sürgünlere ve katliamlara
maruz kaldılar. Ama her şeye rağmen ayakta kalmasını bildiler. Tanrı onları
cezalandırmıştı. Başa gelen çekilecekti.
Kudüs’teki
Süleyman Tapınağı, son yıkılışından İslamiyete kadar harabe halinde kaldı. Hz. Muhammed’e
620 yıllarında inen İsra Suresi’nden dolayı Kudüs Müslümanlarca da kutsal sayılınca
Süleyman Tapınağı’na “uzak mescit” anlamına gelen “Mescidi Aksa” inşa edildi. Hz. Muhammed’in Miraç gecesi buradan göğe
yükseldiğine inanılıyor. Hristiyanlar da
Hz. İsa’nın
havarileriyle son yemeğini bu civarda yediğine inanırlar.
Süleyman’ın
Tapınağı, Kudüs’ün Haçlı seferleri sırasında alınmasıyla tekrar gündeme geldi. Mesih'in
Fakir Şövalyeleri Kudüs’e giden hacıları ve Avrupalıları korumak için devreye
girdi. Hasan Sabbah ve Şii İsmailiye tarikatı taraftarları Süleyman Mabedini
koruyan Tapınak Şövalyeleri ile temasa geçti. Süleyman Tapınağı’nın temelinde
gömülü bazı sırları bu dönemde elde ettikleri sanılıyor.
7.
yüzyılda Yunanistan, Babil, Pers, Orta Doğu ve Akdeniz bölgesinden birçok
Musevi; Kafkaslar ve ötesine göç etti. Orta Çağ başlarından itibaren, ‘Rus
seyyahlar’ olarak bilinen Musevi tüccarlar, Hindistan ve Çin’e varmak üzere Slav
ve Hazar toprakları üzerinden yolculuk yaptılar.
8.
yüzyılda Türk asıllı Hazar Krallığı Yahudi dinine geçti ve yeni bir Yahudi
krallığına dönüştü. Kimi akademisyenler, Aşkenaz Yahudilerinin kökenlerini, Hazarların
Yahudiliğe geçişleriyle ilişkilendirirler. Bu konu, bugün halen
akademisyenlerin araştırmaları için önemli bir boyut teşkil ediyor. Hazar
krallığı, eski Rus literatüründe ‘Yahudilerin Toprağı’ olarak bilinir. Aynı
zamanda, o dönemde Kiev’de yaşayan Yahudiler de bulunmaktaydı.
1000 yıllarında Ortadoğu
dünyanın mihveriydi. İslam’ın Altın Çağı zirvededir. İslam uygarlığının İspanya,
Kuzey Afrika, Suriye, Irak ve İran’da geliştiği, İslam’da en yaratıcı bilimsel
çalışmaların yapıldığı dönemdir. Arapça bilmeyen çağdışıdır. İslam hanedanları
siyasal, askeri ve iktisadi gücü temsil ediyor, 40 milyon nüfusu yönetiyordu. Küreselleşmenin
değişik bir türü denebilir. İslami ilahiyat, felsefe, bilim ve teknoloji
alanında yaratıcı düşünceler öndedir. Bir milyon nüfuslu Bağdat dünyanın en
büyük şehridir. İspanya’da Cordoba Müslümanları ile yarışmaktadır. Her iki
merkezde de Yahudiler çok faaldir.
Babil
Tevrat’ını tefsir eden Orta Çağ'ın en önemli Yahudi düşünürü İbn-i Meymun, (Maimonides)
12. yüzyılda İspanya Endülüs'te "Yahudilerin yönettiği bir dünya devleti
kurulmalıdır" diyordu. Daha sonra Leo Straus, İbn-i Meymun'un Tevrat
tefsirini siyaset felsefesine dönüştürecekti: “Kudüs merkezli bir dünya düzeni
olmalı, Yahudilerin yönettiği seçkinler de diğer devletleri yönetmelidir.”
Burada
“Kabala” hakkında biraz bilgi gerekiyor.
Yahudilerin
inançlarına göre Tanrı (Yehova) Adem ile Havva'ya bazı sihir ve büyü formülleri
vermiş. Bu sihirleri kuşaktan kuşağa anlatmışlar. Adem'den, Nuh’a, ondan İbrahim’e,
İbrahim’den Musa'ya, Musa'dan kardeşi Harun'a ve Harun'dan da hahamlara aktarılan
sihir formüllerinin tümüne KABALA deniyor. Kabala, Torah’ın (Tevrat) yazılı
olmayan gizli bilgilerini içerir. İnsana doğrudan Tanrı’ya ulaşma yollarını
sağladığı varsayılır. Bu bakımdan Kabala, sapkın olarak nitelendirilen gizemci
yaklaşımlar içeren bir boyutu Yahudiliğe katmış. Uygulayıcıları az sayıda
seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarlardı. "Mühür" denen bazı
büyülü sözleri ve formülleri kullanırlardı. “Doğaüstü Dünyanın Gezginleri"
olarak da adlandırılırlardı. Kabala on üçüncü yüzyılda Zohar ile sistemli
halini aldı. On sekizinci yüzyılda sıradan Yahudiler tarafından da öğrenilir ve
uygulanır hâle geldi. Günümüz Kabala çalışmalarındaki hedef, fen bilimlerinin
insana sunamadığı dünyanın kapılarını açmak, gizli âlemi keşfetmek, görünmeyeni
hissedebilmeye, ‘tanrısal olanın’ amacına erişmeye çalışmak, Tanrı’nın insana
bahşettiği ihsanı keşfetmektir. İbrani alfabesindeki 22 harf ve rakamlar
Tanrı’nın evreni yaratırken kullandığı "gizli bilgeliğin 32 yolu"nu
oluşturur. İbranî alfabesinde bulunan 22 harfte mistik anlamlar vardır ve
Tevrat’ın insan gözü ile görülemeyen bazı bölümlerinin olduğu ileri sürülür.
Kabala
on yedinci yüzyılda Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkan ve mesihçi bir
akım olan "Sabetaycılık" düşüncesini de kuvvetle etkilemiştir.
Sabetaycılık ta on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan aşırı sofu ve gizemci Hasidizm
akımı üzerinde önemli bir rol oynadı.
Kabala'da
Tevrat’ı okumanın üç temel tekniği mevcut. Temuria: Sözcüklerdeki harflerin
yerleri değiştirilerek yeni sözcükler elde etme ve bunları tefekkür etme
tekniği. Gematria: Sözcüklerdeki harflerin değerinin hesaplanması tekniği.
Notaria: Bir metnin şifrelenmesi ve kodlanmasında kullanılan akrostiş tekniği.
Bütün noktalama işaretlerinden ve cümleler arası boşluklardan arındırılmış
Tevrat metni 304.805 harflik tek bir satırmış gibi kabul ediliyor ve bu metin
üzerinde eşit aralıklarda atlanılarak “istenen” kelimeler bulunuyor. Harfler
arasında hangi oranda “atlanılacağını” belirleyen şey, “anlamlı” harf dizinleri
oluşturma çabası oluyor.
Burada
bazı Yahudi bilim adamı rahiplerin, rabbilerin Babil sürgünü sırasında
Nefilimlerin sırlarına eriştiklerini hatırlatmak istiyorum.
İslamda
Nur cemaati de CİFR ilmine çok önem verir. Bir takım ebced hesapları ile
geleceği tahmine uğraşmaktadır. Gizli bir ilim olan cifr ve ebced hesapları
KABALA ile benzerlik teşkil etmektedir. Nur cemaatinin Said-i Nursi'den sonraki
manevi lideri Fethullah Gülen’in de bu tekniği kullandığı ileri sürülüyor. KABALA öğretmenlerine SOFERIM, yani YAZICILAR
denilmekte. Görevleri, vahiy edilenleri açıklamak ve bunun toplumla fertler
tarafından öğrenilmesini ve benimsenmesini sağlamaktır. Nur cemaati içinde de
Said-i Nursi'nin ‘'Risale-i Nur Külliyat''ını aslından okuyan, açıklayan,
topluma ve fertlere öğretenlere de YAZICILAR denilmektedir. Gülen’e göre
Yahudilerin yaratılış sebebinin “insanlığın terakkisine zemberek olmak için”
olduğunu vurgulayarak, konumuza devam ediyorum.
Başlıca
uğraşları tefecilik, rehincilik ve doktorluk olan Yahudiler 1290’da İngiltere’den,
1306’da Fransa’dan kovuldu. 1347-1350
arasındaki veba salgınında 75 milyon olduğu tahmin edilen Avrupa nüfusunun, 25
milyonu hayatını kaybetti. Nüfusun eski düzeyine gelmesi için altı kuşak
geçmesi gerekti. Güçlü şehir devletlerinin toparlanması yüz yıllar aldı.
Yahudiler ‘günah keçisi’ ilan edilerek Doğu Avrupa’ya göçmek zorunda bırakıldı.
Batı Rusya’nın kontrolünü Litvanyalılar ele geçirmişti ve Yahudi topluluklarına
ilk imtiyazları verdiler. Birçok Yahudi, Ukrayna ve Batı Rusya’nın bazı
bölgelerine göç etti.
1484’te
İspanya’da, Yahudi dönmesi olan Torquemada başkanlığında engizisyon mahkemeleri
kuruldu. “Tek devlet, tek kral, tek inanç” denilen ve 1492'de sürgünle bitecek
süreç başladı. İslam ve Yahudilik İber yarımadasından kovuldu. 40-60 bin Yahudi
İkinci Bayezid döneminde Osmanlı Devleti'nin himayesine girdi. Kalanlar Katolikliği
kabul etti.
İspanya’dan
getirilen Yahudilerle Osmanlı Devleti'ndeki Yahudi-Hıristiyan dengesi sağlandı.
Selanik, İzmir, İstanbul, Edirne, Yenişehir ve Şam bölgesinde Safed gibi
şehirlere yerleştirildi. Gül-Haçlıların, Masonların ve Protestanların Katolikliğe
karşı en önemli esin ve beslenme kaynakları İslam filozofları ve Müslüman
dünyadan gelen etkilerdi. Osmanlı, Avrupa’daki Katolik yapıya karşı, bu tür
muhalif hareketleri destekliyordu.
Kudüs
şehri, 1507’de Osmanlı yönetimine girdi. Osmanlılar; şehre birçok tarihi eser
kazandıracak, mevcutları koruyacak, Süleyman Tapınağı’ndan kalan Batı Duvarı
kalıntılarını da tamir ettireceklerdi. Bugün Ağlama Duvarı olarak anılan bu
yerde, Yahudiler dua ederek ağıtlar yakmaktadır.
Yahudiler
gördükleri himayeden yararlanarak Osmanlı Sarayına doktorlarla, dönme
şeyhülislamlarla, diğer yöneticilerle ve hanım sultanlarla nüfuz ettiler. Ama Yahudiler
1650'lerde önemli bir ayrışma yaşadı. İzmirli kabalacı bir haham olan Sabetay
Sevi, Mesih olduğunu ilan ederek taraftar toplamaya başladı. Diğer hahamlar ve Yahudilerce
yapılan çeşitli ihbarlar sonucu, iddiasını ispat etmesi veya öldürüleceği söylenince
Müslümanlığı kabul etti. Maaşa bağlanan Sevi, dış görünüşte Müslüman, gerçekte
ise gizli bir Yahudi cemaati oluşturdu. Böylece Museviler, Selanik'e yerleşen
Sabetaycılar ve Ortodoks Museviler olmak üzere ikiye ayrıldılar.
1517'nin
Avrupa’sında yozlaşmış Katolik Kilisesi'nin dayatmacı tavırlarından vazgeçmesini ve
Kilise'nin kendini reforme etmesini isteyen Alman keşişi Martin Luther’in 95
tezini benimseyenler Protestan mezhebini kurdu. Protestanlığın çıkışıyla, Katoliklik-Ortodoksluk
olarak iki mezhepli Hıristiyan Âlemi (Christendom) üçüncü kez bölündü.
1532’de
başka bir Protestan, Fransız papazı Jean Calvin, İsviçre ve Fransa'da Reform hareketini geliştirdi. Kalvinizm
tarikatı Hollanda ve İskoçya’da iyice yerleşti. Ekonomide kapitalizmin
öncülerinden olan Calvin, Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hıristiyanlığı
eski yalınlığına döndürmek gerektiğini savunmuştu. Calvin derebeyliğe uygun Katoliklik
karşısında burjuva sınıfının Hıristiyanlık
felsefesini dile getirmişti. 1555 Augsburg Barışı ile Protestanlık Avrupa’da resmen tanındı, ama mezhep çatışmaları bitmedi.
17.
yüzyılda, Batı Avrupa'da neredeyse hiç Yahudi yaşamıyordu. Nispeten hoşgörülü
olan Polonya, Avrupa'daki en büyük nüfusa sahipti, ancak Yahudiler için
buradaki sakin durum da yüz binlerce Yahudinin Chmielnicki ayaklanması (1648)
ve İsveç savaşları (1655) sırasında katledilmesi ile sona erdi. Yahudiler Batı Avrupa'ya
geri döndüler. Yahudiler kimi şehirlerden yine kovuldu, toprak sahibi olmaktan
men edildi ve gettolarda yaşamaya zorlandılar.
1648’de,
Katoliklerle
Protestanlar arasındaki kanlı mezhep savaşlarının sonuncusu Otuz Yıl
Savaşları’nı Vestfalya
Antlaşması bitirdi. Protestanlığın güçlenmesiyle Yahudiler Avrupa’da
rahatladılar. İncil’in Eski Ahit (Tevrat) Bölümü öne çıkıyordu. Yahudiler bir
anlamda Hristiyan
suçlamaları karşısında beraat ediyordu. İsa peygamberi öldürenler Yahudiler
değildi, pagan Romalılardı.
1665’te
Yahudiler İngiltere'ye göçe başladı. İngiltere’de
Yahudilere yönelişte aşırıya giden Protestan Püritenler iktidardaydı. Püritenlik,
yeryüzünde bir Tanrı Krallığı kurma idealiydi. Protestanlardan farklı olarak,
Püritenler, tamamen Eski Ahit'e (Tevrat) yöneliyordu. İbranicenin resmi dil
olmasını, anayasanın Tevrat'a dayanmasını ve Sabbath ayinlerinin kutlanmasını,
çocuklara ve yerleşim yerlerine Yahudi isimleri verilmesini istiyordu. Cromwell
komutasında kurulan Püriten ordu, Yahudilerin desteğini ve finansörlüğünü de
alarak, 1649’da Kral I. Charles'i devirmişti. İngiltere’de Püriten ilkelerini
esas alan, bir cumhuriyet kurulmuştu. İngiltere'den Amerika'ya göç eden ilk
Püritenler yeni ülkeyi vadedilmiş topraklar olarak gördü. Amerika'nın adını New
Israel (Yeni İsrail) olarak değiştirmeyi dahi düşündüler.
Avrupa'da
servetlerine sık sık el konulan Yahudiler varlıklarını taşınabilir durumda saklıyorlardı.
Sermaye kullanımı ve transferi konusunda uzmanlaşmışlardı. İngiltere ve ABD'de
kendilerine gösterilen kolaylıklardan sonra ticareti daha rahat yapmaya
başladılar. Denizaşırı ticarette mücevher, mercan, tekstil, köle, kakao ve
zencefil üzerine yoğunlaştılar. ABD kurulduktan sonra silah, içki, demir, kürk,
cam işlerine geçtiler. Kâğıt paranın ve kâğıt değerlerin yaygınlaşması, kredi
verme, merkez bankaları, Londra, Amsterdam, New York Borsaları, Batı ve Doğu
Hindistan Şirketleri Yahudiler tarafından yönetilmeye başladı. 18. yüzyıl ortalarında,
ülkesiz bir ırk tüm dünyayı tek bir pazar olarak görebiliyordu. Tüm dünya
onların vatanıydı. Herhangi bir yerde güvenlik olsun olmasın fark etmiyordu.
Pazar ne kadar yayılırsa fırsatlar da o kadar büyüktü. 10. yüzyıldan beri
Kahire’den Çin’e kadar ticaret yapabilenler için, Atlantik, Hint ve Pasifik
Okyanusları da sorun değildi. Onlar modern kapitalist sistemin yaratıcılarıydı.
Bazı
Yahudiler anavatanlarına dönmek istiyordu. Napolyon, 1800 yılında, Mısır Seferi
sırasında Yahudilere Akka’nın dışında bir yerde yerleşim kurma sözü verdi,
ancak bölgeden kısa sürede çekilince bunu gerçekleştiremedi. 1815 Viyana
Kongresi'nin baş aktörü Avusturya şansölyesi Metternich Yahudi politik
özgürlüğünün ateşli savunucusu olarak benzer sözler verdi.
Avrupa'daki
Rönesans ve Aydınlanma dönemi boyunca, Yahudi toplumu önemli değişimler yaşadı.
Haskala (Yahudi Aydınlanması) hareketi ortaya çıktı. Yahudiler kendilerini
kısıtlayan yasalardan kurtulmak ve Avrupa toplumuna uyum sağlamak için
kampanyalara başladı. Geleneksel dini öğrenime laik ve bilimsel öğretim de
eklendi. Yahudi tarihi ve İbranice çalışmaları yeniden hayat buldu, ulusal
Yahudi kimliğine olan ilgi büyümeye başladı. Haskala, reform ve muhafazakâr
hareketleri doğurdu, Siyonizm'in tohumlarını ekti. Aynı zamanda, Haskala'nın tam
zıttı Hasidik Yahudilik hareketi doğdu. Dine coşkulu ve mistik yaklaşımı ile
hızla taraftar topladı.
Fransız Devrimi ile Yahudilere eşitlik ve sivil
haklar tanındı, bu antik çağlardan beri bir ilkti. Napolyon İmparatorluğu, Yahudilere verilen
eşit hakları Avrupa'ya yaydı. Yahudilere eşit hakları İngiltere 1856'da, Almanya
1871'de verdi.
Faiz
Kilise tarafından Katoliklere yasaklanmıştı. Faiz ile borç para vermesine izin
verilen tek grup olduklarından bazı Yahudiler önde gelen faizciler haline geldi.
Hıristiyan hükümdarlar aforoz edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmadan
kendilerine sermaye sağlayabilen Yahudiler gibi bir sınıfa sahip olmanın
avantajını gördüler. Batı Avrupa'daki para ticareti Yahudilerin eline geçti. Finans,
yönetim ve hekimlik alanlarında sağladıkları önemli hizmetlerden ötürü Hıristiyan
toplum ile ilişkilerinde, krallar, prensler ve piskoposlar tarafından
korunmaktaydılar.
Sanayi
devriminde ve sonrasında Yahudiler ABD ve Avrupa’da aile şirketlerinin ticari
ağları şeklinde çalıştılar. Hassas ve hızlı bilgi sistemleri kurdular. Siyasi
ve askeri olayları izlediler, bölgesel, ulusal ve dünya pazarlarının değişen
ihtiyaçlarına zamanında yanıt verdiler. Sonunda Yahudi Rothschild’ler ticaret
diasporasına egemen oldular. Her zaman doğru malzemeyi, doğru yerde, doğru
zamanda, daha ucuz, daha kaliteli, daha hızlı bulundurmaya çabaladılar.
Burada
Rothschild hanedanı hakkında biraz bilgi gerekiyor.
Rothschild’ler
18. yüzyılda ortaya çıkan, 19. yüzyılda zenginlik ve nüfuzunun zirvesine ulaşan
ve 20. yüzyılda bu zenginlik ve nüfuzunu muhafaza edebilen tarihin gördüğü en
büyük, yaygın ve güçlü bankerlik ailesidir. Frankfurt'un Yahudi gettosundan
tefeci Mayer Amschel Rothschild ve beş oğlunun kurduğu bu hanedan, iki asır
süreyle hemen hemen bütün Avrupa devletleri üzerinde nüfuz sahibi olmuş, bu
devletlerin birçok önemli savaş ve projelerine büyük mali katkılarda
bulunmuştur. Rothschild’ler daima kendi aralarında evlendiler. Diğer Yahudileri
dahi aralarına almıyorlardı. Hiçbir savaş Rothschild'lerin yardımı olmadan
gerçekleşemezdi. Politika ve ticaret dünyasında bir anlamda Avrupa’nın
diktatörleri oldular.
Osmanlı
ekonomisi, Rothschild hanedanlığı ile ilk kez Ruslara karşı yapılan Kırım
Savaşı’nda (1853-1856) tanıştı, Londralı bankerlerden yüksek faizle borç aldı. İngiliz
bankerlerden yüzde altı faizle üç milyon sterlin alan Osmanlı, tarihindeki bu
ilk borcuna karşılık Mısır’dan alınan vergiyi teminat göstermişti. 1855’te
ikinci bir anlaşma ile Osmanlı yönetimi, Kırım Harbi masraflarını karşılayamadığı
için Rothschild aracılığı ile İngiltere’den borç aldı. Mısır vergisi, Suriye ve
İzmir gümrük gelirlerinin teminat olarak gösterildiği anlaşmayla Osmanlı
yönetimi, 5,5 milyon lira borç aldı. Bu borçlanmaların ardından Osmanlı’nın
ekonomik çöküşü hızlandı.
Rothschild
Ailesi Almanya'da sanayi devrimi sonrası Siemens, Bosch, AEG, Krupps gibi
birçok şirketin kuruluşunu finanse etti. Amerika yerli katliamlarında da önemli
roller üstlendi. Rothschild’ler ilgisini altın ve diğer madenlere kanalize
etti. Bugün dünya altın ve elmas gibi yeraltı kaynaklarının yüzde 40’ına tek
başına sahip olmasının temelleri o yıllarda atıldı. 19. yüzyılın ilk yıllarında
Osmanlı topraklarının çözülmesi ile birlikte Rothschild hanedanlığı iki koldan Orta
Doğu’ya sızmaya başladı. Bir kolunu Mezopotamya'daki zengin petrol yatakları
oluşturdu. Rothschild’ler BP-Amoco firması ve Royal Dutch Shell ile Irak
pazarına girdi. Sermaye hareketini Orta Doğu’nun kuzeyine kaydıran Lord Rothschild,
Siyonizm’i siyasal ağırlık merkezi haline getirdi. Filistin topraklarının
Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasının ardından Lord Rothschild, İngiliz
hükümetine baskı uygulayarak İsrail’in kurulmasını başlatan Balfour
Bildirisi’nin (1917) yayınlanmasını sağladı. Osmanlı’nın elinden alınan Filistin'de
bir "Yahudi vatanı" kurulacaktı.
Lord
Rothschild, iki milyon sterlinlik fon ile Filistin topraklarının satın
alınmasını organize etti. Çok kısa bir zaman içinde Filistin topraklarının en
verimli bölgeleri, bu fon sayesinde Yahudilerin eline geçti.
Rothschild’ler,
Birinci Dünya Savaşı’nın perde arkasındaki en önemli gücüydü. Birinci Dünya
Savaşında Alman hükümeti Almanya`daki Rothschild Bankasından, İngiliz hükümeti İngiltere`deki
Rothschild Bankasından, Fransız hükümeti de Fransa`daki Rothschild Bankasından
savaşı finanse için borç aldı.
Birinci
Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’nın yeniden inşası için J.P. Morgan ve Rothschild’lerin
Amerika'daki uzantıları olan finans kurumları Almanya’yı paraya boğdu ve Hitler'in
inanılmaz yükselişine zemin hazırladı. Hitler'in savunma harcamaları ve askeri
gücü Rothschild hanedanlığının onayı ve yardımlarıyla oluşturuldu.
İkinci
Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın parlayan yıldızı kimya ve ilaç sektörüydü. Alman
şirketleri dünya kimya ve ilaç alanlarında bir kartel oluşturdu. Bunların en
büyüğü Rothschild’lerin finanse ettiği I.G. Farben Firması’ydı. David Rockefeller'in,
Standart Oil Şirketi ile ortak olduğu ve I.G Farben Firması, geliştirdiği
ürünlerle Alman sanayisini beslerken daha sonra toplama kamplarında kullanılan
ölümcül gazları Naziler için üretti.
İkinci
Dünya Savaşı ABD’ye 400 milyar dolara mal oldu. ABD bütçesi 200 milyar dolar
açık verdi. Rothschild ve onunla birlikte hareket eden bankerler, Yeni Amerika’yı
yani “Yeni Dünya Düzeni”ni finanse etmeye başladı.
Bugün
serveti 5 trilyon doları aşan Rothschild hanedanlığı dünyanın en büyük 10
bankasının üçüne sahip. Dünya yeraltı zenginliklerinin yüzde 40’ına da bu aile
hükmediyor. Yahudi George Soros gibi birçok para baronu Rothschild’lerin emri
altında. Batı ve ABD birkaç güçlü özel banka tarafından yönetilmektedir. ABD Merkez
Bankası, Rothschild ailesine yakın birkaç özel bankanın kontrol ettiği özel bir
kurumdur. Bu gün Rothschild ailesi, çoğu sanal olan 100 trilyon dolarla dünyada
paraya yön veriyor.
Tekrar
konumuza dönüyorum.
19.
yüzyılda Yahudiliğin dünyada yeni bir döneme girişi bir Alman dini girişimiydi:
Protestanlık. Protestan uluslar her yerde önde gidiyordu. Prusya Almanların en
güçlü ve etkili devletiydi. Protestan İngiltere ilk sanayi gücüydü, Napolyon’u
yenmişti, dünyada görülmemiş zenginlikte bir ticaret imparatorluğu olmuştu. Protestan
ABD Batı’nın yükselen gücüydü. Başını Fransa’nın çektiği Katolikler gerilemeye
başlamıştı.
Yahudiler
kültürlerini yüzyıllardır ikinci planda saklamışlardı. Eşit haklara
kavuştukları Batı’nın refah devletinde öne çıkabilirlerdi. Zengin tüccarlar din
bilginlerinin kızlarıyla evlendiler, Musevi din okulu öğrencileri zengin
gelinlerle evlendiler. Çok sayıda zeki Yahudilerin üretimi başladı. Avrupa’nın
nüfus artışını geçtiler. 15-18 yaşındaki erkekler 14-16 yaşındaki kızlarla
evlendirildi. Hemen çocuk yaptılar. İdeallerin izlenmesi için her fırsata
sahiplerdi. 1800 yılında bu eski ama hayli etkin sosyal sistem ürün vermeye
başladı. Dini alan yerine seküler toplum alanında öne çıkmaya başladılar.
Bazı
Yahudiler Almanya’yı anavatanları gibi görüyorlardı. Fanatik biçimde çok çalışıyorlardı. Komünizmin
peygamberi Karl Marks bir Alman Yahudisiydi. Fizyoloji ve tıpta birer, kimyada
dört, fizikte iki Nobel ödülü aldılar. Ferdinand Julius Cohn bakteriyolojiyi
kurdu. Paul Ehrlich kemoterapinin ilk pratik şeklini uyguladı, Franz Boas
kültürel antropoloji bilimini kurdu. Einstein 20. yy.ın kozmolojisini, Freud
zihinsel varsayımları yarattı. Offenbach, Strauss’lar müzik dehalarıydı.
ABD
Yahudileri 1860’tan sonra özellikle New York’ta bir güç olarak ortaya çıktılar.
1920’de 1.640.000 Yahudi ile New York yeryüzündeki en büyük Yahudi yerleşim
merkeziydi. Gösteri dünyasında yaratıcılıklarını ve yeteneklerini sergilediler.
Radyo, siyah beyaz ve renkli televizyon zincirlerini kurdular. Küresel popüler
kültüre damgasını vuran sinema dünyasında söz sahibi oldular. 1912’de sayıları
yüz olan sinema şirketlerini altı büyük şirkette topladılar: Universal,
Twentieth-Century-Fox, Paramount, Warner Brothers, Metro-Goldwyn-Mayer ve
Columbia. Diğer iki büyük şirkette de söz sahibi oldular: United Artists ve RKO
Radio Pictures. Yahudiler Hollywood’dan Amerikan yaşam tarzını şekillendirmeye
başladılar.
Karşıtları
da boş durmuyordu. Yahudiler ticaretin bedenlenmiş haliydi. Yahudiler
toplumdışı bir ırktı, inatçı ve aşağılıktı, insanlığın düşmanıydı. Asya’ya geri
gönderilmeli veya ortadan kaldırılmalıydılar. Yahudilik pratikte kişisel çıkar
demekti, dünyadaki kültürü işportacılık yapmaktı, tanrısı para idi. Bu bütün
toplumlara yayılıyordu. Kıskanç İsrail tanrısı başka hiçbir tanrıyı istemiyordu.
Para her şey demekti. Yahudilerin tanrısı tüm dünyanın tanrısı oluyordu. Yahudiler
Hristiyanları kendi suretlerine benzetiyordu. Paranın ve Yahudilerin kölesi
oluyorlardı. Dünya bir borsaydı, siyaset onun esiri oluyordu.
Yahudi
devletinin kurulma çabalarına geçiyorum...
Köktendinci
vaiz William Blackstone “İsa Geliyor” çoksatar kitabını yazdı ve 1891’de
Ortadoğu’da bir Yahudi devletini destekleyen ilk kampanyayı organize etti.
Osmanlı Filistin’inde Siyonist yerleşim başladı. Yahudi devleti fikrinin en
ateşli savunucusu, gazeteci Theodor Herzl’di. Kudüs'te bir Yahudi Devleti
kurmak için çabalıyordu. Sultan Abdülhamit’e, Osmanlı İmparatorluğu’nun Borçlar
İdaresi’ne olan 32 milyon altın borcun yüzde seksenini Avrupalı Yahudilerin
ödemesini önermişti. Bunun karşılığında Hayfa ve civarında yerleşim izni
istiyordu. Sultan Abdülhamit ise, Yahudi topluluklarının Kuzey Irak’ta değişik
bölgelere yerleştirilmeleri düşüncesindeydi. Olmamıştı. 1897 tarihi Yahudiler
için bir dönüm noktası oldu. Dünya Siyonist Örgütü Basel, İsviçre’de kuruldu ve
başkanlığına Theodor Herzl getirildi. Siyonist programın finans desteği ile Filistin'de
toprak satın alınması ve bir devletin altyapısının oluşturulması
kararlaştırıldı. Amacı, “Asırlarca Müslümanlığın büyük mevkiini işgal eden ve
Yahudilerce vadedilmiş topraklar denen mukaddes Filistin topraklarını elinde
bulunduran Türk-Osmanlı Devletini parçalamak ve Dünya Müslüman Birliği’ni
önlemek” olarak açıklandı.
1903
yılında sermayesi 100.000 sterlin olan İngiliz-Filistin Şirketi kuruldu. Bu
şirket Hayfa, Yafa, Kudüs, Hebron, Beyrut, Safed, Taberiye ve Gazze'de şubeler
açtı ve toprak alım satımıyla ilgilenmeye başladı. Osmanlı Devleti yoğun Yahudi
göçmen akınlarını, Siyonistlerin Filistin'de toprak almasını ve Yahudilerin Filistin'de
yeni yerleşim yerleri kurmasını önleyemedi. Siyonistler sadece merkezî idareyi
değil Filistin'deki yerel yönetimi de etkiliyordu. 1904-1905 arasında
Mutasarrıf Ahmed Reşid Bey Siyonistlerin şirketinden vilayetin vergi açığını
kapatabilmek için borç para aldı. Ancak borç olayının Babıâli tarafından
duyulması üzerine görevinden alındı. Siyonistlerin Filistin'de Yahudi devleti
kurma isteklerine, başta Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi Osmanlı Yahudileri
karşı çıktılar; onlara göre Yahudi göçmenler Osmanlı topraklarına gelmeli ve
özgürce yaşamalıydılar. Siyonistler fikir ayrılıklarına düştü, ama Siyonizm'den
vazgeçmedi. II. Abdülhamid nezdinde girişimlerini sürdürürken, Emmanuel Karasu,
Nesim Russo ve Nesim Mazliyah gibi ittihatçılarla da dirsek teması
içindeydiler.
Siyonizm'e
sadece Osmanlı Yahudileri karşı değildi. Benzer tepki Fransa gibi Avrupa
ülkelerinde yaşayan Yahudilerden de geldi. Alliance İsraelite Universelle'in
(Evrensel Musevî Birliği) bildirisine göre, Avrupa uygarlığından uzak kalmış
Yahudi cemaati, ancak ve ancak eğitimle kalkınabilirdi. Yani Yahudilerin sorunu
anavatanlarının olmaması değil, geleneksel dinin altında ezilmesi ve
kabuklarını yırtıp toplumsal reformları yapıp, modernize olamamasıydı. Yahudi,
Batı'nın değer sistemini kabul ettiği an kurtuluşunu da bulacak,
özgürleşecekti. Alliance, Yahudilerin içinde yaşadıkları toplumlarla
bütünleşmelerini savunuyordu. Alliance'a göre Siyonizm sahte mesihçilikten
başka bir şey değildi. Rasyonalizme ve özgürlükçülüğe aykırıydı.
Alliance
teşkilatı Yahudilerin Musa dininden birer Fransız, İngiliz, Osmanlı vb.
vatandaşlarına dönüşmelerini amaçlıyordu. Siyonist ülkü ise, bunun tam tersine,
Yahudi benliğinin asimilasyon erozyonuna uğramamasını amaçlıyordu.
“Siyon
Protokolleri” konusuna da kısaca değinmek lazım.
Siyonist
Yahudi milliyetçilerinin Basel kongresine atfedilen 24 maddeden oluşur. İlk kez
1905’te yayımlandı. "Yahudilerin modernizm adıyla dünyayı ele geçirmeyi
planladıkları" ileri sürüldü. Rusya'da ve Avrupa'da Yahudilere saldırılar
başladı. Daha sonra çeşitli mahkemelerce yalan olduğu kanıtlanmasına rağmen
buna kimse inanmadı ve mahkeme sonuçları bile Yahudi komplosunun bir parçası
sayıldı.
-
Siyasetin ahlakla bağı yoktur.
-
Gayemiz uğruna rüşvetçilik, düzenbazlık ve hıyanetten çekinmemeliyiz.
-
Hürriyet, eşitlik, kardeşlik gibi kelimeleri biz bağırdık, budala papağanlar bu
oltamıza takıldı.
-
Seçeceğimiz yöneticiler; kabiliyetleri zayıf ve kölece itaat edecek kimselerden
olmalıdır. Kendilerinin müşaviri veya uzmanı olan bizim çocuklarımız sayesinde
ellerimizde oyuncağa döneceklerdir.
-
Anayasal devletlerin dengesini bozmalıyız.
-
Tüm dünyaya hükmedecek olan hükümdarımızın taç giyme vakti gelince ona engel
olacak her şey ortadan kaldırılacaktır.
-
Fransız ihtilaline büyük adını biz verdik. Çünkü o tamamen bizim eserimizdir.
-
Görülmeyen bir kuvveti kim devirebilir? Yahudi olmayan masonlar da bizim bu
amacımıza hizmet ederler.
-
Halkın zihnini bulandırmalıyız. Onları karşı koyma hissi uyandıracak ciddi
düşüncelerden uzak tutmalıyız.
-
Biz hükümetleri iktisatçıların dünyası ile kuşatacağız.
-
Hükümetlerde sorumlu mevkileri yeni dünya düzeni kuruluncaya kadar, mazisi
kötü, halk arasında iyi şöhretli olmayan kişilerin ellerine vereceğiz. Onlar
bize boyun eğmezlerse şantaj yoluyla bizim menfaatlerimiz için çalışmak zorunda
kalacaklardır.
-
Dünyadaki her memlekette serbest Mason Locaları kuracağız ve çoğaltacağız. Onlara
kamu faaliyetlerinde şöhretli olan veya olabilecek herkesi çekeceğiz. Çünkü biz
başlıca haber alma büromuzu ve tesir vasıtalarımızı bu localarda bulacağız.
-
Tüm Mason Localarını yalnız bizce bilinen ve başka kimse tarafından kesinlikle
bilinmeyen Siyon liderlerimizden oluşan bir merkezi idare altında toplayacağız.
-
Her ülkede mutlaka kredi ve finans merkezi kuracağız. O merkezler aracılığı ile
insanları borçlandırarak hâkimiyetlerini yavaş yavaş ele geçireceğiz.
-
Yahudi olmayan hükümetlere o devletlerin ihtiyacı olmayan paraları vererek o paraları
iki, üç misli olarak geri alacağız.
-
Memleketlerdeki zengin insanları borçlandırarak mason Localarına çekeceğiz
ancak bu teşkilatlara üye olanları zengin yapıp onları kullanacağız.
1890
ile 1924 yılları arasında, çoğunlukla Rusya ve Doğu Avrupa'dan iki milyonun
üzerinde Yahudi Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. Avrupa'daki
kısıtlamalardan önemli ölçüde kurtulmuş bir Yahudi toplumu Yeni İsrail’de ortaya
çıkıyordu.
Bu
arada eski İsrail’de neler oluyordu?
Filistin'de
Osmanlı'nın durumu, Siyonistlerle Arap milliyetçilerine büyük cesaret vermişti.
Siyonistler, Avrupalı büyük devletlerden Yahudi göçüne destek istiyor ve Filistin'de
egemen bir devlet kurmayı umuyor; Arap milliyetçilerinin herbiri kendi bağımsız
devletlerini kurmayı arzuluyordu. Nüfus dağılımına göre 1914'te durum Siyonist iddialara
uygun değildi. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, özellikle Doğu Avrupa'dan
başlayan göçle Filistin'deki Yahudi nüfusu 1914'te 80 bine çıktı. Arap nüfusu
650 bin civarındaydı. Nüfusun yüzde 12'sini oluşturan Yahudileri devlet çatısı
altında toplamak çok uzak bir hayal gibiydi. Siyonist lider E. Weizman, Orta
Doğu haritasının bölge halklarının değil, büyük devletlerce çizilebileceğini en
erken fark eden isimdi. Yahudi kuruluşlarının stratejik yaklaşımıyla İngilizlerin
politik becerileri bir araya geldiğinde Ortadoğu'da ‘Büyük Oyun’un ilk perdesi
açılacaktı.
Birinci
Dünya Savaşı'ndan sonra, İngiltere Filistin'i Osmanlı İmparatorluğu'ndan aldı. 1917
tarihli Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere bir ‘ulusal anavatan’ için verilen söz
unutulmamıştı. 1920'de, İngiltere’nin Filistin Mandası başladı. Kudüs İbrani
Üniversitesi kuruldu ve Filistin'e göç dalgaları gelmeye başladı. Artan Yahudi
göçünden memnun olmayan Filistin'in Arap sakinleri ise Yahudi yerleşimine ve İngiltere’nin
Yahudi yanlısı politikasına şiddet içeren ayaklanmalar ve terör eylemleri
yoluyla karşı çıkmaya başladılar. 1920 Arap isyanları ve 1921 Yafa isyanlarının
ardından, Filistin'deki Yahudi liderleri bu çetelere karşı çiftliklerini ve
Kibbutzları korumak için Haganah örgütünü kurdular. Arapların uyguladığı
şiddetten dolayı, İngiltere Yahudi devleti fikrinden geri adım atmaya ve iki
uluslu bir çözüm veya Yahudi azınlığı bulunan bir Arap devleti fikrini gündeme
getirmeye başladı. Haganah'tan kopan aşırı örgütler Filistin'deki İngiliz
hedeflerine ve Araplara karşı intikam saldırıları düzenledi, İngiliz
yöneticilerini hedef alan suikastler gerçekleştirdi.
Yahudiler
dişlerini göstermeye başlıyordu…
1923-1929
arasında Musevi göçünde bir düşüş görüldü, ancak Almanya'da 1930'lardan
itibaren nazizmin gelişmesine paralel olarak Filistin'e yerleşen göçmen sayısı 1930
yılında 4 bin, 1933'te 30 bin, 1935'te ise 62 bine ulaştı. Filistin'e yasadışı
göç yoğunlaşıyordu. İngiltere’nin onayı olmaksızın Avrupa'daki savaş yüzünden
mülteci durumuna düşen çok sayıda Yahudi örgütlenmeye başladı. Göç, İsrail'deki
Yahudi yerleşimlerine önemli katkıda bulunacaktı.
1933'te,
Hitler'in ve Nazi Partisi'nin Almanya'da iktidara gelmesi ile Yahudi meselesi
daha vahim bir boyuta taşındı. Ekonomik krizler, ırkçı Yahudi düşmanı yasalar
ve savaşın yaklaştığı korkusu ile birçok Yahudi Avrupa'dan kaçarak Filistin, Amerika
Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'ne gitti. Hitler 1939 yılında, İkinci
Dünya Savaşı'nın patlamasının ardından milyonlarca Yahudinin yaşadığı Polonya
ile Fransa'nın da aralarında bulunduğu Avrupa'nın neredeyse tamamını işgal etti.
1941'de, Sovyetler Birliği'nin işgali başladığında, Nihai Çözümün hayata
geçirilmesi emrini verdi. Avrupa'daki altı milyon Yahudi yok edilecekti. Hitler
Yahudi-Bolşevik Rusya’dan ve Siyon Protokollerinden çok etkilenmişti. II. Dünya
Savaşı sırasında 1,634 toplama kampı ve 900’den fazla çalışma kampı kurdu. Nazi
kontrolündeki topraklardaki 8,8 milyon Yahudinin üçte ikisi, 5,9 milyonu
öldürüldü. Polonya Yahudilerinden ancak onda biri hayatta kaldı. Diğer bölgelerde
hayatta kalma oranı üçte bir veya yarım idi. Yahudiler hiçbir direniş
gösteremedi. Bin beş yüz yıllık sürgünde direnişin onlara daha pahalıya mal
olacağını öğrenmişlerdi. Görüşmelerle, para ödemelerle, yalvararak, protesto
ederek çözüm aradılar. Ama savaşmadılar. Kitle halinde göç ettirildikleri için
nesiller boyu zayıflatılmışlardı.
Zaten
en hırslıları Amerika’ya, en enerjikleri, en militanları da Filistin’e
gitmişlerdi...
Bir
iddiaya göre de, Yahudi elebaşıları, Avrupa’da kalan Yahudilerin de Filistin’e gitmeleri
için Hitler’e ve Nazilere yardım etmişti. Savaştan sonra da 500 bin Yahudi Almanya’dan
Filistin’e göç etti. Almanya masraflar için 1,5 miyar dolar ödedi. 20. yüzyıl
sonuna kadar ödediği tazminat miktarı 30 milyar doları buldu.
Dinci
Yahudilere göre, Tanrı, Hitler ve Nazileri Yahudileri cezalandırmak için
seçmişti.
Seküler
Yahudilere göre ise bakış açısı farklıydı. 17.yy.daki Avrupa katliamları
Yahudileri önce İngiltere’ye, sonra da Amerika’ya yönlendirmişti. Bu göçler
dünyadaki en güçlü devletlerdeki en güçlü Yahudi varlığını yaratmıştı. Bunun
sonucu olarak ta modern Siyonizm ortaya çıkmıştı.
Hitler
felaketi sayesinde İsrail Devleti’nin kurulması ve sonrasına bakıyorum...
2.
Dünya Savaşı'nın sonunda ABD Başkanı Truman, İngiltere'ye başvurarak 100 bin
Yahudi'nin derhal Filistin'e girmesine izin verilmesini ve göç limitlerinin
kaldırılmasını talep etmiş, konu 1947'de İngiltere tarafından Birleşmiş
Milletler'e götürülmüştü. ABD'nin ve Yahudi lobilerinin baskısı altındaki
Birleşmiş Milletler, Kasım 1947'de Filistin'in Arap ve İsrail devleti olarak
bölünmesini ve Kudüs'e uluslararası statü verilmesini kabul etti. 14 Mayıs 1948
tarihinde İsrail Devleti'nin kuruluşu açıklandı. Filistin topraklarında bu
tarihte 1 milyon Arap ve 600 bin Yahudi yaşamaktaydı.
İsrail
Devleti, dünyanın dört bir yanından ülkeye gelen yüz binlerce Yahudi mülteciyi
içine almaya başladı. Aynı yıl, Türkiye ilk ve tek Müslüman ülke olarak
İsrail'i resmen tanıdı. Yahudiler iki bin yıldır her yerde ezilmişlerdi. Ama
artık Filistin’de savaşacaklardı. Önce mandacı İngilizlerle mücadele ettiler.
Sonra da sıra Araplardaydı. Yeni kurulan İsrail Devleti ilk savaşını Ürdün, Suriye,
Irak ve Mısır ile yaptı. Ocak 1949 tarihinde sona eren savaşın bitiminde Gazze
Şeridi hariç tüm Necef, Galile Gölü ile Kudüs şehrinin batı kesimi, İsrail'in
hâkimiyetine geçti. 750 bin Filistinli Arap, Şeria (Ürdün) Nehri'nin batısına
ve Gazze Şeridi'ne göç etmek zorunda kalarak günümüze kadar sürecek bir
trajedinin kurbanı oldular.
İsrail
Devleti’ni kuran 1947-8 olayları Arap-İsrail problemini yarattı. Yahudilik Avrupa'nın
sorunu olmaktan çıkarılıp Müslüman dünyanın sorunu haline getirildi. 1948’den 1967’ye
kadar Arap ülkelerinde yaşayan 500.000 Yahudi İsrail’e geldi. Filistinli Arap
göçmenler Arap ülkelerinde dengesizlikler yarattı. 1960’ta Ürdün, 1970-80 arası
Lübnan karışacaktı.
Yahudiler
arasında fikir ayrılıkları vardı. Yeni Devletin sınırları üç şekilde
belirlenebilirdi. Bir milli vatan; iki, vadedilen topraklar; üç, Siyonist
Devlet. Milli vatan dünyanın her hangi bir yerinde olabilirdi. Vadedilen
topraklar Haşmonayim krallığında daha küçüktü, Davut krallığı Suriye’yi de
içeriyordu. Nil’den Fırat’a kadardı. Aşırı dinci Yahudiler için hiçbiri geçerli
değildi. Devletleri Mesih’in gelişinden sonra kurulmalıydı. Acele ediliyordu.
Siyonist
Devlete gelince, Yahudilerin elde edebileceği, yerleşebileceği, gelişebileceği
ve savunabileceği toprakları içermeliydi. İlk görüşmelerde Filistin’in yüzde
20’si ile 50’si arasında toprak sözkonusu iken, 1948 Savaşı’ndan sonra İsrail toprakların
yüzde 80’ine sahip oldu. Filistinli Araplar devletsiz kaldılar, Gazze Şeridine
ve Ürdün tarafından yönetilen Batı Şeria’ya sıkıştılar.
1951’de
Ürdün kralı Abdullah öldürüldü. 1952’de askeri darbe ile Mısır monarşisine son
verildi, Nasır İsrail’in yok edilmesi için çalışmaya başladı. Sovyetler Arap
ülkelerine yardıma başladı. 1956’da Süveyş Kanalı millileştirildi, İsrail’in
kullanımına kapatıldı. İsrail Mısır’a saldırdı, Sina yarımadasını ele geçirdi. İngilizler
ve Fransızlar yardım etti. Sina askersiz duruma geldi. Birleşmiş Milletler
Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na
yerleştirildi. 1948-1958 arası İsrail
nüfusu 800 binden iki milyona yükseldi.
1967
altı gün savaşında Araplar İsrail’e saldırmak üzereyken baskına uğradılar.
Sonuçta kazanan yine İsrail oldu. Bu kez Sina’yı, Batı Şeria’yı, Kudüs’ü ve Suriye'den
Golan tepelerini Lübnan da Güney Lübnan topraklarını kaybettiler. İsrail bu toprakların büyük bir bölümünü
İŞGAL statüsünde bıraktı ve Kudüs ile Golan tepelerini İLHAK etti.
Mısır
Suriye ile beraber, 1973’te Yom Kippur Günü’nde baskın şeklinde taarruza geçti.
İsrail yenilmek üzereyken ABD havadan gönderdiği son sistem silahlarla yardıma
geldi. İsrail birlikleri Süveyş Kanalı’nın batısına geçtiler. Kahire yolunu
kestiler. Mısır ateşkes istedi. Sonunda gülen taraf yine İsrail oldu. Ama tepki
olarak dünya petrol krizi başladı. Petrol siyasi güç haline geliyordu. OPEC,
İsrail'e yardım edenlere petrol ambargosu uygulama kararı aldı. Petrol
fiyatları dört kat arttırıldı. Arap ülkelerinin gelirleri on kat arttı. Paralar
silah alımına ve İsrail karşıtı terörün desteklenmesine yöneldi. Üçüncü Dünya
ülkeleri Arap baskısıyla İsrail ile diplomatik temaslarını kesti. Fransa
Irak’ta gelişmiş bir nükleer santral inşa etti. Bunu tehdit gören İsrail 1981’de
hava taarruzu ile reaktörü tahrip etti.
1975
yılında Arapların artan etkisiyle, Birleşmiş Milletler kararı ile Siyonizm
ırkçı kabul edildi. Komünist ve İslam ülkeleri 72 lehte, yaklaşık tüm liberal
demokrasiler 35 aleyhte, 32 çekimser oy. Türkiye Siyonizm’in ırkçılık olduğu
kararı desteklemişti. Aynı yıl yine Birleşmiş Milletler kararı ile Filistin
Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat devlet başkanı statüsüyle onurlandırıldı.
İsrail uluslararası bir izolasyona giriyordu.
1978’de,
Camp David’te, ABD Başkanı Carter gözetiminde barış anlaşması imzalandı. Mısır
İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. İsrail, havaalanları, petrol sahaları
dahil tüm Sina Yarımadası’ndan çekildi. Batı Şeria ve Kudüs için görüşmeleri Filistin
Arapları kabul etmedi. Ürdün, üzerinde yaşayan toplumu istemediğinden
"Barış'a evet topraklara Hayır" dedi ve Batı Şeria kamburunu
İsrail'in sırtında bırakmayı tercih etti.
1970’lerin
sonu ve 1980’lerde İsrailli bilim adamları gizlice nükleer silah geliştirdiler.
Bu durum Arap komşularınca hemen öğrenildi.
1982’de
İsrail Filistin Kurtuluş Örgütü’nün üslendiği Lübnan’ı işgal etti. Hizbullah doğdu.
1.500 İran Devrim Muhafızı, Suriye üzerinden geçip, Şii çoğunluklu Bekaa'ya
yerleşti.
1990
ve sonrasında bir milyon Yahudi Sovyetlerden İsrail’e göç etti.
1991
Birinci Körfez Harbi'nde İsrail uçaklarla kökeninde Yahudi olduğunu düşündüğü
beş bin kişiyi ülkesine getirdi. Kuzey Irak yönetimiyle ezelden beri iyi
ilişkileri olan İsrail buraları kendi ülke sahası gibi kullanıyordu.
1995’te
İsrail-Filistin geçici anlaşması imzalandı. Filistin özerklik kazanıyor,
karşılığında terörden uzak durmayı ve İsrail Devletini ortadan kaldırmaktan vaz
geçtiğini vadediyordu. Hamas ve bazı Filistin fraksiyonları anlaşmayı kabul
etmedi. Aynı yıl İsrail başbakanı İzak Rabin aşırı sağcı Siyonist bir öğrenci
tarafından öldürüldü.
2000
yılında İsrail tüm birliklerini Güney Lübnan’dan çekti. Filistin’in devrimci
sol El Fetih hareketi bölündü ve 2004’te Yaser Arafat’ın zehirlenerek
öldürülmesiyle, Batı Şeria’ya hapsedildi. Kontrol altına alındı. İsrail'in var
olma hakkını tanımayan ve aşırı dinci Hamas 2006 Filistin seçimlerini kazandı,
İsrail ile yapılan tüm anlaşmaları reddetti, terörden vazgeçmeyi tanımadı ve
İsrail’in yok edilmesi hedefini tekrarladı. İran’ın yaptığı gibi, soykırımın
bir Yahudi komplosu olduğunu savundu. Ertesi yıl Gaza’nın yönetimini ele aldı. Aynı
yıl İsrail Hava kuvvetleri Suriye’de bir nükleer reaktörü imha etti.
İsrail
Irak’ta da çalışıyordu. MOSSAD Barzani peşmergelerine eğitim verdi. Molla Mustafa
Barzani'den başlayan İsrail-Kuzey Irak işbirliği 2005'te ivme kazandı. Irak'ta
Saddam devrilip Talabani Cumhurbaşkanı olunca Kuzey Irak'ın kontrolü Barzani'ye
geçti. Rothschild ailesi bölgedeki petrolün kontrolünü İsrail ve Barzani
üzerinden eline geçirmiş oldu, enerji hattı İsrail'in hamiliğine kaydı. Rothschild'ler
Akdeniz havzasında enerji alanında büyük yatırımlara sahip. Petrolü en kârlı ve
güvenli şekilde dünya pazarına ulaştırmak için güvenli koridorlara ihtiyaçları
var. Enerji atılımı devam etti. 2009’da İsrail açıklarında zengin doğal gaz
rezervleri bulundu. İsrail enerji şirketi Delek Grubu ve Rothschild’lerin da
hissedarı olduğu Noble enerji şirketi, doğal gaz keşfi ve çıkarılması için çalışıyor.
İsrailli
komandolar 2010’da İHH İnsani Yardım Vakfı girişimiyle Gazze'ye yardım taşıyan Mavi
Marmara ve beş gemiye uluslararası sularda saldırdı, dokuz Türk eylemciyi
öldürdü, bir kısmını yaraladı ve gemileri yolcularıyla birlikte rehin aldı. İsrail,
taviz verebileceği barıştan vazgeçmiş, sürekli savaş ve işgal stratejisine
geçmişti.
İsrail
için en büyük tehdit Lübnan ve destekçisi Suriye idi. Lübnan’da Hariri suikastı
sonrası Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesi İsrail’in önünü açtı. 2011’de Suriye’de
iç savaş patlak verdi. İsrail, bu savaşta Beşar Esad’a karşı kim varsa el altından
destekledi: Özgür Suriye Ordusu, El Nusra, Irak Şam İslam Devleti yani IŞİD. Bu
dönemde İsrail’in istihbarat örgütü Mossad, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün ile
yakın işbirliği yaptı. Suriye’deki savaşın mimarlarından Suudi İstihbaratçı Bender
Bin Sultan, pek çok kez Mossad ile buluştu ve planlama yaptı.
İçlerinde
Yahudi lobilerinin etkin olduğu küresel güçlerin amaçlarına bakıyorum…
İsrail
bir bölge devleti olmalıydı. Orta Doğu enerji kaynakları ve enerji nakil
hatları güvende olmalıydı. Radikal İslamcı gruplar iktidar olmamalıydı. İran
güçlenmemeliydi. Irak’ta bir Kürdistan kurularak, Arapların, İran’ın ve
Türklerin aralarına girmeliydi.
2000
yılında Türkiye küresel güçlerin taşeronu olarak öne çıkıyordu. Türkiye’ye
uluslararası düzeyde, AB üyelik süreci dahil, ekonomik ve siyasi destek
verilmişti. Türk Silahlı Kuvvetleri ve dolayısıyla Atatürkçülük, cumhuriyet ve
laiklik gözden düşürülmüştü. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ciddi parasal
ve siyasî ilişkiler kurulmuştu. Ama 2011’e gelindiğinde işler tersine döndü.
Türkiye “Yeni Osmanlıcılık” projesiyle Orta Doğu üzerinde egemenlik kurmaya
soyunuyordu. Küresel güçler ve Yahudi lobileri AKP iktidarına karşı harekete
geçti.
Günümüzde
bu satranç oyunu sürüyor…
İsrail
bu gün % 75’i Yahudiler olmak üzere 8 milyon nüfuslu bir ülke. Demokrasiden
ödün vermiyor. 120 koltuklu Meclis, yani Knesset, Likud (merkez sağ) ve Siyonist
Kamp ağırlıklı 10 siyasi partili bir dağılıma sahip. 2015 rakamlarıyla ihracatı
56, ithalatı 59 milyar dolar. Kişi başı milli geliri 33,700 dolar, GSMH 282
milyar dolar. Rothschild’lerin İsrail'le çok yakın ilişkileri var. İsrail'e
büyük yardımlar yapıyorlar. ABD İsrail'e her yıl karşılıksız 3 milyar dolar
hibe ediyor.
İsrail
toplumu bu gün dört gruba bölünmüştür.
Birincisi
Ortodoks Yahudiliği en tutucu şekilde uygulayan kesim olan Harediler’dir. 19. yüzyıldan
beri Siyonistler ile çatışma halindedirler. Siyonist fikirleri Mesih’ten önce
kurulacak bir Yahudi devletine karşı olmalarından dolayı reddederler. Siyasi
bağımsızlığın ancak kutsal bir müdahale ile ortaya konulabileceğini iddia
edereler. Siyonizme kuşkuyla ve hatta düşmanca yaklaşırlar, bazıları Şeytan’ın
işi olarak tanımlar.
İkinci
grup olan Siyonistler dini kabul ederler ama Yahudi aşırı milliyetçiliğine
ağırlık verirler. Harediler’i azgelişmiş bir grup olarak görürler.
Üçüncü
grup seküler Yahudilerdir. Din ve aşırı milliyetçiliği kabul etmezler.
Dördüncü
grup ise diaspora Yahudileridir.
Son
iki grup Yahudi kimliğinden, dininden ve geleneklerinden yavaş yavaş
uzaklaşmakla suçlanmaktadır.
Siyonistler
için Yahudi dini uygun bir milli enerji ve kültür kaynağıydı. İncil bir devlet
kitabından farksızdı. Bu nedenle Siyonistler Yahudi dinini devletlerini
yaratmak için kullandılar. Bazı dindar
Yahudiler Siyonist milliyetçilik ruhunun Yahudileri tekrar Yahudi dinine döndüreceğine
inandılar. Tevrat’a uymak yeni vatanseverlik ruhuyla ateşlenebilirdi. Siyonistler
Tevrat Okulları yerine seküler okullar için mücadeleye başladı.
Amerika’da
bulunan bazı Yahudilerin kurduğu Neturei Karta Anti-Siyonist hareketi de
ilginç. İsrail’in tamamen gayri meşru olduğunu ve işlediği cinayetlere karşı
olduğunu söylüyorlar. Onlara göre, Kudüs’te bulunan bazı Yahudiler ve Hahamlar
da İsrail ideolojisine ve yasa dışı yerleşke yapımına muhalifler. Filistin
topraklarının İsrail tarafından parça parça işgal edilmesini kabul etmiyorlar. Yahudi
tarihi üç bin yıl öncesine dayanırken, Siyonizm 130 yıl önce başlamıştı. Müslümanlar
ile birlikte yaşamak istiyorlar. İsrail'in 1967 sınırlarına değil 1948
sınırlarına geri dönmesi gerektiğini söylüyorlar.
Amerikan
Yahudileri de ayrı bir toplum sayılıyor. Tarihte yaşanmamış bir örnek oldular.
Yahudi benliklerini koruyarak asimile oldular. Ezeli yabancı ve gezgin
Yahudiler sonunda tamamının yabancı olduğu bir ülkede sürekli kalabilecekleri
bir yuva buldular. Amerikan Yahudileri, İsrail Yahudileri ve Diyaspora
Yahudileri’ne üçüncü eleman olarak ilave oldular. Tüm Yahudilerin güvenliği ve gelecekleri Amerika’daki
güçlülere bağlandı. Örgütleri: Zionist Organization of America (ZOA) Başkanı
Morton Klein Başkan Trump'a en yakın ABD Yahudi lideri sayılıyor. Diğerleri
AIPAC, ABD Yahudi Örgütleri Konseyi, ADL, AJC, B'nai B'rith International,
Kuzey Amerika Yahudi Federasyonları.
Son
ilginç bir not daha. Yeni Başkan Donald Trump'ın seçim kampanyasının mimarı
Yahudi Jared Kushner, 2009 yılında Trump'ın kızı İvanka Trump ile evlendi. İvanka
Yahudiliğe geçebilmek için uzun bir dini eğitimden geçti ve Yael Kushner adını
alarak Yahudi dinine yatay geçiş yaptı. Trump'ın Yahudi bir kızı da oluverdi.
Konuyu
toparlamalıyım…
Yahudiler,
çok zeki ve çok uyanıklar. M.Ö 500’lü yıllardan başlayarak Tevrat’ı yazmış, üstelik
yaşamadıkları birçok tarihi kendilerine mal etmişler. İbrahimi geleneğe de, Musa’ya da sahip çıkmış,
kendilerine ilahi bir kimlik almışlar. Birçok Yahudi tarihçisi, Roma’da, Fenike’de,
Kartaca’da, Avrupa tarihinde, Rus, Hind, İran, Çin tarihinde abartılı Yahudi
izleri keşfetmiş, kendilerini yüceltmeye çalışmış. Kendilerini büyük ve güçlü
göstermeyi başardıkları da ortada gezen birçok komplo teorilerinden
anlaşılıyor. Hangi taşı kaldırırsak altından Yahudiler çıkıyor.
Aynı
tekniği, Sabetaycı yazarlar ve Sabetaycılık uzmanları da kullanmaktadır. Onlara
göre Osmanlı’yı ve Cumhuriyeti Yahudiler yönetmiştir, birçok ilki onlar
yapmıştır, toplumu onlar modernleştirmiştir; sanat, edebiyat, kültür hayatı
onlar sayesinde ayakta durmaktadır, büyük lider ve komutanların çoğu Yahudi ya
da dönmedir. Oysa Yahudiler Osmanlı’da küçük bir azınlıktı, 16. yüzyıldan sonra
gözden düşmüş, 17. yüzyıldan beri Müslüman olmaları ya da Müslüman görünmeleri
şartıyla ticaret yapmalarına izin verilmiş.
İsrail’deki
Yahudi nüfusun çoğunun Yahudi olmadığı da ileri sürülmektedir. Afrika kökenliler
ve Rusya’dan göçenler gibi.
Peki,
bundan sonrası nasıl gelişebilir?
Biraz
farklı bakalım…
Örneğin
işler sarpa sarabilir, Yahudiler ellerindekinden de olabilir mi?
İsrail’de
solcular, liberaller, insan hakları savunucuları, ateistler, marksistler, her
düşünceden insanlar var. Bazıları bölgede çıkacak kapsamlı bir savaşın sonunu kestiremiyorlar.
Orta
Doğu’yu Irak ve Suriye’de olduğu gibi karıştırarak İsrail’in güvenliğini
sağlamak başarılı olamayabilir. ABD ve onunla paralel hareket eden Arap
diktatörlükleri de zararlı çıkabilir. İsrail halkının yüzde sekseni askeri harekâtı
destekliyor, ama destekleyenlerin sadece yarısı Hamas’a karşı mücadelede
başarılı olunacağına inanıyor. İslam dünyası, Avrupa’nın bir kısmı, hatta BM’in
çoğunluğu da İsrail’e karşı çıkıyor. ABD İsrail’i desteklemeye daha ne kadar
dayanabilecek?
Yoksa
“Tanrı’nın seçtiği halk” ruhlarını esir alan Şeytan’ın hedefi mi oldu?
Siyonistler soykırımı istismar ederek nereye kadar gidebilecek? Rothschild ve
Rockefeller gibilerin egemenliğindeki Derin Dünya Devleti Yahudilerin
kontrolünde mi? Yoksa Yahudi olmayan Yahudilerin mi? “Yeni Dünya Düzeni” için
Yahudiler kullanılıyor olabilir mi? El altından Filistin’de Hamas’ı, Suriye ve Irak’ta
boy gösteren köktenci İslami terör örgütlerini, Afganistan’da Taliban’ı
destekledikleri gibi destekliyor olabilirler mi?
Kaos
ortamından “Yeni Dünya Düzeni”ni kurabilmek için iki tarafa da ihtiyaçları yok
mu? 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da oynanan oyun 21.yy.da da neden devam
etmesin?
Sonunda
İsrail’in de gözden düştüğünü göremez miyiz?
Ya
da, sıklıkla iddia edildiği gibi, Yahudiler kaostan düzen yaratarak, Dünya
Krallığının tahtına oturacaklar mı?