Wikipedia

Arama sonuçları

25 Ocak 2017 Çarşamba

BABİL’DEN KUDÜS’E



BABİL’DEN KUDÜS’E
                                                                                                                    Ocak 2017
Şaban Recai Öztürk 
sabanreco@gmail.com 
http://srecaio.blogspot.com


4.000 yıllık tarihleriyle, dünyanın en eski toplumlarından biri olan Yahudilerle ilgili notlarımı derlemeye çalışıyorum…
 Yahudi takviminin başlangıcı M.Ö. 3760-61 yılları. Bu tarihte insanlığın başladığı, Mezopotamya’da krallığın dünya dışı yaratıklarca, yani Nefilimlerce insanlara verildiği tarih olduğu iddia ediliyor.
445 bin yıl önce Nibiru (Marduk) gezegeninin atmosferi bozulmaya başlamış. Bu gezegenin üstün insanları Nefilimler (Anunnakiler) dünyaya gelmiş, Basra’da (Sümer) Birinci İstasyonlarını kurmuş. Amaçları dünyadaki altını çıkarıp gezegenlerinin atmosferi için kullanmak. Mezopotamya’da uçuş kontrol merkezi, metallurji merkezleri kurmuşlar. M.Ö. 300.000’de Anunnaki isyanı olunca, dünyadaki insanımsıların genleriyle oynayarak ilkel işçi’yi, yani ilk insanı yaratmışlar. Homo Sapiens çoğalmaya başlamış. Bazı Nefilimler genleriyle oynadıkları insan kadınlarla evlenmişler. Nefilimler Tevrat’ta da sözü edilen yaratıklar.
Kutsal kitaplardaki yaradılış öykülerinin çok daha ayrıntılı olan Mezopotamya metinlerinin kısaltılmış ve özetlenmiş biçimleri olduğu sanılıyor. Bazı uzmanlar, tek tanrılı dinlerin öncülü olan çok tanrılı pagan dinlerinin tanrılarının, dünyadaki bütün bilgilerin ve bilimin kaynağı olan Nefilimler olduğunu ileri sürüyor. Bu nedenle ilk çağlarda kral aynı zamanda başrahip idi ve bilgindi. Devletin, dinin ve bilimin kaynaşması ilk kez Babil’de gerçekleşmişti. Babil’de Tanrı Marduk yer ve gök tanrısıydı. Sümer’deki Nibiru’ya atfedilen bir gezegen tanrı idi. Asurlular Tanrı Aşur’da bunları birleştirdi.
Nefilimlerin önderi Enki, ME denilen, bilimler, zanaat, sanat için gerekli bilgileri içeren bir tür bilgisayar veya bu günkü gibi veri depolama aygıtlarına sahipti. Yazı, müzik, metal işleme, inşaat, taşımacılık, anatomi, tıbbi tedaviler, su baskınlarını önleme, çevrenin korunması, gökbilim, matematik, takvim gibi farklı konuları içeriyordu. Ölüleri canlandırma sanatının olduğu dahi ileri sürülüyordu. Tapınakların aynı zamanda eğitim ve gözlem evi olarak kullanılması da bu zamanlardaydı.
İbraniler Mezopotamya’daki sürgünlükleri sırasında bunları öğrendiler. Sümer başkenti Ur’dan çıkan kraliyet, ruhban bilim adamı ailesinin çocukları “Yaradılış Destanı”nı aldılar, kısalttılar ve değiştirdiler. Gökteki ve yerdeki Yahve’yi yücelten ulusal bir dinin temeli yaptılar. Tek ama çoğul bir varlık düzenleyerek “El” değil çoğul anlamı olan “Elohim” dediler.
Gül Haç (Rosicrucian) öğretisi insan soyunun gelişmesini şöyle açıklıyor: Havva’nın Tanrı Elohim Samael’den oğlu Kabil (Cain) Havva’nın Adem’den oğlu Habil’i (Abel) öldürünce, Adem’den ikinci oğlu Şit (Seth) doğdu. Kabil’in soyu Dul Kadının oğullarını, Seth’in soyu İnsanoğullarını meydana getirdi. Dul Kadının oğulları bilim ve sanattaki buluşları ve atılımları gerçekleştirdiler.
Kur’an-ı Kerim’de insan iki farklı terimle tanımlanıyor. “Nas” Âdemoğulları, duygu insanıdır. “İnsi” ise insanlardan üstün, duygusuz, akıl insanıdır.
Levhi Mahfuz da böyle diyor…
Kur’an-ı Kerim Bakara Suresi 40. ve 122., Araf Suresi 140., Duhan Suresi 32., Casiye Suresi 16. Ayetler de çok ilginç: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın. (Ya benı israılezküru nı'metiyelletı en'amtü aleyküm ve ennı faddaltüküm alel alemın)”
İlk Çağlarda Yahudilere bakıyorum önce…
Yahudiler Babil, Asur, Fenike ve Araplar gibi Sami ırkından gelirler. Göçebe iken İbraniler olarak anılıyorlardı. Bugün Musevi ve Yahudi ismini kullanıyorlar. Tevrat’ta, Tanrı ile antlaşma hakkında geniş açıklamalar yaptığından, dinleri “Anlaşma Dini” (Old Testament) olarak kabul edilir. Yahudiler; Tanrı’nın seçtiği bir topluluk olduklarını, Tevrat’ın da yalnızca kendilerine verildiğini söylerler. Tanrı ile yaptıkları antlaşmalara uygun bir hayat yaşadıklarında ödüllendirilmiş, aksini yaptıklarında da ceza görmüşlerdi.
 Yahudi dininin tarihi, M.Ö. 1800 yıllarında İbrahim (Avram) ile başlıyor. 75 yaşındayken peygamberlik görevi alıyor. Ömrünün 175 yıl olduğu söyleniyor. İki oğlundan İsmail Arapların, İshak da Yahudilerin atası sayılıyor.  İshak’ın da Yakup ve Esav adlarında iki oğlu olmuş. Yakup peygamber olarak görevlendirmiş, kendisine bugünkü Yahudi Devleti’nin ismi olan İsrail adı verilmişti. Yakup’un, Yusuf ve Yuda’nın da aralarında bulunduğu 12 oğlu ve bir kızı olmuştu. Bu soylar zamanla 12 beyliğe dönüşmüş ve İsrailoğulları olarak isimlendirilmişti. Yuda Tanrı ile antlaşmaları devam ettiren bir önder olarak tarihe geçmiş, Kral Davut ve Kral Süleyman onun soyundan gelmişti. İsrailoğulları, Yuda’dan sonra günümüze kadar Yahudi olarak anılmaktadır.
Yakup’un 12 oğlundan en küçüğü ve en sevgili olanı Yusuf, Firavunun rüyasını yorumlamış, söylediği olaylar da gerçekleşince, Mısır’ın hazine bakanı olmuş. Firavun Yusuf’un ailesini Mısır’a davet etmiş. M.Ö. 1522 yılında Yakup, 11 oğlu, eşleri ve çocukları ile Mısır’a gelmiş, en güzel araziler kendilerine verilmiş. Yahudi ulusunun çekirdeğini teşkil etmiş, nüfusları hızla çoğalmış.
Yusuf döneminden sonra yeni Firavun İsrailoğullarına kötü davranmaya başlamış, onları köle durumuna getirmiş. Musa, İsrail ulusunu kölelikten kurtarmış, olağan üstü olaylar neticesinde Mısır’dan çıkarmış. Tanrı’nın ilk ilahi kitabı olan Tevrat kendisine inmiş. İsrailoğullarını RAB’bin söz verdiği verimli topraklar olan Kenan Ülkesi (Filistin) hudutlarına getirmiş. Tarih M.Ö. 1400 civarıdır.
Tanrı önce İbrahim ve onun soyu ile bir akit, bir anlaşma yapmıştı. İtaat ederse Tanrı İbranileri koruyacaktı. Musa’nın On Emir’i almasıyla bu anlaşma yenilenmişti. 
Yeşu’nun önderliğinde İsrailoğulları, Tanrı’nın söz vermiş olduğu topraklara yerleşmiş. Birçok kez putperest Filistinliler ile savaşmışlar.
Davud zamanı M.Ö. 1024-933 yılları İbrani Rönesans’ı olarak adlandırılıyor. Oğlu Süleyman M.Ö. 930’da Kudüs’teki ünlü Tapınağı inşa etmiş. İsrail Yahudi tarihinin en üst noktasındadır. Komşuları tarafından rahatsız edilmiyor ve bolluk içinde yaşıyorlar.  Birinci Tapınağın içinde, İsrailoğullarının en değerli varlığı ve sembolü olan “Antlaşma (Ahit) Sandığı” bulunuyor.
Süleyman hayatının son yıllarında hatalı davranışlar sergilemiş, Tanrı’nın yasalarından uzaklaşmış. M.Ö. 922’de öldükten kısa bir süre sonra, devlet kuzeyde İsrail (On kabile) ve güneyde Yahuda (İki kabile) olarak ikiye bölünmüş. Komşu Mısır ve Asur İmparatorluklarına kolay av olma durumuna düşmüşler.
M.Ö. 722 önemli bir tarih. İsrail, Yahuda’nın da desteğiyle Asur tarafından yıkılmış. Asur İmparatoru Sargon 30 bin Yahudiyi Mezopotamya’ya sürmüş. Yerlerine Babil’den insanlar getirmiş.
M.Ö. 587’de sıra Yahuda krallığına gelmiş. Babil kralı II. Nabukadnezar Yahuda ve Kudüs’ü yıkmış. Tüm Yahudileri Babil’e sürgün olarak götürmüş. Ahit Sandığı kaybolmuş. Tanrı’nın eliyle yazmış olduğu taş levhalar ile birlikte Tevrat’ı da yok etmişler. Birinci Tapınak Dönemi sona ermiş.
İsrailoğulları dağılmış...
Babil sürgünü Yahudi halkını çok etkilemişse de kısa zamanda bu hayata uyum sağlamışlar ve ayakta kalmayı başarmışlar. Yerli halkın lisanı Aramiceyi öğrenmişler, yıkılan tapınak yerine sinagog inşa ederek Tanrı’ya bağlılıklarını devam ettirmişler. Ama Finike ve Arami paganizmini, efsane ve mitlerden oluşan Mezopotamya birikimini ve Perslerin resmi dini Zerdüştlüğü de sentezleyerek yeni bir din yaratmışlar.
Persler bu sadık tebaalarını ödül olarak M.Ö. 370 yılında Filistin'e geri yerleştirmiş. Gidenlerin bir kısmı geri dönmüş. Filistin bölgesinin kritik ticari imtiyazları Yahudilere teslim edilmiş. Bir Pers karakolu olarak İsrail, Yahuda devleti kurulmuş. Birer banker olan Yahudi hahamlar, İran-Babil rahip geleneğinin taklidi halinde, Zerdüşt molla tarzını, Babil büyücü, astrolog ve tefeci rahip tarzıyla sentezlemişler.
Tapınağın tekrar yapılması büyük çalışmalardan sonra M.Ö. 350 yılında tamamlanmış. Öncekinin mütevazı bir kopyası olmuş. Antlaşma Sandığı ve içindeki ON EMİR yazılı taş levhalar ile Tevrat yerine konamamış.
İsrailoğullarının liderliğini toplumun önde gelenlerinin oluşturduğu Büyük Meclis (San Hedrin) yapmış. Meclis Başkanlığını üstlenen Ezra, kutsal yasaları tekrar gözden geçirmiş. Tevrat, Ezra ile bilge Yahudilerin sözlü ve yazılı aktarımıyla yeniden kaleme alınmış.
Tevrat yazılımı sırasında Yahveci’lerin yazdığı bölümler, yani yaratılış, tufan, ilk günah, Babil kulesi gibi efsaneler, Babil sürgünü döneminde yazılmış ve Sümer- Babil efsanelerinin neredeyse kopyası gibi. Bu bölümlerdeki Tanrı Yahve insana benzer, gezip dolaşan, uyuyan, insanla güreşen bir Tanrıdır. Davut ve Süleyman zamanında yazılan Elohim’cilerin bölümlerinde ise, Tanrı görülmeyen, hiçbir şeye benzemeyen, elçiler aracılığı ile insanlarla konuşan yüce bir varlıktır.
Babil de Tanrılarını Sümerlerden almıştı. Sümerler hayatlarının değişik bölümlerinin korku ve hayat veren ve öldürebilen güçlerle dolu olduğunu düşünürlerdi... Nanna, Utu ve İnanna adında üç tanrıları daha vardı ki, Samiler ona İştar derlerdi. Birçok İsrailli ona Aştoret ismi altında tapıyordu... Bu tanrılar yürüyerek, gemiyle, at arabalarıyla veya bulutlar üzerinde seyahat ederlerdi. Görünmeyen bu tanrılar, yemek yerler, içerler, sevişirler, kavga ederler, uyurlar, kıskanırlar, kin duyarlar ve öfkelenirlerdi. Yaralanır veya öldürülürlerdi. Ama bir şekilde tekrar dirilirlerdi. Ölecek kadar hastalanırlar sonra yine iyileşirlerdi.
Makedonya kralı Büyük İskender Pers İmparatorluğunu ortadan kaldırdıktan sonra, M.Ö. 312 yılında İsrail’i de istilâ etmiş. İsrail’in haklarını korumuş ve ibadetlerine karışmamış. Yahudiler, Grekçeyi öğrenmiş ve Tevrat Grekçeye çevrilmiş.
İskender’in ölümünden sonra, İmparatorluğu üçe ayrılmış. İsrail, merkezi Mısır’da bulunan yönetimin kontrolüne girmiş. Yunanlılar Yahudileri zorunlu Helenleştirme yoluna girince dostluk dönemi sona ermiş. Tevrat’ın öğrenilmesi, sünnet olunması yasaklanmış. Vergiler aşırı ölçüde ağırlaştırılmış. M.Ö. 167 yılında başlayan Makabi Ayaklanması 25 yıl sürmüş, sonunda Yunanlılar usanarak İsrail ile anlaşma yapmışlar.
M.Ö. 63 yılında Roma orduları İsrail’i istila etti. Kukla bir kralı başa getirdi, vergileri arttırdı, ama dinlerine karışmadı. Sonraki yıllarda Yahudi Büyük Herod, Roma Devleti’nin ataması ve tam desteği ile kral olarak başa geldi. Herod Greko-Romen kültürünü beğeniyor, Yahudi halkını da Helenleştirmek istiyordu. Bu zorlamalar sonucunda, halk bölünerek farklı din guruplarına ayrıldı. Zengin bir din gurubu olan ve güçlerini koruyabilmek için Romalılar ile işbirliği yapan Sadusiler, Yahudilerin ana görüşünü savunan ve halkın çoğunluğunu oluşturan Farisiler, azınlıkta olan aşırı dinci Zilotlar, yani fanatikler. Roma hâkimiyetine karşı olanlar.
M.S. 30 yılında İsa çarmıha gerildi. Yahudiler, İsa’nın yeni bir Pers destekli Musevi ayaklanması çıkartacağı söylentisi ve korkusu yayarak Roma valisini kışkırtmıştı. Oysa İsa sadece Yahudilerin Tanrı’sını herkesin Tanrı’sı yapmaya çalışıyordu. Yahudiler bu yüzden Hristiyanlar tarafından hep lanetlendiler. Gittikleri bütün Hristiyan ülkelerde aşağılandılar, itilip kakıldılar, sürüldüler, giysilerine işaretler takıldı, ticaret yapmaları, eğitim yapmaları kısıtlandı. Rusya’da PALE denilen gettolarda toplandılar.
Yahudiliğin içinden Hristiyanlık doğuyordu. Hıristiyanlık Kudüs’ten Anadolu’ya buradan da Avrupa’nın içlerine yayılacaktı. Bunda en büyük pay Aziz Paul’undu. Diğer adıyla Pavlus, ya da Tarsuslu Saul. M.S. 10-67 yılları arasında yaşayan Pavlus Roma yurttaşlığını kazanmış Yahudi bir aileden geliyordu. Hem Yahudi adı Saul’u hem de Romalı Adı Pavlus’u kullanıyordu. Kudüs’te hahamlık öğrenimi gördü. Hristiyanlığı Yahudilik karşısında büyük bir tehdit saydığı için kilise üyelerine yönelik kıyımlarda etkin roller oynamıştı. Daha sonraları İsa’nın görüntüsüyle karşılaştığını, böylece tövbe ettiğini iddia etti. İddiasını doğru kabul eden Hristiyanların arasında yaşadı. Sonra onların lideri haline gelerek inananlar arasında önemli ayrışmalara neden oldu. Hristiyanlığın bir Yahudi Mezhebi olmaktan çıkıp bir Roma Dinine dönüşmesinde belirleyici idi. Yeni Ahid’teki Resullerin İşleri Kitabı’nın yarıdan çoğu Pavlus’un etkinliklerini aktarır.
M.S. 66 yılında Yahudiler intihar eder gibi isyan etti. İlk başkaldırı şiddetle bastırıldı, birçok Yahudi öldürüldü. Helenleşmiş Yahudiler başkaldıranlara cephe aldı. Yahudiler silahlanmaya başladı. M.S. 70 yılında Roma, büyük bir kuvvetle Yahudileri ezdi. Kudüs yakıldı, İkinci Tapınak yerle bir edildi. M.S. 135 yılında bir Yahudi isyanı daha facia ile son buldu. Romalılar son Yahudileri Filistin’den kovdu, Kudüs’e girmelerini yasakladı. Yahudiler Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanına dağıtıldı.
Yahudilerin iki bin yıllık gurbetine geçiyorum…
Roma M.S. yedinci yüzyıla kadar Filistin’de yönetimini devam ettirdi. Yahudiler Orta Doğu, Akdeniz ve Avrupa’ya yayıldılar. Artık aralarında savaşçılar değil, tüccarlar ve bilim adamları öne çıkacaktı. Her yerde çatışma değil, uyum, barış ve huzur arayacaklardı. Onları koruyacak devletleri yoktu, ama Musevilik dini ve İbranice lisanı başta olmak üzere başka değerleri olacaktı. Köklerinden kopmayacaklardı. Gittikleri yerlerde toplumla bütünleşecekler, ama asimile olmayacaklardı.
Yahudiler Müslümanlarla, Ortodoks, Katolik ve Protestan Hristiyanlarla iç içe yaşadılar. Zaman zaman din değiştirir gibi yaptılar. Baskılara, sürgünlere ve katliamlara maruz kaldılar. Ama her şeye rağmen ayakta kalmasını bildiler. Tanrı onları cezalandırmıştı. Başa gelen çekilecekti.
Kudüs’teki Süleyman Tapınağı, son yıkılışından İslamiyete kadar harabe halinde kaldı. Hz. Muhammed’e 620 yıllarında inen İsra Suresi’nden dolayı Kudüs Müslümanlarca da kutsal sayılınca Süleyman Tapınağı’na “uzak mescit” anlamına gelen “Mescidi Aksa” inşa edildi. Hz. Muhammed’in Miraç gecesi buradan göğe yükseldiğine inanılıyor.  Hristiyanlar da Hz. İsa’nın havarileriyle son yemeğini bu civarda yediğine inanırlar.
Süleyman’ın Tapınağı, Kudüs’ün Haçlı seferleri sırasında alınmasıyla tekrar gündeme geldi. Mesih'in Fakir Şövalyeleri Kudüs’e giden hacıları ve Avrupalıları korumak için devreye girdi. Hasan Sabbah ve Şii İsmailiye tarikatı taraftarları Süleyman Mabedini koruyan Tapınak Şövalyeleri ile temasa geçti. Süleyman Tapınağı’nın temelinde gömülü bazı sırları bu dönemde elde ettikleri sanılıyor.
7. yüzyılda Yunanistan, Babil, Pers, Orta Doğu ve Akdeniz bölgesinden birçok Musevi; Kafkaslar ve ötesine göç etti. Orta Çağ başlarından itibaren, ‘Rus seyyahlar’ olarak bilinen Musevi tüccarlar, Hindistan ve Çin’e varmak üzere Slav ve Hazar toprakları üzerinden yolculuk yaptılar.
8. yüzyılda Türk asıllı Hazar Krallığı Yahudi dinine geçti ve yeni bir Yahudi krallığına dönüştü. Kimi akademisyenler, Aşkenaz Yahudilerinin kökenlerini, Hazarların Yahudiliğe geçişleriyle ilişkilendirirler. Bu konu, bugün halen akademisyenlerin araştırmaları için önemli bir boyut teşkil ediyor. Hazar krallığı, eski Rus literatüründe ‘Yahudilerin Toprağı’ olarak bilinir. Aynı zamanda, o dönemde Kiev’de yaşayan Yahudiler de bulunmaktaydı.
1000 yıllarında Ortadoğu dünyanın mihveriydi. İslam’ın Altın Çağı zirvededir. İslam uygarlığının İspanya, Kuzey Afrika, Suriye, Irak ve İran’da geliştiği, İslam’da en yaratıcı bilimsel çalışmaların yapıldığı dönemdir. Arapça bilmeyen çağdışıdır. İslam hanedanları siyasal, askeri ve iktisadi gücü temsil ediyor, 40 milyon nüfusu yönetiyordu. Küreselleşmenin değişik bir türü denebilir. İslami ilahiyat, felsefe, bilim ve teknoloji alanında yaratıcı düşünceler öndedir. Bir milyon nüfuslu Bağdat dünyanın en büyük şehridir. İspanya’da Cordoba Müslümanları ile yarışmaktadır. Her iki merkezde de Yahudiler çok faaldir.
Babil Tevrat’ını tefsir eden Orta Çağ'ın en önemli Yahudi düşünürü İbn-i Meymun, (Maimonides) 12. yüzyılda İspanya Endülüs'te "Yahudilerin yönettiği bir dünya devleti kurulmalıdır" diyordu. Daha sonra Leo Straus, İbn-i Meymun'un Tevrat tefsirini siyaset felsefesine dönüştürecekti: “Kudüs merkezli bir dünya düzeni olmalı, Yahudilerin yönettiği seçkinler de diğer devletleri yönetmelidir.”
Burada “Kabala” hakkında biraz bilgi gerekiyor.
Yahudilerin inançlarına göre Tanrı (Yehova) Adem ile Havva'ya bazı sihir ve büyü formülleri vermiş. Bu sihirleri kuşaktan kuşağa anlatmışlar. Adem'den, Nuh’a, ondan İbrahim’e, İbrahim’den Musa'ya, Musa'dan kardeşi Harun'a ve Harun'dan da hahamlara aktarılan sihir formüllerinin tümüne KABALA deniyor. Kabala, Torah’ın (Tevrat) yazılı olmayan gizli bilgilerini içerir. İnsana doğrudan Tanrı’ya ulaşma yollarını sağladığı varsayılır. Bu bakımdan Kabala, sapkın olarak nitelendirilen gizemci yaklaşımlar içeren bir boyutu Yahudiliğe katmış. Uygulayıcıları az sayıda seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarlardı. "Mühür" denen bazı büyülü sözleri ve formülleri kullanırlardı. “Doğaüstü Dünyanın Gezginleri" olarak da adlandırılırlardı. Kabala on üçüncü yüzyılda Zohar ile sistemli halini aldı. On sekizinci yüzyılda sıradan Yahudiler tarafından da öğrenilir ve uygulanır hâle geldi. Günümüz Kabala çalışmalarındaki hedef, fen bilimlerinin insana sunamadığı dünyanın kapılarını açmak, gizli âlemi keşfetmek, görünmeyeni hissedebilmeye, ‘tanrısal olanın’ amacına erişmeye çalışmak, Tanrı’nın insana bahşettiği ihsanı keşfetmektir. İbrani alfabesindeki 22 harf ve rakamlar Tanrı’nın evreni yaratırken kullandığı "gizli bilgeliğin 32 yolu"nu oluşturur. İbranî alfabesinde bulunan 22 harfte mistik anlamlar vardır ve Tevrat’ın insan gözü ile görülemeyen bazı bölümlerinin olduğu ileri sürülür.
Kabala on yedinci yüzyılda Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkan ve mesihçi bir akım olan "Sabetaycılık" düşüncesini de kuvvetle etkilemiştir. Sabetaycılık ta on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan aşırı sofu ve gizemci Hasidizm akımı üzerinde önemli bir rol oynadı.  
Kabala'da Tevrat’ı okumanın üç temel tekniği mevcut. Temuria: Sözcüklerdeki harflerin yerleri değiştirilerek yeni sözcükler elde etme ve bunları tefekkür etme tekniği. Gematria: Sözcüklerdeki harflerin değerinin hesaplanması tekniği. Notaria: Bir metnin şifrelenmesi ve kodlanmasında kullanılan akrostiş tekniği. Bütün noktalama işaretlerinden ve cümleler arası boşluklardan arındırılmış Tevrat metni 304.805 harflik tek bir satırmış gibi kabul ediliyor ve bu metin üzerinde eşit aralıklarda atlanılarak “istenen” kelimeler bulunuyor. Harfler arasında hangi oranda “atlanılacağını” belirleyen şey, “anlamlı” harf dizinleri oluşturma çabası oluyor.
Burada bazı Yahudi bilim adamı rahiplerin, rabbilerin Babil sürgünü sırasında Nefilimlerin sırlarına eriştiklerini hatırlatmak istiyorum.
İslamda Nur cemaati de CİFR ilmine çok önem verir. Bir takım ebced hesapları ile geleceği tahmine uğraşmaktadır. Gizli bir ilim olan cifr ve ebced hesapları KABALA ile benzerlik teşkil etmektedir. Nur cemaatinin Said-i Nursi'den sonraki manevi lideri Fethullah Gülen’in de bu tekniği kullandığı ileri sürülüyor.  KABALA öğretmenlerine SOFERIM, yani YAZICILAR denilmekte. Görevleri, vahiy edilenleri açıklamak ve bunun toplumla fertler tarafından öğrenilmesini ve benimsenmesini sağlamaktır. Nur cemaati içinde de Said-i Nursi'nin ‘'Risale-i Nur Külliyat''ını aslından okuyan, açıklayan, topluma ve fertlere öğretenlere de YAZICILAR denilmektedir. Gülen’e göre Yahudilerin yaratılış sebebinin “insanlığın terakkisine zemberek olmak için” olduğunu vurgulayarak, konumuza devam ediyorum.
Başlıca uğraşları tefecilik, rehincilik ve doktorluk olan Yahudiler 1290’da İngiltere’den, 1306’da Fransa’dan kovuldu.  1347-1350 arasındaki veba salgınında 75 milyon olduğu tahmin edilen Avrupa nüfusunun, 25 milyonu hayatını kaybetti. Nüfusun eski düzeyine gelmesi için altı kuşak geçmesi gerekti. Güçlü şehir devletlerinin toparlanması yüz yıllar aldı. Yahudiler ‘günah keçisi’ ilan edilerek Doğu Avrupa’ya göçmek zorunda bırakıldı. Batı Rusya’nın kontrolünü Litvanyalılar ele geçirmişti ve Yahudi topluluklarına ilk imtiyazları verdiler. Birçok Yahudi, Ukrayna ve Batı Rusya’nın bazı bölgelerine göç etti.
1484’te İspanya’da, Yahudi dönmesi olan Torquemada başkanlığında engizisyon mahkemeleri kuruldu. “Tek devlet, tek kral, tek inanç” denilen ve 1492'de sürgünle bitecek süreç başladı. İslam ve Yahudilik İber yarımadasından kovuldu. 40-60 bin Yahudi İkinci Bayezid döneminde Osmanlı Devleti'nin himayesine girdi. Kalanlar Katolikliği kabul etti.
İspanya’dan getirilen Yahudilerle Osmanlı Devleti'ndeki Yahudi-Hıristiyan dengesi sağlandı. Selanik, İzmir, İstanbul, Edirne, Yenişehir ve Şam bölgesinde Safed gibi şehirlere yerleştirildi. Gül-Haçlıların, Masonların ve Protestanların Katolikliğe karşı en önemli esin ve beslenme kaynakları İslam filozofları ve Müslüman dünyadan gelen etkilerdi. Osmanlı, Avrupa’daki Katolik yapıya karşı, bu tür muhalif hareketleri destekliyordu.
Kudüs şehri, 1507’de Osmanlı yönetimine girdi. Osmanlılar; şehre birçok tarihi eser kazandıracak, mevcutları koruyacak, Süleyman Tapınağı’ndan kalan Batı Duvarı kalıntılarını da tamir ettireceklerdi. Bugün Ağlama Duvarı olarak anılan bu yerde, Yahudiler dua ederek ağıtlar yakmaktadır.
Yahudiler gördükleri himayeden yararlanarak Osmanlı Sarayına doktorlarla, dönme şeyhülislamlarla, diğer yöneticilerle ve hanım sultanlarla nüfuz ettiler. Ama Yahudiler 1650'lerde önemli bir ayrışma yaşadı. İzmirli kabalacı bir haham olan Sabetay Sevi, Mesih olduğunu ilan ederek taraftar toplamaya başladı. Diğer hahamlar ve Yahudilerce yapılan çeşitli ihbarlar sonucu, iddiasını ispat etmesi veya öldürüleceği söylenince Müslümanlığı kabul etti. Maaşa bağlanan Sevi, dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise gizli bir Yahudi cemaati oluşturdu. Böylece Museviler, Selanik'e yerleşen Sabetaycılar ve Ortodoks Museviler olmak üzere ikiye ayrıldılar.
1517'nin Avrupa’sında yozlaşmış Katolik Kilisesi'nin dayatmacı tavırlarından vazgeçmesini ve Kilise'nin kendini reforme etmesini isteyen Alman keşişi Martin Luther’in 95 tezini benimseyenler Protestan mezhebini kurdu. Protestanlığın çıkışıyla, Katoliklik-Ortodoksluk olarak iki mezhepli Hıristiyan Âlemi (Christendom) üçüncü kez bölündü.
1532’de başka bir Protestan, Fransız papazı Jean Calvin, İsviçre ve Fransa'da Reform hareketini geliştirdi. Kalvinizm tarikatı Hollanda ve İskoçya’da iyice yerleşti. Ekonomide kapitalizmin öncülerinden olan Calvin, Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hıristiyanlığı eski yalınlığına döndürmek gerektiğini savunmuştu. Calvin derebeyliğe uygun Katoliklik karşısında burjuva sınıfının Hıristiyanlık felsefesini dile getirmişti. 1555 Augsburg Barışı ile Protestanlık Avrupa’da resmen tanındı, ama mezhep çatışmaları bitmedi.
17. yüzyılda, Batı Avrupa'da neredeyse hiç Yahudi yaşamıyordu. Nispeten hoşgörülü olan Polonya, Avrupa'daki en büyük nüfusa sahipti, ancak Yahudiler için buradaki sakin durum da yüz binlerce Yahudinin Chmielnicki ayaklanması (1648) ve İsveç savaşları (1655) sırasında katledilmesi ile sona erdi. Yahudiler Batı Avrupa'ya geri döndüler. Yahudiler kimi şehirlerden yine kovuldu, toprak sahibi olmaktan men edildi ve gettolarda yaşamaya zorlandılar.
1648’de, Katoliklerle Protestanlar arasındaki kanlı mezhep savaşlarının sonuncusu Otuz Yıl Savaşları’nı Vestfalya Antlaşması bitirdi. Protestanlığın güçlenmesiyle Yahudiler Avrupa’da rahatladılar. İncil’in Eski Ahit (Tevrat) Bölümü öne çıkıyordu. Yahudiler bir anlamda Hristiyan suçlamaları karşısında beraat ediyordu. İsa peygamberi öldürenler Yahudiler değildi, pagan Romalılardı.
1665’te Yahudiler İngiltere'ye göçe başladı.  İngiltere’de Yahudilere yönelişte aşırıya giden Protestan Püritenler iktidardaydı. Püritenlik, yeryüzünde bir Tanrı Krallığı kurma idealiydi. Protestanlardan farklı olarak, Püritenler, tamamen Eski Ahit'e (Tevrat) yöneliyordu. İbranicenin resmi dil olmasını, anayasanın Tevrat'a dayanmasını ve Sabbath ayinlerinin kutlanmasını, çocuklara ve yerleşim yerlerine Yahudi isimleri verilmesini istiyordu. Cromwell komutasında kurulan Püriten ordu, Yahudilerin desteğini ve finansörlüğünü de alarak, 1649’da Kral I. Charles'i devirmişti. İngiltere’de Püriten ilkelerini esas alan, bir cumhuriyet kurulmuştu. İngiltere'den Amerika'ya göç eden ilk Püritenler yeni ülkeyi vadedilmiş topraklar olarak gördü. Amerika'nın adını New Israel (Yeni İsrail) olarak değiştirmeyi dahi düşündüler.
Avrupa'da servetlerine sık sık el konulan Yahudiler varlıklarını taşınabilir durumda saklıyorlardı. Sermaye kullanımı ve transferi konusunda uzmanlaşmışlardı. İngiltere ve ABD'de kendilerine gösterilen kolaylıklardan sonra ticareti daha rahat yapmaya başladılar. Denizaşırı ticarette mücevher, mercan, tekstil, köle, kakao ve zencefil üzerine yoğunlaştılar. ABD kurulduktan sonra silah, içki, demir, kürk, cam işlerine geçtiler. Kâğıt paranın ve kâğıt değerlerin yaygınlaşması, kredi verme, merkez bankaları, Londra, Amsterdam, New York Borsaları, Batı ve Doğu Hindistan Şirketleri Yahudiler tarafından yönetilmeye başladı. 18. yüzyıl ortalarında, ülkesiz bir ırk tüm dünyayı tek bir pazar olarak görebiliyordu. Tüm dünya onların vatanıydı. Herhangi bir yerde güvenlik olsun olmasın fark etmiyordu. Pazar ne kadar yayılırsa fırsatlar da o kadar büyüktü. 10. yüzyıldan beri Kahire’den Çin’e kadar ticaret yapabilenler için, Atlantik, Hint ve Pasifik Okyanusları da sorun değildi. Onlar modern kapitalist sistemin yaratıcılarıydı.
Bazı Yahudiler anavatanlarına dönmek istiyordu. Napolyon, 1800 yılında, Mısır Seferi sırasında Yahudilere Akka’nın dışında bir yerde yerleşim kurma sözü verdi, ancak bölgeden kısa sürede çekilince bunu gerçekleştiremedi. 1815 Viyana Kongresi'nin baş aktörü Avusturya şansölyesi Metternich Yahudi politik özgürlüğünün ateşli savunucusu olarak benzer sözler verdi.
Avrupa'daki Rönesans ve Aydınlanma dönemi boyunca, Yahudi toplumu önemli değişimler yaşadı. Haskala (Yahudi Aydınlanması) hareketi ortaya çıktı. Yahudiler kendilerini kısıtlayan yasalardan kurtulmak ve Avrupa toplumuna uyum sağlamak için kampanyalara başladı. Geleneksel dini öğrenime laik ve bilimsel öğretim de eklendi. Yahudi tarihi ve İbranice çalışmaları yeniden hayat buldu, ulusal Yahudi kimliğine olan ilgi büyümeye başladı. Haskala, reform ve muhafazakâr hareketleri doğurdu, Siyonizm'in tohumlarını ekti. Aynı zamanda, Haskala'nın tam zıttı Hasidik Yahudilik hareketi doğdu. Dine coşkulu ve mistik yaklaşımı ile hızla taraftar topladı.
Fransız Devrimi ile Yahudilere eşitlik ve sivil haklar tanındı, bu antik çağlardan beri bir ilkti. Napolyon İmparatorluğu, Yahudilere verilen eşit hakları Avrupa'ya yaydı. Yahudilere eşit hakları İngiltere 1856'da, Almanya 1871'de verdi.
Faiz Kilise tarafından Katoliklere yasaklanmıştı. Faiz ile borç para vermesine izin verilen tek grup olduklarından bazı Yahudiler önde gelen faizciler haline geldi. Hıristiyan hükümdarlar aforoz edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmadan kendilerine sermaye sağlayabilen Yahudiler gibi bir sınıfa sahip olmanın avantajını gördüler. Batı Avrupa'daki para ticareti Yahudilerin eline geçti. Finans, yönetim ve hekimlik alanlarında sağladıkları önemli hizmetlerden ötürü Hıristiyan toplum ile ilişkilerinde, krallar, prensler ve piskoposlar tarafından korunmaktaydılar.
Sanayi devriminde ve sonrasında Yahudiler ABD ve Avrupa’da aile şirketlerinin ticari ağları şeklinde çalıştılar. Hassas ve hızlı bilgi sistemleri kurdular. Siyasi ve askeri olayları izlediler, bölgesel, ulusal ve dünya pazarlarının değişen ihtiyaçlarına zamanında yanıt verdiler. Sonunda Yahudi Rothschild’ler ticaret diasporasına egemen oldular. Her zaman doğru malzemeyi, doğru yerde, doğru zamanda, daha ucuz, daha kaliteli, daha hızlı bulundurmaya çabaladılar.
Burada Rothschild hanedanı hakkında biraz bilgi gerekiyor.
Rothschild’ler 18. yüzyılda ortaya çıkan, 19. yüzyılda zenginlik ve nüfuzunun zirvesine ulaşan ve 20. yüzyılda bu zenginlik ve nüfuzunu muhafaza edebilen tarihin gördüğü en büyük, yaygın ve güçlü bankerlik ailesidir. Frankfurt'un Yahudi gettosundan tefeci Mayer Amschel Rothschild ve beş oğlunun kurduğu bu hanedan, iki asır süreyle hemen hemen bütün Avrupa devletleri üzerinde nüfuz sahibi olmuş, bu devletlerin birçok önemli savaş ve projelerine büyük mali katkılarda bulunmuştur. Rothschild’ler daima kendi aralarında evlendiler. Diğer Yahudileri dahi aralarına almıyorlardı. Hiçbir savaş Rothschild'lerin yardımı olmadan gerçekleşemezdi. Politika ve ticaret dünyasında bir anlamda Avrupa’nın diktatörleri oldular.
Osmanlı ekonomisi, Rothschild hanedanlığı ile ilk kez Ruslara karşı yapılan Kırım Savaşı’nda (1853-1856) tanıştı, Londralı bankerlerden yüksek faizle borç aldı. İngiliz bankerlerden yüzde altı faizle üç milyon sterlin alan Osmanlı, tarihindeki bu ilk borcuna karşılık Mısır’dan alınan vergiyi teminat göstermişti. 1855’te ikinci bir anlaşma ile Osmanlı yönetimi, Kırım Harbi masraflarını karşılayamadığı için Rothschild aracılığı ile İngiltere’den borç aldı. Mısır vergisi, Suriye ve İzmir gümrük gelirlerinin teminat olarak gösterildiği anlaşmayla Osmanlı yönetimi, 5,5 milyon lira borç aldı. Bu borçlanmaların ardından Osmanlı’nın ekonomik çöküşü hızlandı.
Rothschild Ailesi Almanya'da sanayi devrimi sonrası Siemens, Bosch, AEG, Krupps gibi birçok şirketin kuruluşunu finanse etti. Amerika yerli katliamlarında da önemli roller üstlendi. Rothschild’ler ilgisini altın ve diğer madenlere kanalize etti. Bugün dünya altın ve elmas gibi yeraltı kaynaklarının yüzde 40’ına tek başına sahip olmasının temelleri o yıllarda atıldı. 19. yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı topraklarının çözülmesi ile birlikte Rothschild hanedanlığı iki koldan Orta Doğu’ya sızmaya başladı. Bir kolunu Mezopotamya'daki zengin petrol yatakları oluşturdu. Rothschild’ler BP-Amoco firması ve Royal Dutch Shell ile Irak pazarına girdi. Sermaye hareketini Orta Doğu’nun kuzeyine kaydıran Lord Rothschild, Siyonizm’i siyasal ağırlık merkezi haline getirdi. Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasının ardından Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak İsrail’in kurulmasını başlatan Balfour Bildirisi’nin (1917) yayınlanmasını sağladı. Osmanlı’nın elinden alınan Filistin'de bir "Yahudi vatanı" kurulacaktı.
Lord Rothschild, iki milyon sterlinlik fon ile Filistin topraklarının satın alınmasını organize etti. Çok kısa bir zaman içinde Filistin topraklarının en verimli bölgeleri, bu fon sayesinde Yahudilerin eline geçti.
Rothschild’ler, Birinci Dünya Savaşı’nın perde arkasındaki en önemli gücüydü. Birinci Dünya Savaşında Alman hükümeti Almanya`daki Rothschild Bankasından, İngiliz hükümeti İngiltere`deki Rothschild Bankasından, Fransız hükümeti de Fransa`daki Rothschild Bankasından savaşı finanse için borç aldı.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’nın yeniden inşası için J.P. Morgan ve Rothschild’lerin Amerika'daki uzantıları olan finans kurumları Almanya’yı paraya boğdu ve Hitler'in inanılmaz yükselişine zemin hazırladı. Hitler'in savunma harcamaları ve askeri gücü Rothschild hanedanlığının onayı ve yardımlarıyla oluşturuldu.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın parlayan yıldızı kimya ve ilaç sektörüydü. Alman şirketleri dünya kimya ve ilaç alanlarında bir kartel oluşturdu. Bunların en büyüğü Rothschild’lerin finanse ettiği I.G. Farben Firması’ydı. David Rockefeller'in, Standart Oil Şirketi ile ortak olduğu ve I.G Farben Firması, geliştirdiği ürünlerle Alman sanayisini beslerken daha sonra toplama kamplarında kullanılan ölümcül gazları Naziler için üretti.
İkinci Dünya Savaşı ABD’ye 400 milyar dolara mal oldu. ABD bütçesi 200 milyar dolar açık verdi. Rothschild ve onunla birlikte hareket eden bankerler, Yeni Amerika’yı yani “Yeni Dünya Düzeni”ni finanse etmeye başladı.
Bugün serveti 5 trilyon doları aşan Rothschild hanedanlığı dünyanın en büyük 10 bankasının üçüne sahip. Dünya yeraltı zenginliklerinin yüzde 40’ına da bu aile hükmediyor. Yahudi George Soros gibi birçok para baronu Rothschild’lerin emri altında. Batı ve ABD birkaç güçlü özel banka tarafından yönetilmektedir. ABD Merkez Bankası, Rothschild ailesine yakın birkaç özel bankanın kontrol ettiği özel bir kurumdur. Bu gün Rothschild ailesi, çoğu sanal olan 100 trilyon dolarla dünyada paraya yön veriyor.
Tekrar konumuza dönüyorum.
19. yüzyılda Yahudiliğin dünyada yeni bir döneme girişi bir Alman dini girişimiydi: Protestanlık. Protestan uluslar her yerde önde gidiyordu. Prusya Almanların en güçlü ve etkili devletiydi. Protestan İngiltere ilk sanayi gücüydü, Napolyon’u yenmişti, dünyada görülmemiş zenginlikte bir ticaret imparatorluğu olmuştu. Protestan ABD Batı’nın yükselen gücüydü. Başını Fransa’nın çektiği Katolikler gerilemeye başlamıştı.
Yahudiler kültürlerini yüzyıllardır ikinci planda saklamışlardı. Eşit haklara kavuştukları Batı’nın refah devletinde öne çıkabilirlerdi. Zengin tüccarlar din bilginlerinin kızlarıyla evlendiler, Musevi din okulu öğrencileri zengin gelinlerle evlendiler. Çok sayıda zeki Yahudilerin üretimi başladı. Avrupa’nın nüfus artışını geçtiler. 15-18 yaşındaki erkekler 14-16 yaşındaki kızlarla evlendirildi. Hemen çocuk yaptılar. İdeallerin izlenmesi için her fırsata sahiplerdi. 1800 yılında bu eski ama hayli etkin sosyal sistem ürün vermeye başladı. Dini alan yerine seküler toplum alanında öne çıkmaya başladılar. 
Bazı Yahudiler Almanya’yı anavatanları gibi görüyorlardı.  Fanatik biçimde çok çalışıyorlardı. Komünizmin peygamberi Karl Marks bir Alman Yahudisiydi. Fizyoloji ve tıpta birer, kimyada dört, fizikte iki Nobel ödülü aldılar. Ferdinand Julius Cohn bakteriyolojiyi kurdu. Paul Ehrlich kemoterapinin ilk pratik şeklini uyguladı, Franz Boas kültürel antropoloji bilimini kurdu. Einstein 20. yy.ın kozmolojisini, Freud zihinsel varsayımları yarattı. Offenbach, Strauss’lar müzik dehalarıydı.
ABD Yahudileri 1860’tan sonra özellikle New York’ta bir güç olarak ortaya çıktılar. 1920’de 1.640.000 Yahudi ile New York yeryüzündeki en büyük Yahudi yerleşim merkeziydi. Gösteri dünyasında yaratıcılıklarını ve yeteneklerini sergilediler. Radyo, siyah beyaz ve renkli televizyon zincirlerini kurdular. Küresel popüler kültüre damgasını vuran sinema dünyasında söz sahibi oldular. 1912’de sayıları yüz olan sinema şirketlerini altı büyük şirkette topladılar: Universal, Twentieth-Century-Fox, Paramount, Warner Brothers, Metro-Goldwyn-Mayer ve Columbia. Diğer iki büyük şirkette de söz sahibi oldular: United Artists ve RKO Radio Pictures. Yahudiler Hollywood’dan Amerikan yaşam tarzını şekillendirmeye başladılar.
Karşıtları da boş durmuyordu. Yahudiler ticaretin bedenlenmiş haliydi. Yahudiler toplumdışı bir ırktı, inatçı ve aşağılıktı, insanlığın düşmanıydı. Asya’ya geri gönderilmeli veya ortadan kaldırılmalıydılar. Yahudilik pratikte kişisel çıkar demekti, dünyadaki kültürü işportacılık yapmaktı, tanrısı para idi. Bu bütün toplumlara yayılıyordu. Kıskanç İsrail tanrısı başka hiçbir tanrıyı istemiyordu. Para her şey demekti. Yahudilerin tanrısı tüm dünyanın tanrısı oluyordu. Yahudiler Hristiyanları kendi suretlerine benzetiyordu. Paranın ve Yahudilerin kölesi oluyorlardı. Dünya bir borsaydı, siyaset onun esiri oluyordu.
Yahudi devletinin kurulma çabalarına geçiyorum...
Köktendinci vaiz William Blackstone “İsa Geliyor” çoksatar kitabını yazdı ve 1891’de Ortadoğu’da bir Yahudi devletini destekleyen ilk kampanyayı organize etti. Osmanlı Filistin’inde Siyonist yerleşim başladı. Yahudi devleti fikrinin en ateşli savunucusu, gazeteci Theodor Herzl’di. Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurmak için çabalıyordu. Sultan Abdülhamit’e, Osmanlı İmparatorluğu’nun Borçlar İdaresi’ne olan 32 milyon altın borcun yüzde seksenini Avrupalı Yahudilerin ödemesini önermişti. Bunun karşılığında Hayfa ve civarında yerleşim izni istiyordu. Sultan Abdülhamit ise, Yahudi topluluklarının Kuzey Irak’ta değişik bölgelere yerleştirilmeleri düşüncesindeydi. Olmamıştı. 1897 tarihi Yahudiler için bir dönüm noktası oldu. Dünya Siyonist Örgütü Basel, İsviçre’de kuruldu ve başkanlığına Theodor Herzl getirildi. Siyonist programın finans desteği ile Filistin'de toprak satın alınması ve bir devletin altyapısının oluşturulması kararlaştırıldı. Amacı, “Asırlarca Müslümanlığın büyük mevkiini işgal eden ve Yahudilerce vadedilmiş topraklar denen mukaddes Filistin topraklarını elinde bulunduran Türk-Osmanlı Devletini parçalamak ve Dünya Müslüman Birliği’ni önlemek” olarak açıklandı.
1903 yılında sermayesi 100.000 sterlin olan İngiliz-Filistin Şirketi kuruldu. Bu şirket Hayfa, Yafa, Kudüs, Hebron, Beyrut, Safed, Taberiye ve Gazze'de şubeler açtı ve toprak alım satımıyla ilgilenmeye başladı. Osmanlı Devleti yoğun Yahudi göçmen akınlarını, Siyonistlerin Filistin'de toprak almasını ve Yahudilerin Filistin'de yeni yerleşim yerleri kurmasını önleyemedi. Siyonistler sadece merkezî idareyi değil Filistin'deki yerel yönetimi de etkiliyordu. 1904-1905 arasında Mutasarrıf Ahmed Reşid Bey Siyonistlerin şirketinden vilayetin vergi açığını kapatabilmek için borç para aldı. Ancak borç olayının Babıâli tarafından duyulması üzerine görevinden alındı. Siyonistlerin Filistin'de Yahudi devleti kurma isteklerine, başta Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi Osmanlı Yahudileri karşı çıktılar; onlara göre Yahudi göçmenler Osmanlı topraklarına gelmeli ve özgürce yaşamalıydılar. Siyonistler fikir ayrılıklarına düştü, ama Siyonizm'den vazgeçmedi. II. Abdülhamid nezdinde girişimlerini sürdürürken, Emmanuel Karasu, Nesim Russo ve Nesim Mazliyah gibi ittihatçılarla da dirsek teması içindeydiler.  
Siyonizm'e sadece Osmanlı Yahudileri karşı değildi. Benzer tepki Fransa gibi Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudilerden de geldi. Alliance İsraelite Universelle'in (Evrensel Musevî Birliği) bildirisine göre, Avrupa uygarlığından uzak kalmış Yahudi cemaati, ancak ve ancak eğitimle kalkınabilirdi. Yani Yahudilerin sorunu anavatanlarının olmaması değil, geleneksel dinin altında ezilmesi ve kabuklarını yırtıp toplumsal reformları yapıp, modernize olamamasıydı. Yahudi, Batı'nın değer sistemini kabul ettiği an kurtuluşunu da bulacak, özgürleşecekti. Alliance, Yahudilerin içinde yaşadıkları toplumlarla bütünleşmelerini savunuyordu. Alliance'a göre Siyonizm sahte mesihçilikten başka bir şey değildi. Rasyonalizme ve özgürlükçülüğe aykırıydı.
Alliance teşkilatı Yahudilerin Musa dininden birer Fransız, İngiliz, Osmanlı vb. vatandaşlarına dönüşmelerini amaçlıyordu. Siyonist ülkü ise, bunun tam tersine, Yahudi benliğinin asimilasyon erozyonuna uğramamasını amaçlıyordu.
“Siyon Protokolleri” konusuna da kısaca değinmek lazım.
Siyonist Yahudi milliyetçilerinin Basel kongresine atfedilen 24 maddeden oluşur. İlk kez 1905’te yayımlandı. "Yahudilerin modernizm adıyla dünyayı ele geçirmeyi planladıkları" ileri sürüldü. Rusya'da ve Avrupa'da Yahudilere saldırılar başladı. Daha sonra çeşitli mahkemelerce yalan olduğu kanıtlanmasına rağmen buna kimse inanmadı ve mahkeme sonuçları bile Yahudi komplosunun bir parçası sayıldı.
- Siyasetin ahlakla bağı yoktur.
- Gayemiz uğruna rüşvetçilik, düzenbazlık ve hıyanetten çekinmemeliyiz.
- Hürriyet, eşitlik, kardeşlik gibi kelimeleri biz bağırdık, budala papağanlar bu oltamıza takıldı.
- Seçeceğimiz yöneticiler; kabiliyetleri zayıf ve kölece itaat edecek kimselerden olmalıdır. Kendilerinin müşaviri veya uzmanı olan bizim çocuklarımız sayesinde ellerimizde oyuncağa döneceklerdir.
- Anayasal devletlerin dengesini bozmalıyız.
- Tüm dünyaya hükmedecek olan hükümdarımızın taç giyme vakti gelince ona engel olacak her şey ortadan kaldırılacaktır.
- Fransız ihtilaline büyük adını biz verdik. Çünkü o tamamen bizim eserimizdir.
- Görülmeyen bir kuvveti kim devirebilir? Yahudi olmayan masonlar da bizim bu amacımıza hizmet ederler.
- Halkın zihnini bulandırmalıyız. Onları karşı koyma hissi uyandıracak ciddi düşüncelerden uzak tutmalıyız.
- Biz hükümetleri iktisatçıların dünyası ile kuşatacağız.
- Hükümetlerde sorumlu mevkileri yeni dünya düzeni kuruluncaya kadar, mazisi kötü, halk arasında iyi şöhretli olmayan kişilerin ellerine vereceğiz. Onlar bize boyun eğmezlerse şantaj yoluyla bizim menfaatlerimiz için çalışmak zorunda kalacaklardır.
- Dünyadaki her memlekette serbest Mason Locaları kuracağız ve çoğaltacağız. Onlara kamu faaliyetlerinde şöhretli olan veya olabilecek herkesi çekeceğiz. Çünkü biz başlıca haber alma büromuzu ve tesir vasıtalarımızı bu localarda bulacağız.
- Tüm Mason Localarını yalnız bizce bilinen ve başka kimse tarafından kesinlikle bilinmeyen Siyon liderlerimizden oluşan bir merkezi idare altında toplayacağız.
- Her ülkede mutlaka kredi ve finans merkezi kuracağız. O merkezler aracılığı ile insanları borçlandırarak hâkimiyetlerini yavaş yavaş ele geçireceğiz.
- Yahudi olmayan hükümetlere o devletlerin ihtiyacı olmayan paraları vererek o paraları iki, üç misli olarak geri alacağız.
- Memleketlerdeki zengin insanları borçlandırarak mason Localarına çekeceğiz ancak bu teşkilatlara üye olanları zengin yapıp onları kullanacağız.
1890 ile 1924 yılları arasında, çoğunlukla Rusya ve Doğu Avrupa'dan iki milyonun üzerinde Yahudi Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. Avrupa'daki kısıtlamalardan önemli ölçüde kurtulmuş bir Yahudi toplumu Yeni İsrail’de ortaya çıkıyordu.
Bu arada eski İsrail’de neler oluyordu?
Filistin'de Osmanlı'nın durumu, Siyonistlerle Arap milliyetçilerine büyük cesaret vermişti. Siyonistler, Avrupalı büyük devletlerden Yahudi göçüne destek istiyor ve Filistin'de egemen bir devlet kurmayı umuyor; Arap milliyetçilerinin herbiri kendi bağımsız devletlerini kurmayı arzuluyordu. Nüfus dağılımına göre 1914'te durum Siyonist iddialara uygun değildi. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, özellikle Doğu Avrupa'dan başlayan göçle Filistin'deki Yahudi nüfusu 1914'te 80 bine çıktı. Arap nüfusu 650 bin civarındaydı. Nüfusun yüzde 12'sini oluşturan Yahudileri devlet çatısı altında toplamak çok uzak bir hayal gibiydi. Siyonist lider E. Weizman, Orta Doğu haritasının bölge halklarının değil, büyük devletlerce çizilebileceğini en erken fark eden isimdi. Yahudi kuruluşlarının stratejik yaklaşımıyla İngilizlerin politik becerileri bir araya geldiğinde Ortadoğu'da ‘Büyük Oyun’un ilk perdesi açılacaktı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, İngiltere Filistin'i Osmanlı İmparatorluğu'ndan aldı. 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere bir ‘ulusal anavatan’ için verilen söz unutulmamıştı. 1920'de, İngiltere’nin Filistin Mandası başladı. Kudüs İbrani Üniversitesi kuruldu ve Filistin'e göç dalgaları gelmeye başladı. Artan Yahudi göçünden memnun olmayan Filistin'in Arap sakinleri ise Yahudi yerleşimine ve İngiltere’nin Yahudi yanlısı politikasına şiddet içeren ayaklanmalar ve terör eylemleri yoluyla karşı çıkmaya başladılar. 1920 Arap isyanları ve 1921 Yafa isyanlarının ardından, Filistin'deki Yahudi liderleri bu çetelere karşı çiftliklerini ve Kibbutzları korumak için Haganah örgütünü kurdular. Arapların uyguladığı şiddetten dolayı, İngiltere Yahudi devleti fikrinden geri adım atmaya ve iki uluslu bir çözüm veya Yahudi azınlığı bulunan bir Arap devleti fikrini gündeme getirmeye başladı. Haganah'tan kopan aşırı örgütler Filistin'deki İngiliz hedeflerine ve Araplara karşı intikam saldırıları düzenledi, İngiliz yöneticilerini hedef alan suikastler gerçekleştirdi.
Yahudiler dişlerini göstermeye başlıyordu…
1923-1929 arasında Musevi göçünde bir düşüş görüldü, ancak Almanya'da 1930'lardan itibaren nazizmin gelişmesine paralel olarak Filistin'e yerleşen göçmen sayısı 1930 yılında 4 bin, 1933'te 30 bin, 1935'te ise 62 bine ulaştı. Filistin'e yasadışı göç yoğunlaşıyordu. İngiltere’nin onayı olmaksızın Avrupa'daki savaş yüzünden mülteci durumuna düşen çok sayıda Yahudi örgütlenmeye başladı. Göç, İsrail'deki Yahudi yerleşimlerine önemli katkıda bulunacaktı.
1933'te, Hitler'in ve Nazi Partisi'nin Almanya'da iktidara gelmesi ile Yahudi meselesi daha vahim bir boyuta taşındı. Ekonomik krizler, ırkçı Yahudi düşmanı yasalar ve savaşın yaklaştığı korkusu ile birçok Yahudi Avrupa'dan kaçarak Filistin, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'ne gitti. Hitler 1939 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın patlamasının ardından milyonlarca Yahudinin yaşadığı Polonya ile Fransa'nın da aralarında bulunduğu Avrupa'nın neredeyse tamamını işgal etti. 1941'de, Sovyetler Birliği'nin işgali başladığında, Nihai Çözümün hayata geçirilmesi emrini verdi. Avrupa'daki altı milyon Yahudi yok edilecekti. Hitler Yahudi-Bolşevik Rusya’dan ve Siyon Protokollerinden çok etkilenmişti. II. Dünya Savaşı sırasında 1,634 toplama kampı ve 900’den fazla çalışma kampı kurdu. Nazi kontrolündeki topraklardaki 8,8 milyon Yahudinin üçte ikisi, 5,9 milyonu öldürüldü. Polonya Yahudilerinden ancak onda biri hayatta kaldı. Diğer bölgelerde hayatta kalma oranı üçte bir veya yarım idi. Yahudiler hiçbir direniş gösteremedi. Bin beş yüz yıllık sürgünde direnişin onlara daha pahalıya mal olacağını öğrenmişlerdi. Görüşmelerle, para ödemelerle, yalvararak, protesto ederek çözüm aradılar. Ama savaşmadılar. Kitle halinde göç ettirildikleri için nesiller boyu zayıflatılmışlardı.
Zaten en hırslıları Amerika’ya, en enerjikleri, en militanları da Filistin’e gitmişlerdi...
Bir iddiaya göre de, Yahudi elebaşıları, Avrupa’da kalan Yahudilerin de Filistin’e gitmeleri için Hitler’e ve Nazilere yardım etmişti. Savaştan sonra da 500 bin Yahudi Almanya’dan Filistin’e göç etti. Almanya masraflar için 1,5 miyar dolar ödedi. 20. yüzyıl sonuna kadar ödediği tazminat miktarı 30 milyar doları buldu.
Dinci Yahudilere göre, Tanrı, Hitler ve Nazileri Yahudileri cezalandırmak için seçmişti.
Seküler Yahudilere göre ise bakış açısı farklıydı. 17.yy.daki Avrupa katliamları Yahudileri önce İngiltere’ye, sonra da Amerika’ya yönlendirmişti. Bu göçler dünyadaki en güçlü devletlerdeki en güçlü Yahudi varlığını yaratmıştı. Bunun sonucu olarak ta modern Siyonizm ortaya çıkmıştı.
Hitler felaketi sayesinde İsrail Devleti’nin kurulması ve sonrasına bakıyorum...
2. Dünya Savaşı'nın sonunda ABD Başkanı Truman, İngiltere'ye başvurarak 100 bin Yahudi'nin derhal Filistin'e girmesine izin verilmesini ve göç limitlerinin kaldırılmasını talep etmiş, konu 1947'de İngiltere tarafından Birleşmiş Milletler'e götürülmüştü. ABD'nin ve Yahudi lobilerinin baskısı altındaki Birleşmiş Milletler, Kasım 1947'de Filistin'in Arap ve İsrail devleti olarak bölünmesini ve Kudüs'e uluslararası statü verilmesini kabul etti. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devleti'nin kuruluşu açıklandı. Filistin topraklarında bu tarihte 1 milyon Arap ve 600 bin Yahudi yaşamaktaydı.
İsrail Devleti, dünyanın dört bir yanından ülkeye gelen yüz binlerce Yahudi mülteciyi içine almaya başladı. Aynı yıl, Türkiye ilk ve tek Müslüman ülke olarak İsrail'i resmen tanıdı. Yahudiler iki bin yıldır her yerde ezilmişlerdi. Ama artık Filistin’de savaşacaklardı. Önce mandacı İngilizlerle mücadele ettiler. Sonra da sıra Araplardaydı. Yeni kurulan İsrail Devleti ilk savaşını Ürdün, Suriye, Irak ve Mısır ile yaptı. Ocak 1949 tarihinde sona eren savaşın bitiminde Gazze Şeridi hariç tüm Necef, Galile Gölü ile Kudüs şehrinin batı kesimi, İsrail'in hâkimiyetine geçti. 750 bin Filistinli Arap, Şeria (Ürdün) Nehri'nin batısına ve Gazze Şeridi'ne göç etmek zorunda kalarak günümüze kadar sürecek bir trajedinin kurbanı oldular.  
İsrail Devleti’ni kuran 1947-8 olayları Arap-İsrail problemini yarattı. Yahudilik Avrupa'nın sorunu olmaktan çıkarılıp Müslüman dünyanın sorunu haline getirildi. 1948’den 1967’ye kadar Arap ülkelerinde yaşayan 500.000 Yahudi İsrail’e geldi. Filistinli Arap göçmenler Arap ülkelerinde dengesizlikler yarattı. 1960’ta Ürdün, 1970-80 arası Lübnan karışacaktı.
Yahudiler arasında fikir ayrılıkları vardı. Yeni Devletin sınırları üç şekilde belirlenebilirdi. Bir milli vatan; iki, vadedilen topraklar; üç, Siyonist Devlet. Milli vatan dünyanın her hangi bir yerinde olabilirdi. Vadedilen topraklar Haşmonayim krallığında daha küçüktü, Davut krallığı Suriye’yi de içeriyordu. Nil’den Fırat’a kadardı. Aşırı dinci Yahudiler için hiçbiri geçerli değildi. Devletleri Mesih’in gelişinden sonra kurulmalıydı. Acele ediliyordu.
Siyonist Devlete gelince, Yahudilerin elde edebileceği, yerleşebileceği, gelişebileceği ve savunabileceği toprakları içermeliydi. İlk görüşmelerde Filistin’in yüzde 20’si ile 50’si arasında toprak sözkonusu iken, 1948 Savaşı’ndan sonra İsrail toprakların yüzde 80’ine sahip oldu. Filistinli Araplar devletsiz kaldılar, Gazze Şeridine ve Ürdün tarafından yönetilen Batı Şeria’ya sıkıştılar.
1951’de Ürdün kralı Abdullah öldürüldü. 1952’de askeri darbe ile Mısır monarşisine son verildi, Nasır İsrail’in yok edilmesi için çalışmaya başladı. Sovyetler Arap ülkelerine yardıma başladı. 1956’da Süveyş Kanalı millileştirildi, İsrail’in kullanımına kapatıldı. İsrail Mısır’a saldırdı, Sina yarımadasını ele geçirdi. İngilizler ve Fransızlar yardım etti. Sina askersiz duruma geldi. Birleşmiş Milletler Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na yerleştirildi.  1948-1958 arası İsrail nüfusu 800 binden iki milyona yükseldi.
1967 altı gün savaşında Araplar İsrail’e saldırmak üzereyken baskına uğradılar. Sonuçta kazanan yine İsrail oldu. Bu kez Sina’yı, Batı Şeria’yı, Kudüs’ü ve Suriye'den Golan tepelerini Lübnan da Güney Lübnan topraklarını kaybettiler.  İsrail bu toprakların büyük bir bölümünü İŞGAL statüsünde bıraktı ve Kudüs ile Golan tepelerini İLHAK etti.
Mısır Suriye ile beraber, 1973’te Yom Kippur Günü’nde baskın şeklinde taarruza geçti. İsrail yenilmek üzereyken ABD havadan gönderdiği son sistem silahlarla yardıma geldi. İsrail birlikleri Süveyş Kanalı’nın batısına geçtiler. Kahire yolunu kestiler. Mısır ateşkes istedi. Sonunda gülen taraf yine İsrail oldu. Ama tepki olarak dünya petrol krizi başladı. Petrol siyasi güç haline geliyordu. OPEC, İsrail'e yardım edenlere petrol ambargosu uygulama kararı aldı. Petrol fiyatları dört kat arttırıldı. Arap ülkelerinin gelirleri on kat arttı. Paralar silah alımına ve İsrail karşıtı terörün desteklenmesine yöneldi. Üçüncü Dünya ülkeleri Arap baskısıyla İsrail ile diplomatik temaslarını kesti. Fransa Irak’ta gelişmiş bir nükleer santral inşa etti. Bunu tehdit gören İsrail 1981’de hava taarruzu ile reaktörü tahrip etti.
1975 yılında Arapların artan etkisiyle, Birleşmiş Milletler kararı ile Siyonizm ırkçı kabul edildi. Komünist ve İslam ülkeleri 72 lehte, yaklaşık tüm liberal demokrasiler 35 aleyhte, 32 çekimser oy. Türkiye Siyonizm’in ırkçılık olduğu kararı desteklemişti. Aynı yıl yine Birleşmiş Milletler kararı ile Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat devlet başkanı statüsüyle onurlandırıldı. İsrail uluslararası bir izolasyona giriyordu.
1978’de, Camp David’te, ABD Başkanı Carter gözetiminde barış anlaşması imzalandı. Mısır İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. İsrail, havaalanları, petrol sahaları dahil tüm Sina Yarımadası’ndan çekildi. Batı Şeria ve Kudüs için görüşmeleri Filistin Arapları kabul etmedi. Ürdün, üzerinde yaşayan toplumu istemediğinden "Barış'a evet topraklara Hayır" dedi ve Batı Şeria kamburunu İsrail'in sırtında bırakmayı tercih etti.
1970’lerin sonu ve 1980’lerde İsrailli bilim adamları gizlice nükleer silah geliştirdiler. Bu durum Arap komşularınca hemen öğrenildi.  
1982’de İsrail Filistin Kurtuluş Örgütü’nün üslendiği Lübnan’ı işgal etti. Hizbullah doğdu. 1.500 İran Devrim Muhafızı, Suriye üzerinden geçip, Şii çoğunluklu Bekaa'ya yerleşti.
1990 ve sonrasında bir milyon Yahudi Sovyetlerden İsrail’e göç etti.
1991 Birinci Körfez Harbi'nde İsrail uçaklarla kökeninde Yahudi olduğunu düşündüğü beş bin kişiyi ülkesine getirdi. Kuzey Irak yönetimiyle ezelden beri iyi ilişkileri olan İsrail buraları kendi ülke sahası gibi kullanıyordu. 
1995’te İsrail-Filistin geçici anlaşması imzalandı. Filistin özerklik kazanıyor, karşılığında terörden uzak durmayı ve İsrail Devletini ortadan kaldırmaktan vaz geçtiğini vadediyordu. Hamas ve bazı Filistin fraksiyonları anlaşmayı kabul etmedi. Aynı yıl İsrail başbakanı İzak Rabin aşırı sağcı Siyonist bir öğrenci tarafından öldürüldü.
2000 yılında İsrail tüm birliklerini Güney Lübnan’dan çekti. Filistin’in devrimci sol El Fetih hareketi bölündü ve 2004’te Yaser Arafat’ın zehirlenerek öldürülmesiyle, Batı Şeria’ya hapsedildi. Kontrol altına alındı. İsrail'in var olma hakkını tanımayan ve aşırı dinci Hamas 2006 Filistin seçimlerini kazandı, İsrail ile yapılan tüm anlaşmaları reddetti, terörden vazgeçmeyi tanımadı ve İsrail’in yok edilmesi hedefini tekrarladı. İran’ın yaptığı gibi, soykırımın bir Yahudi komplosu olduğunu savundu. Ertesi yıl Gaza’nın yönetimini ele aldı. Aynı yıl İsrail Hava kuvvetleri Suriye’de bir nükleer reaktörü imha etti.
İsrail Irak’ta da çalışıyordu. MOSSAD Barzani peşmergelerine eğitim verdi. Molla Mustafa Barzani'den başlayan İsrail-Kuzey Irak işbirliği 2005'te ivme kazandı. Irak'ta Saddam devrilip Talabani Cumhurbaşkanı olunca Kuzey Irak'ın kontrolü Barzani'ye geçti. Rothschild ailesi bölgedeki petrolün kontrolünü İsrail ve Barzani üzerinden eline geçirmiş oldu, enerji hattı İsrail'in hamiliğine kaydı. Rothschild'ler Akdeniz havzasında enerji alanında büyük yatırımlara sahip. Petrolü en kârlı ve güvenli şekilde dünya pazarına ulaştırmak için güvenli koridorlara ihtiyaçları var. Enerji atılımı devam etti. 2009’da İsrail açıklarında zengin doğal gaz rezervleri bulundu. İsrail enerji şirketi Delek Grubu ve Rothschild’lerin da hissedarı olduğu Noble enerji şirketi, doğal gaz keşfi ve çıkarılması için çalışıyor.
İsrailli komandolar 2010’da İHH İnsani Yardım Vakfı girişimiyle Gazze'ye yardım taşıyan Mavi Marmara ve beş gemiye uluslararası sularda saldırdı, dokuz Türk eylemciyi öldürdü, bir kısmını yaraladı ve gemileri yolcularıyla birlikte rehin aldı. İsrail, taviz verebileceği barıştan vazgeçmiş, sürekli savaş ve işgal stratejisine geçmişti.
İsrail için en büyük tehdit Lübnan ve destekçisi Suriye idi. Lübnan’da Hariri suikastı sonrası Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesi İsrail’in önünü açtı. 2011’de Suriye’de iç savaş patlak verdi. İsrail, bu savaşta Beşar Esad’a karşı kim varsa el altından destekledi: Özgür Suriye Ordusu, El Nusra, Irak Şam İslam Devleti yani IŞİD. Bu dönemde İsrail’in istihbarat örgütü Mossad, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün ile yakın işbirliği yaptı. Suriye’deki savaşın mimarlarından Suudi İstihbaratçı Bender Bin Sultan, pek çok kez Mossad ile buluştu ve planlama yaptı.
İçlerinde Yahudi lobilerinin etkin olduğu küresel güçlerin amaçlarına bakıyorum…
İsrail bir bölge devleti olmalıydı. Orta Doğu enerji kaynakları ve enerji nakil hatları güvende olmalıydı. Radikal İslamcı gruplar iktidar olmamalıydı. İran güçlenmemeliydi. Irak’ta bir Kürdistan kurularak, Arapların, İran’ın ve Türklerin aralarına girmeliydi.
2000 yılında Türkiye küresel güçlerin taşeronu olarak öne çıkıyordu. Türkiye’ye uluslararası düzeyde, AB üyelik süreci dahil, ekonomik ve siyasi destek verilmişti. Türk Silahlı Kuvvetleri ve dolayısıyla Atatürkçülük, cumhuriyet ve laiklik gözden düşürülmüştü. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ciddi parasal ve siyasî ilişkiler kurulmuştu. Ama 2011’e gelindiğinde işler tersine döndü. Türkiye “Yeni Osmanlıcılık” projesiyle Orta Doğu üzerinde egemenlik kurmaya soyunuyordu. Küresel güçler ve Yahudi lobileri AKP iktidarına karşı harekete geçti.
Günümüzde bu satranç oyunu sürüyor…
İsrail bu gün % 75’i Yahudiler olmak üzere 8 milyon nüfuslu bir ülke. Demokrasiden ödün vermiyor. 120 koltuklu Meclis, yani Knesset, Likud (merkez sağ) ve Siyonist Kamp ağırlıklı 10 siyasi partili bir dağılıma sahip. 2015 rakamlarıyla ihracatı 56, ithalatı 59 milyar dolar. Kişi başı milli geliri 33,700 dolar, GSMH 282 milyar dolar. Rothschild’lerin İsrail'le çok yakın ilişkileri var. İsrail'e büyük yardımlar yapıyorlar. ABD İsrail'e her yıl karşılıksız 3 milyar dolar hibe ediyor.
İsrail toplumu bu gün dört gruba bölünmüştür. 
Birincisi Ortodoks Yahudiliği en tutucu şekilde uygulayan kesim olan Harediler’dir. 19. yüzyıldan beri Siyonistler ile çatışma halindedirler. Siyonist fikirleri Mesih’ten önce kurulacak bir Yahudi devletine karşı olmalarından dolayı reddederler. Siyasi bağımsızlığın ancak kutsal bir müdahale ile ortaya konulabileceğini iddia edereler. Siyonizme kuşkuyla ve hatta düşmanca yaklaşırlar, bazıları Şeytan’ın işi olarak tanımlar. 
İkinci grup olan Siyonistler dini kabul ederler ama Yahudi aşırı milliyetçiliğine ağırlık verirler. Harediler’i azgelişmiş bir grup olarak görürler.
Üçüncü grup seküler Yahudilerdir. Din ve aşırı milliyetçiliği kabul etmezler.
Dördüncü grup ise diaspora Yahudileridir.
Son iki grup Yahudi kimliğinden, dininden ve geleneklerinden yavaş yavaş uzaklaşmakla suçlanmaktadır.
Siyonistler için Yahudi dini uygun bir milli enerji ve kültür kaynağıydı. İncil bir devlet kitabından farksızdı. Bu nedenle Siyonistler Yahudi dinini devletlerini yaratmak için kullandılar.  Bazı dindar Yahudiler Siyonist milliyetçilik ruhunun Yahudileri tekrar Yahudi dinine döndüreceğine inandılar. Tevrat’a uymak yeni vatanseverlik ruhuyla ateşlenebilirdi. Siyonistler Tevrat Okulları yerine seküler okullar için mücadeleye başladı.
Amerika’da bulunan bazı Yahudilerin kurduğu Neturei Karta Anti-Siyonist hareketi de ilginç. İsrail’in tamamen gayri meşru olduğunu ve işlediği cinayetlere karşı olduğunu söylüyorlar. Onlara göre, Kudüs’te bulunan bazı Yahudiler ve Hahamlar da İsrail ideolojisine ve yasa dışı yerleşke yapımına muhalifler. Filistin topraklarının İsrail tarafından parça parça işgal edilmesini kabul etmiyorlar. Yahudi tarihi üç bin yıl öncesine dayanırken, Siyonizm 130 yıl önce başlamıştı. Müslümanlar ile birlikte yaşamak istiyorlar. İsrail'in 1967 sınırlarına değil 1948 sınırlarına geri dönmesi gerektiğini söylüyorlar.
Amerikan Yahudileri de ayrı bir toplum sayılıyor. Tarihte yaşanmamış bir örnek oldular. Yahudi benliklerini koruyarak asimile oldular. Ezeli yabancı ve gezgin Yahudiler sonunda tamamının yabancı olduğu bir ülkede sürekli kalabilecekleri bir yuva buldular. Amerikan Yahudileri, İsrail Yahudileri ve Diyaspora Yahudileri’ne üçüncü eleman olarak ilave oldular.  Tüm Yahudilerin güvenliği ve gelecekleri Amerika’daki güçlülere bağlandı. Örgütleri: Zionist Organization of America (ZOA) Başkanı Morton Klein Başkan Trump'a en yakın ABD Yahudi lideri sayılıyor. Diğerleri AIPAC, ABD Yahudi Örgütleri Konseyi, ADL, AJC, B'nai B'rith International, Kuzey Amerika Yahudi Federasyonları.
Son ilginç bir not daha. Yeni Başkan Donald Trump'ın seçim kampanyasının mimarı Yahudi Jared Kushner, 2009 yılında Trump'ın kızı İvanka Trump ile evlendi. İvanka Yahudiliğe geçebilmek için uzun bir dini eğitimden geçti ve Yael Kushner adını alarak Yahudi dinine yatay geçiş yaptı. Trump'ın Yahudi bir kızı da oluverdi.
Konuyu toparlamalıyım…
Yahudiler, çok zeki ve çok uyanıklar. M.Ö 500’lü yıllardan başlayarak Tevrat’ı yazmış, üstelik yaşamadıkları birçok tarihi kendilerine mal etmişler.  İbrahimi geleneğe de, Musa’ya da sahip çıkmış, kendilerine ilahi bir kimlik almışlar. Birçok Yahudi tarihçisi, Roma’da, Fenike’de, Kartaca’da, Avrupa tarihinde, Rus, Hind, İran, Çin tarihinde abartılı Yahudi izleri keşfetmiş, kendilerini yüceltmeye çalışmış. Kendilerini büyük ve güçlü göstermeyi başardıkları da ortada gezen birçok komplo teorilerinden anlaşılıyor. Hangi taşı kaldırırsak altından Yahudiler çıkıyor.
Aynı tekniği, Sabetaycı yazarlar ve Sabetaycılık uzmanları da kullanmaktadır. Onlara göre Osmanlı’yı ve Cumhuriyeti Yahudiler yönetmiştir, birçok ilki onlar yapmıştır, toplumu onlar modernleştirmiştir; sanat, edebiyat, kültür hayatı onlar sayesinde ayakta durmaktadır, büyük lider ve komutanların çoğu Yahudi ya da dönmedir. Oysa Yahudiler Osmanlı’da küçük bir azınlıktı, 16. yüzyıldan sonra gözden düşmüş, 17. yüzyıldan beri Müslüman olmaları ya da Müslüman görünmeleri şartıyla ticaret yapmalarına izin verilmiş.
İsrail’deki Yahudi nüfusun çoğunun Yahudi olmadığı da ileri sürülmektedir. Afrika kökenliler ve Rusya’dan göçenler gibi.
Peki, bundan sonrası nasıl gelişebilir?
Biraz farklı bakalım…
Örneğin işler sarpa sarabilir, Yahudiler ellerindekinden de olabilir mi?
İsrail’de solcular, liberaller, insan hakları savunucuları, ateistler, marksistler, her düşünceden insanlar var. Bazıları bölgede çıkacak kapsamlı bir savaşın sonunu kestiremiyorlar.
Orta Doğu’yu Irak ve Suriye’de olduğu gibi karıştırarak İsrail’in güvenliğini sağlamak başarılı olamayabilir. ABD ve onunla paralel hareket eden Arap diktatörlükleri de zararlı çıkabilir. İsrail halkının yüzde sekseni askeri harekâtı destekliyor, ama destekleyenlerin sadece yarısı Hamas’a karşı mücadelede başarılı olunacağına inanıyor. İslam dünyası, Avrupa’nın bir kısmı, hatta BM’in çoğunluğu da İsrail’e karşı çıkıyor. ABD İsrail’i desteklemeye daha ne kadar dayanabilecek?
Yoksa “Tanrı’nın seçtiği halk” ruhlarını esir alan Şeytan’ın hedefi mi oldu? Siyonistler soykırımı istismar ederek nereye kadar gidebilecek? Rothschild ve Rockefeller gibilerin egemenliğindeki Derin Dünya Devleti Yahudilerin kontrolünde mi? Yoksa Yahudi olmayan Yahudilerin mi? “Yeni Dünya Düzeni” için Yahudiler kullanılıyor olabilir mi? El altından Filistin’de Hamas’ı, Suriye ve Irak’ta boy gösteren köktenci İslami terör örgütlerini, Afganistan’da Taliban’ı destekledikleri gibi destekliyor olabilirler mi?
Kaos ortamından “Yeni Dünya Düzeni”ni kurabilmek için iki tarafa da ihtiyaçları yok mu? 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da oynanan oyun 21.yy.da da neden devam etmesin?
Sonunda İsrail’in de gözden düştüğünü göremez miyiz?
Ya da, sıklıkla iddia edildiği gibi, Yahudiler kaostan düzen yaratarak, Dünya Krallığının tahtına oturacaklar mı?