Wikipedia

Arama sonuçları

2 Kasım 2017 Perşembe

Hariciler'den Küresel Selefi Cihat'a

Hariciler'den Küresel Selefi Cihat'a                                                   2 Kasım 2017

Şaban Recai Öztürk 
sabanreco@gmail.com 
http://srecaio.blogspot.com

Hariciler

Yıl 656... İslam Peygamberi Hz. Muhammet öleli 24 yıl geçmişti. İslam'da bölünme ve ilk terör örgütü dördüncü halifenin kim olacağı tartışmaları sonucu ortaya çıktı. Müslümanlar Şii (Ali’yi tutanlar), Sünni (Muaviye'yi tutanlar) ve Harici (İki tarafı da reddedenler) diye üçe ayrıldı. Hariciler siyasi çalkantılardan ve toplumsal dengesizlikten dolayı, İslâm'ın ilk yıllarındaki ideal toplum için teröre başvurdu. Görüşlerine katılmayan, önderlerini halife olarak tanımayan, Ali ve Osman'ı kâfir ilân edip lânetlemeyen her Müslümanı kâfir sayıyor, acımasızca öldürüyorlardı. Sayıları on iki bin kadardı. Ali'nin girişimleri sonucunda büyük bir bölümü isyandan vazgeçerek Ali saflarına katıldı, geride dört bin kişi kaldı. Bunlar eylemlerini sürdürünce, Ali üzerlerine gitti ve savaş Hariciler için felâketle sonuçlandı. Ali’nin beş yıllık döneminde Müslümanların ilk terör örgütü Hariciler yenilgiye uğratıldı ama yok edilemedi. Önce Kuzey Afrika'ya kaçtılar, sonra yavaş yavaş geri döndüler. Ali 661’de, mescitte ibadet ederken Hariciler tarafından öldürüldü. Muaviye, Ali’nin oğlu Hasan’ı ikna ederek kendini halife ilan etti. Hasan, Muaviye ile anlaşan kendi karısınca, 669’da zehirlenerek öldürüldü. Haricîler, Emeviler ve Abbasîler döneminde de sayısız isyan hareketiyle varlıklarını sürdürdü. Onlar için hareket bilgiden önce geliyordu. Bağnazlık, katılık, hoşgörüsüzlük bir din hâline gelmişti. Sloganlar, heyecanlar, karşıt olma düşüncesi gerçeğe ulaşmalarını engelliyordu. Kur'ân'ı çok okuyor, kendi anladıklarının dışında başka bir anlam tanımıyorlardı. Kendilerinin haklılığından ve doğruluğundan öylesine emindiler ki, her an ölmeye, kendilerini fedâ etmeye hazırdılar. Tehlikelere atılmaktan sakınmıyorlardı. Kendileri gibi düşünmeyen bütün insanları kâfir sayıyor, öldürülmeleri gerektiğine inanıyor ve bu yolda son derece acımasız davranıyorlardı. Başlangıçta tek bir slogan (lâ hukme illâ lillâh. Sadece Allah hükmeder) etrafında toplanan Hâricîler, daha sonra çeşitli kişileri önder tanıyarak, Ezânka, Necâdât, Sufriyye, Acâride, İbâdiyye ve Şebibiye kollarına ayrıldılar.

Haşhaşiler

Yıl 1090... Dört yüz yıl önce Arap yarımadasını kana bulayan Hariciler gibi, İslam'da ikinci terör örgütü bu kez çoğunluğu Sünni olan İran'daki azınlık Şiilerden çıktı. Şiiliğin İsmaili mezhebinin Nizarilik koluna bağlı Bâtıniler gizli cemiyetinin ünlü lideri Hasan Sabbah, Kuzey İran’da Alamut Nizari devletini kurdu.
Şiilikte Oniki İmamcılar adaleti getirecek ve gerçek müminleri ödüllendirecektir. On ikinci İmam Mehdi'nin gelişini beklerler, düşmanların egemenliğine sabırla katlanırlardı. İsmaililer ise beklemeye gerek olmadan eyleme geçer, Gizli İmam'ın gelişine elverişli ortamı sağlamaya çalışırlardı.
Büyük Selçuklu (İran) Devleti’nde Hasan Sabbah'ın silahlı yandaşlarının sayısı 40 bine ulaştı. Fars asıllı vezir Nizamülmülk dâhil üst makamlarda görevli 134 kişiyi katlettiler. Abbasi Halifeliği ve onun koruyucusu Büyük Selçuklu Devleti esas düşmanları idi. Haçlıları ve Moğolları hedef alan bazı saldırıları da oldu. 1094’te Mısır'daki Şii Fatımi Halifesi Mustansir’in ölümüyle İsmaili hareketi bölündü, Hasan Sabbah aşırı kanat Haşhaşi lideri oldu.
Haşhaşi Tarikatı'nın sıkı bir hiyerarşisi ve katı kuralları vardı. En tepede Büyük Usta, Yüce İmam, Tüm Sırların Bilicisi Hasan Sabbah vardı. “Dai” denen üç başyardımcısından biri İran'ın doğusuna ve Horasan'a, ikincisi İran'ın Batısına ve Irak'a, üçüncüsü de Suriye'ye bakardı. Bunların hemen altında “yoldaş” anlamına gelen ve “refik” denen çok iyi eğitilmiş yöneticiler vardı. En yeteneklileri misyoner olarak gönderiliyordu. En altta “lassek” denilen örgüt üyeleri vardı. Alamut çevresinde yaşayan, eğitime ve eyleme karışmayan, sade “mümin” idiler. “Mucipler” yani acemiler eğitimden sonra mümin, refik ya da fedai olurlardı.
ABD'nin yöneticisi Derin Dünya Devleti'nin örgütlenmesinin ilk örneği gibiydiler. Haçlı seferleri sırasında, Orta Doğu'da üslenen ve tekrar Avrupa'ya dönmek zorunda kalan Tapınak Şövalyeleri'nin Bâtıni İsmaililerin Haşhaşileri ile temasları biliniyordu.
Fedai olarak bilinen suikastçilere “esasiyun” derlerdi. Batının bunlara “assasin-katil” deyimi de buna benzetilerek üretilmişti. İmanlı, becerili ve dirençliydiler. Kültür düzeyleri düşüktü. Önemli kişiyi öldürmek temel askeri taktikleriydi. Haşhaşi fedaileri, hedeflerine ulaşmak için kılık değiştirip, yıllarca sabırla beklerlerdi. Mahalli lehçeleri öğrenip, öldürecekleri devlet adamlarının yakını olmak için yıllarca uğraşırlardı. Neredeyse tüm suikastlarda hançer kullandılar. Kurbanın tam kalbine saplayabilirlerdi. Kurban zırhlıysa şah damarını keserlerdi. Posta güvercinlerini kendine alıştırabilirlerdi. Şifreleri akılda tutarlar, yöresel şiveleri konuşabilirler, kurbanın yakınlarıyla ilişki kurabilirlerdi. Fedai kaçmaya çalışmaz, öldürülen önemli kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilirdi. Sadece bir kişiyi öldürmekle kalmayıp, bin kişinin kalbine de korku tohumları ekiyorlardı. Canları pahasına adam öldürme görevini alan bu kişilere unutkanlık, sarhoşluk veren içkiler içiriliyor, bir tür hipnoz haline getiriliyorlar ve yapacakları eylem karşılığında cennet vaat ediliyordu. Günümüzün Selefi cihatçılarının ilk modeliydiler.
Alamut Kalesi de terörden payını almıştı. Çalgı aleti yasaktı. Bulunursa ateşe atılır, sahibi prangaya vurulur, kırbaçlanır, topluluktan atılırdı. İçkinin cezası ölümdü. Hasan Sabbah'ın çakır keyf yakalanan büyük oğlunun hemen başı kesilmişti. Bir adam tarafından iftira edilen ikinci oğlu da kellesini yitirmişti. Buna karşı çıkan karısı ve kızı da kaleden kovulmuşlardı.
1256’da Alamut Kalesi’ni ele geçiren Moğollar, buradakileri öldürerek Haşhaşilerin faaliyetine son verdiler.
Kurtulabilenlerin çoğu Afganistan'a, Himalaya'lara ve Hindistan'a kaçtı. Çağdaş İsmaililer Haşhaşi soyundan gelmektedir. Dünya üzerindeki yirmi milyon İsmailinin lideri Ağa Han, Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini ileri sürmektedir.
Selçuklu Devleti tarafından Haşhaşilere karşı kullanılan gizli örgütlerden biri onlar kadar acımasız olan “Nizamiler”, diğeri de “Cavlakiler” idi. Haklarında fazla bilgi bulunmuyor. Vücutlarındaki tüm kıl, tüy, sakal, bıyık ya da saçları kazımalarından dolayı dilimize “cascavlak” kelimesini de kazandıran Cavlakilerin, 9-13. yüzyıllar arasında, din üzerinden büyük suçlar işledikleri biliniyor.

Hristiyanlar

Haşhaşiler, İslam dininin siyasal çıkarlar için sömürülmesinin ünlü bir örneğiydi. Aynı dönemlere rastlayan Haçlı Seferleri de Hristiyan dininin siyasal çıkarlar için sömürülmesinin neredeyse iki yüz yıl süren, daha büyük çaplı bir örneğiydi. Ortodoksların yardım çağrısı üzerine, Katoliklerin Papa'sı Avrupa'nın yoksul insanlarına cenneti vaat ederek onları Müslümanların üzerine savaşa gönderdi. Kilise özellikle ilk seferlerde hacıları ve yerli Hristiyanları koruma amacıyla fedakârlık edecek insanlara “endüljans” garantisi verdi. Endüljans ölmüşlerin ve kendi ruhları için eylem ve dualarla Araf’taki süreyi kısaltacak ya da tamamen silecek şekilde arınma eylemiydi. Para karşılığı cennetten arsa satmak da işe yarıyordu. Haçlı orduları ve donanmaları, daha sonraki dönemlerde Osmanlı Türklerine karşı Balkanlar'da Orta Avrupa'da ve Akdeniz’de birçok savaşa girdi.
Rönesans ve reformdan sonra bu aldatmacalar destek bulamadı.

Osmanlı'nın Gerileme Dönemi

Osmanlı'nın Gerileme Döneminde de dinsel kavramların siyasal amaçlar için sömürülmesinin birçok örneği görüldü.
Yıl 1877... Osmanlı-Rus Savaşında Osmanlı Sultanı ve Sünni İslamın Halifesi İkinci Abdülhamit ilk kez cihat ilan ederek Panislam çağrılarına başladı. Çar’ın Ortodoksluk ve Slav Birliği çağrılarına karşılık vermek istemişti. Peygamberin kutsal bayrağı Şeyhülislamın fetvasıyla ve törenle Topkapı Sarayından çıkarıldı. Çar’ın yönetimi altında on milyon Müslüman vardı. Ama işe yaramadı.
Aynı hazin olay Birinci Dünya Savaşında da yaşandı.
11 Kasım 1914 te, İttihat ve Terakki Partisi güdümündeki Sultan ve Sünni İslamın Halifesi V. Mehmet Reşat’ın Fetvası ile İngilizlere, Fransızlara ve Ruslara karşı, cihat ilan edildi. Cihat çağrısı, İttihat ve Terakki'yi açıkça güdümüne almış olan Almanların Birinci Dünya Savaşı'ndaki emellerine hizmet edecekti. Özellikle Hindistan'daki Müslümanlar İngiltere'nin sömürge yönetimine karşı ayaklanacak ve Almanlar Avrupa'da rahatça savaşacaktı. Bugünkü Pakistan henüz kurulmamıştı. Bu arada Ruslar da Kafkasya’dan ve Orta Asya’dan sürüleceklerdi.
Birçok Müslümanın, bir Hıristiyan Hükümdarının bu cihada neden ortak olduğunu sorgulaması için de önlem alınıyordu. Alman İmparatoru Wilhelm’in aralarında ünlü Doğu uzmanları da olan danışmanları buna hazırlardı. Doğunun cami ve pazarlarında Alman İmparatorunun gizlice İslam Dinini seçtiği söylentileri yayılmaya başlamıştı. Hatta kılık değiştirerek Mekke’ye Hacca bile gitmişti(!) Kur’an’da Wilhelm’in müminleri kâfirlerin boyunduruğundan kurtarmak için Allah tarafından görevlendirildiğini gösteren esrarengiz ayetler bile bulunmaktaydı(!) Adı da ilginçti: Der Kaiser des Osten(!), Doğu'nun İmparatoru veya diğer adıyla Hacı Wilhelm Muhammed(!)
Cihat fetvası beş ayrı fetvadan meydana geliyordu ve zamanın Şeyhülislám'ı Ürgüplü Hayri Efendi hazırlamıştı. İlk fetvada İslam padişahının cihat ilan ettiği, bütün Müslümanların mallarıyla ve bedenleriyle bu cihata katılmalarının farz olduğu söyleniyordu. İkinci fetva İngiltere, Fransa ve Rusya'daki Müslümanları bu üç devlete karşı birleşmeye çağırıyordu. Üçüncü fetvada, cihat emrine uymayanların Allah'ın gazabına ve musibete uğrayacakları hatırlatılıyordu. Dördüncü fetva İngiliz, Fransız ve Rus ordusunda bulunan Müslüman askerlerin İslam ordusuna yani Osmanlı askerlerine karşı zorlansalar bile savaşmalarının ve bir başka Müslüman'ı öldürmelerinin haram olduğunu anlatıyordu. Son fetvada ise İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan ve Karadağ Müslümanlarının İslam Hükümeti'ne yardım eden Almanya ve Avusturya'ya karşı savaşmalarının Hilafetin aleyhine olacağı söyleniyor, bu işe kalkışan bir Müslüman'ın büyük günah işlemiş sayılacağı, her türlü fenalığa müstahak olacağı ihtar ediliyordu.
Alman malı Cihat Fetvasını kaleme alanlardan biri de Saidi Nursi idi.
Ama İngilizlerin altınları Arap dünyasına cihattan daha cazip geldi; Hicaz Emiri Şerif Hüseyin karşı fetva ile cevap verdi, o da Osmanlıya karşı cihat ilan etti. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in projesi olan güdümlü cihat çağrısı karşısında İngiliz güdümlü cihat çağrısını bulmuştu.
Aslında, cihat fetvasına ilk karşı çıkan lider, Şii İsmailiye tarikatı lideri Ağa Han idi. Yayınladığı beyannamelerle İslam dünyasının savaşta Halife’yi değil İngiliz, Fransız ve Rus ordularını desteklemesi gerektiğini söyledi. Irak ve Suriye’deki müritlerini de İngiliz birlikleri lehine askeri istihbarat toplamakla görevlendirdi.
Ne yazık ki, Osmanlı yönetimindeki Türkler dışındaki başta Araplar ve Hint Müslümanları olmak üzere tüm Müslümanlar halife sultanın ordularına karşı sanki kafirlerle savaşır gibi savaştılar. Çanakkale muharebelerinde Türklere karşı İngiliz saflarında çarpışan Müslüman sömürge asker esirlerin sorgularında ilginç bir bilgiye ulaşıldı. Dinsiz İttihatçılar Halife’yi hapsetmişlerdi ve İngilizler de onu kurtarmak için İttihatçılara savaş açmışlardı!”
Arap-Türk etnik ayrımı ile Sünniliğin içinden doğan Arap Vehhabiliği kendinden başka tüm İslam mezheplerini düşman görüyordu. İngilizler tarafından kullanılıyordu. Alman kuklaları İttihatçılar ve Sultan ile İngiliz kuklaları Araplar çatıştırılıyordu. Balkanlardaki bölünme Orta Doğu’da da tekrarlanıyordu. Protestan Almanlar ve İngilizler Sünnilerle oynuyordu.
Kanuni’nin Katoliklere karşı Protestanları desteklemesini hatırlıyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Alman ve İngilizlerin oyuncağı haline gelen Halifeliğin kaldırılması hakkındaki isabetli kararını bu açıdan da değerlendirmek gerekiyor. Osmanlının yıkılması ile saltanatın, ardından da hilafetin 1924’te feshedilmesiyle, Hindistan Müslümanları yeni bir hilafetin kurulmasına çalıştı. 1926 yılında Mekke ve Kahire'de hilafet kongreleri yapıldı, fakat hiçbir sonuç çıkmadı.
1928'de, Mısır'da, İslamcılığın Batı’ya karşı Müslüman Kardeşler (İhvan) fiziksel direnişi örgütlendi. Atatürk Türkiye'sinin dört yıl önce kaldırdığı hilafete de tepkiliydiler. Hasan El Benna ve ardılı Seyit Kutub’un başını çektiği bu hareketin günümüzde de önemli yeri bulunuyor.

Yeşil Kuşak

Cengiz Özakıncı’ya göre, Alman Nazileri de İslam'ı kullanmaya çalıştı. Berlin’de, 1942’de “İslami Merkez Enstitüsü”nü kurdu. Başında Nazi Müftüsü Amin Al Hüseyni vardı. İslam'ın Batı tarafından sömürülmesi tekrar ediyordu. Al Hüseyni Irak’ta İngilizlere karşı cihat ilan etti. Arap Müslümanlar Kudüs Müftüsü Amin Al Hüseyni ile, Türk Müslümanlar Cevat Rıfat Atilhan ile Nazi denetimine sokulmaya çalışıldı. Hedef Dünya İslam Birliği’ydi. Hitler Yahudileri Filistin’den kovacaktı (!) Hitler “Haydar” adıyla, Mussolini “Musa Nili” adıyla Müslüman olmuştu (!)
Ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Almanya ABD’nin yarı sömürgesi oldu. İngiltere ve Fransa sömürgelerini ABD’ye kaptırdı. Hitler’i dünya imparatorluğu düşüyle körükleyip yok eden ABD Derin Dünya Devleti komünizme karşı dinleri örgütleme stratejisini Hitler’den devraldı. 1950’li yılların başında komünizme karşı kurulan “Yeşil Kuşak” Şii ve Sünni tüm Müslümanları yan yana getirdi. Türkiye’nin doğu sınırlarında biten NATO'yu doğuya uzatarak, Sovyetler Birliği'ni, İran üzerinden Basra Körfezi’ne, Afganistan ve Pakistan üzerinden Hint Okyanusu’na inmesine engel olmak için düşünüldü. Bu dağlık arazide İngiliz ve Amerikan askerleri yerine, Sovyetler Birliği’ne karşı bölge halkları savaşa hazırlanmalıydı. Sovyet işgaline karşı, “gayrı nizami harp” unsurları yanında, anti-komünist Müslüman örgütler kuruldu.
Aynı tarihlerde, İsrail Devleti'nin kurulmasıyla, Orta Doğu'da Filistin sorunu, 16 yıl sonra Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kurulmasıyla, zayıfların silahı da denen “terör” başladı. Arap ülkelerinden de destek alıyor, dini değil etnik amaçla hareket ediyorlardı. İsrail'e karşı İslami Direniş Hareketi (Hamas) kurulması için 23 yıl daha beklenecekti.
Yeşil Kuşak projesi Hariciliğin bir yansıması olarak ta değerlendirilen, Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi Vehhabilik, Selefilik üzerine inşa edildi. Müslüman ülkelerdeki İslamcı yapılar desteklenmeye başladı. Köktenci, antikomünist ve Amerikancı-batıcı unsurlar ayrı ayrı işlendi.
Köktenciler için Suudi Arabistan öncülüğünde, 1962'de Mekke'de, Rabitatul Âlemi İslam (Rabıta) örgütü eliyle Sünni dünyaya Vahhabi ve Selefi fikirler ihraç edildi. Rabıta örgütünün maddi kaynakları arasında Suudi-Amerikan ortak petrol şirketi Aramco’nun fonları da bulunmaktaydı. "Rabıta Trust" BM'nin terör örgütlerini finanse eden şirketler listesinde bulunuyordu.
Antikomünist unsurlar olarak, Manevi Cihazlanma Derneği (Moral Rearmament) CIA'nın İsviçre’deki şatosunda eğitilmiş Türkler tarafından 1958'de Ankara'da kuruldu. Komünizmle Mücadele Derneği (Anti Communist Leage) ve İlim Yayma Cemiyeti de aynı şatodan yönetiliyordu. Amerikancı-batıcı seküler gruplar için milliyetçi muhafazakâr kesim hedef alındı.
İslam ülkelerinde Vahhabi düşünceyi yaymak üzere yoğun bir tercüme kampanyası başlatıldı. Müslüman Kardeşler akımının yayınları yoğun şekilde gündeme taşındı, İslam’ın temel dinamiklerinin saklanması için, İslami kavramların içleri boşaltıldı yahut anlam sapmalarına uğratıldı. 1970’lerde Protestan misyoner örgütü “American Board” Dinlerarası Diyalog Nurcularıyla el eleydi. “Işık Evleri” kuruldu.
Aynı tarihlerde Şii dünyası da kaynıyordu. İran’da halk ekonomik zorluklar yüzünden Batılı yaşam biçimini benimsemiş laik kesime ve sisteme karşı muhalefetini arttırmıştı. Sonunda 1979’da İran'da Humeyni İslam Devrimi yaşandı. Ürdün, Mısır, Tunus, Fas ve Cezayir'deki köktenci dinci grupların yeniden güçlenmesini sağladı.
Amerika’nın Yeşil Kuşak Projesi ilk büyük başarısızlığına uğradı...
1978'de Nur Muhammed Taraki liderliğindeki komünistler Afganistan'da iktidarı darbeyle ele geçirmiş, Sovyet desteğiyle Halkın Demokratik Partisi adlı komünist parti iktidara gelmişti. 1979 Şubat’ında İran’da ABD’nin bölgedeki en güçlü müttefiki Şah devrildi, aynı yılın sonunda da Ruslar Afganistan’ı işgal etti. Buna karşılık, CIA desteğiyle Irak yönetimine gelen Saddam Hüseyin, Batı desteğinde İran savaşını başlattı.
Ilımlı İslam’ı geliştirme politikası, daha özel bir biçimde sürdürülmeye başlandı. Bu revizyonun en önemli yanı, İslamcıların kapitalizmle bütünleştirilmesiydi.
Selefi cihatçı terörü daha iyi anlayabilmek için, Afganistan'a odaklanmamız gerekiyor.
CIA'nın kurmuş olduğu Asya Vakfı'nın ilk hedefi Kâbil Üniversitesi'ydi. Abdul Resul Sayyaf, Burhaneddin Rabbani, Ahmet Şah Mesut ve Gulbeddin Hikmetyar'ın başını çektiği Müslüman Gençlik örgütü 1973'te kurulunca, CIA ile ilişkiler sıklaştırıldı. Hikmetyar örgütün askeri kanadının lideriydi. ABD elçiliğine sundukları raporda dört solcu lideri öldürdükleri belirtiliyor, bir matbaa kurmak için maddi yardım isteniyordu. Hikmetyar, Pakistan gizli servisi (ISI) kanalıyla CIA'dan 600 milyon dolar almıştı.
ABD Sovyetleri Afganistan'a müdahale için el altından teşvik etmişti. Afgan iç savaşına komünistler yanında müdahale eden SSCB karşısında ABD ve müttefikleriyle Çin'i buldu. Afgan mücahitlerini para ve silahlarla desteklediler. İslam ve terörün tehlikeli bir karışımı ortaya çıktı.
Afganistan’daki mücahitler ya da din savaşçıları çeşitli fraksiyonlardan oluşuyordu. Bunlar toprak anlaşmazlıkları, kan davaları ya da uyuşturucu ticaretinin kontrolü gibi nedenlerle birbiri ile savaş halindeydi. Ama ABD bunları bir araya getirmeyi başardı. En önemli yardımcıları Pakistan ve Suudi Arabistan idi. Suudi Arabistan, 1 milyar doların üstünde yardımla kampanyaya destek verirken, Pakistan istihbaratı ISI Afgan mücahitlerinin eğitimini üstleniyordu. Bazı kaynaklar Türkiye ve İsrail’in de önemli roller oynadığını ileri sürmüştü. Devlet Başkanı Ziya ül Hak Pakistan’ın etki alanını Afganistan, Özbekistan ve Tacikistan yoluyla İran ve Türkiye üzerine kadar yaymayı planlamıştı.
CIA, başta Mısır, Çin, Polonya, İsrail olmak üzere toparladığı her türlü silahı mücahitlere akıtıyor, terör ve imha ekipleri mücahitleri eğitiyor, kimyasal ve elektronik zamanlama aletlerinin nasıl kullanılacağını, bombaların nasıl yapılacağını, uydu iletişiminden ve internetten nasıl faydalanılacağını öğretiyordu. Mücahitler tarafından ilk kullanılan batı tipi uçaksavar sistemleri İsviçre yapımı Oerlikon ve İngiliz yapımı Blowpipe füzeleri idi. Daha sonra da ABD’den Stingerler geldi. Mücahitler ABD’li uzmanlardan uydu iletişimin nasıl kullanılacağını da öğrendiler.
1983-1987 arasında ABD’den gönderilenler arasında uzun menzilli silahlar, anti-tank füzeler, uydu iletişim araçları, C-4 plastik patlayıcılar ile milyonlarca Kur'an da vardı. 1984’de Senatör Charles Wilson ile Senator Gordon Humprey Afganistan’daki mücahit kamplarını ziyaret ettiler. ABD artık Yeşil Kuşak Projesine açık açık sahip çıkıyordu. 1987’de askeri yardım 65 bin tona ulaştı. Ancak ABD’nin Afganistan’daki müdahalesi sadece askeri eğitimle sınırlı değildi. Ülkede İslami yönetimin kurulmasını hazırlamak gerekiyordu. Nebraska Üniversitesi Afganistan okullarında kullanılmak üzere kitaplar hazırladı. Agency for International Developement (AID) adlı kuruluş tarafından 6,5 milyon dolarla finanse edilen ve Pakistan’ın Peşaver kentinde basılan 10 milyon kitap gönderildi.
ABD’nin bu çok yönlü saldırısı karşısında yenildiğini kabul eden SSCB 1989’da birliklerini geri çekti. SSCB de dağıldı. İki yıl süren bir kargaşa döneminden sonra ABD ve Rusya yerel güçlere yardımı kesmeye söz verdiler ve mücahitler Nisan 1992’de başkent Kabil’e girerek İslam Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Tacik kökenli Burhaneddin Rabbani devlet başkanı, köktendinci Gülbeddin Hikmetyar başbakan ilan edildi. R.T. Erdoğan’ı Hikmetyar’ın dizlerinin dibinde otururken gösteren fotoğraf bu yıllarda çekilmişti.
CIA’nın eski başkanı Robert Gates’in anılarında, Başkan Carter’ın Afganistan’a müdahale kararını, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinden tam altı ay önce verip vermediği soruluyordu. Brzezinski bunu doğruladı. SSCB’nin Afganistan’ı işgali için kışkırtılması gizli operasyonu mükemmel bir fikirdi. SSCB kendi Vietnam savaşına sokulmuştu. Gerçekten, 10 yıl sonra Moskova savaşı sürdüremedi ve Sovyet imparatorluğu sona erdi. ABD geleceğin teröristlerine silah ya da eğitim vererek desteklemişti. Brzezinski’ye göre “Dünya tarihi açısından Taliban'ın yaratılması değil, Sovyet imparatorluğunun yıkılması daha önemliydi.

Sünni Kuşak

Yeşil Kuşak, II. Dünya Savaşı’ndan beri yürütülen en önemli toplumsal dönüşüm projesiydi. Sonunda amaca ulaşılmış, SSCB ve Doğu Bloğu tarihe karışmıştı.
Sovyetlerin ve ideolojileri olan komünizmin çökmesiyle, sosyal demokrasi de unutulacaktı. Tüm dünyada sermayenin öne çıkacağı yeni muhafazakârlar ve yeni liberal muhafazakârlar önderliğinde küreselleşme rakipsiz kaldı. Sendikalar, sosyal haklar, işsizlik, eşitlik, kardeşlik söylemleri geride bırakıldı. Bunları unutturacak maymuncuklar hazırdı. Etnik bölünmeler ve İslam’ın dini mezhep ayrılıkları körüklenecekti
Artık, gerektiğinde yönlendirilebilecek onlarca İslamcı silahlı grup oluşturulmuştu. 1982-1992 arasında 43 İslam ülkesinden yaklaşık 50 bin Müslümanın Peşaver yakınlarındaki kamplarda ABD ve Pakistanlı uzmanlar tarafından eğitildiği sanılıyor. Bunların en ünlüsü Vehhabi-Selefi Cihat hareketinin önderi ve baş finansörü Usame Bin Ladin’di. 1990’da, ABD Yeşil Kuşak Projesi’nden vazgeçince, Bin Ladin bu kamplardan ayrılmak zorunda kalan militanları Yemen’e ve Sudan’a yerleştirdi.
Çağdaş bir Hasan Sabbah ve Şii Haşhaşilerin Sünni kopyası tehlikeli sayılıyordu...
Bunu gören Suudi Arabistan’ın kendisini ‘istenmeyen adam’ ilan etmesi üzerine, Bin Ladin 1990’ların sonunda, 2011 yılında öldürülünceye kadar Peştun kökenli Taliban örgütünün yardımıyla Afganistan dağlarında üslendi. El Kaide üssü Afganistan’a taşınmıştı. Batı yanlısı Suudi Arabistan’ın geleneksel Vehhabi rejiminin yok edilmesi zamanı gelmişti.
Soğuk Savaş'ta komünizme karşı kurulan “Yeşil Kuşak” Şii ve Sünni tüm Müslümanları yan yana getirdi. Ama devrimden sonra, Batı karşıtlığına geçen ve petrolün gücünü de kullanan İran Şiiliği ayrıldı ve Lübnan'da, Suriye'de, Yemen'de tekrar canlandı. Firavunların, hamanların ve karunların yıkılmasından, özgürlükten, adaletten, kardeşlikten söz eden İran devrimi emperyalistler açısından yıkıcı bir etkiye sahipti. Amerika ve İsrail'in varlığı tehdit ediliyordu. İslam dünyası için de yeni bir soluktu. Bölgede “direnişçi unsurlar” oluştu. Kudüs'ün özgürleştirilmesi ve anti-Siyonist düşünce İsrail için bir kâbusa dönüşüyordu. Lübnan'da kurulmuş olan Hizbullah örgütü ve Filistin'deki intifada eylemlerini önlemek için, İsrail terör eylemleri, suikastlar ve savaş dâhil her yolu deniyor, ancak önleyemiyordu. Dahası, İran yıllarca Hizbullah'a füze taşımış, hatta Hizbullah kendi füzesini üretebilecek duruma gelmişti. Ellerinde ne kadar füzenin olduğu ve nitelikleri de bilinmiyordu. Bu bilinmezlik İsrail'in uykularını kaçırıyordu.
ABD'nin yöneticisi Derin Dünya Devleti'ne (DDD) göre, duruma doğrudan müdahale etmek yerine, karşı devrim faaliyetleri yine İslami yapılar eliyle yerine getirilmeliydi...
Yüz yıllardır süren Batı'nın aşağılayıcı ve yağmacı tutumunun Müslüman toplumlarda tepkiye yol açtığını biliyorlardı. Bu enerji Batı’ya değil, Müslüman ülkelerdeki etnik, dinsel, mezhebi çatışmalara yönlendirilecekti. ABD askeri yerine ABD Doları kullanılacak, ABD vatandaşları yerine Müslüman kanı akacaktı...
Yeşil Kuşak” deri değiştirecekti. Yeni adı “Sünni Kuşak” olacaktı...
Sünni İslam ülkelerine muazzam bir para akışı sağlandı. En uygun kesim Vahhabi Selefi hareketinin köktencileri olan “Selefi cihatçı” unsurlardı. Bu unsurlar da İran gibi, İslam devletinden, İslam devriminden, tağutların, firavunların yıkılmasından bahsederek, geniş çaplı küresel bir cihad hareketine itildi. Artık “Şii devrimi” karşısında “Sünni Vahhabi Selefi cihatçı devrimciler” de vardı. Bunların güçlenip yayılması için ABD DDD özellikle yardım ediyor, ses getiren eylemlerde bulunmalarına göz yumuyordu. İslam dünyasında sahte kahramanlar yaratılıyor, Batı dünyasında da İslami terörizm diye nitelenen hareketi güçleniyor, İslamofobi yani İslam korkusu oluşturuyordu.
Daha sonra, çağdaş Haşhaşiler, Selefi cihatçılar, gerektiğinde müttefikleri hizada tutmak için de kullanılacaktı...
Bir taşla iki değil, üç kuş vurulacaktı...
Şiiliğin karşısında sözde Sünni cephenin başını çeken Vehhabi Suudi Arabistan da petrolün gücüyle ve ABD'nin yöneticisi DDD patronlarının güdümüyle, Ilımlı İslamcılık hareketinin desteğiyle görevlendirildi. Diğer yandan da, 1991 Birinci Körfez Savaşında ABD ve çok uluslu güce üs görevi yapan Suudi Arabistan’daki rejim karşıtları da gerilimi artıracaktı.
Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinde gizli İslam partilerinin ortaya çıkışı ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi ile eş zamanlıydı. Örneğin 1992'de Tacikistan’da iktidara gelen İslami Yeniden Kuruluş Partisi’nin liderlerinden biri olan Bici Devlet Osman, seçim zaferinin ardından verdiği demeçte “biz bu zafere 17 yıl hazırlandık” demişti. Bu partinin Suudi Arabistan kökenli Vahabi mezhebiyle bağlantısı biliniyordu. Bazı uzmanlarca Yeşil Enternasyonal Projesi olarak adlandırılan bu Vahabi hareket Balkanlar’dan Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerine kadar geniş bir coğrafyada etkisini arttırmış durumdadır.
1990'larda birçok Batılı ülke ABD tarafından “küresel komünizm” yerine “küresel terörizme” karşı “küresel savaşa” katılmaları için baskı altına alındı. Fakat bazı gerçekçi ve sol eğilimli siyasetçiler “küresel terörizme” karşı askeri güç kullanılmasının hatalı olacağını söyledi. Çözüm zenginler ve yoksullar arasındaki “küresel eşitsizliklerin” yok edilemese bile azaltılmasına bağlıydı. Kaos, yoksulluk ve sosyal dengesizlik, köktencilik, nefret ve terörün gelişip serpileceği zemini oluşturuyordu. Uzun vadeli siyasal ve ekonomik stratejiler bunu esas almalıydı.
2001 yılında buna çare bulundu. Dünya yakın tarihinde önemli bir olay yaşandı. Bin Ladin'in El Kaide’si New York’ta ikiz kulelere ve Pentagon’a yolcu uçaklarıyla intihar saldırısı düzenledi. İslam ve terör tekrar bir araya geliyordu. 19 hava korsanı dahil 2.996 kişi öldü, 10 milyar $ maddi hasar meydana geldi. Olay sonrasında ABD tarafından “Terörizmle Savaş” başlatıldı. Bir süre sonra, Bin Ladin'in yaşadığı ve Taliban'ın koruması altında El-Kaide'nin etkin olarak faaliyet gösterdiği Afganistan'a karşı, birçok ülkenin de desteklediği savaşa girişildi. 1980’lerde Ruslarla savaşta kullanılan dağlardaki mağaralarda ele geçen Taliban ve El Kaide savaşçıları Küba’daki Guantanamo üssüne götürüldüler.
Bin Ladin ABD’nin zayıflığını gözler önüne serecek ve El Kaide'nin gücünü ortaya koyacaktı. Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan ve Endonezya gibi İslam ülkelerini ve Sovyetler Birliği'nden kopan Müslüman ülkeler Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan’ı yanına alacaktı.
El Kaide'nin saldırısı 1933'teki Reichstag, Alman meclis binası yangınını anımsatıyordu. Yangın Hitler'in önlenemeyen yükselişi için çok ustaca kullanılmış, Alman kapitalizminin faşizme dönüşmesinde dönüm noktası olmuştu. İkiz Kuleler ve Pentagon saldırısı da küresel bir işlev gördü, küresel kapitalizm küresel faşizme dönüştü. Çok iyi planlanan ve uygulanan saldırıyı El Kaide'nin yapamayacağı, hatta arkasında Mossad'ın olduğu dahi ileri sürüldü.
Terörle küresel boyutta savaşılacaktı. ABD ve Batı kamuoyu da ikna edilmişti...
2002-2003 yıllarında açık ve gizli olarak yumuşak ve sert güçlerin kullanıldığı iki eksende “Sünni Kuşak” uygulamasına geçildi.
Yumuşak gücün kullanıldığı birinci eksen, siyasal ve ekonomik güç destekli Ilımlı İslam ve Müslüman Kardeşler hareketine kısaca bakalım.

Ilımlı İslam ve Müslüman Kardeşler

Allah hedefimiz, Peygamber liderimiz, Kuran anayasamız, cihad yolumuz ve Allah davası yolunda ölmek en büyük ülkümüzdür” sloganı, Müslüman Kardeşler ideolojisini özetler.
Cengiz Özakıncı’ya göre, İhvanı Müslimin, yani Müslüman Kardeşler örgütü, Mısır’da, 1928 yılında, Türkiye örneğindeki “Batı’ya karşı milli kurtuluş savaşlarından” korkan İngiliz istihbaratının kontrolünde Hasan el Benna tarafından kuruldu. İngiliz yardımıyla Suud Krallığının kuruluşu da aynı döneme rastlar. 1924’te Türkiye’de halifeliğin kaldırılmasından sonra, her iki hareket de Kemalist Cumhuriyeti baş hedef seçmişti. Ürdün, Fas, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri krallarını ve emirlerini destekleyen İngilizler, Mısır ve Irak gibi daha büyük ve köklü ülkelerde bunları öne sürmüştü.
Müslüman Kardeşler sosyal reform için, taburlar halinde örgütlendi. Her tabur işçiler, öğrenciler, iş adamları ve serbest meslek mensupları olarak üç gruptan oluşuyordu. Her hafta bir araya geliyor ve sabaha kadar ibadet ediyor, eğitmenlerden dersler alıyorlardı. Alkol, kumar yasaklanmıştı. Her cami inşaatının yanına erkek ve kız okulları açıyorlardı. İzci örgütlenmeleriyle gençlerin fiziksel ve politik yetenekleri geliştiriliyordu. İşçiler için gece okulları, sivil hizmet sınavlarına hazırlanmak için dershaneler açıyorlardı. Hastaneler, klinikler açıyor, işçi sendikalarını oluşturuyor, fabrikalarını, matbaalarını, dokuma, inşaat ve mühendislik işletmelerini kuruyorlardı.
1934 yılında örgütün şube sayısı 50’yi, 5 yıl sonra 500’ü buldu. Hasan El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyordu.  Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da örgütlendi. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Hareket Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
1943 yılında oluşturulan bin kişilik gizli vurucu güç, sinema ve tiyatroları bombalıyor, Yahudilere saldırıyor, solcu ve milliyetçilere suikast düzenliyordu. 1948’de ünlü bir yargıç ve Başbakan öldürüldü. Kısa süre sonra da Hasan El-Benna gizli servisçe öldürüldü.
1952’de, Müslüman Kardeşler desteğindeki darbeyle iktidara gelen Nasır'ın laik ve sosyalist bir düzeni tercih etmesiyle, İslamcı yönetim isteyen Müslüman Kardeşler ile araları bozuldu.
Nasır'ın Süveyş Kanalını devletleştirmesinden sonra, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Müslüman Kardeşler direnişlerini yaygınlaştırdı. 1954'te İngilizlerle işbirliği içerisindeki darbe girişimi başarılamadı. Liderlerinin büyük bölümü Suudi Arabistan'a kaçtı. Suudlar bunlara okullarda ve üniversitelerde iş verdi. Binden fazla Müslüman Kardeşler üyesi tutuklandı, işkence gördü, hapsedildi ve sürgün edildi. Lider konumundaki altı kişi idam edildi. Artık örgüt yasadışı ilan edilmişti, yeraltına indi.
30 yıl kadar önce, Musul petrolleri için düzenlenen Şeyh Sait isyanını hatırladım…
İslam köktenciliğinin en etkili ideologlarından biri de bağnaz bir Atatürk düşmanı olan Seyit Kutup’un (1906-1966)  liderliğinde İdeolojisi de değişti. Batı’ya ve çürümüş Arap yönetimlerine karşı şiddet kullanılması ve silahlı mücadele gerekiyordu. İslami değerler böyle yayılabilirdi. Seyyid Kutup'a göre, Batılı güçler Mustafa Kemal Atatürk’ü İslam’dan kurtulmak için öne sürmüşlerdi. Dindarlarla laiklik taraftarları aynı toplumda yaşayamazdı. Müslümanlar bu yönetimleri devirmeliydi. Komünizm tanrıtanımazdı, demokrasi Allah’ın nizamının gasp edilmesiydi, cahiliyenin göstergeleriydi, Allah’ın yerine insanlığa tapmaktı. İslam dünyası bir halife yönetiminde bir araya gelmeliydi. Dünya sadece inanca dayanmalıydı ama inanmayanlarla dolu olduğundan savaş alanıydı, cihat bütün dünyayı kapsamalıydı.
Nasır'dan sonra eski bir Müslüman Kardeşler üyesi kimliğiyle iktidara gelen Enver Sedat, örgütü umutlandırdı. Nasır'ın tarafsız politikalarını terk etti. ABD politikalarını uygulamaya soktu. Hapsedilen Müslüman Kardeşler üyelerini serbest bıraktı. Sedat örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları yasal parlamenter siyasetin içine çekti.
Ama köktenciler Müslüman Kardeşler örgütünden ayrıldı ve Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü ortaya çıktı.
Örgüt tirajı 78 bin olan El Dava (Çağrı) adlı dergiyle düşüncelerini yayıyordu. Dört düşman vardı: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, Atatürk'ün laikliği ve Siyonizm. Müslüman Kardeşler üniversiteliler için yaz kampları kurarak, buralarda dini ve bedensel eğitimler veriyordu. Kız öğrenciler türban, uzun kara pardösüler giyiyordu. Sokaklarda, meydanlarda, halka açık yerlerde toplu namaz gösterileri, Hıristiyanlara, türban takmayan kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. Hıristiyan kuyumcuların soyulmaları, gerekirse öldürülmeleri yolunda fetva veriliyordu. Özellikle cuma namazları propaganda amaçları için etkili olarak kullanılıyordu.
1962 yılında Mekke’de Suudların desteği ile kurulan Dünya İslam Birliğinin kurucuları arasında İngiliz ajanı ve Alman Nazi işbirlikçileri de vardı. Bunun için büyük fonlar oluşturuldu, 1972’de kurulan Dünya Müslüman Gençlik Meclisi ile yakın işbirliği yapıldı. Avrupa Milli Görüş Teşkilatının bu örgüt içerisinde etkili olduğu bilinmektedir. Alman Anayasayı Koruma Kurulunun saptamasına göre, Suud rejimi her yıl 4 milyar doları İslamcılığın yayılması için ayırmaktaydı. Bu paranın üçte ikisi İslamcı vakıflara veriliyordu.
1979’da Sovyetlerin Afganistan’ı istilası Suud yönetimi ve Müslüman Kardeşler arasındaki bağları güçlendirdi. ABD’ye ek olarak Suud yönetimi gizlice Afgan mücahitlerine milyarlarca dolar kaynak aktardı. El Kaide’nin çekirdeği böylece oluşuyordu.
Ama Müslüman Kardeşler aynı yıl gerçekleşen İran Devrimi’ni destekleyince Suudiler kuşkulanmaya başladılar.
1980 sonrasında Siyasi İslamcı hareketler, radikaller gibi, patlama yaptı. Tarikatlar ve dini eğitim kurumları en önemli insan kaynaklarıydı. ABD tarafından ılımlı İslam olarak nitelendi ve açıktan desteklendiler. Kapitalizmle sorunları yoktu. Faiz haramdı ama kar payı vardı. Her türlü kapitalist tanıma kılıf uydurdular.
Ama ABD ılımlısının da aşırısının da sonunda raydan çıktığını biliyordu. Çünkü katı dogmatik bir yapıda liderin tam otoritesi vardı ve düşmanlara duyulan nefrete dayalıydı.
1987’de eski içişleri bakanı ve ünlü bir gazeteci, 1990’da Parlamento Başkanı, 1992’de laikliği ve insan haklarını savunan bir profesör, 1994’te Nobel ödüllü yazar Necib Mahfuz evinin önünde bıçaklandı, bir El Ezher uleması öldürüldü. 1997’de Luksor’da 58 turisti ve 4 Mısırlıyı öldürdüler. Müslüman Kardeşlerin köktenci kanadının eylemleri olmalıydı.
Türkiye’de de seri cinayetler yaşandı. 1989’da, Türk Ceza Kanunu'nun Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesinin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar öldürülmeye başlandı. 1990’da, 31 Ocak’ta Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Prof. Dr. Muammer AKSOY, 7 Mart’ta Gazeteci Çetin Emeç, 4 Eylül’de İslam karşıtı yazar Turan Dursun, 6 Ekim’de Prof. Dr. Bahriye Üçok, 1993 başında, Suudilerin desteğindeki Rabıta örgütünü ve MOSSAD-Barzani ilişkisini ortaya çıkaran gazeteci Uğur Mumcu öldürüldü.
Bu eylemlerin çoğunun arkasında CIA ve Mossad’ın olduğu sıkça iddia edildi.
Müslüman Kardeşler, 1991’deki Körfez Savaşı’nda, Irak’a karşı ABD ve müttefiklerini destekleyen Suudileri eleştirince ilişkiler bozuldu. Suudi Arabistan’da yönetim karşıtı Sahva (Uyanış) hareketi örgütlendi. Krala köklü reformlar isteyen birçok açık mektup gönderdiler. Suud yönetimi 1995’te Sahva hareketini bastırdı ve karışıklığının sorumluluğunu Müslüman Kardeşler’e yükledi.
2001’deki New York ikiz Kuleleri saldırısı Suudiler ve Müslüman Kardeşler arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirdi. Artık Müslüman Kardeşler Arap ve Müslüman dünyasındaki tüm kötülüklerin kaynağıydı.
Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in ılımlı kanatları da klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam” yerine 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganını kullanmaya başladı.
Bu arada, ABD tarafından Müslüman Kardeşler veya Ilımlı İslam’ın ılımlı kanatları önce 2002'de Türkiye'de devreye sokuldu. Gerekli planlama ve altyapı çeyrek asır önce tamamlanmıştı. AKP, Fethullah Gülen ve liberal kesim ortaklığında, Atatürkçü, laik, Batı'dan uzaklaşan kesimler hedef alındı. ABD ve Avrupa Birliği desteğindeki yeni hükümet hızla medyayı ele geçirdi ve sosyal alandaki psikolojik harekât ile önemli mesafe kat etti. 2004'te, ABD Başkanı Bush Büyük Orta Doğu Projesinin (BOP) eş başkanlığı görevini Erdoğan'a verdi. 2007'de Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi ve ABD'deki buluşmada Erdoğan, Bush'tan Ergenekon düğmesine basma talimatı aldı. Türk Ordusu'na saldırıda Emniyet içindeki Fethullahçı ekibe yardımcı olacak 35 üst düzey CIA-Pentagon yetkilisi Ankara'da çalışmaya başladı.
2006’da, ABD'nin şekillendirmeye çalıştığı Ortadoğu’da, Müslüman Kardeşler birinci aktör olarak Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar rejimlerin tek alternatifi oluyor, bir "Müslüman Kardeşler Kuşağı" oluşuyordu. Örgüt, kurulduğu tarihten sonraki en stratejik rolünü üsleniyordu.  Toplumda köprübaşı olacak bir İslami cemaat yaratıldıktan sonra, zamanla, toplumun tamamı denetime alınacak ve en sonunda tek parti olarak iktidarın üzerine oturulacaktı.  
Ama bir sıkıntı vardı. Müslüman Kardeşler üç unsurdan oluşuyordu. Tamamını kontrol edebilmek kolay değildi. Dava Hizbi en tutucu kesimdi ve örgütün kılcal damarları sayılan mahalle komitelerinde, köylerde, gençlerde, bürokraside, sosyal yardımlaşmada ve yeni katılımcıları elde etmede güçlüydüler. Pragmatik tutucular olan ikinci grup, örgütün orta yol hizbi, en fazla parlamenter çıkaran kanadıydı. Üçüncü grup reformcular, İslam'ın ilerici bir yorumunu savunurlardı, ama fazla bir tabanları yoktu.
ABD DDD kararını verdi. BOP için, Müslüman Kardeşler’in “Dava Hizbi” CIA ve Pentagon tarafından el altından kontrol edilecek, orta yolu seçenlerle açık işbirliği yapılarak yürünecekti. Yönetimleri bunların üzerine oturtmak hedeflendi. Gerçek demokrasi önemli değildi. Müslüman ülkeler içinde ve aralarında mezhep kavgalarını derinleştirerek çatışma ve savaşların körüklenmesi gerekiyordu. Bu BOP’un uygulanmasını kolaylaştırıyordu. Kral, şeyh, emir ya da diktatör iyice öne çıkıyor ve tamamen ABD DDD emrine giriyordu.
Arap Baharı ile çöken Tunus, Mısır, Libya ve Yemen baskıcı yönetimleri Suudi Arabistan’daki Sahva hareketini de siyasal reformlar için tetikledi. Krala açık mektuplar yazıldı. Ayaklanmalar olmadı ama Suud yönetimi çok korktu, hele Mısır’daki seçilmiş Müslüman Kardeşler yönetimi İran ile yakınlaşma çabalarına girince, Kuveyt ve BAE ile birlikte askeri darbeye yardım için 12 milyar dolar para gönderdi. Bir hafta sonra darbe oldu. 2014’te de Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak ilan etti. Ama 2015’te Tunus temsilcisi Gannuşi’yi, Yemen temsilcisi Zindani’yi ve Filistin Hamas örgütünün önceki lideri Halit Meşal’e ev sahipliği yapmayı sürdürdü.
 İslam Konferansı Örgütü’nün patronu Suudi Arabistan'ın birinci önceliği Arap dünyasında Müslüman Kardeşler yönetimlerini engellemekti. Seçimlere katılmış, parlamentolarda temsil edilmiş, Mısır ve Tunus’ta iktidara gelmişlerdi. Tunus Arap Baharı badiresini alnının akıyla atlatan tek ülkeydi. 2014 seçiminden birinci güç çıkan laiklerle, AKP’nin Tunus karşılığı En Nahda koalisyon çatısında yan yana gelebildiler. İslam ve demokrasi bağdaşabilmişti. Suudi rejimi, bir Müslümanın aynı zamanda demokrat olabileceği fikrinin vatandaşlarına bulaşmasından korkmaktaydı. Kral Mısır'da Mursi'nin devrilmesini bu çerçevede destekledi. Suriye'de Müslüman Kardeşler’in önünü aynı anlayışla kesti. Suudi Arabistan ve Katar, Türkiye ile işbirliği halinde Suriye’de el-Kaide’nin Suriye kolu an-Nusra ve Ahrar eş-Şam örgütleriyle oluşturulan Fetih Ordusuna büyük mali ve askeri destek sağlıyor. Bu örgütlerde kimin sözünün geçeceği ise şiddetli bir tartışma konusuydu.
Suudi Arabistan, 2014'te, Erdoğan’ın sıcak baktığı, Mısır’daki Müslüman Kardeşler'i, Suriye’deki Nusra Cephesi’ni ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)‘i terör örgütü ilan etti. Erdoğan’ın sıcak ilişkiler içindeki olduğu Müslüman Kardeşler'i destekleyen Katar‘dan elçisini çekti.
Taliban’ın, Katar’ın başkenti Doha’da, 2013’ten beri, ABD’nin isteğiyle izin verdiği diplomatik temsilciliği var. Katar, CIA’nın kontrol altında bulunduramadığı Suriye, Libya ve Afganistan’da bulunan El-Kaide’nin alt gruplarına destek verdiği söylenmektedir. Katar, aynı zamanda Libya’da Müslüman Kardeşler militanlarına ve Filistin’de Müslüman Kardeşler'in uzantısı Hamas’a da destek vermektedir. Suudi Arabistan ve İsrail bu destekten hoşnutsuzdur. 2017 krizinde Katar’a ABD, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri tarafından yöneltilen terörü finanse etme suçlamalarında, Katar’ın Arap Baharı’nda Müslüman Kardeşler Örgütünü finanse etmesi de yer alıyordu.
ABD şimdi Müslüman Kardeşler’in tamamı için terörist grup denemeyeceğini söylüyor. Şiddet ve terörü lanetleyen Türkiye ve Bahreyn’i örnek gösteriyor.
Tamamının İslamcı yolda olduğu Müslüman Kardeşler’in içinde şiddet yanlısı militan katı dindarlarla orta yolu tutanlar arasında dikkatli bir ayırım yapabilmek gerekiyor. İkinci gruptakilerin diğer selefi cihatçılarla her zaman birleşebileceğini unutmamak gerekiyor.

Selefi Cihatçılar

“ABD ve radikal İslamcılar arasında yüz yıl boyunca bir savaş sürecektir. ABD savaşlar kazanma gereksinimi duymaz. Karşı tarafa bir karmaşa yaratır ve kendisiyle mücadele edebilecek büyük bir güç oluşumunu engeller.” George Friedman, Gelecek Yüz Yıl.
İki eksendeki “Sünni Kuşak” uygulamasının ikinci ekseni olan, sert askeri gücün gayrınizami harp karakterindeki ve terör ağırlıklı yönüne de kısaca bakalım.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Arap devletlerini din dışı olmak ve İslam yasalarına uymamakla suçlayan selefiler, İslam'ın eski saf haline dönmesini ve gerekirse bu uğurda cihat yapılmasını savunuyorlardı. Müslüman Kardeşler hareketinin bir kanadının, şiddet kullanarak siyasal iktidarın alınmasını savunduğunu da biliyoruz. Bunun, selefi görüşe yakın kişiler arasında ciddi bir karşılık bulduğunu, Pakistan’ın ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle, Afganistan’da hayata geçirildiğini görüyoruz. ABD ve CIA önemli rol üstleniyor. Sovyetler Birliği'nin 1979'da Afganistan'ı işgal etmesiyle birlikte “cihat” artık “silahlı direniş” olarak tanımlanmaya başlıyordu. ABD desteğindeki Taliban’a karşı sekiz yıllık savaştan sonra 15 bin askerini kaybeden Sovyetler Afganistan’dan 15 Şubat 1989'da geri çekildi. Ekonomik ve siyasi sistemi çöktü, süper ülke parçalandı.
Taliban işe yaramıştı. Bu örgüt ve benzerleri ABD Derin Dünya Devleti'nin her yerde kullanabileceği örgütler haline getirilecekti. Mevcutlar desteklenebilir, yoksa üretilebilirdi…
Başkan Clinton döneminde (20 Ocak 1993-20 Ocak 2001) onunla görev yapan Taliban vardı.  Rusya’da 1994’te başlayan ABD desteğindeki milliyetçi Çeçen direnişinin beli 2006’da kırıldı, liderleri öldürüldü, ama halefleri İslamileşti ve köktenciliğe kaydı… Bazıları El Kaide’ye katıldı. ABD’de oğul Bush döneminde (20 Ocak 2001-20 Ocak 2009) 2001’deki İkiz Kuleler ve Pentagon saldırısını düzenleyen (!) El Kaide öne çıkıyor. Sonra Obama (20 Ocak 2009-  20 Ocak 2017) IŞİD’i getirdi. Şimdi Trump IŞİD’i tasfiye edilecek ama bir başka örgüt çıkaracaktır.
Rusların Matruşka bebekleri gibi…
Başkan Trump eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın elektronik postalarından alıntılar yaptı. Başkan Obama ve H. Clinton'a ağır eleştirilerde bulundu. IŞİD'i Obama’nın kurduğunu, cihatçı İslamcı grupları finanse ettiğini, silahlandırıp operasyonlarda görevlendirdiğini ileri sürdü.  
CIA da, 2011'de bu çeteleri Esat'ı devirmek ve Irak'a saldırmak için Suriye'ye geçirmekle suçlanıyor. Pentagon ise Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye ile birlikte Suriye'nin çeşitli bölgelerini denetimleri altına almaya çalışan Selefi cihatçı güçleri desteklemek ve Sünni Devleti kurma girişiminde bulunmakla itham ediliyor. Bu tür SAHTE BAYRAK operasyonlarını İngiliz MI6’in te yaptığı ileri sürülüyor.
Snowden'a göre, ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratları dünyadaki bütün terörü "Eşek arısı yuvası" (Hornet’s Nest) adlı bir strateji ile bir araya getirmeye çalışıyor.
ABD Neoconlarının kullandığı, kötü şöhretiyle ünlü Black Water şirketi de bunlara eklendi. Sünni terör örgütleri yanında İran ve Rusya destekli Şii terör örgütleri de aynı coğrafyalarda bu tehlikeli oyuna katıldı.
Selefi cihatçı etiketli Taliban, El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Hamas, Vahabi Çeçen ve İnguş örgütleri Türkistan, Kafkaslar, Balkanlar, Afrika, Uzak Doğu, Avrupa ve Ortadoğu’dan eleman bulmakta güçlük çekmiyorlardı. En tepedekiler dışındakiler istihbarat örgütlerinin adamları olduklarının da farkında değillerdi. Görünürde kâfirlere, en başta büyük şeytan Amerika’ya, Siyonist katil İsrail’e düşmandılar. Cihat için öldürmekteydiler! Kur’an cihadı emrediyordu. Liderlerinin sözü asla tartışılmazdı. Verilen emirler, intihar saldırısı da olsa kesin uygulanır, cennete gitme garantisi için ölünürdü. Dava için insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti yapılır, fidye ve haraç alınabilirdi.
Bunlara da kısaca göz atalım.

Taliban

Taliban Suudi Arabistan desteğinde, Afganistan’da bir Sünni İslam devleti kurdu. Bu köktenci İslam’ın ikinci başarısı sayılıyor. Birincisi Şii İran İslam devriminde oluşmuştu.
Taliban teröre ve şiddete devam ediyor. 1 trilyon dolar değerindeki bakır, altın, demir cevheri, uranyum ve değerli taşlara sahip Afganistan’da insanlık dışı katliamların yanı sıra, 2001’de, 1400 yıllık kayalara oyulmuş insanlığın ortak kültür mirası iki dev Buda heykelini, dinamit ve tank ateşiyle paramparça etti.  
2014 sonunda, Pakistan’ın Peşaver kentinde, yedi Taliban militan, asker çocuklarının devam ettiği okulu bastı ve 132 öğrenciyi, dokuz öğretmenle birlikte katletti.
CIA’nın eski askerler ve özel şirketlerle yürüttüğü örtülü eylemlerle Pakistan askeri istihbaratınca eğitilen ve donatılan Taliban komutanlarını ortadan kaldırmaya başladığı ileri sürülüyor. Böylece isyancıları masaya çekebilecekleri düşünülüyor.
Çin ve Rusya Taliban’ın Özbekistan İslami Hareketi (Islamic Movement of Uzbekistan) aracılığıyla Orta Asya’daki etkisinden rahatsızlar. Avrupa’yla bağlanacakları İPEK YOLU (Belt and Road) girişimi için Afganistan çok önemlidir. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyelerini Afganistan sorununun çözümü konusunda katkı sağlamaya çağırıyor. ABD ve NATO’nun yıllardır süren çabaları barışı sağlamaya yetmedi. Hükümet güçleriyle savaşan Taliban’ın Afganistan’ın yüzde altmıştan fazlasını kontrol ettiği biliniyor.  Doğu Afganistan‘daki mağaralarla dolu Tora Bora dağlık bölgesini de IŞİD’in Afganistan şubesi olan Horasan İslam Devleti (Islamic State Khorasan) tarafından işgal edildiğini ve Irak ve Suriye’den çekilen elemanlarını buraya kaydırdığını ekleyelim.

El Kaide

El Kaide’nin Asya ve Avrupa saldırıları biliniyor. 12 Ekim 2002'de Endonezya’da, 28 Kasım 2002'de Kenya’da, 12 Mayıs 2003'te Suudi Arabistan’da, 16 Mayıs 2003'te Fas’ta, 6 Ağustos 2003'te Endonezya’da, 15 Kasım 2003'te Şişli Beth İsrael, Beyoğlu Neve Şalom Sinagoglarına ve HSBC merkezine, 11 Mart 2004'te Madrid'te, 7 Temmuz 2005'te Londra’da, 23 Temmuz 2005'te Mısır’da, 1 Ekim 2005'te Endonezya’da ve Ürdün’de, 20 Eylül 2008'de Pakistan’da terör saldırıları yaşandı.
Mayıs 2011'de, Usame bin Ladin ABD Özel birimleri tarafından Pakistan'da gizlendiği bir evde öldürüldü. Eyman el Zevahiri El Kaide'nin liderliğini üstlendi. Şii, Ezidi, Hindu, Hristiyan, Budist ve diğer dini grupları veya mezhepleri, onlar Sünnilere saldırmadıkça, hedef almaya karşı çıkıyordu. Gerçek İslami eğitim almamış insanlara anlayışla yaklaşmayı ve onları tek tanrı kavramı etrafında birleşmeye çağırmayı öneriyordu. El Kaide'nin Irak'ta hayata geçiremediği bu anlayışı El Nusra kanalıyla Suriye'de gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. 11 Aralık 2012’de ABD El Nusra'yı resmen El Kaide'nin Suriye kolu olarak tanımladı. 
Libya'da El Kaide dinsiz saydığı Sufi camilerine, mezarlarına ve tarihi eserlere saldırdı. Eylül 2012'de ABD Libya Büyükelçisi Christopher Stevens'ı makamında öldürdü. Stevens terör organizasyonların çıkardığı petrolün dağıtımını, silah trafiğini ve bölgedeki CIA faaliyetlerini denetliyordu. Stevens’in CIA'ya bağlı cihatçılar tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Başka bir iddiaya göre de, baskına gelenler Cihatçı Selefiler kılığındaki Fransız istihbaratıydı. Stevens'ın öldürülmesinden sonra bu belgeleri aldılar.
7 Ocak 2015'te Paris’te Charlie Hebdo dergisine saldırıyı Yemen El-Kaidesi üstlendi. 23 Ocak 2015'te Somali’nin başkenti Mogadişu’da, Erdoğan’ın heyetinin kaldığı otele intihar saldırısı yapıldı. 5 kişinin öldüğü saldırıyı 2013’te Türkiye’nin Mogadişu büyükelçiliği ve Türk Hava Yolları'na saldıran El-Kaide’nin Somali kolu El-Şebab üstlendi.  
El-Kaide'nin Suriye kolu El Nusra önce El Kaide'den ayrıldığını ilan etti ve başka cihatçı guruplarla birlikte Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) (Şam'ı Kurtarma Örgütü) adlı çatı örgütünü kurdu. Bunun bir ABD operasyonu olduğu sanılıyor. HTŞ Hatay sınırındaki gümrük kapısı dahil İdlib'in en önemli bölgelerini ele geçirdi. Bahane yaratılmıştı. PKK-PYD artık Afrin'den güneye inip HTŞ terör örgütü ile vuruşarak İdlib'i ele geçirebilirdi.
Suriye’nin İdlib şehrinde 4 Nisan 2017’deki kimyasal saldırıları yapanın da, İngiliz hükümetinin finanse ettiği, El Kaide'nin en zeki örgütü Beyaz Miğferliler olduğu ileri sürüldü. Çin’e bağlı Doğu Türkistan’daki ayrılıkçı Uygur hareketi Doğu Türkistan İslam Hareketi örgütünün de El Kaide ile ilişkisi olduğu sanılıyor.

IŞİD

Ekim 2006'da Irak'ta el Kaide'nin artık Iraklı bir hareket olduğu ve Irak İslam Devleti olarak anılacağı açıklandı, başına Iraklı Selefi Ebu Ömer el Bağdadi getirildi. ABD'nin 2003 Irak işgali sırasında bir camide din görevlisi olan Bağdadi'nin, Irak direnişine destek verdiği ve 2004'te tutuklanarak 2009'a kadar Amerikan Bucca gözetim kampında tutulduğu ve orada CIA saflarına katıldığı iddia ediliyordu. Pakistan askeri istihbaratının eski başkanı General Hamid Gul, 1988'de Afganistan'daki kampları gezdiği sırada gördüğü Arap gençler arasında, 17-18 yaşlarında olan IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi'nin de bulunduğunu söylüyordu. Bazı İslami sitelerde yayınlanan El Bağdadi’nin ABD’li senatör John McCain ile aynı karede yer aldığı iki fotoğrafın Rusya'ya sığınan CIA ve NSA eski ajanı Edward Snowden tarafından sızdırıldığı iddia edildi. Snowden'a göre IŞİD'in arkasında ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı var ve İsrail'in güvenliğini sağlıyor.
Ergün Diler, IŞİD'i perde gerisinden kuranın CIA'nın eski DİREKTÖRÜ David Petraeus olduğunu, ama IŞİD'e İngilizlerin de sızdığını ileri sürdü. MI6 Başkanı “İyi ki girdik ve IŞİD'i kendimizden uzak tuttuk” demişti.
İran Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hasan Firuzabadi de IŞİD’in ABD ve İsrail tarafından Siyonizm’in çıkarlarını korumak için oluşturulduğunu iddia etmişti.
2016 Aralık'ta Hillary Clinton'ın, kişisel elektronik posta hesabı üzerinden devlete ait gizli bilgiler içeren yazışmaları Rusya'nın eline geçti. ABD ve NATO'nun Libya'dan başlayarak, 2011'de Esat'ı devirmek ve Irak'a saldırmak için Suriye'ye geçen IŞİD teröristlerinin nasıl finanse edildiği, silahlandırıldığı ve operasyonlara görevlendirildikleri ortaya kondu. Pentagon'un, Batılı ülkelerin, Körfez devletlerinin ve Türkiye'nin Suriye'nin doğu bölgelerini denetimleri altına almaya çalışan bu güçleri nasıl desteklediği de gösterildi. Trump ta devreye girdi “IŞİD'i Obama kurdu, yardımcılığını da Hillary Clinton yaptı,” dedi.
IŞİD'in önceli Irak İslam Devleti idi. Kadınların siyah çarşaf ve ellerine eldiven giymeleri, gözlerini siyah tül ile kapatmaları ve ancak yanlarında aileden bir erkek olduğunda sokağa çıkmalarına izin verdi. Erkekler sakal bırakacak, kamuda sigara içmeyecek, futbol oynamayacaktı. Hırsızlığın cezası el kesmek, zinanın cezası taşlanarak öldürülmekti. Musul'da yaşayan azınlıklar ve Hıristiyanlar mallarını bırakıp kaçtılar ve hepsine Irak İslam Devleti el koydu. Ama kadınlara tecavüz, aşiret liderlerinin fidye karşılığı kaçırılması, kaçak petrol satımı gibi faaliyetleri Irak İslam Devletine karşı direnişi tetikledi.
Irak hükümetince desteklenen Şii ölüm timleri Sünnilere saldırılara başlamıştı. 2007’de Irak'ın Sünni aşiretlerin oluşturdukları Sahva (Uyanış) Konseyleri de Sünni bölgelerinde Irak İslam Devletine karşı mücadeleyi başlatmıştı.  
Nisan 2013'te önemli bir gelişme oldu. ABD’nin El Kaide'nin Suriye kolu olarak tanımladığı El Nusra ve bazı cihatçı gruplardan oluşan Ahrar el Şam Suriye'nin kuzeyindeki Rakka şehrini Suriye askeri birliklerinin elinden aldı. Aynı gün el Bağdadi Irak İslam Devleti olarak Suriye halkının yardım çağrılarına yanıt verdiklerini, Suriye'deki güçlerini pekiştirdiklerini ve El Nusra ve Irak İslam Devletinin birleşerek “Irak Şam İslam Devleti” (İŞİD) olarak var olacağını açıkladı.
Uluslararası üne sahip yazar ve stratejik risk danışmanı William Engdahl da, IŞİD’in bir CIA/NATO projesi olduğunu, 2012’de Ürdün’ün Safavi kentindeki bir CIA-Özel Kuvvetler eğitim kampında eğitilmeye başlandığını ve bu kampın ABD, Türk ve Ürdünlü istihbaratçılarca yönetildiğini iddia ediyor. Bu kampın finansmanını Suudi Arabistan ve Katar üstleniyordu. Engdahl’a göre IŞİD militanlarının önemli kısmı Türkiye’den geçiyordu. Çeçen ağırlıklı teröristlerin çoğu, Gürcistan’ın Vale geçidinden, Türkiye tarafındaki Türkgözü köyü üzerinden Suriye ve Irak’a kadar gönderiliyordu.
Ünlü emperyalizm karşıtı yazarlardan Profesör Michel Chossudovsky, IŞİD’in sürekli dillendirdiği “Sünni Halifelik” projesinin aslında ABD planı olduğunu, Irak’ın üçe bölünmesi için 2004 yılında Bush yönetimince tasarlandığını yazdı. Suriye için kurulan ancak başarısız olan IŞİD, ABD ve İsrail tarafından bu kez Irak’a yönlendirildi. Irak’ta Şii Başbakan Maliki’den şikâyetçi Sünni siyasetçilerin de desteğiyle kısa zamanda alan kazandı. ABD, Kürt bölgelerini ve Bağdat merkezi yönetimini korumak için kısmen de olsa IŞİD’i vuruyor ama asıl hedef hâsıl oldu. 1-Kerkük’ün denetimi Barzani’ye geçti. 2-İran ve Rusya’ya sıcak bakan Başbakan Nuri El Maliki’den kurtulundu. 3-PKK, IŞİD’e karşı savaştırılıp sempatikleştirildi. 4-İran’ın Irak üzerindeki etkisi azaltıldı. 5-Akdeniz’e hedeflenen Kürt koridoru canlı tutuldu. 6-Suriye’de IŞİD’e destek veren (verdirilen) ve suçüstü yapılan RTE yönetiminin ağzı kapatıldı. Musul Başkonsolosluğu baskınıyla Türkiye’nin IŞİD’e karşı hareketi önlendi. 7-IŞİD eliyle Telafer, Musul, Kerkük ve Sincar’daki Türkmenler dağıtıldı. 8-İsrail’in Gazze saldırıları kısmen örtüldü. Hamas ile IŞİD bağlantılı gösterildi. 9-IŞİD’e Suriye’de destek veren RTE-Davutoğlu ikilisi Cumhurbaşkanı ve Başbakan yapılarak daha sıkı kontrol altına alındı.
Katarlı muhalif grup “Kurtuluş İçin Gençlik Hareketi” bir video yayımlayarak, Katar’ın IŞİD’i desteklediğine dair bazı belgeleri açıkladı.
Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan The National gazetesi, Suriye’nin güneyinde savaşan muhaliflerin İsrail’de tedavi gördüklerini, karşılığında istihbarat paylaşımında bulunduklarını yazmıştı. İsrail Post Gazetesi de, İsrail’de tedavi gören Suriyeli muhaliflerin İsrail için birçok anlamda olumlu sonuçların doğmasına yardımcı olduklarını yazdı. IŞİD’in, İsrail’in yanı sıra bölgede dokunmadığı tek güç İsrail’in desteklediği Mesut Barzani.
IŞİD, 2014'te Irak ordusunun direnişiyle karşılaşmadan Telafer'e, Musul'a, Kerkük ve Tuz Hurmatu çevresindeki Türkmen köylerine girdi. 500 bin Türkmen Irak'ın içlerine, bir kısmı da Türkiye'ye gitti. İki buçuk milyon kadar Arap ve diğer etnik gruplar Kerkük'ten Irak'ın içlerine ve Suriye’ye kaçtı. Dolaylı etnik temizlik ayrılıkçı Barzani’ye yaradı. IŞİD'e karşı Kerkük ve Tuz Hurmatu'yu savunma bahanesiyle Kürt Peşmerge güçleri Kerkük'ü kontrol altına aldı. Irak Hükümeti bu duruma suskun kaldı. 
Mısır'da, 2012'de iktidara gelen Müslüman Kardeşler, Türkiye'de 10 yıl önce bunu başarmış olan AKP gibi sabırlı olamayıp, tez elden şeriata yönelince, ertesi yıl askeri darbeyle düşürüldü. Ama darbe yönetimi de Kıpti Hristiyanları hedef alan IŞİD cihatçıları aracılığıyla dizginleniyordu.
Görünüşte IŞİD barışa karşıdır, soykırım yapmayı caiz kabul eder ve dini inançları gereğince her türlü değişime karşıdır. Müslümanların birliği için hilafetin yeniden kurulmasına ve bunun için üzerinde hükümranlık kurulacak topraklara ihtiyaç duyar. Bu görev bin yıldır yerine getirilmemiştir. Osmanlı hilafeti, hem Şeriatı olması gerektiği gibi uygulamadığı, hem de halifeleri Muhammed Peygamber soyundan gelmediği için meşru değildir. Bir Müslümanın bir halifeye biat etmeden ölmesi, onun gerçek bir Müslüman gibi yaşamadığını gösterir. Şiiler kadar Selefi düşünce dışında kalan Müslümanlar da hedeftir. Suriye'de savaşan YPG, Kuzey Irak'taki Barzani’nin Kürt güçleri de düşmandır.
IŞİD saflarında yetmiş ülkeden on binlerce eski asker, hırsız, katil, uyuşturucu satıcısı, mafya artığı kişi bulunduğu sanılıyor. Başlarındaki işbirlikçi elebaşları için İslam ve cihadın ikinci planda olduğu, üst düzey komutanları ve nitelikli savaşçıların ayda on binlerce dolar, çatışma başına 2 bin dolar aldıkları söyleniyor. Bazı abartılı raporlara göre, IŞİD saflarına yüz yirmiyi aşkın ülkeden cihatçı, yalnız ya da eş ve çocukları ile katıldı, 18 yaş altındaki çocukların sayısı 200 bine ulaştı.
Şii Hizbullah Örgütü’nün önde gelen isimlerinden Muhammed Fineyş, Lübnan ve Suriye’de savaştıkları IŞİD için “İsrail’in öldürdüğünden fazla Müslüman öldürdüler, Sünnileri de affetmediler” dedi.
Sünni mezhebinden ne kadar terör örgütü varsa Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içine dolduruldu. Eski Başbakan Davutoğlu “IŞİD'i bitirecek güç” dedi. Katar'dan, Suudi Arabistan'dan, Arap Emirlikleri'nden bol para sağladı, örgüte ağır silahlar bile verildi. Ama ÖSO militanları, gelen silahları el altından IŞİD'e sattı. Türkiye'de eğitilen-donatılan ÖSO askerleri, cepheye gidince IŞİD'e geçmeye başladılar, kimi komutanların Monte Carlo'da ve Antalya'da otelde olduğu anlaşıldı.
Müslüman nüfusu 20 milyon civarında olan Rusya da konuyla yakından ilgileniyor. Radikal İslamcı Çeçenler dâhil IŞİD saflarında Suriye’de savaşan Rusya vatandaşı sayısı iki bin 200'ü geçti. Kafkasya Emirliği gibi Moskova'nın terör örgütü olarak kabul ettiği Kuzey Kafkasya'daki militan gruplar IŞİD'e bağlılıklarını ilan etti. IŞİD saflarında savaşan teröristlerin Rusya'ya döndüklerinde istikrarsızlığa yol açacakları düşünülüyor. Bazı Orta Asya ülkelerinden IŞİD saflarında beş binden fazla kişinin savaşması da bu endişeyi artırıyor. Suriye'de iktidar radikal İslami grupların eline geçerse, sonraki hedefin Rusya olacağı düşünülüyor.
IŞİD’in ABD Derin Dünya Devleti tarafından Avrupa'da, Afrika'da ve Asya'da uyumsuz görülen İngiltere, Fransa, Almanya gibi müttefikler dahil, tüm ülkelere karşı kullanılmakta olduğu da iddialar arasındadır.
IŞİD’in Irak ve Suriye’deki toprakları kaybettikten sonra Asya’da, Avrupa’da, Balkanlarda ve Afrika’da dağınık şekilde kentlerde, dağlarda ve çöllerde yerleşeceği bekleniyor. El yapımı kimyasal silahlar, insansız hava araçları, roket fırlatıcıları, fosfor bombaları, canlı bombacılarla eylemlere devam edeceği söyleniyor.
Çin’in güçlenmesinin ve Yeni İpek Yolu atılımının önünü kesmek için, Güneydoğu Asya’da Filipinler, Malezya ve Endonezya’da gerçekleşen IŞİD bağlantılı terör faaliyetleri de dikkatle izlenmeye değer bulunuyor. Filipinler’deki Maute, Ebu Sayyaf, Ensar ul Hilafet, Bangsamoro İslami Özgürlük Savaşçıları’nın IŞİD Küresel Konseyi’nin (Ahlus Şurası) Isnilon Hapilon’u Filipinler’de yeni bir halifelik veya vilayet kurmak üzere tüm örgütlerin önderi olarak atadığı biliniyor. Endonezya’daki Ansharut Daulah Cemaati önderi Aman Abdurrahman da İslami Savunma Cephesi’nin de başına geçmiş durumda.
Pentagon da bunlara karşı önlemler alıyor (!)
Yeni Büyük Oyunda IŞİD Rusya-Çin-İran ortaklığının en zayıf halkası Şii İran’da da işe yarayacak gibi görünüyor.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın, 10 Ek 2017’de “9,5 aydır Türkiye'de terör saldırısı yaşanmıyor. Bu IŞİD vazgeçtiği için değil, işbirliğimizin sonucu..." dediğini de not etmek gerek.
Çok sayıda ülkenin IŞİD'e karşı operasyon başlatmasının ardından örgüte katılımlar 2015 sonunda durma noktasına geldi. Suriye Rakka'da bulunan belgeler, örgüte katılan 40 binden fazla yabancı savaşçıdan 19 bininin adlarının öğrenilmesini sağlamıştı. Bu kişiler 110 farklı ülkeden gelerek örgüte katılmıştı. Diğer ülkelerin Türkiye'ye gönderdiği isim listelerine göre 146 ülke, toplam 53 bin 781 vatandaşının IŞİD'e katılabileceği endişesini taşıyor. Türkiye, en fazla vatandaşı IŞİD'e katılan 7. ülke. Listenin ilk sırasındaki Rusya'yı ise Suudi Arabistan, Ürdün ve Tunus izliyor. Irak ve Suriye'deki 5 bin 600 IŞİD'li ülkelerine döndü... Türkiye'ye dönen 7 bin 240 kişi IŞİD veya El Kaide üyeliği şüphesiyle gözaltına alındı ya da tutuklandı. 900 Türk vatandaşı da herhangi bir engele takılmadan geri döndü. Verinin kaynağı Türkiye Dışişleri Bakanlığı. İngiltere'den savaşmaya giden 850 kişinin yarısının da ülkelerine döndükleri belirtiliyor. IŞİD'in toprak kaybetmesine rağmen lider kadrosunun ülkelerine dönen savaşçıları uzun süreler kullanabileceği değerlendiriliyor. IŞİD'in Türkiye'de Temmuz 2017 öncesi 14 saldırı düzenlediği, 2016'da 22 saldırının ise engellendiği de belirtiliyor.
Pentagon, en az 6 bin IŞİD teröristinin Avrupa ülkelerine geçtiğini (gönderildiğini) açıkladı.

Hamas

Filistin’de Hamas, Ortadoğu’nun ünlü örgütlerinden biridir. Dünyadaki son Yahudiyi öldürüp bir İslam devleti kurmaya çalışan İslam Tugaylarının bir bölüğüdür. Hamas, intihar komandolarıyla bir dönem sürekli dünya gündemine geliyordu. Katar tarafından desteklendiği biliniyor. İsrail istihbaratı Türkiye üzerinden "terörist" Hamas'a yapılan para transferlerini ortaya çıkardı. Türkiye ile Batı Şeria'daki ticari şirketler aracılığı ile aklanan paralar, Hamas'ın Halil kenti ve Batı Şeria'daki terör faaliyetlerini finanse etmek üzere bölgeye ulaştırılıyordu.
Filistin davasında laik, milliyetçi Filistin liderlerle iç siyaset dengeleri bozulmasın diye sürekli taviz verip sessiz kalmayı tercih etti ve sonunda kırk altı yıllık El Fetih iktidarına son vererek yönetimi eline aldı. Siyasi lider Halid Meşal Hamas'ın eksenini değiştiriyor. Suudi Arabistan ve Mısır liderliğindeki Sünni eksenle ilişkiler sürdürülürken, İran'ın liderliğindeki Şii ekseniyle stratejik bağlar derinleştiriliyor ve Tahran'ın desteğiyle Lübnan'la yeni bir dayanak noktası kuruluyor. Hamas Mayıs 2017’de şiddet yanlısı olmadığını açıkladı. Filistin sorununun çözümüne bir fırsat oluşturmasını istedi. ABD Başkanı Trump'ın terörist nitelendirmesine tepki gösterdi. Diğer Filistinli gruplar da Hamas'ın bir ulusal kurtuluş hareketi olduğunu vurguladılar. Hamas Mısır istihbaratının gözetiminde El Fetih karşısında geri adım atıp Gazze’deki özerk yönetimi dağıtacağını açıkladı.

Hizbullah

Lübnan’da 1985’te kurulan Şii Hizbullah İran ve Suriye ile güçlü bağları olan bir örgüttür. Amacı Lübnan’da bir İslam devleti kurmak, ülkeyi İsrail ve Batı emperyalizminden uzak tutmaktır. ABD’nin En Tehlikeli Terör Örgütleri listesinde ilk sırada yer alır. Hizbullah Lübnan’daki iç dinamikleri bozdu. Şiiler çoğaldı. İsrail saldırılarına hala cevap veriyor. Bir dönem partileşme çalışmalarına giderek, ılımlı bir hava yaratmaya çalıştıysa da bunu başaramadı.
Suriye iç savaşı dengeleri çok değiştirdi. İsrail'in düşmanlarının tüm güçleri çökertilecekti. Ancak İran, Hizbullah ve Şiiler bunu kendileri için bir ölüm kalım savaşı olarak gördü. Suriye'yi canları pahasına savundu. Rusya’yı da yanına aldı. Çin’in sessiz desteği sağlandı. Rusya, İran, Irak, Suriye ve Hizbullah ortaklığı ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri tarafından desteklenen Selefi cihatçılara karşı başarıyla mücadele etti. Hizbullah, Suriye ordusu ile Suriye-Lübnan sınırını kontrolüne aldı. Hizbullah Temmuz 2017'de Lübnan’daki Nusra, Ağustos 2017​’de IŞİD varlığını sona erdirdi. Eylül 2017'de Suriye topraklarında yaklaşık 16​ bin Şii militan savaşıyor; az sayıda İran kuvvetleri, az sayıda yerel Şii militanlar​​, az sayıda danışmanlar ve gerisi Hizbullah'tan oluşuyor.

Haşdi Şabi

Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) IŞİD’in 2014’te Musul’u ele geçirmesi ardından, Irak'ın Şii dini lideri Ayetullah Sistani’nin fetvasıyla farklı milis gruplardan kuruldu. Milislerin 120 bininin Şii, 16 bini ise Sünni Iraklı olduğu söyleniyor. Bağdat örgüte, para ve silah yardımı yapıyor. Haşdi Şabi bünyesindeki örgütlerin büyük bölümünün İran'la yakın ilişkileri bulunuyor. Örgütün İran Devrim Muhafızları tarafından teşkilatlandırıldığı, bünyesindeki grupların liderlerinin, Tahran'la ve İran'daki kutsal Kum şehriyle yakın ilişkileri olan din adamları olduğu söyleniyor. Paranın ve silahların bir bölümü İran'dan geliyor. Şii Iraklıların önemli bir bölümünün gözünde milisler kahraman olarak algılanıyor.
 Irak güçleri Temmuz 2017 ‘de Musul’da IŞİD’e yönelik zafer ilan etti. Tel Afer kuşatmasında Musul’da olduğu gibi Haşdi Şabi önemli bir rol oynadı. Türkiye Tel Afer’e ilişkin Haşdi Şabi’ye karşı çıkıyor. Haşdi Şabi’nin bazı unsurları Suriye’de Şam yönetimi yanlısı olarak İran destekli diğer milis güçlerle sahada yer alıyor. Haşdi Şabi Irak ordusunun bir parçası oldu. IŞİD sonrası süreçte Irak’ta Haşdi Şabi’nin etkinliği arttı. Aynı durum Ekim 2017 ‘de Kürt Peşmergeler Kerkük’ten çekildiğinde yaşandı, Irak ordusundan önce İran yanlısı Haşdi Şabi güçleri girdi.

Sonuç:

Bölgeden yüzyıllarca önce kovulan Hristiyanlık Protestan ağırlıklı yeni haçlı seferleriyle geri geldi. Dört yüzyıllık Osmanlı barışını cehennemle değiştirdi. Öne çıkardığı Yahudilere kalkan oldu. Kürtleri de koçbaşı yaptı. Sünni-Şii savaşını körüklüyor. Perde arkasında yarattıkları ve destekledikleri cihatçı selefiler ile tüm bölgede ve Avrupa'da estirdikleri terör rüzgârıyla zavallı İslam dünyasını katillerle aynı kefeye dolduruyor.
Yüzyıl önce, Almanların gölgesindeki Sünni Osmanlı halifesinin cihad çağrısı, İngilizlerin yönetimine giren Sünni Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in cihat çağrısı ile cevaplanmıştı. Elli yıl önce zirvesine ulaşan Soğuk Savaş'ta Allahsız komünistlere karşı ABD güdümünde oluşturulan “Yeşil Kuşak” İslamı, Afganistan'da Sünni Taliban ve sonra Sünni El Kaide terörüne dönüştü. On beş yıl önce, Irak'ın parçalanmasından sonra da, yine ABD Derin Dünya Devleti güdümündeki El Kaide türevleri olan Suriye'deki çeşitli örgütleri ve en önemlisi, IŞİD “Sünni Selefi Cihat” terör örgütlerini doğurdu. Suudi Arabistan ve Katar’ın mali desteği de bunların arkasındaydı.
Suriye ve Irak'taki bölünmeyi hızlandırma ve Kürtlere bağımsız devletler kurdurma işlevi biten IŞİD, ABD'nin uluslararası siyasetini el altından desteklemek üzere, Avrupa'daki müttefikleri dahil tüm dünyayı “Darül harp” ilan etti. Özellikle Çin'in geliştirmeye çalıştığı karadan ve denizden Yeni İpek Yolu güzergâhına dikkat gerekiyor. Asya yüzyılı ilan edilen 21. yüzyılda Şanghay İşbirliği Örgütü, ABD liderliğindeki Batı’nın rakibi haline dönüşüyor.
Rusya ve Çin, IŞİD ortadan kaldırılırsa bile birçok mensubunun Kafkasya, Orta Asya, Güney ve Güneydoğu Asya'ya, Çin Uygur Özerk Bölgesine geleceğinden endişe ediyor. Siyasi karışıklıkların, dini çatışmaların ve terörist saldırıların Yeni İpek Yolu girişiminin ilerlemesini ciddi biçimde engelleyebileceğini düşünüyor...
2017 yılının son dönemine bakalım. Mısır’da Kıpti Hristiyanlara ait iki kilise bombalandı, 44 ölü, 119 yaralı (9 Nisan). İngiltere Manchester’da konserde patlama. 22 ölü, 119 yaralı. Saldırıyı IŞİD üstlendi (22 Mayıs). Mısır'da Kıpti Hristiyan otobüsüne IŞİD saldırısı, 28 ölü, çok sayıda yaralı (26 Mayıs). IŞİD İran'da Meclis ve Humeyni türbesini hedef aldı. 16 ölü, 40 yaralı (7 Haziran). Irak’ta Şiilerin kutsal kenti Kerbela’da IŞİD intihar saldırısı, 20 ölü, 25 yaralı (9 Haziran). İngiltere Londra’da bir araç önüne geleni ezmeye başladı. 8 ölü, 48 yaralı (3 Haziran). İspanya Barselona'da IŞİD teröründe 13 ölü, 100 yaralı. (17 Ağustos). ABD New York’ta, Özbek asıllı saldırgan kamyonetini bisikletlilerin üzerine sürdü, ateş açtı 8 ölü, 15 yaralı. Saldırıyı IŞİD adına düzenlediğini belirtti (1 Kasım).
Hoş geldin “Küresel Sünni Selefi Cihat!” diyebilir miyiz?
ABD Derin Dünya Devleti’nin çok tehlikeli bir girişimde bulunduğu kesindir.