Nefilimler,
Atlantis, Derin Dünya Devleti
Mart 2017
Şaban
Recai Öztürk
Yeni
Dünya Düzeni, Tek Dünya Devleti, Tek Dünya Dini, Derin Dünya Devleti ya da tek
bir sözcükle, “küreselleşme” artık günlük yaşamımıza girdi, kaçınılması
olanaksız görünüyor. Bunun yanında küresel paranoya, küresel şizofreni, küresel
düşünce ve kişilik bozukluğu kavramları ile karşılaşıyoruz.
Derin
Dünya Devleti ve örgütlerinin iç yüzleri, amaçları ve tehlikeleri hakkında binlerce
kitap ve makale yazılmış, küreselleşmenin gerçekleri hakkında yüzlerce
konferans verilmiştir. Bu bilgilendirmelerden bir özet çıkaralım.
Derin
Dünya Devleti ve onunla ilgili örgütler gizli güçler halindedir. Kendilerini ortaya
koymaz, gizlerler. Bazen de tersini yaparak, olduklarından daha güçlü görünmeye
çalışırlar. Parayı kayıtsız şartsız onlar yönetir. ABD'deki Merkez Bankası’ndan
tutun, diğer devletlerin merkez bankalarına kadar tüm temel bankaların kilit noktalarını
onlar kontrol eder. Iskonto oranlarını, para teminini, altın stoklarını ve altın
fiyatlarını, borsaları onlar ellerinde tutar. Dünyada akmakta olan tüm kara
para bu örgütlerin kontrolündedir. En büyük 500 şirket onların yönetimindedir. Devletlerin
siyasetini el altından yönlendirirler. Savaşlar, bölgesel çatışmalar onların
eseridir. Dünyayı dinlemek ve yönetmek için teknolojik oyuncaklar onlara
aittir: Uydular, internet, fiber optik sistemler, cep telefonu, bilgisayar,
şans oyunları, televizyon, uyuşturucular. Bu oyuncakların beyinleri olan
yazılımlarını da kontrol etmeye çok yakındırlar.
Doğrudur,
yüz yıl önceye göre, bilim ve teknoloji yanında olaylar da çok hızlı gelişiyor,
insanlık büyük bir dönemeçten geçiyor. O zaman “Nereye gidiyoruz?” sorusunu
sormak gerek. Buna cevap aramaya “Tek Dünya Devleti” konusunun tarih öncesine
ve yazılı tarih dönemine bakarak başlayalım.
Notlarımın
arasında ilginç bir teori var. Sanırım,
konunun çok eski çağlardaki fiziksel boyutunu açıklamak için bir basamak
oluşturuyor.
Yakın
Doğu tarihi ve arkeolojisi uzmanı Zecharia Sitchin, “Kozmik Tohum” ve “12.
Gezegen” adlı kitaplarında Tevrat’ta da yer alan, uzaydan gelen üstün uygarlık
mensubu yaratıklarla ilgili ilginç bilgilere yer verir. Yahudi asıllı Sitchin, Tevrat,
Sami ve Avrupa dilleri, modern ve eski İbrani dili konularında eğitim almış,
Londra Üniversitesi´nden mezun, Sümer dilini anlayan ve okuyan nadir bilim
adamlarından biridir. Sümer tabletlerindeki efsanelere dayanan teorisine kısaca
bakalım.
M.Ö.
480.000-430.000 arasında dünya ikinci buz çağını yaşamaktadır. Aynı dönemde,
3.600 yılda bir Mars ve Jüpiter arasından geçen, çok gelişmiş bir uygarlığa
sahip Nibiru (Babilce Marduk) gezegeninin atmosferi bozulmaya başlamıştır. Gezegende
yaşayan Anunnakilere göre, dünyadaki altın madenleri bozulan atmosferlerini
kurtarabilecektir. Dünyaya gelip, Basra’da Birinci İstasyonlarını kuruyorlar. M.Ö. 400.000’de Mezopotamya’da uçuş kontrol
merkezi, metalürji merkezi kuruluyor. Uzay gemilerine altın transferi
başlamıştır. Altın arayışını Güney Afrika’ya da kaydırıyorlar.
Burada,
çok gelişmiş bu uygarlığın, madenleri birbirine dönüştüremediğini anlıyorum.
Dünya tarihindeki okültist simyacıların bu konudaki gayretlerinin de sonuç
vermediğini hatırlıyorum.
Sümer
“Gözcülerin ülkesi” demekti. Bu üstün yaratıklar Sümer mitlerinde “Anunnaki”
diye geçiyorlardı. İbrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim"
diyorlardı. Eski Mısır'da adları, "Neter" idi. Bütün eski kültürlerde
ve mitlerde başrol onlarındı.
M.Ö.
300.000’lerde madenlerde çalışmayı reddeden Anunnakiler isyan ediyor. Bunun
üzerine, dünyada yaşayan “insanımsılar” genetik işlemle insanlara
dönüştürülüyor. İlkel işçi, ilk insan yaratılıyor ve çoğaltmaya başlıyorlar. Bu
kısır insanları doğuran Anunnaki dişileri de yıllar sonra başkaldırınca, insan
soyunun üreme yeteneği geliştiriliyor.
Kutsal
kitaplardaki “edep yerlerini bilmeyen” “kısır” Adem ve Havva’nın yaradılışının
efsanelerdeki yeri böyle. Sonra Şeytan tarafından aldatılıyorlar ve yasak
ağacın meyvasından yiyerek “edep yerlerini” görüp utanıyorlar. Tanrı da onları
cennetten kovuyor.
Burada
“Evrim” ve “Yaradılış” kuramlarının birleştiği görülüyor. Bilim notlarıma
bakıyorum. M.Ö. 1,8 milyon yıllarında modern insanın ataları, Homo Erectus’lar
(Dik durabilen insan) kendi barınaklarını inşa edebiliyorlardı. Homo Erectus'un
Afrika'dan kuzeye uzun göçü insanlığın ilk ve en önemli göçüydü. Günümüzden
yaklaşık 1,6 milyon yıl önce başlayan bu göç, kuzeye Anadolu üzerinden ulaşmıştı.
Gürcistan 'da bulunan Homo Erektus kafatası yaklaşık 1,7 milyon yıl önceye tarihleniyor.
M.Ö. 1,5 milyon yıllarında insanoğlunun atası gelişmiş Australopithecus
görülüyor. Sonra uzun bir zaman geçiyor ve M.Ö. 250.000’lerde ilk Homo Sapiens’ler
diğer kıtalara yayılıyor.
Sitchin’e
göre, M.Ö. 100.000’de bazı Anunnaki erkekleri dünya kadınlarıyla ilişkiye
giriyor ve yarı üstün melez insanlar doğuyor. Anunnakiler Sümer ve Babil
tanrıları olmuştur. Melez yarı üstün insanlar da yarı tanrılar olarak
mitolojilerdeki yerlerini alıyor.
Bilim
notlarıma tekrar bakıyorum. M.Ö. 100.000’de Neandertal İnsan var. Neandertal
DNA'sı tüm modern insanlarınkinden çok farklıydı, bu farklı dizilimler modern
insan topluluklarında bulunmuyordu. Neandertallerin 30.000 yıl önce DNA'larıyla
birlikte yok oldukları sanılıyor. Sadece Orta Doğu’daki CroMagnon adam hayatta
kalmıştı.
Sitchin’e
göre, Büyük Tufan M.Ö. 12.632-11.000 arasında bir yerdedir. Mardukluların
önderi Enlil bunu kullanarak insan soyunu yok edecektir. Ama dünyadaki Anunnakilerin
lideri olan kardeşi Enki buna karşı çıkar ve bir yarı tanrı olan melez insanı
(Utnapishtim veya Nuh Peygamber) uyarır. Seçilmiş bazı insanları da içine
alacak bir gemi yapacaktır. İzleyen dokuz bin yıl bazı Anunnakiler kurtulan
insan soyunu yeni bir uygarlık yaratmaları için korur ve kollar. Her 3.600 yılda
bir dünyayı ziyaretleri devam eder.
Sitchin
böyle olduğunu ileri sürüyor. Benzer izleri Mısır ve Eski Yunan mitolojilerinde
de görüyoruz. Mısır’ı, belirsiz bir dönemde "tanrılar" yönetmişti,
sonra "Gözcüler-Neterler, normal insanlara göre çok uzun yaşayan, ülkeyi
binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar, Üstün Yaratıklar yönetimi aldı. En
son Osiris'in oğlu Horus zamanında, MÖ 3200-3100’de, yönetim insanlara
devredildi. Neterler geri plana çekildi ve izleri silindi.
Bu
tarih, Hindistan İndus vadisindeki HARAPPA uygarlığının başladığı tarihti. Maya
takvimine göre de “son dünya çağının başı” idi. Yahudi takviminin başlangıcının
M.Ö. 3760-61 yılları olduğunu da hatırlıyorum.
Hint-Tibet
mitlerinde “uzay üstü uzay”a çıkıp zaman yolculuğu yapan “dhurakhapalam”a,
“vaidor”; UFO benzeri uçan disklere de “vimana” denilmekteydi. Vaidorlar Turan
Dağı'ndan, vimanalar Tor Dağı'ndan inip, çıkıyorlardı.
Bu
izlere Tevrat’ta ve Kur’an’da da rastlıyoruz.
Tevrat Genesis (Yaradılış) bölümünde Tufan’dan önce insanoğullarının
kızlarıyla evlenen Nefilimlerden söz eder:
Yar.6:
1 Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu.
Yar.6:
2 İlahi varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle
evlendiler.
Yar.6:
3 RAB, "Ruhum insanda sonsuza dek kalmayacak, çünkü o ölümlüdür"
dedi, "İnsanın ömrü yüz yirmi yıl olacak."
Yar.6:
4 İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve
daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü
kişilerdi.
Andolsun,
ilk nesilleri yok ettikten sonra -düşünüp ibret alsınlar diye- insanların kalp
gözünü açan deliller ve bir hidayet rehberi, bir rahmet olarak Kitab’ı verdik.
(Kur’an, Kasas, 43. Ayet)
Yurtlarında
gezip dolaştıkları nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onlar için yol gösterici
olmadı mı? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ duymayacaklar mı? (Kur’an,
Secde, 26. Ayet)
Biz
onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke
dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var? (Kur’an, Kaf, 36. Ayet)
Onlardan
önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size
vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur
yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle
onları helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik. (Kur’an, Enam, 6.
Ayet)
Hud,
116. Ayet, İsra, 17. Ayet, Meryem, 74. Ayet, Mü’minun 27 ve 41. Ayetler, Hakka
1-5. Ayetler de benzer konuları işler.
Burak
Özdemir’in Levhi Mahfuz adlı kitabına göre, Arapça Kur’an’da iki ayrı insandan
söz edilir. “Nas” Ademoğullarıdır, duygu insanıdır. “İnsi” ise insanlardan
üstün, duygusuz, akıl insanıdır.
Araştırmacı
yazar Serhat Ahmet TAN Kur’an’ın Kehf Suresinde geçen Yecüc ve Mecüc’lerin
Marduk’tan gelenler olduğunu söylemektedir.
Gülhaç
metinlerinde de ilginç bir öykü anlatılır: Havva’nın Elohim Samael’den oğlu Kabil
(Cain) Havva’nın Adem’den oğlu Habil’i (Abel) öldürünce, Adem’den ikinci oğlu Şit
(Seth) doğdu. Kabil’in soyu Dul Kadının oğullarını, Şit’in soyu İnsanoğullarını
meydana getirdi.
Buna
çok benzeyen öykülere, Antik Orta Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı
varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlanmıştı.
Toparlarsak…
Sitchin’e
göre, Eski Dünya’nın ilk uygarlıkları "Gözcüler" adı verilen üstün
yaratıklara dayanıyordu. Belirsiz bir başlangıç döneminden sonra bizzat "Tanrılar
veya Gözcüler" tarafından yönetilen ülkeler, bir ara dönemde “yarı üstün” melez
insanlarca yönetilmişti. Diğer kaynaklara göre de, melezler daha sonra da
krallığı insanlığa devretmişti. Üstün yaratıkların insanlara aktardıkları
“kromozomları, genleri, DNA’ları” dünyada kalmıştı.
Bu
genetik mirasa sahip olan “özel insanlar” kutsal kitaplarda ve tarihte izler
bırakarak günümüze kadar ulaşmış mıydı? Bunların izlerini bulabilir miyiz?
Önce
başka bir yaklaşıma bakalım. James Churchward Pasifik Okyanusu’nda 70 bin yıl
önce, üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu MU kıtası hakkında bir tez ortaya
atmıştı. Hareket noktası, Tibet'teki, adını vermediği gizli bir tapınağın
arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış Naakal Tabletleri idi. Bu
tabletleri bir Tibet rahibinin yardımıyla okuyabilmişti. Churchward sonraki yıllarda, Amerikalı jeolog William
Niven'in Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler üzerinde çalışmıştı. Mexico
Müzesi’nde bulunan, 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2.600
tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde 15 bin yıl önce yazılmıştı.
Çoğu
gizli örgütün, Masonların ve bağımsız araştırmacıların sahiplendikleri iddiaya
göre, MU Kıtası insanları bizden çok daha gelişmiş olan dünyadaki ilk
uygarlıktı. Bir doğa olayı yüzünden 12 bin yıl önce kıta yaklaşık 64 milyon
nüfusuyla birlikte batmış, felaketten kurtulanlar Çin, Orta Asya, Tibet, Hindistan,
Atlantis, Kuzey ve Güney Amerika'ya giderek bu uygarlıkların kökenini
oluşturmuşlardı. MU’da tek tanrılı bir din bulunuyordu. Dininin öğretimini
Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretileri
vardı. Atlantis’teki din de MU’nun tek tanrılı diniydi. Diğer kıtalarda
kolonilere sahiplerdi. Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat
gibi, bugün kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler
MU'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu.
Anavatan
dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı
bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu. Avrupa içlerine kadar uzanan Uygur
imparatorluğu iki büyük doğal afetle darbe yemiş ve sağ kalanlar aralarında Avrupa'nın
birçok kavminin de bulunduğu çeşitli ari kavimleri oluşturmuşlardı. Churchward Uygurların
torunları olan bu kavimlerden bazıları olarak Keltleri, Baskları ve İskitleri
sayar.
Buraya
bir parantez açıyorum. Haluk Tarcan’ın Türkistan’lı tarihçi Kazım Mirşan’a
dayanarak yazdığı “Ön Türk Uygarlığı” kitabında da ilginç bilgiler var. Uygur
adını kullanmıyor ama M.Ö. 14.000-12.000 arasında Asya’dan Avrupa’ya kadar
uzanan “Ön Türk Devletleri Konfederasyonu” olduğunu ileri sürüyor. M.Ö.
80.000’lere tarihlenen Semerkant mağarasını, M.Ö. 30.000’lerde kayalara kazınan
resimleri ve yazıları, dikili taşları, çeşitli damgaları ve bu güne aktarılan
kilim desenleri gibi kanıtları kullanıyor. Sonuç malum. Batı kaynaklı olmadığı
için ülkemizde dahi kabul görmüyor.
Churchward'a
devam ediyorum. Ona göre Osiris MU kıtasında eğitilmiş, Atlantis'te reform
yapmış, Atlantis'li bir bilge ya da peygamberdir. Öğretisi sonradan
"Osiris dini" adını almış olup Hermes-Thot tarafından Mısır'a
getirilmişti.
ABD’de
“uyuyan peygamber” lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in akaşik okumalarına göre, Atlantis
gibi MU kıtasının da batmasına neden olan etken, Atlantisliler'den Şeytani Yol
mensuplarının, nükleer güçleri yıkıcı amaçlarla kullanmaları yüzünden
yerkabuğunun dengelerini bozmalarıydı.
Akaşik
kayıtlar teosoflar tarafından kullanılan bir terimdir. Hiçbir hareket ve olayın
yok olmayıp Akaşa denilen süptil cevhere kaydolduğu iddia ediliyor. Hayal ürünü
olabilir. Belki de doğrudur. Bu günkü sanal ortamda, milyarlarca insan
tarafından “Bulut”lara yüklenen bilgilere benzeyebilir. Kur’an’da her şeyin
kaydedildiği Levh-i Mahfuz’dan söz edilir.
Gökte
ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i
Mahfuz’da) olmasın. (Neml 75. Ayet)
Churchward'ın
teorisine göre de, yazılı tarih öncesinden gelen bazı “üstün insanlar”dan geri
kalanlar normal insanların arasına yayılmışlardı.
Genelde
bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu
bulunmamaktadır. MU dinine, kolonilerine ve MU kıtasının nasıl battığına
ilişkin iddialar fazla kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur. Bir
varsayım olmaktan öteye gidememiştir.
Bu
iki örnek “üstün veya özel insanlar” olayının fiziksel boyutunu açıklamaya
çalışıyor. Araştırmacı yazar Ergün Candan da olayın metafizik ve parapsikolojik
boyutunu ekliyor. Tanrı ile başlayan sürecin düşüşe geçtiğini söylüyor.
Ruhların ilk hareketini, Büyük Devre’nin başlangıcı izliyor. Sonra Galaktik Irk (Yılanoğulları,
Tanrıoğulları) dönemi başlıyor. Altın Çağ, Mu Uygarlığı ve Atlantis Uygarlığı
ile devam ediyor. Sonra, dünyada ünlü Tufan yaşanıyor. “Galaktik insanlar”dan
arta kalanlar diğer kıtalara göç ediyor. Demir Çağı’na giriliyor ve bildiğimiz
yazılı tarih dönemi başlıyor. 20. Yüzyıl sonlarında dünyanın fiziksel ve ruhsal
düşüşü sona eriyor. Çıkış başlıyor.
Demir Çağı da geride bırakılıyor ve 21. Yüzyılda manevi ve ruhsal kıyametin
(uyanışın) yaşanacağı söyleniyor. Sembolik dini eğitim bitecek ve arkasından
yeni bir “Tufan” gelecektir. Daha sonra Altın Çağ tekrar başlayacaktır.
Tanrısallaşmış ruhlar Tanrı’ya dönecektir.
Galaktik
Irk “üstün insanlar” iken, yeryüzü insanı da çeşitli gezegenlerdeki ruhi
varlıkların gelişim süreçlerini doldurabilmeleri için gerekli bedenleri
sağlıyor. Tüm varoluş “Evrensel İdare Mekanizması” ve ona bağlı “Ruhsal İdare
Mekanizması” tarafından yönetiliyor.
Burada
Yahudilerin kendilerinin “özel insanlar” olduğunu ileri sürdüklerini
hatırlıyorum. Ayrıntılara bakalım. Önce Tevrat:
Yar.17:
1,2: Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, "Ben Her Şeye Gücü
Yeten Tanrı'yım" dedi, "Benim yolumda yürü, kusursuz ol. Seninle
yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım."
Yar.17:
6,7: Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak. Antlaşmamı
seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden
sonra da soyunun Tanrısı olacağım.
Yar.26:
24: O gece RAB kendisine görünerek, "Ben baban İbrahim'in Tanrısı'yım,
korkma" dedi, "Seninle birlikteyim. Seni kutsayacak, kulum İbrahim'in
hatırı için soyunu çoğaltacağım."
Yar.28:
13: RAB yanı başında durup, "Atan İbrahim'in, İshak'ın Tanrısı RAB benim"
dedi, "Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim.
Çık.2:
24: Tanrı iniltilerini duydu. İbrahim, İshak ve Yakup'la yaptığı antlaşmayı
anımsadı.
Çık.3:6:
Ben babanın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un
Tanrısı'yım." Musa yüzünü kapadı, çünkü Tanrı'ya bakmaya korkuyordu.
Çık.6:
2, 3: Tanrı ayrıca Musa'ya, "Ben RAB'bim" dedi, "İbrahim'e,
İshak'a ve Yakup'a Her Şeye Gücü Yeten Tanrı olarak göründüm, ama onlara
kendimi RAB adıyla tanıtmadım.
1.Ta.16:
15-16: O'nun antlaşmasını, Bin kuşak için verdiği sözü, İbrahim'le yaptığı
antlaşmayı, İshak için içtiği andı sonsuza dek anımsayın.
Kur’an’da
da “üstün insanlar” hakkında bazı ipuçları var:
İsmail’i,
Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün
kılmıştık. (Enam 86. Ayet)
Şüphesiz
Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini birbirinden gelmiş
birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir. (Ali İmran
33,34. Ayetler)
Âdem
ilk yaratılandır. Nuh Tufan’da yok olmaktan kurtarılandır. İbrahim İsrailoğullarının
ve İsmailoğullarının (Arapların) atasıdır.
İmran’ın kızı Meryem’dir, Meryem’in oğlu da İsa Peygamberdir.
Hani
melekler, “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya
kadınlarına üstün kıldı.” (Kur’an, Ali İmran 42. Ayet)
Meryem,
âlemlere değil, dünya kadınlarına üstün kılınıyor.
Biz
de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir
konumdan çıkardık. İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
(Kur’an, Şuara 57-59. Ayetler)
Andolsun,
İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi
aşanlardan bir zorba idi. Andolsun, onları, bir bilgi üzerine âlemlere üstün
kıldık. (Kur’an, Duhan 30-32. Ayetler)
Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı
hatırlayın. (Kur’an, Bakara 47. Ayet)
İsrailoğulları
“nesil olarak üstün” kılınıyor.
Buradan
Derin Dünya Devleti’ne (DDD) kadar uzanıp, günümüzdeki “üstün veya özel” insan
soyuna ulaşabilir miyiz?
Devam
edelim…
Yahudi
inancına göre “Kutsal yağla yağlanmış Davut Soyu” (The Davidic line veya House
of David) devam etmektedir. Dünyayı tek elden yönetmeye hakkı olduğu ileri
sürülen aileler bunlardır. İnançlarına göre, Yahudi kralı “Mesih” geri
dönecektir. Yahudiler geleceğin barış ülkesi olacak İsrail’de toplanacaktır.
Mesih Üçüncü Tapınağı inşa edecek ve Mesih Çağı başlayacaktır.
“Davut
Soyu” Bazı sapkın ve gizli Hristiyan tarikatlarınca Meryem oğlu “İsa’nın Soyu”
olarak kabul ediliyor. Bakire Meryem'in atası Yahudilerin ünlü ve güçlü kralı David'e
(Davut Peygamber) dayandırılmıştır. Dan Brown’un “Da Vinci Şifresi” kitabı bu
tema üzerine oturmuştur. Ama İsa ve gizli eşi olduğu söylenen Mecdelli Meryem
de Yahudidir. İsa’nın neslini, Sangreal belgeleri ile Mecdelli Meryem’in
mezarını Kardeşlik (Sion) Tarikatı korumuştu. İsa’nın nesli 1400’lere kadar Fransa’da
gizlice çoğaldı ve Fransız soylularından biriyle evlendi ve Merovingian
Hanedanı diye bilinen bir soy oluştu. Aileye daha sonra Sion Tarikatı’nın
kurucusu Godefroi de Bouillon eklendi. (Birinci Haçlı Seferinde Kutsal Kabir
Koruyucusu unvanı ile ilk Kudüs kralı olan şövalye. 1100’de Kudüs’te
ölmüştü.)
Buraya
kadar olan açıklamaları bir kurgu, bir tez ya da bir alternatif olarak, özetleyelim.
Tevrat ve Kur’an’dan alıntılara göre “Üstün insanlar, aileler ya da soylar”ın
M.Ö. 1800 yıllarında İbrahim’le başlayıp, İsa’nın annesi Meryem’e kadar
uzandığı anlaşılıyor. Tanrı nefilimlerin ve firavunların üstünlüklerini göçebe
İbranilerin lideri olan İbrahim soyuna ve daha sonra isim değiştiren İsrailoğullarına
veriyor. Ama onların “üstünlük taslamaları”nı istemiyor. Bazen de
cezalandırıyor. Tevrat’ta “Bin kuşak” için üstünlükten söz edildiğini de
hatırlamak gerekiyor. Her kuşak için 20-25 yıl hesaplanırsa, önümüzde 15.000
yıl daha var demektir!
Yahudilerin
büyük kısmının Roma İmparatorluğu topraklarına dağıldığını, bir kısmının Orta
Doğu’da kaldığını hatırlıyorum. Bin yıl sonra başlayan Haçlı seferleriyle
bazılarının geri dönmüş olması da mümkün.
1550’lerde
kutsal kan bağına sahip birçok aile Güney Batı Almanya’ya gelmiş. Zengin ve
güçlü değillermiş. En yeteneklilerini fırsatlar ülkesi Amerika’ya 1630’larda göndermişler.
Buraya
kadar karşımıza beyaz ırk, ari ırk veya Kafkasyalı (Caucasian) denilenlerin
çıkmadığını, daha esmer, daha koyu tenlilerin çıktığını söylemeliyim. Sırada
beyaz tenli, sarışın, mavi gözlüler de vardı(!)
Üstün
insanların kan bağına dayanarak dünyayı yönetme fikri 1911'de Almanya’da da
ortaya çıktı. Töton şövalyelerinin soylarından gelen ve ancak saf Cermen kanı
taşıyanlar dünyayı yönetme hakkına sahipti. Aryan ırkın kökeni, kuzeyde, kayıp antik
Thule veya Hypeborea ülkesiydi. Thule İzlanda efsanelerindeki batık bir kıtanın
adıdır. Grönland'ın batısında, halen bir Thule kenti bulunmaktadır. Atlantis'in
kuzeyli örneğiydi denilebilir. Thule'de yaşayan üst insan ırkı büyülü güçleri
vasıtasıyla evrenle bütünlemişlerdi. Psişik ve teknolojik güçleri ile 20.
yüzyılın çok üzerinde teknik gelişmişliğe sahiptiler. İnsanoğlu ile dış zekâlar
arasında bulunan bazı aracı varlıklar, gizlenen sırlara erenlere büyük bir güç
kaynağı oluşturuyordu. Bu güç kaynağı Almanları dünyaya egemen kılacak, geleceğin
üstün insanını ortaya çıkaracak ve insan türünün değişimini sağlayacaktı.
Bu
efsanenin altında birleşen bir grup Alman, Thule adında gizli bir örgüt
kurdular. Thule Örgütü'nün merkezi, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, İstanbul'a
taşındı. Başkanı, “Gizli Müslüman Baron” diye anılan Rudolf von Sebottendorff” idi.
Sebottendorff 14 yaşındayken Teosofi Derneği’nde bizzat Helena Petrovna
Blavatsky'den okültik eğitimler almıştı. 1900 yılında Kahire'de ve sonra
İstanbul'da yerleşti. Osmanlıca ve Arapça dersleri aldı. Türkiye'de siyasi
faaliyetlerinin dışında Türk Tasavvufu ve Bektaşilik üzerine araştırmalar
yaptı. Yaşlı bir Yahudi'den okültizm ve Gül-Haç Tarikatı ile ilgili bilgiler
edindi ve düzensiz bir mason locasına kaydoldu. İlginç olan, Thule’ye göre, Yahudiler
dünyadaki en tehlikeli ırktı ve yok edilmeleri gerekiyordu. Türkler, İtalyanlar
ve Japonlar zararsız ve dost milletlerdi. Bu yıllar sonra Nazizm'in temelini
oluşturdu. 1900’lerde dünyaya yayılan sosyalizm zehrine karşı reçete milli
sosyalizm idi. İşçiler kendi uluslarından işverenlere karşı değil, yabancı
işverene ve Yahudi
sermayesine karşı mücadele etmeliydi. 1920’de kurulan Nazi Partisi liderlerinden
Karl Haushofer Hindistan, Japonya ve Tibet'te uzun bir süre gizli çalışmalarda
bulundu, eğitimden geçti. Parti sembolü olan gamalı haç bir Mu sembolü idi.
Burada
konuyu fazla uzatmadan, komünizm ve nazizmin ABD’deki bazı Yahudi asıllı
bankerler tarafından desteklendiği iddialarını da not etmek gerekiyor.
“Üstün
insanlar veya soylar” hakkındaki notlarım bu kadar.
Şimdi
de “gizli bilgiler” konusuna geçiyorum.
On
bin, yirmi bin yıl ve daha öncesi, tabletlerde yazılı efsanelerdeki, tapınakların
ve piramitlerin duvarlarındaki ve gizli bölmelerindeki sembollerin, Tevrat ve
Kur’an’daki mesellerdeki sis perdesinin gerisinde kaldı. Resmi tarihlere göre, Eski
Dünya’nın ilk uygarlıkları, Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları M.Ö. dördüncü
binyılın sonlarından itibaren Orta Doğu’da biçimlenmeye başladı.
Gelişmiş
bir kent, işbölümü, mimari, yerleşik ve sistemli bir tarım, sulama kanalları madenciliğin
ilk örnekleri, zanaatların gelişimi, zamk, tekerlek, tekerlekli araba ve
sürtünmeyi azaltıcı su, metale şekil verme ve yazının bulunmasıyla büyük bir
sıçrama yaşanmıştı. Sonraki yüzyıllarda sabun, standart ölçüler, tünel,
fırınlanmış tuğla, ilk hesap makinesi-abacus, kaya fırlatıcı ve cam bulunmuştu.
Ekonomi tarıma bağlıydı, ticaret fazla önemli değildi.
Başlangıçtaki
şehir devletleri döneminde yönetici hem başrahip hem de kraldı. Devlet gücü despotik bir askeri örgütlenmeye
değil, tapınak rahiplerinin sahip olduğu gizemli evrensel bilgiye ve bu
bilginin kitlelere sunuluş biçimi olan dinlere yaslanıyordu. Rahip bilinmeyeni
bilendi. Büyü de yapabiliyordu. Yıldızların hareketini, zamanın ölçülmesini,
mevsimlerin dönüşümünü, ekim ve hasat zamanını doğru planlayan, hava durumunu,
yağmurları, nehir taşkınlarını önceden haber veren yalnızca oydu. Bunu tanrısal
bir bilgelikle yürüttüğü düşünülüyordu. Söyledikleri her şey gerçek çıkıyordu. Alt
düzeydeki diğer rahipler yönetim görevlileriydi. Kraliyet Sarayı, aslında
gözlemevi işlevi gören ama halka ibadet merkezi olarak sunulan tapınaklardı. Mısır’da
da, rahip krallar yani firavunlar döneminde benzer süreçler yaşanmıştı.
Aradan
yüzyıllar geçip, nüfus arttıkça, yönetilen topraklar genişledikçe şehir
devletleri birleşerek büyüdüler. Rahip krallar egemenliğin devamı için orduya
ve bürokrasiye ihtiyaç duydular. Kendilerinden önce gelenlerden aldıkları gizli
bilgileri ve sırları sadece çok güvendikleri dar bir kadroyla paylaştılar. Üstünlüklerinin
dayanağı bunlardı.
Bu
bilgiler ve sırlar nerede muhafaza edilmişti?
Tarihi
ve arkeolojik kayıtlar yok gibi. Bir kısmının büyük tufanda yok olduğu
sanılıyor. Kurtarılabilen belgeler tapınaklardaydı, üstelik sembollerle
gizlenmeye çalışılmıştı.
İskenderiye
Kütüphanesi’nin Hristiyan saldırganlar tarafından tahrip edilmesi ve hamamlarda
yakılmasıyla birçok belgenin yok edildiği düşünülüyor. Beş altı yüzyıl sonra da
Halife Ömer zamanında tekrar yakılmıştı. Muhtemelen bazıları kurtarılıp, daha
sonra Bağdat kütüphanelerinde toplanmıştı. Ama onlar da Moğolların
barbarlığından kurtulamamışlar ve yok edilmişlerdi. Nedenini anlamak çok
kolaydı. Hristiyanlara ve Müslümanlara göre, hepsi Şeytan’ın işleriydi. Büyücülüktü.
Yüce Tanrı’nın yasakladığı alanlara el atmaya cüret ediliyordu.
Ama
efsaneler kulaktan kulağa ve bazen de yazılı olarak masallar, şiirler
aracılığıyla devam ediyordu. Sümer ve Babil tabletlerinde bulunan efsanelerin
yorumlanması gizli bilgilere ulaşma yollarından biriydi. Bu konuda Babil’deki
sürgün yıllarını çok iyi değerlendiren Yahudilerin çok önde olduğunu belirtmek
gerek. Tevrat’ta da bazı izler var. İzini aradığımız “gizli bilgiler”in Kabala
vasıtasıyla şifrelendiği sanılıyor. Spekülatif masonluğun en önemli
sembollerinden olan, İsrailoğullarının altın çağında Kudüs'teki Süleyman Tapınağı’nda
saklandıkları, sonradan kaybolan Ahit Sandığı’nın da bu sırlardan bazılarını
içerdiği sanılıyor. Ahit Sandığı’nın içinde, Musa Peygamberin asası ile Tevrat
levhaları ve Harun Peygamberin asası ile sarığı gibi kutsal emanetler bulunduğu
söyleniyor. Tevrat’a bakıyorum:
Çık.25:
10-13: "Akasya ağacından bir sandık yapsınlar. Boyu iki buçuk, eni ve
yüksekliği birer buçuk arşın olsun. İçini de dışını da saf altınla kapla.
Çevresine altın pervaz yap. Dört altın halka döküp dört ayağına tak. İkisi bir
yanda, ikisi öbür yanda olacak. Akasya ağacından sırıklar yapıp altınla kapla.
Çık.25:
21,22: Kapağı sandığın üzerine, sana vereceğim taş levhaları ise sandığın içine
koy. Seninle orada, Levha Sandığı'nın üstündeki Keruvlar arasında, Bağışlanma
Kapağı'nın üzerinde görüşeceğim ve İsrailliler için sana buyruklar
vereceğim."
Mez.132:
8: Çık, ya RAB, yaşayacağın yere, Gücünü simgeleyen sandıkla birlikte.
1.Kr.8:
21: Ayrıca, RAB'bin atalarımızı Mısır'dan çıkardığında onlarla yaptığı
antlaşmanın içinde korunduğu sandık için tapınakta bir yer hazırladım."
Yeşu.3:
4: "Böylece hangi yöne gideceğinizi bileceksiniz. Çünkü daha önce bu
yoldan hiç geçmediniz. Ama Antlaşma Sandığı'na yaklaşmayın; sandıkla aranızda
iki bin arşın kadar bir aralık kalsın." (İki bin arşın: Yaklaşık 900 m.)
Kur’an’a
bakıyorum:
Peygamberleri
onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.
Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Musa ailesinin, Harun ailesinin
geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. (Bakara,
248. Ayet)
Ahit
Sandığı, Harun döneminin ardından Davud döneminde Birleşik Yahudi Krallığı’nın
başkenti Kudüs’e taşınmıştı. Sandık Süleyman tarafından yaptırılan tapınağa
konuldu ve M.Ö. 587 yılına kadar orada kaldı. Aynı yıl Babil İmparatoru Nabukadnezar
Kudüs’ü işgal etti ve o tarihten sonra sandık kayboldu. Ama kaybolan sandığın,
tahrip edilemediği ve onu koruyan Levililer tarafından tapınağın altında
hazırlanmış gizli bir bölmede saklandığı inancı yayıldı. M.S. 70 yılında Roma
valisi Titus’un İkinci Tapınağı yıktırdıktan sonra, bu yeraltı odasına da
ulaştığı ve mabedin kutsal eşyalarıyla birlikte sandığı Roma’ya götürdüğü ileri
sürülüyor. Bazı iddialara göre de, Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’e yerleşen Tapınak
Şövalyelerinin bu sırlardan bazılarına eriştiği yazılıyor, söyleniyor. Bazı İslam
hadislerinde, kayıp Ahit Sandığı’nın yeriyle ilgili olarak Antakya’ya dikkat
çekiliyor.
Gizli
bilgilere sahip gizemli bir tarikat olan Essene Yahudilerinin İsa’yı peygamber
olmadan önce eğittiği iddia edilir. Anadolu’ya sığınan Essene Yahudilerinin inancı
ve Roma topraklarındaki en yaygın dini hareket, Perslerden alınan Mitra dini de
Hıristiyanlık içinde yer aldı. Roma İmparatoru Konstantin başarılı bir güçler
dengesi manevrasıyla, zenginleştirilmiş (!) Hıristiyanlığı devletin resmi dini
yaptı.
Gizli
bilgilerden bir kısmının Mısır’da etkinliklerini sürdürmeye çalışan Osiris
rahipleri tarafından muhafaza edildiği de ileri sürülüyor. Bunlar Halife Ömer
zamanında zorla Müslüman yapıldıktan sonra, öğretilerinin bir kısmını İslam’a
uyarlamış. En büyük destekçileri de İslam Peygamberi Muhammed’in damadı ve
dördüncü halife olan Ali olmuş. Daha sonra da Şiiliğin doğduğunu biliyoruz.
Yani
“gizli bilgiler” Hristiyanlığa da Müslümanlığa da bir şekilde aktarılmıştı…
Orta
Doğu'da 874'den, 1256'ya kadar Şii İsmaililer son derece etkin olmuşlardı. Görünüşte
İslami idiler, ama İslam öncesi, Perslerden aldıkları Mitra dini gibi birçok
öğretileri de sahiplenmekteydiler. Horasan’daki Müslüman Türklerin Türkistan
şamanizminden devraldıkları bilgileri de özümsemiş olmaları mümkündür. Farklı
dinlere hoşgörüye, sosyal adalete ve ilime önem verirlerdi. Hasan Sabbah’ın İsmaili
Haşhaşileri Bâtıni gizli öğretilerini aşama aşama aktaran dokuz dereceli bir
tarikattı. Üst derecelerde radikal heterodoks inançlar verildiği
saptanmıştı. Hacı Bektaş Veli’nin bunlardan
biri olduğu söylenir. Sabbah, Ömer
Hayyam’dan ezoterik bilgileri, Nizamülmülk’ten kraliyet ayrıcalıklarını, Şii
İsmailiye mezhebi mensubu Fatımilerin yönetimindeki Mısır’da antik gizemler ve Yahudi
Kabalasını öğrenmişti.
Batıda
mevcut birçok gizli cemiyetin İsmailiye Tarikatından esinlendiği
düşünülmektedir. Bazı iddialara göre Masonluğun kökeni duvarcı loncalarda
değil, Tapınak Şövalyeleri tarikatındadır. Tapınakçılar Hasan Sabbah ve
Dailerini tanıdıktan, İsmaili öğretisini derinlemesine inceledikten sonra, Katolik
inancından uzaklaşmış ve akılcılığı ön plana çıkaran ezoterik doktrine bağlanmıştı.
Tapınakçılar bu inanç değişikliğiyle ve kurdukları güçlü örgüt sayesinde Avrupa'ya
yayılırken, Katolik kilisesinin zayıflamasına yol açtılar. "İsa'nın yoksul
askerleri" olma iddiasıyla ortaya çıkan Tapınakçılar arasında Avrupa'nın
en zengin insanlarını, Paris ve Londra'nın önde gelen bankerlerini görmek
mümkündü. Gotik mimarinin erken döneminde, kavisler ve sivri çatılar tarzının
yaygınlaşması ve gelişmesinde yapıcı bir rol oynadılar. Katedraller inşa
ettiriyorlar, uluslararası ilişkilerde arabuluculuk yapıyorlar, saraylarda
mabeyincilik görevlerini üstleniyorlardı. 13. yüzyılda 20 bini şövalye olmak
üzere toplam 160 bin Tapınakçı olduğu tahmin edilmektedir.
Adayların
Tapınakçılar örgütüne kabul edilmeleri için, hasta veya sakat olmamak, bekâr
olmak, borçlu olmamak, başka bir tarikat ile bağlantı içinde olmamak, her koşul
ve durumda mutlaka itaat etmek ve "tarikatın kölesi" olmayı kabul
etmek gerekirdi. Giriş töreni, kubbeli bir odada ve büyük bir gizlilik içinde
yapılırdı. Ezoterik ritüeller, masonlukta olduğu gibi, Tapınakçıların ayrılmaz
bir parçasıydı.
Tapınakçıların
Kudüs'teki Süleyman Tapınağı’nın yıkıntıları altında yaptıkları araştırma
kazılarında Yahudiliğin ve Eski Mısır’ın gizli geleneklerinin özünü
keşfettikleri de iddia edilir. Kudsülakdas’ın, yani Tanrı’nın oturduğuna
inanılan kutsal odanın altında, onları hayal edebilenin çok ötesinde zengin ve
güçlü kılan birçok belge ve muhtemelen bazı nesneler buldukları ve bunları Avrupa’ya
götürdükleri sanılıyor.
Hasan
Sabbah’ın ve İsmailiye Tarikatının Batılılar tarafından bilinçli olarak kötü
tanıtıldığını, aslında bu tarikatın çok daha farklı bir kültürü, bilgi ağı,
felsefesi, teknolojisi, bilimi ve derinliği olduğunu savunulmaktadır.
İsmailiye Tarikatının izine masonik, gizli
örgütler, Gül-Haç ve İllüminati literatüründe rastlamaktayız. İllüminati’nin
kurucusu Adam Weishaupt’un Hasan Sabbah benzeri bir örgüt kurmaya çalıştığı düşünülüyor.
Hospitalye Şövalyeleri, Cizvit'ler, haşin Dominikenler, ılımlı Fransiskenler ve
tüm kardeşlik örgütleri, Tapınak Şövalyeleri, Büyük Üstad’ları, Prior'ları,
dinsel adanmışlıkları ve hiyerarşik yapıları ile İsmailiye Tarikatıyla güçlü
benzeşmeyi gösterirler.
Diğer
bir İsmaili cemiyet olan Saflık Kardeşleri veya İhvan-üs Safâ’nın Gül Haç’ın kaynağı
olduğuna dair bir görüş de var. Gül-Haç tarikatı, hermetizmi, kabala
öğretisini, Ortaçağ gizemciliğini, simyayı, gizli tıbbı, Rönesans’ı yeşerten
her türlü gizli bilimi ve felsefeyi içermektedir.
Bir
notum daha var. İslam’ın Altın Çağı olan 700-1000 yılları arasında İslam
uygarlığının Kuzey Afrika, İspanya, Suriye ve İran’da geliştiği, en yaratıcı
bilimsel çalışmaların yapıldığı dönemdir. 800-1500 yılları arasında Avrupa
KARANLIK ÇAĞI yaşamaktadır. 1054’te büyük görüş ayrılıklarından dolayı Katolik ve Ortodoks kiliseleri ayrılıyor, birbirlerini aforoz ediyor.
1095-1270 yılları arasında Haçlı
Seferleri yapılıyor. Ortadoğu’da 50 binden fazla nüfuslu şehir sayısı 13 iken,
Avrupa’da sadece Roma’dır.
Anadolu’da
Hristiyanlarca aforoz edilen Pavlakiler
ya da Paulisyenler de İsmailiye tarikatından etkilenmişlerdi. Sonuçta, Essenelerin,
Osisis tarikatının, Zerdüştlerin, Pavlakilerin, Alevi bilgeliğinin, İsmailiye
tarikatının, Budizmin, Mevleviliğin, Yeseviliğin, Ahiliğin ve Bektaşiliğin
birbirine geçtiğini ve birbirini sürekli karşılıklı ve eşgüdümlü olarak
etkilediğini anlıyoruz.
Tarih
öncesinden geldiğini varsaydığımız ve tüm insanlara öğretilmesi sakıncalı olan
gizli bilgilerin izlerini sürmeye devam edelim. Artık kan bağı ve DNA’larla
desteklenen “özel, galaktik insanlardan” değil, bazı sınavlardan başarıyla
geçmiş “yeryüzü insanları”ndan da söz ediyoruz.
Gizli
bilgilerin bir kısmının İspanya üzerinden, bir kısmının da Tapınakçılar
aracılığıyla, Kıbrıs üzerinden Fransa, İtalya, Almanya, Hollanda, İngiltere ve İskoçya’ya
gittiği anlaşılıyor.
Burada
bir parantez açıyorum.
Babil
Tevrat’ını tefsir eden Orta Çağ'ın en önemli Yahudi düşünürü İbn-i Meymun, (Maimonides)
12. yüzyılda İspanya Endülüs'te "Yahudilerin yönettiği bir dünya devleti
kurulmalıdır" diyordu. Daha sonra 20.yy’ın en etkileyici düşünürlerinden
birisi olan Leo Straus, İbn-i Meymun'un Tevrat tefsirini siyaset felsefesine
dönüştürecekti: “Kudüs merkezli bir dünya düzeni olmalı, Yahudilerin yönettiği
seçkinler de diğer devletleri yönetmelidir.”
Üstün
insanlar ve gizli bilgiler Orta Doğu’dan çıkıp dünyaya dağılmıştı, ama geri
döneceklerdi…
Devam
edelim.
Açık
bir örgüt olan “Ordre de Sion, Sion Tarikatı”
yüzyıllar içinde gelişerek 1188’de “Prieure de Sion, Sion Manastırı veya
Sarayı” haline geldi ve tamamen gizli bir topluluğa dönüştü. Fransa’nın Orleans
kentinde bulunan Sion Tepesi’ndeki ilk manastırları 1137-1180 arasında hüküm
süren Fransa kralı VII. Louis tarafından bağışlanmıştı. Sion Tarikatı’nın askeri örgütünün adı Tapınak
Şövalyeleri idi.
Tapınakçılar
özellikle para ticaretiyle çok zenginleştiler, Avrupa kralları onlardan borç
para aldığından borçlu durumdaydılar. Avrupa ekonomisi de örgüte bağımlı hale
gelmişti. Krallar ve alınan kararlar üzerinde söz sahibi olma, hatta
istedikleri gibi kralları yönlendirme imkânı bulmuşlardı.
1231
yılında Papa IX. Gregory Katolikliğe
karşı olan sapkınları yok etmeye karar verdi. Bunun için Engizisyon denen özel
dini mahkemeler ve gizli polisi kurdu. İnançsızlar ya Katolikliği kabul edecek, ya da öldürülecekti. Engizisyonda
sistematik işkence Papa IV. İnnocent ile 1252’de başladı.
Tapınakçılar
Kudüs’ten getirdikleri gizli belgeleriyle Papalığa şantaja başladılar. Roma’nın
siyasileştirdiği Hıristiyanlığı
tehdit ediyorlardı. İsa Tanrının oğlu değildi ve tevhid inancını getirmişti. Pavlus
dini tahrif etmişti, domuzu, şarabı yasaklamamıştı, sünneti önemsememişti.
Bütün bu sırlar, güçteydi. Başka bir belgede, İsa’nın evleneceği ve Sarah
adında bir kız çocuğu sahibi olacağı yazılıydı. Kilise bu belgelere şiddetle karşı çıkıp belgelerin yok edilmesine
karar verdi.
Şövalyelerin
açgözlülüğü, vicdansızlığı, servet tutkuları ve hırsları, şatolarda düzenlenen
gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler de halkın diline
düşmüştü. Ele geçirdikleri “gizli bilgiler” onları ekonomik ve maddi açıdan
zengin yapmıştı.
Ama
bilim, sanat ve ahlak açısından aynı gelişmeyi göremiyoruz…
1307’de
Fransa’daki 15 bin Tapınak Şövalyeleri örgütü mensubu tutuklandı. Papa V.
Clement, Hristiyan dünyasına,
yönetimlerindeki tüm Tapınak Şövalyelerinin tutuklanmasını emretti. Tutuklanan
şövalyelerin büyük kısmı işkencelere rağmen suçlamaları kabul etmeyerek öldü.
Bir kısmı da işkenceye dayanamadı ve sonlarını çabuklaştırmak için suçlamaları
kabul ederek idam edildi. Tapınak Şövalyelerinin bütün malları bu tarikatın
rakibi olan Hospitalier Tarikatı’na devredildi. Fransa Kralı Güzel Philip te Tapınak
Şövalyeleri Tarikatını ortadan kaldırdı.
Büyük
Ustaları Jacques de Molay’ın 1314’te yakılmasından sonra Tapınakçılar Monarşiyi
ve Katolik Papalığı yıkmayı ve bir Dünya Cumhuriyeti kurmayı planlıyor. Tapınakçıların
gizli belgeleri ve kutsal emanetleri daha sonra Sion Tarikatı’na teslim ettiği
sanılıyor.
Fransa'dan
kurtulan yaklaşık 30-40 bin Tapınakçı masonların arasına karışarak hayatlarını
kurtardı. Bazıları İspanya'ya geçerek diğer tarikatlara katıldı, bir kısmı da Portekiz'e
geçip Ordre du Christ örgütüne dönüştü. Başka bir grup Roma-Germen
İmparatorluğuna geçip Töton şövalyelerine katıldı. Büyük bir grup
Hospitaliyelere iltihak etti. İngiltere'dekiler tutuklanarak sorguya çekildi.
Ancak hemen serbest bırakıldı. Bir kısmı da Fransa'nın doğusundaki İsviçre’ye
kaçtı. İsviçre'nin kuruluşu Tapınakçıların Fransa'da zulme uğratıldığı ana denk
geliyordu. 1315’te Habsburg ordusunu yenen İsviçreliler, Kutsal Roma Cermen
İmparatorluğu içinde İsviçre Konfederasyonu'nun varlığını güven altına almışlardı.
Burada
İsviçre hakkında biraz ayrıntı vermek gerek…
Batı
Dünyası'nın oluşumunda kısmen aracı olan Tapınakçıların asıl devleti İsviçre
idi, halen de öyledir. İsviçre'nin kuruluşu Tapınakçıların Fransa'da zulme
uğratıldığı ana denk geliyordu. Fransa'nın doğusundaki İsviçre, Tapınakçı
kardeşlerin kaçması için elverişliydi. Ünlü tapınak haçı, İsviçre bayrağında
bulunuyor. DDD 300'ler Komitesi ile İsviçre yan yanadır. Montreux kentinin Caux
kasabasındaki Bellagio Şatosu denildiğinde ”derin” toplantılar ve Rockefeller
Ailesi akla gelir. DDD “küresel finans merkezi” İsviçre'de kurulmuştur. Off-shore
şubeleri kanalıyla gelen milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasını dev bankalarıyla
aklayan bir ülkedir! Martin Luther'in çağdaşı olan ünlü simyacı Paracelsus, Gül
ve Haç Kardeşliği’nin tarihsel önderiydi, 1493 yılında İsviçre’de Zürih yakınlarında
dünyaya gelmişti.
Fransa’dan
Dağılan Tapınakçıların büyük kısmı Katolik
Kilise otoritesini tanımayan yegâne Krallık olan İskoçya’ya gitti. Bir süre
sonra, varlıklarını sürdürmek ve ellerinde kalan kutsal emanetleri korumak için
Britanya Adasındaki en önemli sivil toplum örgütü sayılan Duvarcı Loncalarına katıldılar.
Daha sonra da bu loncaları tamamen ele geçirdiler. Duvarcı loncaları,
modern çağın başında adını değiştirdi ve Mason Localarına dönüştü. Masonluğun en
eski kolu olan İskoç Riti İskoçya'ya sığınan Tapınakçılardan miras kalmıştı.
1492’de
Fransız ve İskoç Mason cemiyetleri ile birleşen Gül-Haç cemiyetleri Katolik Kilisesinin Avrupa’daki
hegemonyasına karşı çıktı. Gül-Haç örgütü, Doğu bilgelerine dayanarak evrensel
dini, felsefi, siyasi ve sanat reformu için Almanya’da kurulmuştu
1517’de
Martin Luther 95 ilkesini açıkladığı Protestan mezhebini kurdu. Luther
Tevrat’taki gerçek Hıristiyanlığa,
köklerine dönmek istiyordu. Protestanlık,
gelişmekte olan kapitalizm doğrultusunda tekil insanı savunuyordu. Avrupa
Burjuvazisi de bunu benimsemişti. Hiç kimsenin kâr edemeyeceği Tanrı’yla
bütünleşmiş, erdemli ve iyi ahlakı Tanrı katında bulacak bir “Soyut İnsan”
cazip değildi.
Gül-Haçlıların,
Masonların ve Protestanların Katolikliğe
karşı en önemli esin ve beslenme kaynakları Selçuklular zamanındaki İslam
filozofları ve Müslüman dünyadan gelen etkilerdi. Selçukluların devamı olan Osmanlı
Devleti de Avrupa’daki Katolik yapıya
karşı, bu tür muhalif hareketleri destekliyordu.
Katolik Kilisesi’nin bağnaz, akıl dışı ve çok
sert tutumuna karşı Rönesans ve Reform hareketleri başlıyordu…
Ortaçağda
düşünmek Vatikan ve Katolikler
tarafından neredeyse yasaklanmıştı. Kilisenin söylemlerine karşı çıkmak,
güneşin dünya etrafında döndüğünün tersini söylemek, anatomi için kadavraları
kesmek cadılıkla suçlanmayı gerektirirdi. Bu nedenle yüz binlerce kişin cadı
teşhisi konarak yakıldı. Gizli örgütler kurşundan altın elde edip, çok zengin
olmayı hedeflemişlerdi. Maddeyi tamamen yönetmeyi sağlayacak simya bu gizli
örgütlerin üzerinde çalıştığı bir ön bilimdi. Astroloji, astronomi bilimini
doğuracak ve Kilisenin temel
düşüncelerini çürütecekti.
İngiltere
Kralı VIII. Henry 1531'de Anglikan Kilisesi'ni kurdu. 1532’de Jean Calvin, Katoliklikten ayrıldı ve Püritenliği
savundu. 1588’de İngiltere Avrupa'nın en güçlü donanması olan İspanyolları yendi.
Bu Protestanlık için büyük başarıydı. Ama asıl başarı 1618-1648 arasındaki Protestan
Kuzey Avrupa ülkeleri ile Katolik
güney arasındaki 30 yıl savaşlarıydı. Protestanlık ve dolayısıyla Gizli Örgütler
rahatlamaya başlamışlardı.
Papa’nın baskısından sonra, Prieure de Sion,
1613’te doğaüstü, mistik veya sihir çalışmalarında öne çıkan ve Yeni Dünya
Düzeni’nde büyük roller oynayacak İskoçya’ya ilgi göstermeye başladı. 30
sandığa doldurulan arşivler Kuzey Fransa’daki Gisors kalesinde bulunan St.
Catherine kilisesinin gizli bölmelerine taşındı. Kilise gizli tünellerle
yakındaki mezarlığa bağlanıyordu. Merovingian Hanedanı ve Prieure de Sion gizli
ve kutsal kan bağını da koruyordu.
1614-1616
arasında üç Gül-Haç Manifestosu isimsiz olarak Almanya’da yayınlandı. Gül-Haç
Kardeşliği tüm dünyada reformu başlattığını müjdeliyordu. Gizli yazarının Francis
Bacon olduğu iddia ediliyordu.
İzini
sürdüğümüz gizli bilgelik asırlardır yeraltında nesilden nesile aktarılmıştı.
Rönesans Avrupasında yüzeye çıkmaya başlıyordu…
Bundan
otuz yıl sonra, İngiltere’de önde gelen bilim adamlarından oluşan Invisible College
(Görünmez Okul) sahneye çıktı. Pozitif bilimin gelişmesi amaçlanıyordu. Seçkin üyeleri
istisnasız masondu. Invisible College, Protestan Kral II. Charles’ın himayesi
altında, 1662 yılında Royal Society adını aldı. Robert Boyle ve John Locke gibi
ünlü masonlar da derneğe katıldı. Royal Society, 18. yüzyıl rasyonalizminin ve
19. yüzyıl pozitivizminin en önemli kalelerinden biri, dolayısıyla Aydınlanma
düşüncesinin öncüsü oldu. Royal Society dünyanın en aydın kişilerinden oluşan
bir danışman kurulu haline geldi: Isaac Newton, Francis Bacon, Robert Boyle ve Benjamin
Franklin. Modern çağdaki meslektaşların listesi de etkileyiciydi: Einstein, Hawking,
Bohr ve Celsius. Hepsi insanlığın düşünce yapısında kuantum sıçramaları
yaratmışlardı.
Buluşları,
Invisible College’de saklanan eski bilgelikle tanışmalarının bir sonucu
olabilir miydi?
1649’da
İngiltere’de Cromwell devrimiyle iktisadi gücü ele geçiren burjuvalar siyasi
iktidarı da ele geçirdi. Sanayi devrimi başladı. Yahudilerin desteğini ve
finansörlüğünü de alan Püriten ordu, Kral I. Charles’ı devirdi. Yerine Püriten
ilkelerini esas alan bir cumhuriyet kurdu. Cromwell dinsel reformcu ve
küreselleşmeci Batı burjuvazisinin yetiştirdiği ilk başarılı politikacılardan
ve masonik örgütlenmenin de önemli isimlerindendi. Cromwell'in püritenleri
hatırı sayılır bir nüfusa ulaştı ve etki alanlarını Amerika’daki New England
kolonilerine taşıdı.
1694’te
ABD’de The Ancient Mystical Order of the Rose Cross (Gül-Haç Antik Mistik
Tarikatı) kuruldu. Hermetik (maji, simya, astroloji, astronomi, tıp ve bilgeliğin kurucusunun öğretileri), doğal ve ruhsal
kimya, Kabala, geleceği görebilme, kehanet, toprak falı, astroloji, yıldız
falı, teürji (kozmik veya doğaüstü güçlerin ve ilişkilerinin incelenmesi ve bu
güçlerin kullanılması), müzik, felsefe, matematik konularında çalışmalar
yapacaktı.
Masonluk
Kuzey Amerika’ya 1730’larda geldi. Benjamin Franklin 1731’de mason ve 1734’te
Pennsylvania Büyük Üstadı oldu. Gül Haç üçlü konsülünde yer aldı. George
Washington da 1752’de masonluğa alınarak Yeni Roma projesi yaşama geçirildi. Washington,
1789’da ABD Başkanı oldu.
1776’da
Almanya’da Prof. Adam Weishaupt adlı 28 yaşında bir doçent temel hedefi krallara,
hükümdarlara karşı bir cumhuriyet kurmak, sonra da dünyayı tek merkezden
yönetebilmek olan İlluminati örgütünü kurdu. Örgütü ilk kuran, Alumbrado, Işık
Hareketi adıyla, 1515'te, İspanya'da Yahudi dönmesi Bayan Piedi idi. 1623'te Fransa'da
"Illumi" adıyla kurulmuştu. İdealleri arasında, insanların inançları
ve yaşam biçimleri üzerine ipotek koyan bir dine ve onun yaygın örgütlenmesi olan
Kiliseye yer yoktu. Ülkeler ve sınırların varlığı dışlanmakta, tek bir uluslararası
insan kardeşliğinin altı çizilmekteydi. İlluminati için Gül-Haç Tarikatı’nın
bir alt kolu denebilir. Operatif bölümü suikastlar yapar, adam öldürür, icraata
dayalıdır. Spekülatif bölüm Vatikan'a karşıdır ve pagan geleneğe bağlıdır. ABD
dolarının arka yüzündeki "Her yerde sizi gözlüyoruz" diyen Piramidin
içindeki göz İlluminati örgütünün amblemidir. Piramidin üstünde Roma
rakamlarıyla yazan 1776, İlluminati’nin kuruluş yılıdır. "Novus Ordo
Seclorum" ise "Yeni Dünya Düzeni" demektir.
Aytunç
Altındal’a göre İllüminati'ye devam edelim. 1780'de Baron von Knigge İllüminati'ye
başkan oldu. Masonlar İllüminati'ye girdikten sonra, gerçekten yıkıcı bir örgüt
olduğunu, ezoterik bilimlerin göstermelik olduğunu gördüler ve von Knigge ile Weishaupt'un
arası bozuldu. Sonra yeni bir örgüt, tamamen ezoterik, Kabala'ya dayalı
Martinistler, yani esas İllüminati doğdu. Fransız İhtilalinde birinci derece
rol oynadılar. İngiltere kolu hak locası kamisarlar kuruldu. Kralı yıkıp
cumhuriyet getirmeye çalıştı.
Bavyera
1784’te İlluminati örgütünü kapattı, üyelerinin çoğu tutuklandı, Weishaupt ve
birçok üye ülkeyi terk etti. İngiltere ve Fransa'da masonlara karıştılar. Sabetaycı
Frankistler’in de katıldığı İlluminati 1790’dan sonra yeraltına indi.
1833
yılında, ABD’nin en ünlü ve köklü üniversitelerinden Yale’de Amerika’nın en
eski gizli örgütlerinden “Skull and Bones Society” (Kafatası ve Kemikler
Cemiyeti) SBS kuruldu. İlluminati’nin ABD’deki devamı olduğu söylenir. Diğer
adı “The Order”dır.
1877’de
John D. Rockfeller, Cecil Rhodes, John P. Morgan, Mayer A. Rothchild ve Andrew
Carnegie beşlisi ABD’de Round Table (Yuvarlak Masa) örgütünü oluşturdu. Belirli
alanlarda yönetim birimleri oluşturulacak ve koordinasyon sağlanarak tek elden
dünyanın yönetimi amacına ulaşılacaktı.
1873'te
New York'a
göç ederek Amerikan vatandaşı olan Rus okültist Bayan
Blavatsky tarafından 1887’de Teosofi Cemiyeti (Thesophy Society) kuruldu. Blavatsky’nin
bin beş yüz sayfalık ünlü kitabı The Secret Doctrine (Gizli Doktrin), Albert
Einstein’in sürekli yanında bulundurduğu bir başucu kitabıydı. E= mc2 formülüne
bu sayede ulaştığı yeğeni tarafından iddia edilir. Daha sonra Hitler’in ve
onların gizli cemiyeti Thule Teşkilatının üyelerinin sürekli yanlarında
bulundurdukları bir başucu kitabı olduğu da söylenir.
Gizli
Doktrin, çok eski Upanişadların ve Vedaların bazı bilgilerini de içermektedir. .
Modern kuantum fiziğinin bazı bulguları, Heisenberg’in ‘Belirsizlik İlkesi’ ve
rölativite teorisi eski Hint dini yazıtlarındaydı. Blavatsky çok fazla seyahat
yapmış ve Hindistan’ı da gezmişti. Bu bilgilerin bir kısmını oradan almış
olabilir. Blavatsky’i izleyenler ve yanındakiler, binlerce sayfa bilgiyi kaleme
alırken, bazı otlar kullandığını, transa geçtiğini söylemektedir. Blavatsky’nin
gizli bilimler, simya ve diğer gizli örgüt bilgilerini ve Kabalayı da çalıştığı
bilinmektedir. Yardımcısı bir medyumdu. Blavatsky Gizli Doktrin’de rölativite,
eter, madde, çekim, parçacıklar kavramlarına girmiştir. Fizik üzerine inanılmaz
düzeyde spekülasyonlar görülür. Binlerce yıl önce bilinen bazı bilgileri şifreli
olarak günümüze getirmişti. Blavatsky kadim dinlerdeki gerçek kutsal metinlerinin
yedi düşünce düzeyinde açıklanabileceğini söylerdi.
1921’de
dünyanın tek elden yönetimi için Council on Foreign Relations-CFR örgütü (Dış İlişkiler Konseyi) New York’ta
kuruldu. Gizli cemiyetler ve zengin ailelerce yaratılan bir ideoloji ABD’de CFR olarak kök salacaktı. CFR küreselleşme
ideolojisinin Bohemian Grove (BG) ve Skulls and Bones Society (SBS) gibi
örgütlerden daha az gizli bir şubesidir. CFR yüzyıllardır ülkü piramidi,
Süleyman mabedi, tek hükümetli dünya, Sion’un oğullarının vaad edilmiş birleşik
krallığı, evrensel kardeşlik gibi fikirleri savunan gizli cemiyetlerin bu
ideolojisini resmi olarak ilk harekete geçiren kuruluştur.
ABD’ye
İngiltere’den gelen gizli örgütler arkalarını tamamen boşaltmadılar.
Aytunç
Altındal’a göre Tavistock Örgütü de 1921'de İngiliz Ordusu Psikolojik Savaş
Başkanı Sir John Rawlings-Reeese tarafından kuruldu. Üyeleri aileden gelen üst
düzey masonlardır. İki Dünya Savaşında psikolojik savaş örgütü olarak çalıştı. Rockefeller
Vakfının büyük bağışıyla 1946’da yeniden yapılandırıldı. Tavistock'a daha geniş
savaş araştırmaları ve uygulama görevleri verildi. Kendisi ortada görünmez,
vakıflarla, CEO’larıyla iş görür. Tavistock ve alt kuruluşu Digifoundation,
görünürde düşünce üretiyor, ama gerçekte ülkelerin yönünü belirlemeye çalışıyordu.
Kliniklerinde Freud’un beyin yıkama yöntemleri ve kitlelerde kullanılmasını
araştırıyordu. Farklı kültürlere ve farklı siyasi iklimlere yönelik yöntemleri
çıkarıyordu. ABD Emperyalizmini destekliyordu.
Prieure
de Sion Örgütü 1960’tan sonra yarı açık hale geldi, ama 1984’te tekrar
gizlendi.
20.
yüzyılın şekillenmesinde Gül-Haç, Siyon Tarikatı, Bâtıniler, Tapınakçılar, Masonlar,
İllüminati ve diğerleri önemli roller oynadılar. Genel olarak insanlığı ileriye
götürecek ilkeler için mücadele ettiklerini söylediler. Monarşi, katı şeriatçı,
dinci sistemler ortadan kaldırılacaktı. İnsanlar zenginleşecekti. Dünya kalkınacaktı.
Emekçiler, işçiler, memurlar daha iyi yaşam standartlarına kavuşturulacaktı. İnsanların
eşitliği, kardeşlik, sosyal sınıflar arasındaki farkların kaldırılması veya
azaltılması sağlanacaktı. Özgürlük ve demokrasi yaygınlaşacaktı. Sosyalleştirilmiş,
halkçı, eşitlikçi bir devlet olacaktı. Akılcılık ve bilim öne çıkacaktı. Kadın
ve erkeklerin eşitliği sağlanacaktı. Kadın toplumda ön planlara geçirilecekti.
Bireyin, kralların, aristokrasinin ve şirketlerin üzerinde olan bir güçlü devlet
yapısı kurulacaktı.
Söylemedikleri
de vardı. Kendilerinin yönetiminde, gizli oto kontrol sistemini içeren bir derin
devlet…
21.
yüzyıla geliyoruz. Artık karşımızda, yeraltına saklanan, gizli bilgi ve
emanetlere sahip örgütler değil, uluslar üstü ölçekte yapılanan tek bir Derin
Dünya Devleti (DDD) vardır. Tepede,
dünyanın en zengin Yahudi iş adamlarınca kurulan ve sadece Davut peygamber
hanedanından geldiği iddia edilen üyelerin kurduğu Round Table (Yuvarlak Masa) (RT)
vardır. RT kendisine bağlı üç alt örgütle dünyayı yönetmektedir: Dış İlişkiler
Komisyonu (CFR), Bilderberg Grup (BG)
ve 1973’te kurulan Trilateral Komisyon (TC). CFR ABD ile Dünya genelinde
uygulanacak politikaları, BG Avrupa'da uygulanacak politikaları, TC Asya'da
uygulanacak politikaları belirlemektedir. RT ise DDD
Karar Organıdır. Perde arkasında İlluminati örgütünün olduğu söylenmektedir.
Bunların
Yeni Dünya Düzeni’nde, makro düzeyde birleşik devletlere, mikro düzeyde site devletlere
dayanan bir yapı esas alınmaktadır. İmparatorluk benzeri federal devletlerin
oluşturacağı büyük bir dünya koalisyonunun adımları atılmakta, ulusal yapıları
parçalamaya yönelik etnik mikro milliyetçilik akımları desteklenmekte ve ulus
devletler tarihten silinmeye çalışılmaktadır. Dünya coğrafyası yeniden
çizilecektir. Stratejik bölgeler ele geçirilecektir. Siyasi, sosyal, ekonomik,
teknolojik ve kültürel hegemonya kurulacaktır. Teolojik merkezli küresel kraliyet
kurulacaktır, yeni veya post modern faşizm gelecektir. Sivil Toplum Örgütleriyle
Gizli Örgütler 'Tek Dünya Devleti' için
çalışmaktadır.
Burada,
Leo Strauss ve uluslararası sinarşi karşımıza çıkıyor. Birlikte yönetmek veya
uyumlu yönetim anlamlarına gelen Yunanca kökenli bir kelimeden türemiştir. Yani
anarşinin karşıtıdır.
Bu
kelimeyi gizli topluluklarla bağlantılı olarak ilk kullanan kişi okültist Saint-Yves
(1842-1909) olup, L'Archéomètre adlı kitabında ideal yönetim biçimi olarak
tanımlamıştır. Saint-Yves, sinarşiyi yeraltındaki Şambala’da yaşayan ve
kendisinin de telepatik iletişimde olduğu “üstün varlıklarla” bağlantılı gizli
örgütlerin hükümranlığı anlamında kullanmıştır. Tüm insanlık bu “aydınlanmış
ruhların” yönetimine geçmeliydi. Saint-Yves, Tapınak Şövalyelerini tarihin en
üstün sinarşistleri olarak değerlendirmişti. Orta Çağlar Avrupa’sını perde
gerisinden siyasî, malî-ekonomik ve dinî hayatı kontrol altında tutmayı başaran
Tapınak Şövalyeleri idare etmişti, dünyayı bugün de seçkin bir kadro idare
etmeliydi.
Amerikalı
muhalif eylemci Lyndon LaRouche, sinarşiyi dünyayı yönetme hırsında olan elit
grup için kullanmaktadır. Bu şebeke, Napolyon Bonapart, Bertrand Russel, Adolf
Hitler ve hatta İngiliz Kraliyet Ailesini de içermektedir. İddiasına göre 1929
yılındaki büyük ekonomik buhran yıllarında uluslararası finans kuruluşları,
hammadde kartelleri ve istihbaratçılar, zor kullanarak da olsa düzeni sağlamak
ve uluslararası borçların ödenmesini garanti altına almak için Avrupa’nın pek
çok yerinde faşist rejimler kurulmasına ön ayak oldular. LaRouche, Dick Cheney
başta olmak üzere George Bush yönetimindeki yeni muhafazakarları, Alexandre
Kojève, Carl Schmitt ve Leo Strauss düşüncesinin uzantısı olarak, sinarşinin
günümüzdeki temsilcileri kabul etmektedir. Sinarşistler II. Dünya Savaşından
sonra gayelerini ABD ile gerçekleştirme amacındadır.
Sık
sık önümüze çıkan Kabala hakkında da bazı notlarım var.
Birçok
Kabalist, doktrin ve metotların ilkel insanlara cennetten melekler tarafından
indirildiğini iddia eder. Kabalistler arasında iki eğilim var. Biri tamamen
doktrin ve dogma koluna; diğeri de pratik ve mucizevi harikalar işine koyulmuş.
Kabalanın dogma kolu, normalde insan
ruhunun üç elemanı olduğunu söyler: nefesh, ru'ach ve neshamah. Nefesh bedene
doğumla girer, içgüdüler ve arzuları oluşturur. Ruach daha sonradan edinilir ve
gelişir, moral değerleri oluşturur. Neshamah, süper ruh, doğumla edinilir,
ölümden sonrasının bilincini verir. Bazı kabalistler, ruhun iki elemanının daha
olduğunu söyler: chayyah ve yehidah. Bunlar sadece az sayıdaki seçilmişlere verilir,
bedene girişleri ilk üç elemandan farklı şekilde olur. Chayyah ilahi yaşam
gücünün farkındalığını verir. Yehidah en üst basamaktır. Tanrıyla tam olarak
bütünleşmeyi sağlar.
Kabalanın
pratik ve mucizevi harikalar koluna da bakalım. En ünlü harikaları uygulayan
Rabbi, Ari olarak bilenen Isaac Luria ve Müslümanlığa dönen Sabatay Sevi idi.
Bu iki Rabbinin çıkardığı okült külliyatının yaşayan temsilcileri dağılmış
bireylerdir, inisiye olmuş grupları da vardır. Orta Avrupa'da, özellikle Rusya’nın
belirli bölgelerinde, Avusturya ve Polonya'da, halen Kabalaya atfettikleri
garip şeyler yapabilen ve "Harikalar Yapan Rabbiler" olarak bilinen Yahudiler
var. Açıklanması çok zor şeylerin İngiliz Kabalistik ritüel ve tılsım
öğrencileri tarafından da yapıldığı görülmüş.
Kabalacıları
bir tarafa bırakalım. Ama günlük hayatta da rastlanılan sihir, büyü gibi
doğaüstü olaylar her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu konuda Kur’an’da bazı
izler var:
Bakara
Suresi 258, 260. Ayetler: Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye Rabbi
hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim
diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. İbrahim,
“Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince,
kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez… Hani İbrahim,
“Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. “İnanmıyor musun?” deyince,
“Hayır ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut.
Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın
üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz
Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bakara
Suresi 102. Ayeti: Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları
yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman küfre girmedi. Fakat şeytanlar,
insanlara sihri ve Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edileni
öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için
gönderilmiş birer meleğiz. Sakın küfre girme” demedikçe, kimseye öğretmiyorlardı.
Böylece onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri
öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye
zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri
öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını
biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke
bilselerdi!
Enbiya
Suresi 79. Ayeti: Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine
hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvûd ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için
dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik.
Aynı
Sure’nin 81 ve 82. Ayetleri: Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı
verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi.
Biz, her şeyi hakkıyla bileniz… Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık
eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları
zapt eden bizdik.
Neml
Suresi 16 ve 17. Ayeti: Süleyman, Dâvûd’a varis oldu ve “Ey insanlar, bize kuş
dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi…
Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun
önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.
Neml
Suresi 38 ve 39. Ayeti: Süleyman, “Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan
önce hanginiz bana onun tahtını getirebilir?” Cinlerden bir ifrit, ”Sen
yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek
güvenilir biriyim” dedi.
Sebe
Suresi 12, 13 ve 14, Sad Suresi 30-38. ayetlerde
de Süleyman hakkında benzer ifadeler vardır.
Kur’an’da
Musa için de bazı ayetler var…
Zuhruf
Suresi 46-49. Ayetler: Andolsun, biz Musa’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri
gelen adamlarına göndermiştik de o, “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim”
demişti. Mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere
gülüyorlar! Onlara gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha
büyüktü. Doğru yola dönsünler diye, onları azaba uğrattık. “Ey büyücü! Sana
verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua et. Çünkü biz artık doğru yola
gireceğiz” dediler.
Neml
Suresi 10-12. Ayetler: “Değneğini at.” Onu yılanmış gibi hareket eder görünce,
dönüp ardına bakmadan kaçtı. “Ey Musa, korkma! Benim katımda peygamberler
korkmazlar. Ancak kim zulmeder de sonra kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin
ki şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim.” “Elini koynuna sok;
Firavun’a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz
bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir.”
Müminun
Suresi 45,46. Ayetler: Sonra Musa ve kardeşi Harun’u mucizelerimizle ve apaçık
bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de büyüklük
tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.
Ta’ha
Suresi 17-23. Ayetler: “Şu sağ elindeki nedir ey Musa?” Musa dedi ki: “O benim
değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka
işlerimi de görürüm.” Allah, “Onu yere at ey Musa!” dedi. Musa da onu attı. Bir
de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş! Allah, şöyle dedi: “Tut onu.
Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz. Sana büyük mucizelerimizden
birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak,
(alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde
çıksın.”
İsra
Suresi 101. Ayet: Andolsun, biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik.
İsrailoğullarına sor. Hani Musa onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin
kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Musa!” demişti.
Yunus
Suresi 75-81. Ayetler: Sonra bunların ardından Firavun ile ileri gelenlerine de
Musa ve Harun’u mucizelerimizle gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve suçlu bir
toplum oldular. Katımızdan kendilerine hak gelince, “Şüphesiz bu, apaçık bir
sihirdir” dediler. Musa: “Size hak gelince, onun hakkında böyle mi diyorsunuz?
Bu bir sihir midir? Oysa sihirbazlar, iflah olmazlar!” dedi. Dediler ki: “Bizi
atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hâkimiyet ikinizin
eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz.” Firavun, “Bütün
usta sihirbazları bana getirin” dedi. Sihirbazlar gelince Musa onlara,
“Atacağınızı atın” dedi. Sihirbazlar atacaklarını atınca, Musa dedi ki: “Sizin
bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah,
bozguncuların işini düzeltmez.
Araf
Suresi 115-117. Ayetler: “Ey Musa! Ya önce sen at, ya da önce atanlar biz
olalım” dediler. “Siz atın” dedi. Bunun üzerine onlar atınca insanların gözlerini
büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar. Biz de Musa’ya,
“Elindeki değneğini at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların
uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
İsa
hakkında da var:
Maide
Suresi 110. Ayet: O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin
üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs ile
desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani,
sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan
kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen
bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı
iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de çıkarıyordun. Hani sen,
İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan
kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür”
demişlerdi.
Derin
Dünya Devleti’nin izlerini aramaya çalışırken, buraya kadar ortaya konan notları
özetlemek gerekiyor…
Yazılı
tarihten önce dünyada çok gelişmiş uygarlıklar vardı. Bu insanlar üstün
fiziksel ve ruhsal yeteneklere sahiplerdi. Evrendeki gezegenlerini ve dünyadaki
kıtalarını bir şekilde çevresel felaketlere uğratmışlardı. Aralarındaki
anlaşmazlıklar, rekabet, güç mücadelesi tamamının üstün yeteneklere sahip
olmasından ileri geliyordu. Dünyayı da mahvetmemeleri için bir tufanla yeryüzünden
silinmeleri gerekmişti. Sadece küçük bir kısmının hayatta kalmasına izin
verilmişti. Bunlar “üstün insanlar” olacaktı, ama üstünlük taslamaları
yasaklanmıştı. Tevrat ve Kur’an bunların İsrailoğulları olduğunu söylüyordu.
Gizli
bilgiler de sembollerle şifrelenmişti. Sıradan insanların bunlara erişmemesi
gerekiyordu. Tehlikeliydi. Fakat bu başarılamadı. Doğu ve Batı dünyasında bazı
tarikatlar insanlık tarihini kökünden değiştirecek bu gizli bilgilere
ulaştılar. Buna doğanın sırları da dahildi. Böylece “Aydınlanmışlar” sınıfına
girdiğini ileri süren gizli örgüt üyeleri günümüze kadar geldiler. Bazıları da gizli
ve kutsal kan bağını sürdüren Davut Soyu’ndan geldikleri için Derin Dünya
Devleti’nin karar organı RT’de (Round Table) yer aldılar. Bazı Hristiyan
çevreleri bunları İllüminati veya “Şeytan’ın seçkinleri” olarak kabul ediyor.
Burada
RT hakkında biraz daha bilgi gerekiyor…
Bunların
güçlü ve süper zengin 13 aile olduğu ve 1 Amerikan Dolarının arka yüzündeki
mühürde 13 noktayla işaretlendikleri söyleniyor. Rothschild, Rockefeller, Duke,
Astor, Dorrance, Reynold, DuPont, Warburg, Freeman, vd. insanları tek bir
devlet ve tek bir din altında birleştirmeyi ve böylelikle, cahil (!) insan
sürülerini 'aydınlatmayı' hedefliyorlar. Dört kademeleri var: RT en üst gizli
kademedir, çekirdek karar organı Şeytan’la
ilişki kurabilen üç kabalistten oluşuyor. 13'ler Meclisi, 33'ler Meclisi,
300'ler Kulübü Sanhedrin daha alt düzeyleri oluşturuyor. Bunların hepsi büyü
bilmektedir.
Yeni
Dünya Düzeni veya bir Anglo Sakson Firavunlar devri yaratmak, Hermes ve eski Atlantisli
Mısırlıların dönemindeki gibi Yeni Atlantis’i kurmak için büyük bir mücadele
veriyorlar. Kararları 50-80 yıl gibi bir süre için aldıkları söyleniyor. Örneğin
İsrail’in kurulma kararı RT tarafından 1870’li yıllarda ABD’de ve İngiltere’de
alınmış ve 1917’de Balfour Deklarasyonu sayesinde ortaya konmuştur. 23 İslam
ülkesini "demokratikleştirme iddiasındaki Büyük Ortadoğu Projesi de daha
sonra geliştirilmiştir.
Burada
“Grup Cemiyeti”nin (The Group) yüz yıldan beri İngiliz politikasını kontrol
ettiğini ilave edelim.
Yeni
Dünya Düzeni adına ortaya sürülen ezoterik Tek Dünya Dini, Budistliğin,
Hinduizmin, Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın birleştirilmesini
öngörüyor. Fethullah Gülen’in içinde olduğu Dinlerarası Diyalog da bu
kapsamdadır.
Aytunç
Altındal’a göre, Okült örgütler 2.700 yıldır var. Yönetenlerin takvimi 360
günlüktür. 500 yıldır olayları bizden önce yaşamışlardır. Bugünü 2.500 gün
önceden planlarlar, biz geriden izlemeye çalışırız. Düşünce metotları
farklıdır, size fark ettirmeden aktarabilirler. Üst akıl her 108 yılda bir
büyük değişim yaşatır. Son dönem 1989’da başladı, 2025’te sona erecek. İlk 36 yıl
enigmatik (muamma) dönemidir. Olayların gerçekleri öğrenilir. Gerçek sanılan
bilgiler yanlışlanır. İkinci 36 yıl hazırlık dönemidir. Yenilenme hep doğudan
başlar. Kavramların içi boşaltılır, sonra da doldurulur. 20 yüzyıl, 19. yüzyılın
kavramlarıyla yönetildi. Ama 20. yüzyıl kavramları 21. yüzyılı yönetemiyor.
Teknoloji çok gelişti. Bugünün tüm yöneticileri elenecek, gelecek 36 yılda
“uzaya açılma” gerçekleşecek. Yeryüzü kavramları astral, kozmik kavramlarla
değiştirilecek. Amaç, dini olmayan, üst akılın çizdiği çerçevede ahlak anlayışı
olan yeni tip insanı yaratmaktır. Kehanete göre, dünyayı yönetecek 144.000 kişi
vardır. Gerisi yönetilecektir. Yeni insanın tanrısı üst akılın çizdiği bilim
olacak. BM’de görülmeyen, 26 uluslararası kuruluş (IMF, Dünya Bankası) bunların
denetimindedir.
Bir
parantez daha açarak sık sık karşımıza çıkan doğaüstü güçler konusuna bakalım…
Antroposofi,
Teosofi, Gül Haç, İlluminati dernekleri trans, durugörü ve zamanda seyahat
teknikleriyle Akaşik kayıtlara ulaşarak bu sırlara ve gizli bilgilere ulaşabildiklerini
ileri sürüyor ve hatta bazılarını paylaşıyor.
Gizli
cemiyetlerde psikoaktif otlara ve farklı bilinç hallerine karşı ilginin çok
fazla olduğu biliniyor. Hasan Sabbah ve fedaileri, Christian Rosenkreutz (Gül-Haç),
Nostradamus (Gül-Haç), Adam Weishaupt (İlluminati), Golden Dawn-Altın Şafak,
Büyü kültleri, Madam Blavatsky (Teosofi Cemiyeti) vb. birbirinin benzeri
psikoaktif maddeleri hem kendileri üzerinde, hem de müritleri üzerinde
denemişler. Tibet’te, Hindistan’da, Çin’de rahipler, Orta Asya ve Amerika’da
kızılderili şamanlar tarafından, ayinlerde kullanıldığı, kullandıktan sonra
halüsinasyonlar görüldüğü biliniyor. Fazla dozun ölümcül derecede zehirli
olduğuna da dikkat çekiliyor.
İllüminatilerin
Şeytan çağırma ayinlerinde kullandığı, 300'ler konseyinde içinde Tevrat’ta
“man” olarak geçen manna helvası dağıttığı söylenir. Kur’an, Bakara Suresi, 57,
Araf 160, Taha 80. Ayetlerde geçen kudret
helvası, Sina'da Musa'ya verilen “Manna”dır. Yeterli ve dengeli kullanılması gerekir.
Beyindeki epifiz bezini çalıştırdığı, melatonin ve dimetiltriptamin (DMT) hormonunu artırdığı, üçüncü gözün açıldığı,
metafizik varlıkların görüldüğü iddia ediliyor. Bazı yazarların da bu şekilde
ilham aldığı söyleniyor. Şamanlar DMT hormonunu çeşitli bitkilerden elde ediyor.
Ayahuasca denilen bir iksirin yapımında
kullanılıyor.
Ayrıca
epifiz bezinin deniz seviyesinde çok az, yükseklere çıktıkça ise çok fazla
hormon salgıladığı bilimsel bir gerçek. Bu yüzden tarih boyunca Tibet ve Hristiyan
manastırları olabildiğince yükseğe yapılmış. DMT hormonun da yardımıyla üst
bilinçlerle daha fazla iletişimde bulunmak istenmiş.
Gül-Haçlara
göre, insanın beş duyusu gerçeğin ancak yüzde birini algılayabiliyor. Üç
boyutun dışına çıkamıyor. Dördüncü ve daha üst boyutlar için hipofiz (pituitary
body) ve epifiz (pineal gland) bezlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Simyacıların
bulamadığı ölümsüzlük iksiri (abı hayat, bengisu, ambrosya), Aden cennetindeki
'yaşam ağacı'nın meyvesini de anarak bu konuyu kapatalım.
Peki
bu “üstün” denilen yaratıklara karşı yapılacak bir şey kalmadı mı? Bunların
hiçbir zayıf tarafı yok mu?
Var
elbette…
Öncelikle
bunları birbiriyle tamamen aynı fikirde olan örgüt üyeleri olarak görmemek
gerekiyor. Bu insanların ve kurdukları örgütlerin kendi aralarında ve dış dünyaya
karşı çatışmaları sözkonusu. Kendileri hakkında yayınlanan sayısız kitap,
makale ve videonun kaynağının bir kısmı propaganda gayretleri olarak
görülebilir. Kendilerini olduklarından daha güçlü göstermek için ellerindeki
tüm imkânları kullanmaları normaldir.
Fakat
en tepedekiler dâhil, hemen hemen bütün üst kadronun soy ağaçları,
zenginliklerinin kaynağı, kirli işleri ortalıkta gezmektedir. Bunu yazıp
çizenlerin bir kısmının çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırıldıkları da
biliniyor. Bilgi kaynaklarının içerden birileri olduğu açıktır. Bunlar,
pastanın paylaşılması gibi çeşitli nedenlerle birbirlerini deşifre
etmektedirler. Opus Dei ve Vatikan, Protestan gizli örgütleri deşifre ederken, siyonizme
karşı olan Yahudiler ve Protestan gizli örgütleri ise Yahudi gizli örgütlenmelerini
deşifre etmektedirler.
Şövalyelerin
açgözlülüğü, vicdansızlığı, servet tutkuları ve hırsları, şatolarda düzenlenen
gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler de halkın diline
düşmüştü. Bunlar her zaman iç
çatışmalara dönebilecek konulardır. Bu gün de aynıdır.
Nazilerin
temelini oluşturan Thule cemiyeti 1912 yılında kurulmuştu, 1776’da Almanya’da kurulan
İllüminati’nin bir devamıdır. Thule cemiyeti 1920’lerde Nazilerin belkemiğini
ve iç istihbaratını oluşturan SS’lere (Schutzstaffel, Koruma Timi) dönüşmüştü. Amerika’daki
Skulls and Bones cemiyeti (SBS) de İllüminati’nin bir devamıdır ve 1832’de İkinci
İllüminati locası olarak ABD’de Yale’de kurulmuştur. Bunu Yahudilerin ittifakı
ile daha iyi başarabileceklerini bildikleri için SBS Cemiyeti Yahudi gizli örgütlenmeleri
ve B’nai B’rith ile ittifak içindedir. Yahudilerle ittifak içinde olmalarına
rağmen SBS bağlantılı iş adamları İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin gelişmesine
ve Hitler’e büyük ölçüde destek olmuştur. İlluminati’den ayrılma iki örgüt olan
Thule Cemiyeti ve SBS birbirlerine akrabadır ve uzun süre birbirlerine destek
de olmuşlardır. Ama İkinci Dünya Savaşında birbirleriyle savaşmaya
başlamışlardır.
Çok
zorda kalmadıkça Yahudilerle Anglo Sakson gizli örgütleri çatışmazlar. Ama WASP
(Beyaz Anglo Sakson ve Protestan), MOSSAD’la koordineli oluşturulduğu söylenen
11 Eylül 2001 olayından sonra ABD’yi ve küresel sermayeyi kontrol etmekte olan Yahudi
gizli örgütlenmelerinden rahatsız olmaya başlamıştır. ABD’de bir çatışma ortamı
doğmaktadır, çünkü İsrail’in ve Yahudilerin Büyük İsrail projelerinin faturası ABD
için çok ağır olmuştur.
Atlantis,
Mısır, Mezopotamya, İsrailoğulları, Şii İsmailiye mezhebi, Tapınak Şövalyeleri,
Katolik Orta Çağı, İskoçya masonluğu, İtalya Rönesansı, Fransız Devrimi, Almanya
Protestanlık Reformu, İngiltere Püritenliği, ABD Evanjelizmi çizgisini
izleyerek zamanımıza gelmeye çalıştık.
Yeni
Roma, Yeni Atlantis, Yeni Kudüs olarak simgelenen ABD’de üslenen Tek Dünya
Devleti, Tek Dünya Dini ve Yeni Dünya Düzeni girişimlerinin geldiği yere daha
dikkatli bakalım…
Avrupa
Birliği projesi başarılı olmuş mudur? Cevabı kolaydır: Hayır! İngiltere
birlikten çıkmaktadır. Fransa, İtalya aynı işaretleri vermeye başlamıştır. Almanya’nın
ağırlığı kaldırılamamaktadır. Portekiz, İspanya, Yunanistan zor durumdadır. Çatışan
çıkarların gürültüleri her yerden duyulur olmuştur. Milliyetçilik
aşılamamaktadır.
Büyük
Orta Doğu (BOP) projesi başarılı olmuş mudur? Onun da cevabı kolaydır: Hayır! İsrail’in
güvenliği garantiye alınmak istenirken gelinen durumda, Orta Doğu bir kan
gölüne dönmüştür. Lübnan’dan sonra karıştırılan Irak ve Suriye’nin yanına Mısır
da terör örgütü ilan edilen Müslüman Kardeşlerin eline düşmekten askeri darbe
sayesinde kurtulmuştur. ABD askerleri Suriye’deki kara savaşına girememektedir.
Avrupa’dan
sonra sıra ABD’nin yıpranmasındadır.
1960’larda
CIA tarafından İsviçre’deki şatodan yönetimiyle başlatılan Türkiye’nin İslamlaştırılması
projesi, Sovyet komünizminin iflasından sonra BOP için Ilımlı İslam olarak
kullanılmaya başlanmış, ama orada da işler sarpa sarmıştır. Ortak hedef olan Atatürkçülerin
ve onun en güçlü kalesi TSK’nin
yıpratma savaşı bitince, DDD tarafından AKP’nin Milli Görüş’ten ayrılarak, DDD kontrolündeki
Fethullah Gülen’in nurcularıyla ve liberallerle yaptırılan ittifakı bozulmuştur.
Nedeni
bellidir: Arkalarındaki DDD unsurları farklıydı.
Şimdi,
DDD unsurları arasındaki Fethullahçı Terör örgütü (FETÖ) destekçileri ile AKP
destekçileri anlaşamıyor. AKP, DDD tarafından şekillendirilen İslamın ılımlı
tarafına değil, koyu dinci yönüne sarıldı. Hristiyanlığın baskıcı Katolik
dönemine benzer bir yola girdi. Şimdi AKP’yi hizaya getirmeye çalışıyorlar.
Kaostan
düzen yaratma söylemlerinin içinin boş olduğu bellidir…
Zbigniew
Brzezinski’ye göre, ABD süper güç özelliğini yitirirken, Rusya ve Çin'in dünya
sahnesindeki gücü ve etkinliği giderek artıyor. ABD'deki gerilemeye zemin
hazırlayan etkenleri ve ABD'nin gücü analiz edilince, birçok sorunun çözülmemiş
olduğu anlaşılıyor. Amerikan ekonomisinde eski canlılık sağlanırsa ve mevcut
potansiyel değerlendirilirse, ABD eski gücünü ve dinamizmini yeniden
kazanabilir. Ülkenin hangi yöne gideceğini ise ABD ve dünya için son derece
kritik olan önümüzdeki beş yıl belirleyecek.
Biz
de ilave edelim…
Meksika
sınırına duvar inşası, Hispaniklerin ve Müslümanların ülkeden kovulması
düşünceleri bile alarm sinyalleri veriyor.
Rus
hackerlar, 2016'da ABD Başkanlık seçimleri kampanyasında, Hillary Clinton'ın
kişisel elektronik posta hesabı üzerinden devlete ait gizli bilgiler içeren
yazışmalarını ele geçirdiler. Elektronik postalar ABD ve NATO'nun IŞİD
teröristlerinin finanse ettiğini, silahlandırıldığını ve operasyonlara görevlendirildiklerine
ilişkin herşeyi ortaya koydu.
ABD
(DDD) bu güne kadar “Tek Dünya Devleti”nin yakınına bile gelemedi. Yarattıkları
terör örgütlerini kullanacağım derken yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar.
Artık diğer ülkeler, hatta teröristler son teknolojileri ve şifreli programları
kullanarak gizli bilgilere sahip oluyor ve bunu anında paylaşıyor.
Rusya
Dışişleri Bakanı S. Lavrov'un dünyanın Batı (DDD) sonrası bir dönemine girdiği
iddiasını da not edelim.
Son
60-70 yılda, Atlantis ve Mısır egzotizmi, Yahudi Kabala mistisizmi, metafizik kullanılarak
milliyetçilik ve dinler sarsılmaya çalışıldı. Ama dünyanın efendileri, dünya
krallığı ve dünyayı tek bir ülke gibi tasarlayan bilinçaltı operasyonları
başarılı olamadı. Sayıları az ama aşırı hırslı, şeytan gibi, uyanık ve sapkın yaratıkların
gizliliği kalmadı.
Hitler’i
ve Nazileri “ırkçılıkla” suçlayarak mahkûm edenler doğru olanı yaptılar. Peki kan
bağından yola çıkarak dünyayı yönetmeye kalkan DDD kadrolarındaki bu mahluklar
“ırkçı” olmuyor mu? Aykırı görüş meleği olan Şeytan bunları destekliyorsa, son
anda onlara da oyun oynamayacak mı?
Geldiklerini
veya örnek aldıklarını iddia ettikleri ataları, varsa Nibiru gezegenini ve Atlantis’i
mahvettiler. İhtiraslarına esir düşmüş yetenekli insanlardan oluşan DDD
kadroları dünyayı da aynı geleceğe sürüklemeye çalışıyor. Üstün becerisi olan,
fareli köyün kavalcısına kanıp, kaybettikleri çocuklarına ağlayan aileler gibi
olmamak lazımdır. İyi ve barışçı bir dünya düzeninin kurulabileceğine inanmak
hatalıdır. İnsanlar ve devletler arasındaki mücadeleler bitmeyecektir. Bunu en
iyi ortaya koyan tarihtir.
Tarih
boyunca gizliye ya da bilinmeyene duyulan ilgi, Gnostik toplulukların dogmasına
yol açmıştır. Toplumların varlıklarını sürdürebilmesi için mitlere, geleneklere,
değer ve inançlara ihtiyaç vardır. Budizm, Hinduizm, Tevrat, İncil ve
Kur’an’daki kıssaların, mesellerin, öykülerin arkeolojik verilerle birlikte
yorumlanarak ortaya atılan tezler gözardı edilmemelidir. Bugün mitler,
efsaneler veya din kitaplarındaki meseller deyip geçtiğimiz anlatıların, birbirine
çok yakın ayrıntılarla var olmasına daha farklı bakmamız gerek. Skolastik Orta
Çağ ve bağnaz Katolik düşünceye karşı çıkan, sanat ve bilime katkısı olan
insanlara ve gizlenmek zorunda kalan örgütlere diyecek bir şeyimiz yok. Akılcılığı
ön plana çıkaran ezoterik doktrine elbette evet. Onlara şükran borçluyuz. Sıra
dışı düşünce ve teoriler üretmekten korksaydı, Jules Verne “Aya Seyahat”, ya da
“Denizler Altında 20.000 Fersah” adlı
“uçuk” eserleri bu gün “klasikler” arasına girebilir miydi? Sanatçıları ve bilim
adamlarını saymaya gerek duymuyorum. Bu konudaki örnekler sayılamayacak kadar
çoktur.
Bilime
ve teknolojik ilerlemeye evet, ama dünyanın, çevrenin ve düşüncelerin
kirletilmesine hayır demeliyiz. Bilgi ve beceriler bir yerden sonra göstermelik
olup, bazı uyanıklar tarafından kendi çıkarları için sömürülmeye başlayınca,
buna da “dur!” demeliyiz. İnsanların inançları ve yaşam biçimleri üzerine
ipotek koyanlara karşı çıkmalıyız.
Yeni
Dünya Düzeni denilerek “Tek Dünya Devleti” ve “Tek Dünya Dini” getirilmesine
kalkışan “üstün” insanlara karşı çıkmak “normal yeryüzü” insanlarının asli
görevi olmalıdır. Karanlık dönemlerdeki “kul”luktan “birey”e dönüşen insanlar, tekrar koyun gibi
yönetilmeye razı olmamalıdır. Yeryüzü insanı “Kamil İnsan” olma yolundaki
yürüyüşüne devam etmelidir.
Kutsal
Kitaplar ya da “Gizli bilgiler” de kodlanmış metinler olarak algılanabilmeli,
farklı düşünce düzeylerinde okunup değerlendirilebilmelidir. Örneğin, “şeytan”
denildiğinde “ihtiras” anlaşılabilmelidir. “Ölümsüzlük iksiri” bedenin değil
ruhun ölümsüzlüğü olarak yorumlanabilmelidir. “Âlemlere üstün kılınmak” ile “büyüklük
taslamamak” birlikte düşünülmelidir.
Bu
“ırkçı uyanıklar” tarafından yönetilmeye razı olmak insanlığın yükselişine
değil, dünyanın daha kötü durumlara düşmesine neden olacaktır.
Tıpkı
“tek adam” yönetimine sürüklenmekte olan güzel yurdum gibi.
Her
türlü “teklik” tehlikelidir.
Özgürlük,
eşitlik ve kardeşlikten, barıştan, gerçek demokrasiden vaz geçilmemelidir.
Fareli
köyün kavalcılarına dikkat!