Helenler,
Grekler, Yunanlılar
Şubat 2017
Şubat 2017’de, önce
Kıbrıs, sonra da Kardak çorbası yine ısıtıldı, gündem masasındaki yerini aldı. Orta
Doğu ve Suriye’nin sıcaklığını yakından hissettiğimiz, Kırım ve Ukrayna sorunun
hareketlendiğini gördüğümüz kaygan coğrafyamızda, Yunanistan hakkındaki
notlarımı tozlu raflardan çıkarmaya çalıştım.
Önce kısa bir
açıklama…
Yunan, Helen,
Bizans, Rum sözcükleri birbirine karıştırılıyor.
Yunan ve Yunanistan
adı, İyonya’nın bozulmuş biçiminden gelir. Anadolu'da bugünkü İzmir ve Aydın
illerinin sahil şeridine Antik Çağ'da verilen addır. Balkan Yarımadası’nın
güneyindeki topraklarından kaçarak gelen İyon kabileleri bu bölgede Efes ve
Milet gibi şehirler kurmuşlardı. Yani tüm Helenleri (Grekleri) içermiyordu. Adriyatik
güneyindeki denize de İyon adını verdiler.
Helen, Balkan Yarımadası’nın
en güneyinde yaşayan kavimler ve onların kurduğu eski devlet ve uygarlıktır. Helen,
Elen ya da Ellas bugün sadece kendileri tarafından kullanılır. Bizans döneminde
Selanik ile Atina arasında kalan bölge için kullanılıyordu. 7. yüzyılda bu
bölgede oluşturulan eyaletin adı, Hellas idi.
Batı’daki adları
“Grecia, Grèce, Greece” şeklindedir. Bizde de “Grek” olarak kullananlar vardır.
Romalılar Latinlerin hizmetkârı, Latinlerin kölesi anlamında Grek kelimesini
kullanmışlardır.
Bizans İstanbul’un
tarihi adlarından biridir. Eski bir Yunan kolonisidir. Arkeolojik bulgulara
göre, koloni döneminden çok daha önceleri insanların yerleştiği bir yerdi.
Rum, Romalı, Roma
İmparatorluğu halkı demektir. Selçuklular döneminde Anadolu “Diyarı Rum” idi.
Burada yaşayan Hıristiyanlar da Yunanlı (Helen) değildi. Hitit, Asur, Frigya, Kimmerler,
Hurriler, Urartu’ların torunları, Kumanlar, Sakalar, Kıpçak diye bilinen
Türkler de bölgede idiler. Bunlar putperestlikten sonra Hristiyanlığı kabul
etmişlerdi. Zamanın ortak dili olan Yunanca üzerinden insanların kimliği de
değiştirilmeye çalışıldı.
Yazının
devamında, karışıklığa meydan vermemek için “Yunan” sözcüğünü kullanmaya devam
ediyorum.
Özet tarihi…
M.Ö. 20. yüzyıl
öncesinde Pelasg denilen Yunan kabileleri deniz yoluyla Balkanlar’a geldi. Makedonya’nın
bazı yerlerine yerleşti, sonra kuzeyden gelenlerin etkisi ile Mora
Yarımadası’na, güney kıyılarına ve Ege Adaları’na yayıldılar. İlk Yunan şehir
devletleri Antik Mısır’ın kolonisiydi. Girit, Roma vilayeti ve Tuna kıyıları,
M.Ö. 6. yüzyılda Pers istilası nedeniyle Mısır’dan kaçan seçkinlerin yeniden
toparlandığı mekânlardı. Böylece tarih sahnesine özgün birer uygarlık
merkezleriymiş gibi sunulan, ama aslında antik Mısır’ın yeni formları olan
şehir devletleri çıkmıştı. Mısır'ın kadim uygarlığından yararlanarak
yarattıkları Minoya Uygarlığını Miken Uygarlığı izledi. Bilgilerinin belirli
bir kısmını Mısırlı rahiplerden alan Herodot'a göre, yazılı tarih onun
döneminden 11.340 yıl öncesine dayanıyordu. Batık kıta Atlantis’ten söz
ediyordu.
Eski Mısır için
bir parantez açmak gerek: 18. yy ortalarına kadar Avrupa aydınlarının özel ilgi
alanı Mısır, teorik bilgilenme kaynağı da Endülüs birikimiydi. Osmanlı’ya karşı
ayaklanan Yunanlıların bağımsızlık çabasını destekleme için karşı tez ileri
sürüldü: İnsanlığın bütün bilgi, felsefe ve kültürel kökleri Yunan kaynaklıydı.
Bu görüş, petrolün keşfi ve öneminin anlaşılmasına paralel olarak, 19. yy sonu
ve 20. yy başlarında, Mezopotamya devreye sokuldu. Uygarlığın kökleri Mezopotamya'daydı.
Hindistan da önemliydi. İngiliz arkeologlar Sümerleri, Almanlar Truva ve
Hititleri keşfettiler. Kavimler göçüyle bölgeye gelip uygarlık kurmuş Ari
halklardı! Yunan dahil tüm antik uygarlık, Avrupalıların ataları olan
Aryanların eseriydi. Yahudiler, bu tezlere karşı, Mısır teorisine sarıldı. Yunan’ın
kaynağı Mısır’dı, Mısır’ın ise, Fenike. Fenike de Kudüs merkezli Yahudi
devletlerinin parçasıydı.
Eski Mısır’ın,
Eski Yunan’ın kaynağı olduğu doğruydu, ama Yahudilikle bir ilgisi yoktu. Bir
teoriye göre, Eski Mısır uygarlığı da Atlantis’ten sağ kalanlarca yaratılmıştı.
Martin Bernal,
Kara Athena: Klasik Uygarlığın Afro-Asyatik Kökleri (Black Athena: The
Afroasiatic Roots of Classical Civilization) adlı kitabında Antik Yunan ve
dolayısıyla Batı uygarlığının kültürel kökeninin Antik Mısır ve Finike
kültürlerine dayandığı faraziyesini ortaya koyar. Batı uygarlığının kökeninin Avrupa'daki
18. ve 19. yüzyıl ideolojik akımlarının etkisinde, bilimsel nesnellikten uzak
olarak imal edildiğini ve Avrupa medeniyetinin beşiği Yunanistan sloganının
lanse edildiğini savunur.
Antik
Yunan-Roma-Yahudilik-Hıristiyanlık-Aydınlanma-Kapitalizm şeklinde çizilen ve
bütün batı dışı toplumlardan ileri ve üstün olarak sunulan Batı uygarlığının
tarihi gelişim şeması yalanlardan ibaretti. Hind – Avrupa kültürü, dili, Aryan
Uygarlığı gibi tezlerin de benzer ideolojik amaçların ürünüydü. Irkçılık ve
sömürgeciliği meşrulaştırıcı bir Doğu - Batı, kültür, uygarlık ve tarih
kurgusuna dayanıyordu.
Fransız Devrimi
ve Napolyon üzerindeki etkileri bilinen Gülhaç Tarikatı ve spekülatif masonluğun
eski Mısır dini, hermetizm, Mısır gizemleri, tapınak ve sembollerine olan
bağlılıkları, 19. yüzyıla kadar Fransız aydın çevrelerinde Mısır'ı Batıda gören
ve Batının kökeni olarak algılayan tezleri canlı tutuyordu.
Yunancanın üçte
biri Eski Mısır ve Sami dillerine ait kelimelerden oluşmuştu, Girit, Miken ve
İyon (Anadolu) kültürleri de aynı etkinin ürünüydü.
Bir notum daha
var. İslam uygarlığı Bu tezlerin hiçbirinde yer almamıştı. Avrupa, Yunan ve Roma'dan
daha hoşgörülü olmakla birlikte, İslam uygarlığından ithal ettiği ne varsa
sürekli inkâr etti. Avrupa'daki varlıkları İspanya'da 800, Balkanlar'da ise 500
yıl süren Berberi ve Türk Müslümanlar da buna çanak tuttu. Avrupa Rönesansının
temellerini attıkları halde, bunun farkına varamadılar. 1500'lerden sonra bu
konularla ilgilenmediler. Meydan Yunanlıları kendi çıkarları için göklere
çıkaran Avrupa ya da Batı uygarlığına kaldı. Batı uygarlığı Yunan ve Roma
uygarlığı ile Hristiyanlık bileşimi oluverdi.
Özet tarihe
devam…
M.Ö. 9. ve 6.
yüzyıllar arasında Sparta kara gücü olurken, Atina deniz gücü olarak Sicilya,
Güney Fransa, Libya, Mısır, Filistin kıyıları ile Karadeniz’de Sinop, Ordu,
Giresun ve Trabzon kolonilerini kurdu. Megara Kralı Byzas şimdiki
Sarayburnu’nda Byzantion’u kurdu.
Koloniler siyasi
ve askeri olarak anayurttan bağımsız olmuş, ancak dil, kültür ve din bakımından
anayurda bağlı kalmışlardı. İyonlardan aldıkları Fenike alfabesinin Romalılara
geçmesini sağlamışlardı.
Şehir
devletlerinin başında krallar vardı. Halk, soylular, büyük toprak sahipleri,
tüccar ve sanayiciler, küçük toprak sahibi köylüler ve köleler olmak üzere
sosyal sınıflara ayrılırdı. Rahipler dini hizmetleri yerine getirmekle görevli
memurlar sayılırlardı. M.Ö. 6. yy.da soylular kralı devirerek idareyi ele
geçirdiler. Koloniler sayesinde zenginleşen tüccar ve sanayiciler ile yönetimden
memnun olmayan orta sınıflar birleşerek, soyluları iktidardan uzaklaştırdı.
Böylece Tiranlıklar oluştu. Sonra halk ve asiller birleşerek diktatörleşen tiranlığı
yıktılar. Bunun sonunda köleler dışındaki halkın katıldığı demokratik meclisler
kuruldu.
Burada, Batı ve
ne yazık ki Türk tarihi çevrelerinde fazla değer görmeyen bir konuyu vurgulamak
istiyorum…
Kâzım Mirşan,
bazı arkeolojik bulgulara dayanarak, M.Ö. 600 yıllarında, Yunanistan
Yarımadası’nda Ön-Türk kültürünün olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Yunanistan’da
100 Pelasg yazıtını çözdü ve bunların Ön-Türkçe olduğunu açıkladı. Aynı Ön-Türk
izlerini Romalıların ataları olan Etrüskler’de de bulmuştu. Limni adasında
bulunan mezar taşındaki yazıların okunmasıyla Ön-Türk izleri daha da
belirginleşti.
M.Ö. 600-500
arası antik dünyada teolojik ve jeopolitik devrim yüzyılı oldu. Doğu’da, Zerdüşt,
Buddha, Tao, Konfüçyüs, Batıda, Yani Yunanistan'da, Sokrates, Platon, Aristo, Pisagor
ve birçok felsefe akımı ortaya çıktı. Atina’da Solon reformları yapıldı.
İlk filozof
sayılan Thales, Solon, Pisagor ve Platon’un Mısır'da eğitildiği ve
eğitildikleri merkeze ait bilgileri üstü örtülü bir şekilde kendi ülkelerinde
dile getirdikleri biliniyor. Pisagor’un tutsak olarak Babil’e götürüldüğünü ve
orada da Zerdüşt rahiplerinden Mezopotamya tarih öncesine ilişkin bilgiler
aldığını eklemek gerek. Kudüs’te Kabala eğitimi aldığı da söylenir. Pisagor’un öğretisi
Antik Çağ'da başta Platon olmak üzere Sokrat, Öklid, Aristo gibi pek çok bilgin
ve filozofu etkiledi.
M.Ö. 500-400
yıllarında Pers savaşları döneminde antik Yunan uygarlığı zirveye ulaştı. Fenike
alfabesini geliştirerek kullanıyorlardı. Çok tanrılı dinleri vardı. Dini
inanışlarının kaynağı Anadolu, Mısır, Mezopotamya ve Girit'ti. Tanrıları
ölümsüz insanlar gibiydi, evlenirler, savaşırlar, yerler ve içerlerdi. Dini
inanışları fikri gelişmeyi engellemezdi. Tanrıların gazabından korunmak için
müzik, eğlence, spor ve şiir yarışları düzenlerlerdi. Günümüzdeki olimpiyatlar
bu şekilde doğmuştu.
M.Ö. 490 yılında
Maraton savaşında Yunanlılar Persleri bozguna uğrattı. Atina Sparta rekabeti 27
yıl devam eden Peloponnes savaşlarına neden oldu. Sparta üstün geldi.
M.Ö. 400
yılından sonra Yunanlıların gerileme devri başladı...
Makedonya'lı
Büyük İskender Yunanistan'ı ele geçirdi. İskender M.Ö. 323 ten sonra, Balkanlar,
Anadolu, Suriye ve Mısır'da 300 yıl süren Helenistik uygarlık dönemini
başlattı. İskender, Aristo gibi, Perslerin etkisindeki Platon'un öğrencisiydi. Pers
krallığını yenerek Hindistan’da İndus nehrine ulaştı ve Yunan dünyası ile doğu
dünyası kısa bir süre için birleşti.
Makedonlar, İskender'i
Yunan değil Makedon olarak kabul ederler. Yunanlılar ise İskender'in Makedon
olduğunu tartışmak dahi istemezler.
İskender Persleri
geri püskürttü ama batısında yükselen güç olan Roma’yı doğurdu. M.Ö. 146
yılında Yunanistan Romalılarca fethedildi, Roma’ya göç dalgaları başladı.
M.Ö. 2. yüzyılda
Orta Asya’dan Balkanlara göç eden bazı İskit Türk boyları Batı Trakya’ya
yerleşti.
Yunanistan artık
sıradan bir Roma eyaleti olmuştu. Yüzyıllar geçti.
Hıristiyanlığı yok
etmeye çalışan Roma sonunda pes etti ve kendi pagan alışkanlıklarını da yeni
dine katarak, yönetimine uygun gelecek biçimde düzenledi. Yönetici durumundaki
beş Roma İmparatorundan biri olan Büyük Konstantin M.S. 313 senesinde Hıristiyanlığı
kabul etti. Bizantion şehrini büyütüp imar etti ve Konstantinopolis adını
verdi. İkinci başkente ihtiyaç duymuştu. Önce Truva’yı, sonra Nikomedya’yı, (İzmit’i)
düşünüyordu. Sonunda avantajları göz önünde tutarak Konstantinopolis'i tercih
etmişti.
M.S. 4. yüzyılda
bazı Batı Hun boyları Batı Trakya’ya yerleşti.
395 yılında Roma
İmparatorluğu'nu tek başına yöneten son imparator Theodosius öldü. İmparatorluk
oğulları Arcadius ve Honorius arasında bölüştürüldü. Arcadius başkenti
Konstantinopolis olmak üzere doğunun imparatoru, Honorius da başkenti önce
Milano sonra Ravenna olan batının imparatoru oldu. En büyük sanayi merkezleri
olan İskenderiye, Antakya, Efes ve Bizans doğudaydı. Çin ve Hindistan’la
yapılan ticaret de imparatorluğun en zengin bölgesi olan doğuda toplanıyordu. Doğuda,
resmî yazışmalarda Latince, halk arasında Yunanca konuşuluyordu. Bu daha sonra
değişti ve Yunanca Doğu Roma İmparatorluğunun resmi dili oldu. Doğu Roma
İmparatorluğu işgal ettiği Yunanlıların etkisinde kalıp asimile oldu. Batı Roma
İmparatorluğu farklıydı. Latince dilini İtalya’ya, Fransa’ya, İspanya’ya, Portekiz’e
kabul ettirdi.
Daha önceki
yüzyıllarda Roma’ya göç eden Yunanlılar dış kavimlerin saldırılarıyla Konstantinopolis’e
göçe başladılar. Atina ve Sparta önemlerini büyük ölçüde yitirmişti,
Konstantinopolis ise gelişmekteydi. Konstantinopolis’e Bizans adı çok sonra,
19. yy.da bazı tarihçiler tarafından verilmişti. Yunan isyanını körüklemekti
amaçları. Fatih'in fethinden Cumhuriyet'in ilanına kadar kentin adı
Kostantiniyye idi. İmparatorluğun adı da Romania idi. Doğu Roma halkı da
kendisini Romalı olarak adlandırırdı. Türkler ve Araplar ise Rum kelimesini
kullanırlardı.
451 yılında, Konstantinopolis
Patrikliği Roma'ya eşit sayıldı. Ermeniler Konstantinopolis kilisesinden
ayrıldı.
5. yüzyılda bazı
Avar boyları Batı Trakya’ya yerleşti.
30 yıldan fazla Bizans
İmparatorluğu yapan Jüstinyen, Büyük Roma İmparatorluğunu yeniden kurma amacına
yöneldi. 534'te Afrika’daki eski Roma sömürgelerini Bizans’a kattı. 537'de
Konstantinopolis’te Ayasofya’yı ibatede açtı. 555'te Ostrogotları yendi ve İtalya’yı
Bizans’a bağladı. İspanya sahillerinde toprak kazandı. Ama Bizans’a, batıyı
yeniden fethetmek çok pahalıya mal oldu; Jüstinyen orduları İtalya’da erir ve
imparatorluğun mali gücünü tüketirken, doğuda her yandan düşman tehdidi
altındaydı, Persler, Hunlar, Bulgarlar ve Slavlar imparatorluk hududuna
saldırıyordu. Ordu çok kötü durumdaydı. Jüstinyen’in 565’te ölümünden sonra Avarlar
Orta Avrupa, Slovenya, Hırvatistan ve Bosna bölgesine, Lombardlar Kuzey İtalya
‘da Po Vadisi’nde yerleşti. Doğu’da Persler Suriye’yi ele geçirdi. Afrika
kaybedildi.
Bizans eğitim
sisteminde orta ve yüksek eğitimde Antik Yunan yazarlarının eserleri öğretildi.
Hristiyanlık kabul edildikten sonra Antik Yunan kültürü pagan olarak
nitelendirilse dahi Antik Yunan tarihi, Antik Yunan felsefesi ve bilimi Bizans
eğitim sisteminde kabul edildi ve yeni nesillere aktarıldı. Homeros’un destanları
ders kitabı olarak okutuldu. Aristo, Eflatun, Sofoklis, Herodot ve Tukididis
öğretildi.
7. yüzyılda önemli
göçler oldu. Yunanistan’ın birçok bölümü Slavlar tarafından ele geçirilince Yunanlılar
Güney İtalya’ya göçtü. Bizans yakaladığı Slavları Kapadokya’ya sürdü. Kıbrıslı
ve Makedonya’lı göçmenler da Boğaziçi'ne getirildi.
718 yılında
Bizans, İstanbul’u kuşatan Emevi ordularına karşı Hazar ve Bulgar Türklerinden
yardım istedi. 760’ta Emeviler tarafından vergiye bağlanan Kıbrıs Bizanslılarca
geri alındı.
9. yüzyılda Roma
İmparatorluğu’na göçen Yunanlılar geri döndü ve Peloponnes ile Tesalya’ya
yerleştirildi. Bazı Peçenek boyları da Batı Trakya’ya yerleşti.
870'te Bulgarlar
Konstantinopolis Patrikliği aracılığıyla Hristiyanlaştırıldı. 872 yılında
Bizans Hıristiyanlık karşıtı isyancı Paulisyenler’i yendi ve Doğu Anadolu
halkının önemli bir bölümünü Trakya ve Makedonya’ya sürdü. 988'de Ruslar Hıristiyanlığı
kabul etti ve Konstantinopolis Patrikliği’ne bağlandı.
11. yüzyılda
bazı Kuman Türk boyları Batı Trakya’ya yerleşti. Kuman Türklerine, daha sonra
Osmanlı Türklerine yardım etmelerinden dolayı Slav dilinde “yardım eden”
anlamına gelen pomaga (Pomak) denildi.
1054 yılı önemli
bir dönemeç. Konstantinopolis ve Roma Kiliseleri birbirlerini aforoz etti. Konstantinopolis
Papa’nın hatasız olmasını kabul etmiyordu, “Kutsal Ruh” Roma için Tanrı ve oğlu
İsa’dan, Konstantinopolis için ise sadece Tanrı’dan kaynaklanıyordu. Doğu Hıristiyanları
Ortodoks (Doğruya inanan) mezhebini kurdular.
1071’de Romanos Diogenes
Malazgirt’te Selçuklu Türklerine yenilip öldü ve Türkler Anadolu’ya bir daha
çıkmamak üzere yerleşti.
1081-1204
yılları Bizans’ın bir “dünya devleti” olduğu son dönem oldu.
İngiltere Kralı Aslan
Yürekli Richard Üçüncü Haçlı Seferi'nde, 1191’de Kıbrıs’ı ele geçirdi ve Tapınak
Şövalyeleri’ne sattı. Ama adadaki isyanı bastıramayan şövalyeler, adayı İngilizlere
geri verdi, İngilizler de adayı Kudüs eski kralı Fransız asıllı Guy de
Lusignan’a sattı.
Konstantinopolis
1204'teki Dördüncü Haçlı
Seferi'nde Haçlı ordusunca zapt edildi ve Latin egemenliği 1261’e kadar
sürdü. Ev sahipleri Katolik Haçlı askerlerin Ayasofya’da kürsüye fahişeleri çıkartıp
şarkılar söyleterek raks ettirmeleri, İsa peygamberi tasvir eden mozaiklerin
önünde katır kesmeleri ve Ayasofya’yı yağmalamaları gibi Latin istilasının
acı hatıralarını unutmadı. Konstantinopolis’ten kaçan soylular İznik Rum İmparatorluğu’nu (1204 -1261)
ve Trabzon
Rum İmparatorluğu’nu (1204 -1461) kurdu. Latin istilâsı sırasında imparatorluk
Nikea-İznik
ve Thesselonika-Selanik olmak üzere iki ayrı merkezde ve iki farklı hizip olarak
işgalci Latinlerle mücadeleye girişti. Anadolu, İznik’teki merkezi
destekleyerek işgal sonrası Bizans’ın yeniden ihyasında rol aldı. Selanik ise
Bizans’ın yok oluşuna kadar, hak iddia eden ama Bizans’ı elde edemeyen bir
muhalif rakip olarak kaldı.
Nihayet 1261’de, sürgündeki İznik Rum İmparatoru
57 yıllık Latin İmparatorluğu’nu yıkarak Bizans’ı tekrar canlandırdı.
Dördüncü Haçlı Seferi ile birlikte Ege
adalarının birçoğu Venedik kontrolüne geçerken, Yunan yarımadasının kontrolü de
Frankların eline geçmişti. 14. yy.da Yunan Yarımadasının kontrolünün büyük
bölümü Sırplarda ve Osmanlılardaydı.
Fatih´in
İstanbul’u fethetmesi, dünya tarihinin olduğu gibi Yunan tarihinin de dönüm
noktası oldu. Artık Yunanistan toprakları bir Osmanlı eyaleti olmuştu. Atina
1458’de Osmanlı topraklarına katıldı. Fatih Sultan Mehmed Atina’ya geldi ve
dört gün kaldı. Yunan Diasporası Avrupa’ya kaçtı. Osmanlılar Yunan
topraklarında iskân çalışmalarına başladı. İki yıl sonra Yunan yarımadası, 15.
yy. sonlarında da Ege adalarının büyük bölümü Osmanlıların eline geçti.
1489’da Venedikliler
Kıbrıs’ta Fransız savaş lordlarından Guy De Lusignan hanedanına son verdi.
Adadaki Ortodoks kilisesi, bu 'Katolik' hâkimiyetinden büyük zarar görmüştü. Ama
Venediklilerin Kıbrıs egemenliği fazla sürmedi, adayı 1571’de Osmanlılara
kaptırdılar. Anadolu, Karamanya, Dulkadiriye ve Rum vilâyetlerinden Türkmenler
ve sanayi erbabı adaya getirildi. 16. yy. sonuna kadar 8 bin aile, 1700-1745
arasında da Türkmen boylarından, 2.500 aile Kıbrıs’a sürüldü.
Yunanlılar ve Yunanistan
ortada yoktu. Ama Konstantinopolis Patrikhanesi çalışıyordu. Birçok yer
değiştirmeden sonra, 1602'de Fener'de bulunan Ayios Yeoryios Manastırı'na
yerleşti ve bu tarihten sonra faaliyetini burada sürdürdü. Rumlar arasında
bütün güç, Fener Patrikliği ve kendilerini "Bizans’ın varisi" olarak gören
Fenerlilerin eline geçti. İstanbul'un geri alınarak Bizans İmparatorluğu'nun ihyası
da önemli hedeflerinden biri oldu. Fatih'in fermanıyla Ortodoks patrikleri, Rum
cemaatinin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini
denetliyorlardı. Patrik bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda
yer verilirdi. Maiyetindeki diğer yöneticilerle birlikte her türlü hizmet ve
vergiden muaftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık
eden patrik, hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi. Rum Ortodoks toplumunun
tartışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuşmuştu.
Ama her şeyin bir sınırı vardı. Fener Patriği III. Pantenios, Eflak ve Boğdan
voyvodalarını isyana teşvik ettiğinden 1657 yılında asıldı.
1669 yılında
Osmanlı tarafından Venediklilerden alınan Girit’te, yüz yıl sonra, 1770’te, Rusların
tahrikiyle ilk Yunan isyan yaşandı. Venedik 1797 yılına kadar Adriyatik
Denizi’nin güneyindeki İyon adalarını himayesinde tutmaya devam etti. Bu
tarihten sonra Fransa, daha sonra da İngiltere’nin kontrolüne geçti.
1789 Fransız
Devrimi’nden sonra gelişen milliyetçilik akımı Balkanlar’a da ulaştı. 1814 yılında,
Rus Çarı Aleksander'in yaveri İpsilanti, Odesa’da Filiki Eterya’yı kurdu. Megali
Idea (Büyük Ülkü. Eski Bizans topraklarını esaretten kurtarma ve Büyük Yunanistan’ı
kurma) için Avrupa’da kurulan örgütlerden en etkilisi olacaktı. Cemiyetin
merkezi dört yıl içinde İstanbul'a taşındı. Osmanlı’ya karşı ilk “ihtilâlci ve
bölücü dernek” Eflâk ve Boğdan isyanlarını hazırladı. Fenerli İpsilanti ailesi Eflâk
ve Boğdan voyvodaları olarak görev yapmışlardı. Kardeşi Dimitrios Mora’daki
ayaklanmayı ve Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlayan son çarpışmaları yönetti. Örgüt
daha sonra “Etnik-i Eterya Cemiyeti” adını aldı. İlk Megali İdea haritasında, Kıbrıs
bir Yunan Adası olarak gösterildi.
1820-1821 Mora
isyanı, Balkanlar’ın Osmanlı’dan ayrılmasını başlattı. Padişah II. Mahmut,
Sadrazam (Başbakan) Benderli Ali Paşa’dan ayaklanmada rolü olanları tespit
etmesini istedi. Evine düzenlenen baskında Patrik V. Gregorius’un Rus Çarı Aleksander’e
yazdığı istihbarat mektupları bulundu. Patrik halkı isyana teşvik etmek ve
devlete ihanet suçuyla idama mahkûm oldu ve infaz, Fener Patrikhanesi’nin
kapısı önünde 1821’de icra edildi. İzmit, Ahyolu ve Efes metropolitleri de aynı
infaza dahil edildi.
Bu infazlardan
sonra Patrikhane yönetimi, aynı yerde bir Türk büyüğü asılana kadar bu kapının
kapalı tutulmasına karar vermiştir, denir. Bir başka iddia ise, Bizans’ın
yeniden ihyası gerçekleştiği zaman kapının açılacağı yönündedir. Bir başka izah
tarzına göre, ana kapı, Patrik V. Gregorius’un mezarını simgelemekteymiş.
Kararı öğrenen Osmanlı devlet yetkilileri, Patrikhane’nin bulunduğu sokağın
adını Sadrazam Ali Paşa koydu. Bu kapı “Kin Kapısı” olarak anılır, hala
kapalıdır ve Patrikhane’ye girişler, bu kapının solundaki küçük kapıdan
yapılmaktadır.
Burada Fener
Patrikhanesi’nin üzerinde biraz duralım…
Patrikhane
1453'ten beri, tüzel kişilik ve ekümeniklik statüsü kazanmak, istediği gibi
mal edinmek, dernek, vakıf, şirket kurmak, mahkemelere başvurmak, dokunulmazlık
sahibi Vatikan
gibi bir devlet olmak hedefini hiç terk etmedi. 1856 Islahat Fermanı ile
patriklerin yetkileri, dinî konularla sınırlandı. Seçim usulleri gözden
geçirildi. Görev süreleri ömür boyu kılınarak sorumlu oldukları davalardaki
yetkileri genişletildi. Lozan Antlaşması’yla, Cumhuriyet döneminde patriklerin
tüm ayrıcalıkları kaldırıldı. Ekümenikliği iptal edildi. Türkiye Cumhuriyeti
uyruğunda bulunmaları koşulu getirildi.
Patrikhane,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, ekümenikliği, çalışanların yabancı
vatandaşlardan da alınabilmesini sürekli talep etmektedir. Bu talepler
Türkiye’nin Batı’yla arasını açan konulardandır. Patriğin ABD’ye her
gittiğinde kullandığı tam unvan ilginçtir: "Tanrı’nın Rızasıyla, Konstantinopolis
ve Yeni Roma Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik”!
Bir not daha
var. Önceki Papa,
Fener Rum Patriğinden Haçlı Seferleri esnasında İstanbul’un Katolik Hıristiyanlarca
yağmalanmış olması nedeniyle, özür dileyerek, İstanbul’un sahibinin Patriğin
"dini kişiliğinde" devam eden Bizans Devleti sayıldığını
vurguladı.
Hıristiyanlığın üç önemli kutbunun (Fener,
Moskova ve Vatikan) savaşım yeri Ukrayna’ya geçelim. Ukrayna’nın tamamen Batı’ya yamanması
için, Soros vakıfları gibi Turuncu Devrim'e destek veren Hıristiyan
çevreler, Ortodoksların
Moskova yerine Fener Patrikliği’ne bağlanmasını istiyor. Fener Patrikhanesi de,
Ukrayna
Kilisesi'nin Moskova'ya bağlandığı 1684 deklarasyonunu tanımadığını ve her
zaman Fener'in ruhani sınırları içinde olduğunu söylüyor.
Balkanlarda da devamı var. Ortodoks Yunanistan-Sırbistan
işbirliğini Katolik
Hırvatistan
ve İtalya
endişeyle izliyor. İtalya’nın, Arnavutluk ve Makedonya üzerindeki çıkarlarının, Yunanistan ve Sırbistan’ın
çıkarları ile çatışması, Katoliklikle Ortodoksluk arasındaki geleneksel çatışma ile birleşerek Balkanlar'da
su yüzüne çıkmaya başladı. Balkanlardaki bütün Ortodoksları "Helen" olarak niteleyen ve Bizans’ın varisi olduğunu iddia
eden Yunanistan dinsel ırkçılığı sürdürüyor.
ABD ve AB, Rus, Ukrayna ve Bulgar Ortodoksluğunu da kontrol altına almak
için, Fener Rum Patrikhanesi'ni "ORTODOKS VATİKAN’I" yapmak istiyor. ABD'nin Büyük Ortadoğu
Projesinde Patrikhane çok önemli olduğundan, Vatikan Patrikhane’ye Dördüncü Haçlı Seferi
sırasında alıp götürülen bazı kutsal emanetleri geri verdi. Ayrıca, Patriğin
Ruhban Okulu'nun açılması için Pentagon’dan Türkiye'deki yetkililere rüşvet
vermek amacıyla 12 milyon dolar aldığı ileri sürüldü.
Siyaset, DDD-Derin Dünya Devleti,
küresel
yağmacı elitler boş durmuyor. Bu mücadeleler devam ederken, 1964’te, önceki Papa ile Patrik Ortodoks ve
Katolik
kiliselerini barıştırdıktan sonra, iki kilisenin de Hristiyanlığa hizmet için çalışması ve Hristiyanlığı
yayması kararını aldı. Papa’yı ziyaret eden ve Patrik ile dost olan Dinler Arası
Diyalog destekçisi Fethullah Gülen de Vatikan ve Fener’in planına katıldı. Gülen’in
hocası ve Bağımsız Kürt devletini amaçlayan Kürt Teali Cemiyetinin kurucularından,
Müslümanlık/ümmetçilik örtüsüne bürünen Said-i Nursi de, 1953’te işgal yıllarında
patrikhaneyi silâh deposu yapan, işgal kuvvetlerinin bir numaralı destekçisi,
Batı Anadolu’nun Yunan toprağı olması için mücadele eden Patrik Athenagoras’ı ziyaret etmişti. Hilafet
makamını lağv ve ilga eden Cumhuriyet, İstanbul’da Ortodoksların halifesine demokrasi,
insan hakları, inançlara saygı, vs. kılıfları altında özerklik vermeye
zorlanıyordu. Büyük
Ortadoğu Projesi bağlamında “Dinlerarası diyalog” ve “Medeniyetler
İttifakı” diyerek “Ortodoks
Şeriatı” ile Bizans’ı canlandıracak odaklar iyi çalışıyordu. Abant
Platformu Bilimsel Koordinasyon Başkanı’nın, Fransa Metropoliti Adamakis'i 'Ekümenik
Fener Patrikhanesi'nin, Ekümenik Bartholomeos hazretlerinin Fransa Metropoliti
olarak takdim ettiğini hatırlayalım.
Bu arada Atatürk’ün
kurduğu, kurucusu papa Eftim’in İstiklâl Madalyası sahibi olduğu, bütün
duaların Türkçe yapıldığı Karaköy'deki Türk Ortodoks Patrikhanesi, Fener Rum
Patrikliğinin yıkıcılığına karşı durmaya çalışıyordu. Ergenekon soruşturmasıyla
tutuklanan Türk
Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol, “Fener Patrikhanesi’nin, Dinler Arası
Diyalog ile hoşgörü taraftarıymış gibi davranırken, büyük bir kini
yaşattığını” söylemişti.
Asılan Fener Rum
Patriği
Gregoryus’un Rus Çarı Aleksander’e yazdığı ibret verici mektubu da hatırlayalım:
"Türkleri
madden ezmek ve yıkmak imkânsız, çok sabırlı ve mukavemetli insanlar. Gayet
mağrurdur ve izzet-i iman sahibidir. Bu haslet, dine bağlılıkları ve kadere
inanmaları yanında, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularındandır.
Türkler zekidir ve kendilerini olumlu yolda yönetecek önderleri buldukları
sürece de çalışkandır. Oldukça kanaatkârdır. Bütün meziyetleri, hatta
kahramanlık ve şecaat duyguları da, geleneklerine olan bağlılıklarından,
ahlâklarının güzelliğinden ileri gelir. Türklerin önce itaat duygusunu kırmak
ve manevî bağlarını parçalamak, dini metanetlerini zayıflatmak gerek. Bunun en
kısa yolu, milli geleneklerine, maneviyatlarına uymayan harici fikirler ve
hareketlere alıştırmaktır. Türkler dış yardımı reddederler, haysiyet duyguları
buna engeldir. Velev ki, geçici bir süre için görünüşte kuvvet ve kudret verse
de, Türkleri, dış yardıma alıştırmalı. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri
kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve görünüşte hâkim kuvvetler
önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlüğü
ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye için
somut olarak harp meydanındaki zaferler kâfi değildir. Hatta, sâdece bu yolda
yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, kendilerini
anlamalarına neden olabilir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden,
bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır."
Patrikhane
parantezini burada kapatarak, konumuza devam edelim…
Yunanlılar 400
yıl kadar Osmanlı uyruğu olarak yaşadı. Türklerden nefret etmeye yetecek kadar
uzun bir zamandı. 1821 yılında, Voltaire, Lord Byron, Victor Hugo, Thomas Hope,
Andre Chenier gibi eski Yunan uygarlığı hayranı olan şair ve yazarların
kışkırtmalarıyla Yunan isyanı çıktı. Sekiz yıl sonra Yunanistan Krallığı
kuruldu. 1973 yılına kadar Danimarka asıllı krallar tarafından idare edildi.
1830’larda Yeni Yunan
şehirleri kurulmaya başladı, Anadolu ve İstanbul’dan Yunanistan’a göçlerle
desteklendi. Ama bu yeni durum Patrikhane'nin nüfuz ve saygınlığını azalttı.
1833'te Yunan Kilisesi kuruldu, 1870'te Milli Bulgar, 1879'da Sırp ve 1885'te Romen
kiliseleri bağımsızlıklarını ilan etti. Fener sadece "Rum Ortodoks cemaatinin
dini merkezi hüviyetini aldı. Yunanistan'ın ikinci bir elçiliği haline geldi.
1826’da Gâvur
Padişah İkinci Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığını hatırlıyorum. 1827
yılında İngiltere ile Rusya arasında Yunanistan'ın
bağımsızlığına dair Petersburg Protokolü imzalandı. Buna güvenerek çıkarılan Yunan
isyanını Mısır kuvvetleri bastırdı.
Ama Avrupa kararlıydı. İngiliz-Fransız-Rus
donanmaları Osmanlı-Mısır
donanmasını Navarin’de yaktı. 57 gemi battı, 6.000 askerimizin şehit oldu.
Osmanlı Donanmasının yaşadığı dört felaketten üçüncüsü yaşandı. Navarin
baskınından sonra Rus saldırısına uğrayan Osmanlı 1828-1829 savaşlarında
yenildi ve Yunanistan’a özerklik vermek zorunda kaldı. 5 ay sonra İngiltere, Fransa
ve Rusya, bağımsız Yunanistan Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. Osmanlı
Devleti 24 Nisan 1830’da Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul etti.
Yunanistan bağımsızlığını
kazanan ilk Balkan devleti oldu…
Avrupa Devletler
Konseyince 18 yaşındaki Bavyera prensi Otto İlk kral olarak atandı. Osmanlı’nın
Rusya’ya 6 milyon gibi çok ciddi tazminat ödenmesi ve Avrupa’ya borçlanmaya
zorlanması başladı. Yunan bağımsızlığı daha büyük bir problemi harekete
geçirdi. İsyanı bastırmakla görevlendirilen Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali
Paşa, Mora vilayetinden mahrum kalınca, gözünü Lübnan ve Suriye'ye dikti.
Navarin olayından sonra padişahtan izin almadan ordu ve donanmasını geri
çekmesi ve Osmanlı-Rus savasında yardım istenildiği halde yardım göndermemesi
üzerine Padişah II. Mahmut onu görevden almaya karar verdi. Ama Mehmet Ali Paşa'nın
oğlu İbrahim Paşa, padişah kuvvetlerini yenerek Konya'ya ilerledi. Bu zor durum
karşısında Padişah yabancı devletlerden yardım istedi. Rusya bir donanmasını
İstanbul'a gönderdi. İngiltere ve Fransa
telaşlandı. Mehmet Ali Paşa'ya baskı yaptılar. Bunun üzerine 1833'te Kütahya
antlaşması imzalandı. Osmanlı’da sadece siyasal ve askeri gerileme
yaşanmıyordu. Ekonomik çöküş te resmen başlamıştı. 1838’de Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret Sözleşmesi, Baltalimanı Anlaşması imzalandı.
Batı’nın zorlamasıyla liberal ekonomik sistem esas alındı. Lonca sanayii bitti.
Hemen arkasından, Avrupa devletleri Osmanlı ülkesinde yaşayan diğer azınlıkların
koruyucusu rolüne soyundu.
Yunanistan,
1839'da koruyucusu olan üç büyük devlete bir muhtıra göndererek, Girit'in
kendisine verilmesini istedi. Diğer taraftan çeteler göndererek Teselya, Makedonya
ve Epir'de karışıklıklar çıkartıyordu. 1841’de Mısır Hıdivliğince yönetilen Girit’ten
Mısır kuvvetlerinin çekilmek zorunda kalması Giritli Rumları cesaretlendirdi. Yunanistan’ın
da açık desteğini alan Rumlar bir kez daha isyan etti ve Osmanlı kuvvetlerince
bastırıldı.
Bağımsız Yunanistan
kuruluşundan 20 yıl sonra, 1850’de borç taksitlerini ödeyemeyecek duruma
düşünce İngiliz filosu Pire limanını ablukaya aldı. Dört yıl sonra Yunanistan hala
borç taksitlerini ödeyemiyordu. Bu kez İngiliz-Fransız
ortak filosu Pire limanını ablukaya aldı, Yunan maliyesini denetleme yetkisi
almadan ayrılmadı. Altı yıl sonra ekonomik buhran devam ediyordu. Yunanistan 1860’ta
borç ödemelerini durdurdu. Avrupalı güçler borcu yeniden yapılandırdı, yeni
borç almasını önlemek için Yunanistan mali piyasalardan ihraç edildi.
Bugün Avrupa
Birliği ile Yunanistan arasındaki ekonomik savaş tarihin tekrar ettiğini
savunanları haklı çıkarıyordu.
1850’lerdeki
Osmanlı borçlanmalarını ve ekonomik iflasa sürüklenmesini de unutmuyorum.
Bu ekonomik sorunlara
rağmen Yunanistan’a siyasal destek sürüyordu. İngiltere 1864 yılında Adriyatik’teki
İyon Adaları’nı Yunanistan'a verdi. 1866’da üç yıl süren Girit ayaklanması
yaşandı. 1869’da Girit’te özerklik genişletildi ve Fransa’nın baskısıyla ada
yönetiminin başına bir Rum’un geçmesi ve yardımcısının da Türk olması kabul
edildi. Ayrıca 80 Rum ve 30 Türk üyeden oluşan bir Girit Meclisi öngörüldü.
1878’de sona
eren Osmanlı-Rus Savaşında Osmanlı ağır yenilgi alınca İngilizler
Kıbrıs’ın yönetimini ele geçirdi. II. Abdülhamid, gelirinin Osmanlı Hazinesi’ne
verilmesi şartıyla Kıbrıs’ı geçici olarak İngiltere’ye terk eden antlaşmayı
imzaladı. Rusya’nın Kars ve Doğu Anadolu’yu terk etmesi durumunda İngiltere
Kıbrıs’ı tahliye edecekti. Yunanistan da unutulmamıştı. Merkezi
Larissa kenti olan Teselya Yunanistan'a verildi.
Yunanistan
1893’te iflas etti. Başbakan Vergi kaçağını azaltacak sert önlemler uygulamaya
kondu ve dış kaynak arayışına girildi. İngiltere yardım etti. Ama dış borç
büyümüştü, devlet ancak faiz ödemelerini karşılayabiliyordu.
1897’de Dömeke
Meydan Savaşı’nda Osmanlı ordusu Yunan ordusuna ağır bir darbe indirdi. Şaşıran
Avrupalı büyük güçlerin isteğiyle ateşkes imzalandı, Atina işgalden kurtuldu,
ancak Girit tam özerk oldu. Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın himayesinde
bir yönetim kurularak Yunan kralının oğlu Georgios, komiser olarak tayin
edildi. Yunanistan 93,9 milyon frank tazminat ödemek zorunda kaldı. Büyük
güçler alacaklarını garantilemek için Yunanistan'ı o dönemin IMF'si olan Uluslararası
Ekonomik Kontrol gözetimine soktu.
İkinci
Meşrutiyetin ilanından sonra, Girit Meclisi 1908’de Yunanistan’a katıldığını
resmen ilan etti. 26 Temmuz 1909'da Rumlar Hanya kalesine Yunan bayrağını
çektiler.
1912’de Bulgaristan,
Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ birleşerek, Trablusgarp Savaşı'yla meşgul
Osmanlı'ya karşı savaş açtı. Osmanlı birlikleri bozguna uğradı. Batı Trakya
boşaltıldı. Üç hafta içinde Çatalca'ya kadar çekildi. Yunanlılar Selanik'i
işgal etti. Osmanlı Midye-Enez hattının doğusuna çekildi. 12 Ada dışındaki Ege
Adaları, Selanik, Güney Makedonya ve Girit Yunanistan'a verildi.
Başbakan Venizelos
liderliğindeki Yunanistan, Balkan Savaşları sonrasında topraklarını iki katına
çıkarmayı başarmış, böylece 1897’de Osmanlı karşısında alınan “utanç verici
yenilgi telafi” edilmiş, zafer ve topraklar orduya ve topluma büyük bir özgüven
sağlamıştı.
1913’te Makedonya
parçalandı ve burada yaşayan Yunanlıların, Türklerin ve Bulgarların dağınık
göçleri başladı.
1914 yazında
başlayan Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti Almanların yanında girince, İngiltere
tek taraflı olarak Kıbrıs’ı ilhak etti. İngiltere, bir hafta içinde kendi
yanında savaşa katılması ve Bulgaristan’a hücum etmesi koşuluyla, Kıbrıs’ı Yunanistan’a
vermeyi kabul ettiğini Yunan hükümetine bildirdi. Ancak, Yunan hükümeti bu
teklifi reddetti. İngilizlerin, koşullu olarak Kıbrıs’ı Yunanistan’a verme
önerisi, geri çekilmiş ve bir daha da yinelenmeyecek şekilde ortadan kalkmıştı.
Ancak Kıbrıslı Rumlar, İngiltere tarafından böyle bir önerinin yapılmış
olmasını, kendi emellerinin meşruluğunun resmen tanınması şeklinde
değerlendirerek propagandalarına devam ettiler.
Yunanistan ancak
1917’de, üç yıllık yoğun ve çalkantılı bir süreç sonunda savaşa girdi. Bu
gecikmenin temel nedeni, Başbakan Venizelos’un İtilaf Devletleri’nin yanında
yer alma girişimlerine karşılık Alman yanlısı Kral Konstantin’in tarafsızlık
politikasını tercih etmesiydi. Venizelos’un 27 Haziran 1917’de İngiltere’nin
desteği ve teşvikiyle Kral’ı devirerek iktidarı ele geçirmesiyle, Yunanistan
İtilaf Devletleri yanında savaşa girdi. Venizelos, ertesi yıl savaşın galipleri
arasında yer aldı. Savaş sonrası, İstanbul’u da içine alan Kuzey Epirus’tan
Çanakkale’ye kadar uzanan Trakya bölgesini ve İzmir dahil Küçük Asya’nın Batı
kısmını talep etti.
Venizelos Küçük
Asya konusundaki hedeflerine yoğun bir mücadelenin ardından ulaşmayı başardı. İngilizler
arkasındaydı. Yunan birlikleri 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etti. 1920’de
Anadolu içlerine ilerlediler. 1921’de Sakarya’da son güçlerini de harcadılar,
ama Türk ordusunu yenemediler. Eskişehir-Afyon hattına çekilerek, savunmaya
geçtiler. Hiç olmazsa bu kadarla yetineceklerdi. 1922’de Türk Büyük Taarruzu
karşısında bozguna uğradılar. Helen İmparatorluğu’nu yeniden kuracaklardı. Ama
9 Eylül 1922´de hayalleriyle birlikte denize döküldüler.
Bu felakete
rağmen, Trakya’da şanslı sayılırlardı. Bulgarlarla 27
Kasım 1919 tarihinde imzalanan Neuilly Barış Anlaşması’nda Batı Trakya’nın
geleceği üzerine bir karara varılamamıştı. İtilaf Devletleri beş ay sonra, San-Remo
Konferansı ile Batı ve Doğu Trakya’nın Yunanistan’a verilmesini kararlaştırmış,
Yunanlılar da hemen Batı Trakya’yı işgal etmişlerdi. Daha önce girdikleri Doğu Trakya’yı
1923’te kaybettiler, ama Batı Trakya Yunanistan’da kaldı. Türkiye bu bölge için
istekli olmadı. Zaten Misakı Milli sınırlarına alınmamıştı.
Yunanlıların
Küçük Asya Felaketi sırasında kurmayı amaçladıkları Pontus Devleti konusu için
de bir parantez açmak gerek…
Megali İdea, Yunan
milliyetçilerinin büyük amacıydı. Ege adaları ile İyonya ve Doğu Karadeniz
kıyılarını, Trakya’yı ve İstanbul’u kapsayan büyük bir Helen devleti kurmaya
yönelikti. Örgütlerinin adı Etniki Eterya idi. İstanbul Fener Patrikhanesi
1821-1919 arasında Bizans'ı yeniden kurma çalışmalarının merkezi olmuştu.
Patrikhane Mavri Mira, Rum İzci, Rum Kızılhaç ve Pontus Derneklerinin de
merkeziydi. Samsun Rum Metropolitliği, Yunan Hükümeti, Atina ve Paris’teki Yunan
zenginleri gizli cemiyeti beslemişlerdi. Askeri örgütlenme Karadeniz kıyı
bölgelerine sızmış ve terörü başlatmıştı. İngiltere de destek veriyor ve Pontus
Cumhuriyeti kurulmasına daha ciddi biçimde girişiliyordu.
Doğu
Karadeniz’de yaşayanlar dördüncü yüzyıldan itibaren Gürcü Tzanlar ile Lazların
soylarından geliyorlardı. Bunlara bölgeye Pontus Devleti döneminde yerleşen,
Bizans ailelerinin soyundan gelenleri eklemek gerekir. Zaten, Pontus Devletini Dördüncü
Haçlı Seferi sırasında Latinler tarafından işgal edilen Konstantinopolis’ten
kaçan Bizans soyluları kurmuştu. Yerel bir lehçe kullanırlardı. Osmanlı
fethinden sonra büyük bölümü İslamiyeti kabul etmişti. Bir bölümü de Yunan
milliyetçiliğinin etkisi altında yeniden Hristiyanlığa dönmüştü.
Başında Trabzon
Metropoliti Hrisantos'un bulunduğu "Pontus Cemiyeti" silahlı Rum
çeteleri kurdurup Türklere karşı toplu cinayetlere girişti. Sinop, Samsun,
Ordu, Giresun, Trabzon, Amasya vilayetlerinde etkili olan silahlı Rum çeteleri,
Heybeliada Ruhban Okulu'nda yetiştirilen "İhtilalci papazlar" ile
birlikte çalışıyorlardı.
Sonunda hüsrana
uğradılar…
1923 Lozan
Anlaşması ile Yunanistan ve Türkiye, İstanbul, Bozcaada, Gökçeada’dakiler ile
doğu Trakya’daki bazı Türk yerleşim birimleri istisna, nüfus mübadelesi yapmaya karar verdi. İzmir,
Trabzon, Çanakkale ve Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki 1,5 milyon Rum ile Yunanistan’da
yaşayan 450 bin Türk ve Müslüman yer değiştirdi.
Burada ilginç
bir duruma dikkat çekmek gerek…
Din temelinde
yapılan 1923-24 mübadelesi ile birçok Gagavuz ve diğer Türk asıllı Hıristiyan
da "Rum azınlığı" statüsünde Yunanistan'a gönderildi. Bunlar Türk
asıllıydı ama Rum değillerdi. 400 bin Türk de Yunanistan'dan Anadolu'ya geldi,
bunların 25 bininin Sabetaycı olması mümkün. Yunanistan’a gönderilen Karaman
Rumları Hıristiyan idi ama çoğu Rumca bilmiyordu. Dilleri Grek yazısıyla
yazdıkları Türkçe idi. Karaman’da bıraktıkları kilise ve mezarlarındaki yazılar
onların dil bakımından Türklüklerine tanıklık eder. Aynı şekilde, Yunanistan’dan
gönderilen Türkler Rumca konuşuyor, pek az Türkçe biliyorlardı. Hatta hiç bilmeyenler
de vardı. Rumcayı eski Türkçe yazıyla, Arap harfleriyle yazıyorlardı. Yapılan
iş Türk ve Rum mübadelesi değil, daha çok Rum Ortodoks ve Osmanlı Müslüman
mübadelesiydi. Abartarak, yüzyıllar önce Hıristiyan ve sonra da Ortodoks olmuş Türklerin
Yunanistan’a, Osmanlı’nın bölgeye egemen olmasından sonra Hıristiyan Müslümanlığa
dönenlerin de Türkiye’ye gönderildiğini söyleyebiliriz.
Mübadele sonrası
gelen 1,5 milyon insan Yunanistan’da büyük bir göçmen sorununa neden oldu.
İflas etmiş ülkenin nüfusu üçte bir oranında artıvermişti.
31 August
1923’te Mussolini Korfu adasını bombaladı ve İtalya adayı kısa süreliğine işgal
etti. Ekim ayında, seçim sonucundan korkan Venizelos karşıtı askeri darbe
başarılı olamadı. Aralık ayındaki seçimi Venizelos’un Liberal Parti’si kazandı.
Kral II. George ülkeyi terk etti. Amiral Pavlos Kountouriotis saltanat vekili
oldu.
1924’te Yunanistan
Cumhuriyeti ilan edildi. Halk oylamasıyla anayasa değişikliği kabul edildi. Pavlos
Kountouriotis ilk cumhurbaşkanı oldu. Ekim ayında başarısız bir askeri darbe
yaşandı. Ama Ertesi yıl General Theodoros Pangalos tarafından yapılan askeri
darbe başarılı oldu ve cumhurbaşkanı istifa etti. Ekim ayında Bulgaristan ile Makedonya
konusunda bir kriz yaşandı.
Kıbrıs 1925’te İngiltere’nin
kolonisi oldu
Yunanistan
1926’da başka bir darbe yaşadı. General Pangalos devrildi. Georgios Kondylis
geçici hükümeti kurdu. Uluslararası Ekonomik Kontrol, "Bu devlet
battı" hükmünü verdiğinden, Yunanistan’ın ipini gevşetti.
1928’de Venizelos
sürgünden döndü ve Liberaller gücü ele geçirdi.
1930’lar, komünizmin
ve faşizmin dünya kapitalizmini sarsan ekonomik krize ve yıkıma birer
alternatif, birer çözüm olarak ortaya çıktıkları dönem Yunanistan’ı da
etkiliyordu...
1931 yılında Kıbrıslı
Rumlar Yunanistan’ın ve Patrikhanenin desteğiyle Enosis (Yunanistan’a İlhak) için
İngilizlere karşı ayaklandı. Adadaki Türkler Enosis'e karşıydı, İngiliz
Yönetimi yanındaydı ama İngilizlerin artan baskısına maruz kaldılar.
Aynı yıl Yunanistan
hava sahasını tek taraflı olarak 10 mil ilan etti.
1933’te Venizelos
yanlısı darbe girişimi başarısız oldu. Üç ay sonra Venizelos’a karşı bir
suikast girişimi yapıldı.
1934’te Türkiye,
Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında dört yıllık ömrü olacak Balkan Paktı
Anlaşması imzalandı.
1935 Mart ayında
Venizelos yönetimindeki darbe başarısız oldu. Venizelos Fransa’ya kaçtı ve
ertesi yıl öldü. Silahlı kuvvetler Venizelos yanlısı subaylardan temizlendi.
Ekim ayında Georgios Kondylis başka bir darbe yaptı ve cumhuriyeti kaldırdı,
hileli bir halkoylamasıyla onay aldı. Yunanistan Krallığı kuruldu ve 12 yıl
sonra yeniden II. George tahta geçti. 1936 yılında General Ioannis Metaksas
komutanlığında kurulan Yunanistan diktatörlüğü aynı zamanda 4 Ağustos rejimi
olarak da adlandırılmıştı. Aynı yıl Yunanistan
karasularını 3 milden 6 mile çıkardı.
1939’da Hatay
Türkiye’ye katılınca Antakya Rumları Yunanistan’a göçe başladı.
Diktatör Ioannis
Metaksas İtalya’nın bazı Yunan toprakları üzerinde hak istemesini reddedince 28
Ekim 1940’ta İtalyan askerleri Yunanistan’a girdi. Savaş başladı. İki hafta
süren savaşta İtalyanlar yenildi. İtalyanların Mart 1941'de tekrar yenilgisi
üzerine, Almanlar 6 Nisan 1941'de Yunanistan’ı
işgal etti. Ailesini yanına alan kral ve hükümet Girit’e kaçtı. Bir ay sonra Almanlar
Girit’i işgale başlayınca, bu kez İskenderiye’ye kaçtılar. Bu günlerde Bulgaristan,
Almanya’nın desteğiyle Batı Trakya’yı işgal etti. Eylül ayında Drama’da çıkan
isyan Bulgar işgal güçlerince bastırıldı. İşgale karşı en büyük direniş grubu
olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) kuruldu.
1941–1942 kışı
yaşanan büyük açlık sonucu 300 bin Yunanlı öldü. Bu açlığın önüne geçebilmek
için Türkiye’den Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurları ile Yunanistan’a gıda ve ecza
malzemeleri ulaştırılmıştı.
1944 Ekim ayında
Atina özgürlüğüne kavuştu ve sürgündeki George Papandreou başkanlığındaki Yunan
hükümeti ülkeye döndü. Almanya yenilince, Bulgaristan üç yıllık işgalin
ardından Batı Trakya’yı boşalttı. Ardından, Yunanistan’da dört yıl süren iç
savaş baş gösterdi. 1946'da kralcılar ve İngiliz birlikleri komünistleri mağlup
etti. Yeni bir halkoylamasıyla anayasal monarşi kabul edildi Kral II. George
idareyi eline aldı. Kalp krizi geçirerek ölünce yerine kardeşi I. Paul geçti.
1947’de ABD ve İngiltere
12 Ada ve Rodos’u İtalya’dan Yunanistan’a verdi. Romanya’da komünist rejim Yunan
vatandaşların mallarına el koymaya başladı. Yaklaşık 75 bin kişi Yunanistan’a
göç etti. Yunan Parlamentosu aldığı kararda, ''Kıbrıs'ın Yunanistan'la
birleşmesini öngören kutsal ve ulusal davamızın halledilme zamanı gelmiştir''
dedi. SSCB’nin yayılmasını ve komünizmin önlenmesini öngören Marshall Planı ve
Truman Doktrini ile Avrupa’yla beraber Türkiye ve Yunanistan’a ABD ekonomik
yardımı başladı.
1948-49'daki Yunan
İç Savaşı'nda on binlerce Yunanlı Arnavutluk ve diğer doğu bloğu ülkelerine
sığındı. Komünistler 1947-1949 yılları arasında tekrar karışıklıklar
çıkardılarsa da, ABD’nin yardımıyla dağıtıldılar.
1950’de İngiltere
yönetimi altındaki Kıbrıs’ta Kilise’nin önderliğinde plebisit” yapılarak adayı Yunanistan’a
bağlamayı öngören Enosis kararı alındı. İngiltere kabul etmedi.
Yunanistan 1950
sonunda Kore Savaşı’na katıldı, 1952’de Türkiye ile birlikte NATO’ya girdi.
1950’lerde Yunanlıların
Batı Almanya’ya, Kanada’ya, ABD’ye ve Avustralya’ya büyük göçleri görüldü.
1953 yılında Türkiye’nin
gündemine Yunan düşmanlığı ve Kıbrıs meselesi girdi, milliyetçi dernekler
kuruldu, basında kışkırtıcı haberler yer aldı.
Rumlar Yunanistan’la
birleşmek isteyen EOKA terör örgütünü 1955’te harekete geçirdiler. EOKA bir
bildiriyle İngilizleri ve Türkleri düşman ilan edip onları imha edeceklerini
açıkladı. İngilizlere ve Türklere karşı silahlı eylemlere başladı. Örgütü, Yunan
Albay Grivas kurdu. Şoförü İngiliz ajanıydı. İngiliz gizli servis ajanları da Kıbrıs’a
gelmeye başladı, Valiliğe genelkurmay eski başkanı Mareşal Sir John Harding
atandı, polis istihbarat birimi "Special Branch", Polis Mekanize
Birliği kuruldu. 6-7 Eylül 1955’te İstanbul Rumlarının kırımı yaşandı. Bunu
takiben hızlı bir kaçış başladı. E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu, yıllar sonra, bunun
Özel Harp Dairesi tarafından yapılan muhteşem bir örgütlenme olduğunu açıkladı.
1956’da şiddet
eylemleri karşısında kendini korumak isteyen Türkler, Kıbrıs Türk Mukavemet
Teşkilatı’nı (TMT) kurdu. Aynı yıl Yunanistan’da bir grup albayın Kral I.
Paul’e darbe girişimi başarılı olamadı.
1958-1960
arasında ABD ve İngiltere, Kıbrıs'ın Türkiye ve Yunanistan arasında taksimi
fikrini gündeme getirdi. Ama Kıbrıs Anayasası’nın kabulüyle
15/16-Ağustos-1959’da iki toplumlu bir “Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edildi, 16
Ağustos 1960'ta İngiltere’den bağımsızlığını kazandı ve 1961 yılında İngiliz
Milletler Topluluğu'na katıldı. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör
devlet oldu. Ama Rumların lideri Makarios ortak cumhuriyetin amacının Enosis olduğunu, “Diplomaside
mümkün olan yapılır, fakat ulusal hedeflerden uzaklaşılmaz.” ifadesiyle
açıkça belirtmişti.
Yunanistan 1959’da
AET’ye giriş başvurusu yapan Karamanlis’in Ulusal Radikal Birlik hükümetince
1963 yılına kadar yönetildi. Bu tarihteki seçimleri George Papandreou’nun Merkez
Partisi kazandı. Ülke içinde yeniden karışıklıklar çıktı. Rumlar Ortodoks
Kilisesi ve Yunanistan’ın desteğiyle Kıbrıs Türklerini bir gecede yok etmek
için AKRITAS Planını yürürlüğe koydu ve Kanlı Noel’den itibaren Türkleri
katletmeye başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılırken, Rumların Kıbrıs Türklerine
saldırılarıyla çatışmalar şiddetlendi. Binlerce Kıbrıslı Türk daha güvenli
bölgelere göç etmek zorunda kaldı.
1964’te Yunanistan
Kralı Paul öldü. Yerine oğlu II. Constantine geçti. Aynı yıl, BM Güvenlik
Konseyi Kıbrıs'a uluslararası kuvvet göndermeye karar verdi. ABD Başkanı Johnson'un
Başbakan İnönü'ye yazdığı mektupla Türkiye’nin Kıbrıs'a müdahalesine karşı
çıktı. Papa IV. Paul ve İstanbul Ortodoks Kilisesinin başı Patrik Athenagoras
Kudüs’te buluştu, iki kilise arasındaki 910 yıllık düşmanlık sona erdi,
1054’teki karşılıklı aforoz kaldırıldı.
1965 yılında Papandreou
hükümetinin Yunanistan kralı tarafından düşürülmesi üzerine ülke yeniden
karmaşaya sürüklendi ve 1967 yılında albaylar cuntası hükümete el koydu. Soğuk
Savaş’ta tarafsızlık mesajları veren Papandreou, seçim kampanyasına başlamadan
iki gün önce, CIA'nın yardım ettiği bir grup albayın darbesiyle elendi. Yunanistan-AET
ortaklığı donduruldu. İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Güvenlik Bölüğü'nde Yunan
direnişçilerin izini süren CIA ajanı Albay Georgios Papadopoulos Başbakan
olmuştu. Mini eteği, yabancı gazeteleri ve uzun saçı yasaklayan ve cinsellikle
ilgili birçok işkence yaptıran Albay Papadopoulos’un CIA psikiyatrlarından
ciddi yardım aldığı ileri sürüldü.
Kral II. Constantine,
1968 yılında yaptığı karşı darbe başarısız olunca ülkeyi terk etti. Birkaç ay
sonra Albay Papadopoulos’a bir suikast girişimi önlendi. Vefat eden eski
başbakan Papandreou’nun cenazesi diktatörlüğe karşı büyük bir gösteriye
dönüştü.
1970 yılında
Gümülcine Türk Gençler Birliği tabelasındaki “Türk” ifadesi kaldırıldı.
1971’de Türk
hükümeti Heybeliada Ruhban Okulu’nu kapattı. Ertesi yıl Kıbrıs’ta Papaz
Cumhurbaşkanı Makarios’u devirme girişimi başarıya ulaşamadı.
Aralık 1972'de Yunan
hükümet genelgesiyle, okul isimlerindeki Türk ifadesi kaldırıldı. Haberleşme,
yazışma, basın ve örgütlerde Türkçe yer isimlerinin kullanılması yasa ile
yasaklandı. 1973'te Batı Trakya'daki Tabakhane Camii, Yunan makamlarınca
yıktırıldı. Türklere miras yoluyla intikal eden her türlü taşınmaz malın
tasarruf hakkı vilayetlerdeki özel bir komisyonun izin ve takdirine bırakıldı.
Türkçe radyo ve müzik dinlenilmesi, Türk filmi ve televizyonu seyredilmesi
yasaklandı.
1973’te Diktatör
Papadopoulos Yunanistan’ı cumhuriyet, kendisini de Cumhurbaşkanı olarak ilan
etti. Atina Teknik Üniversitesi öğrencilerinin ayaklanma girişimi 24 kişinin
ölümüyle bastırıldı. Bir hafta sonra General Dimitrios Ioannides askeri
darbeyle Papadopoulos’u görevden aldı.
EOKA-B, General Grivas'ın
1974 başlarındaki ölümünden sonra Yunanistan'daki cuntanın kontrolü altında
faaliyet göstermeye başladı. Örgüt, Makarios karşıtı faaliyetlerini
yoğunlaştırdı ve toplumlararası görüşmelerin kesilmesinden kısa bir süre sonra,
15 Temmuz günü Kıbrıs’ta darbe yaptı. Makarios yurt dışına kaçtı. 20 Temmuz’da
Türkiye Londra Anlaşması’na dayanarak adaya asker çıkardı. Darbecilerin başa
getirdiği Nikos Sampson görevden alındı, yerine Glafkos Klerides getirildi.
Türk ordusunun "Barış Harekâtı" Yunanistan´da iktidar değişikliğine
sebep oldu. Binlerce Rum, adanın güneyine ve İngiltere’ye kaçtı. Yunan askeri
cuntası dağıldı. Yerine Karamanlis’in Yeni Demokrasi hükümeti geldi. Cenevre
anlaşmasına rağmen, Kıbrıs Rum-Yunan kuvvetleri Türk köylerine saldırılarını
sürdürünce, 14 Ağustos’ta Türk ordusu ikinci harekâta başladı ve adanın yüzde
37’sini ele geçirdi.
Masum
bebeklerin, kızların, annelerin, nenelerin ve dedelerin Rumlar tarafından
acımasızca katledildiği Atlılar-Muratağa-Sandallar katliamını hatırladım.
Çöplükte gizlenen cesetleri ancak 30 Ağustos akşamı bulunabilmişti. Askeri araç
farlarının ışığında, sabaha kadar çalışarak son görevimizi yapmaya çalışmıştık.
Daha sonra üç
bin Rumun ölü veya kayıp olduğu bildirildi. 200 bin Rum göçmen oldu.
Yunanistan
silahlı kuvvetlerini NATO’nun askeri kanadından çekti. Makarios cumhurbaşkanı
olarak adaya döndü. 13 Aralık günü Yunanistan’da yapılan referandumla monarşiye
son verildi, parlamenter cumhuriyet ilan edildi.
Kıbrıslı
Türkler, 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti'ni (KTFD) ilan etti. Karamanlis,
Yunanistan’ın demokratikleşme sürecini başlattı. Komünist partisinin
kurulmasına izin verdi. Askerin kışlaya çekilmesine çalıştı ve Yunanistan’ın 1967’de
yarıda kesilen Avrupa yolunu yeniden açtı. Üyelik müzakereleri 1975 yılında yeniden
başladı. Yunanistan demokrasi açısından Avrupa ülkelerinin gerisinde, ekonomik
açıdan ise çok gerisindeydi Ağustos ayında Yunan cuntasının yargılamaları
başladı.
1976'da Dedeağaç
ve Susurluk Türk Okulları ile Miri Köyü Camii yakıldı. Türkiye, Ege Denizi'nde
uluslararası sularda sismik araştırmalar yapmak ve petrol yataklarını tespit
etmek üzere harekete geçerek Hora araştırma gemisini gönderdi. Hora Yunan savaş
gemileri ve uçaklarınca sık sık taciz edildi. Türkiye'nin müdahalesi üzerine
Hora, çalışmalarını savaş gemileri ve uçaklarının gölgesinde sürdürdü. Kriz, BM'nin
devreye girmesiyle çözüldü.
Kıbrıs
cumhurbaşkanı Makarios 3 Ağustos 1977’de kalp krizinden vefat etti. Yunanistan’da
azınlık okullarında sadece Selanik Özel Pedagoji Akademisi mezunlarının
öğretmenlik yapmasını öngören 695 sayılı yasa çıkarıldı.
1978’de Yunanistan
bakanlık kararnameleri ile Türk okullarındaki Türkçe dersler ve dersliklerin
sayısı azaltıldı.
1980’lerde İç
savaşta sürülenlerin, Yunanistan’a geri gelmesine izin verildi, Almanya’dan da
geri göçler başladı. 1970’li yıllarda CIA’nın Türkiye şefi olan Paul Henze’nin
“bizim çocuklar” dediği Org. Evren darbe ile Türkiye’de işbaşına geldi. İlk
icraatlarından biri Yunanistan silahlı kuvvetlerinin NATO’ya dönüşü oldu.
Yunanistan 1981’de
Avrupa Ekonomik Topluluğuna katıldı. Zenginler kulübüne giren ilk fakir üyeydi.
PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket) partisi seçimleri kazandı, Andreas
Papandreou ilk sosyalist başbakan oldu. 1989’a kadar yönetimde kaldı.
Kıbrıs Rumları
ve Yunanistan, BM’den Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ortadan kaldırmayı öngören
13 Mayıs 1983 tarihli kararı çıkartmaya muvaffak oldular. Kıbrıs Türkleri 20
Mayıs’ta Devlet Başkanı Rauf Denktaş’tan bağımsızlık ilan edilmesini istedi. Kıbrıs
Türk Federe Devleti Meclisi de 15 Kasım 1983 tarihinde oybirliğiyle Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti. Ne yazık ki sadece Türkiye tarafından tanındı. Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi, üç gün sonra bağımsızlık kararını kınadı. 13 Mayıs
1984’te de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını ayrılıkçı bir hareket
olarak tanımladı.
Bunun ardından
Batı Trakya’da baskılar arttı. Gümülcine Türk Gençler Birliği ve Batı Trakya
Türk Öğretmenler Birliği tabelaları polis tarafından indirildi. İsminde “Türk”
ifadesi bulunan İskeçe Türk Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği ve Batı Trakya
Türk Öğretmenler Birliği mahkeme kararı ile kapatıldı. Gümülcine müftüsünün
ölümünün ardından Yunan hükümeti, yerine müftü atadı, böylece bugüne kadar
devam eden müftü sorunu ortaya çıktı. Batı Trakyalı Türklerle görüşmelerini
önlemek için, Türk tırlarına Batı Trakya güzergâhında park etme ve konaklama
yasağı getirildi.
AET mucizesi
1985 yılından sonra kendini göstermeye başladı. Papandreou, AET’nin
savunucularındandı artık. Papandreou’nun eseri sayılan Akdeniz Programları
sayesinde Yunanistan kabuk değiştirmeye başladı. Yunanistan’a milyarlar aktı.
Atina Brüksel’e ne proje verse, maliyetin yüzde 60’ını, yüzde 70’ini alıyordu.
Ağustos 1986'da ABD’li
beş milletvekili, Türk azınlığa uygulanan baskıları yerinde incelemek için Batı
Trakya’ya geldi. Buna rağmen, müftülerin seçimle iş başına gelmesini sağlamak
için imza kampanyası başlatan Dr. Sadık Ahmet tutuklandı. Seçimler öncesinde,
Yeni Demokrasi Partisi Türkçe dağıttığı bildirilerde, Türklere yapılan baskı ve
ayrımcılığı kabul etti. Üç ay sonra Yunan basınına azınlıklar konusunda sansür
getirildi, devletin azınlık politikasına aykırı yayınlar yasaklandı.
1987 yılında
İskeçe Hürriyet Camii bombalandı. Yunan Yargıtay’ı “Türk” ifadesinin resmi
kullanımını yasakladı. İskeçe Türk Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği,
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği tüzel kuruluşlarının tabela ve
tüzüklerinde Türk kelimesini kullandıkları için 1984’teki kapatılma
kararlarını, kesin hüküm haline getirdi.
Yunanistan'ın
Ege'nin uluslararası sularında petrol arama faaliyetlerinde bulunacağını
açıklaması Türkiye'de tepkiye neden oldu. Türkiye, “İki ülke arasında kıta
sahanlığı konusunda anlaşma yapılıncaya kadar, bu tip davranışlardan
kaçınmalarını öngören 1976 Bern Anlaşması'nın ihlali niteliğinde” olduğu
gerekçesiyle karara karşı çıktı. Yunanistan'ın kararında ısrar etmesi üzerine,
Türkiye Piri Reis araştırma gemisini Ege Denizi'ne gönderdi. Yunanistan'ın
“Gerektiğinde müdahale ederiz” uyarısına Türkiye, “Bu bir savaş nedeni olur”
karşılığını verdi. Sorun ABD, NATO ve AB'nin devreye girmesiyle çözüldü.
29 Ocak 1988'de
Gümülcine’de Türkler yürüyüş gerçekleştirdi. Bu Batı Trakya azınlığı
tarihindeki ilk sokak gösterisi oldu. 10 bin kişinin katıldığı mitingde, Yunan
polisinin saldırıları sonucu 30 kişi yaralandı. Rusya’dan Yunanistan’a göç eden
Pontuslular Batı Trakya’ya yerleştirilmeye başlandı.
1985 yılından
sonra PASOK hükümeti AB ve Batı karşıtı tutumunu değiştirdi. AB üyeliği Yunanistan'a
Türkiye siyasetinde bir üstünlük sağlayacaktı. Türkiye AB ilişkilerine ipotek
koyabileceklerdi. Bu tutum 1990’larda da devam edecekti.
Haziran 1989´da
yapılan seçimlerde PASOK ikinci parti durumuna düştü. Türkler ilk kez bir
bağımsız milletvekili çıkardı. Kasım´da yapılan erken seçimlerde hiçbir parti
hükümet kuramayınca, Nisan 1990´da ikinci erken seçime gidildi. Meclisteki
sandalye sayısının bir fazlasını kazanan Konstantin Miçotakis'in Yeni Demokrasi
Partisi hükümeti kurdu. Karamanlis ikinci kez cumhurbaşkanı oldu. Eylül’de
liberal siyasetçi Pavlos Bakoyannis 17 Kasım terör örgütü tarafından öldürüldü.
Milletvekili Sadık Ahmet ve İbrahim Şerif “Türküm” dedikleri için hapis
cezasına çarptırıldılar. Cezaları para cezasına çevrildi ve serbest
bırakıldılar. Helsinki Watch, “Etnik Kimliğin İmhası, Yunanistan Türkleri”
başlıklı 58 sayfalık bir rapor yayımladı. Devlet okullarına ait taşınır ve
taşınmaz malların yerel idarelere devredilmesine ilişkin bir yasa çıkarıldı.
İskeçe milletvekili A. Faikoğlu’nun müdahalesi ile Türk okulları yasa kapsamı
dışında tutuldu, mal varlıkları vakıfların mülkiyetinde kaldı. Türk azınlığın
bağımsız milletvekili çıkarmasını engellemek için %3’lük baraj sistemi
getirildi.
1991’de Makedonya
Cumhuriyeti Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan edince Yunanistan Makedonya
ismine itiraz etti. Ertesi yıl bayrağının güneş sembolü de iki ülke arasındaki
gerilimi artırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Yıllık İnsan Hakları Raporu, Yunanistan’ın,
vatandaşlık yasası ile ayrımcılık (ırkçılık) yaptığını, kişileri basit bir
idari işlemle vatandaşlıktan çıkardığını ve vatandaşlıktan çıkarılanlara temyiz
hakkı tanımadığını açıkladı. Helsinki İnsan Hakları İzleme Komitesi Genel
Sekreteri, Türk azınlığın durumunu incelemek üzere Batı Trakya’ya geldi ancak
yasak bölgeye girişine izin verilmedi. İskeçeli din görevlileri, müftü
atanmasını protesto için, 45 günlük camilerde ezan okunmaması ve cemaatle namaz
kılınmaması kararı aldı.
1992’de Türklerin
arazi satın almasına izin verildi.
1993’te Andreas
Papandreou’nun PASOK partisi seçimleri önde bitirdi. 2004’e kadar on yıllık
iktidar dönemi başladı.
Yunanistan
1994’te Makedonya Cumhuriyeti’ne uyguladığı ambargoyu ertesi yıl kaldırdı.
Bayrak ve anayasa değişiklikleri yeterli görülmüştü.
1990’larda SSCB’nin
dağılması ile Ermenistan, Gürcistan, Arnavutluk ve Rusya’dan yaklaşık 100.000
kişinin Yunanistan’ı göçü gerçekleşti.
Türk asıllı
milletvekili Sadık Ahmet 24 Temmuz 1995 günü şüpheli bir trafik kazasında
hayatını kaybetti.
Aralık 1995’te Kardak
krizi yaşandı. Figen Akat adlı Türk gemisi, sadece keçilerin otladığı Kardak
kayalıklarında karaya oturdu. Yunanistan olayın kendi karasularında yaşandığını
savunurken, Türkiye kayalıkların kendisine ait olduğunu iddia etti. Yunanistan
kayalıklara asker çıkarıp bayrak dikti. Kriz bir aydan fazla sürdü. En sonunda
dönemin Başbakanı Çiller, “O asker gidecek, o bayrak inecek” sözleriyle savaş
sinyali verdi. 31 Ocak 1996’da Türkiye Kardak'a operasyon yaptı. Bir Yunan
askeri helikopteri düştü, üç asker öldü.
1996’da Batı
Trakya Türklerine cami ve evlerini tamir ettirme ile ev yaptırma izni
verildi.
1999 ilginç
olaylara sahne oldu. 17 Ağustos çok şiddetli İzmit depremini, 7 Eylül’de çok
şiddetli Atina depremi izledi. İki ülke birbirine ilk yardıma koşanlar
arasındaydı. Deprem yakınlığı yaşanırken, PKK terör örgütü lideri Abdullah
Öcalan’ın Kenya Yunan Büyükelçiliği’ne sığınması ilişkileri tekrar gerdi. Öcalan’ın
Rusya’dan Atina’ya getirilmesi operasyonunun finansörünün Yunan silah tüccarı Vlasis
Kamburoğlu olması daha büyük bir düşmanlık örneği olarak algılandı. Öcalan Kenya'daki
Yunan Büyükelçiliği ikametgâhından alındı ve kendisini bekleyen Türk uçağı
personeline teslim edildi. Yunanistan PKK’yı terör örgütü değil, bağımsızlık
savaşı veren siyasal bir hareket olarak görüyordu. Öcalan’ın izinin Türk
hükümetinin isteğiyle, İsrail ve Mossad
tarafından bulunması ise daha da ilginçti.
1999'da Batı
Trakya’daki olumsuz gelişmeler devam etti. İskeçe Seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin
Ağa, 1996 yılında yayınladığı bir mesaj nedeniyle, atanmış müftünün makam ve
yetkisini gasp ettiği gerekçesiyle, 17 ay hapis cezasına çarptırıldı. İskeçe
Gökçepınar Camii kundaklandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Gümülcine
Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif’in Yunanistan aleyhine açmış olduğu davada, Yunanistan’ı
oy birliği ile mahkûm etti.
Yunanistan 2000
yılında AB Schengen Antlaşması’nın şartlarını tamamen yerine getirdi. Parlamento
seçimlerinde PASOK’tan aday olan Galip Galip, Rodop bölgesinden Müslüman Türk
azınlığın tek milletvekili olarak meclise girdi.
2000’lerde Yunanistan’dan
Avustralya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne göçler dikkat çekti.
Yunanistan 2001
yılında para birimini Euro olarak değiştirdi. Aynı yıl, Papa II. John Paul
Atina’yı ziyaret etti, 1204 yılındaki Haçlıların Konstantinopolis günahları
için özür diledi.
On yıldır yönetimde
olan Simitis başkanlığındaki PASOK 2004 seçimlerini kaybetti. Costas Karamanlis'in
muhafazakâr Yeni Demokrasi Parti'si 2009’a kadar iktidar oldu. PASOK adayı İlhan
Ahmet, Rodop İlinden seçilerek parlamentoya giren tek Türk milletvekili oldu.
Simitis’in AB'nin
bir paçası olma arzusu ABD karşıtı olmasıyla ilgiliydi. Yunanistan'ın AB ile
bütünleşme çabaları hükümetin, siyasetin ve stratejinin uyarlanması hedefine
yönelmişti. Yunanistan'ın AB içindeki ilk dört yıllık dönemi kuşkularla
birlikte geçti. 1985-95 arası AB ile bütünleşme çabalarıyla geçti. 1996
sonrasında bütünleşme her sektörde sürdürüldü. AB'nin federal yapıdaki bir
üyesi olunuyordu. Simitis yönetimi Yunanistan'ı Helen uygarlığını yüceltme
yerine Avrupa'nın ve Avrupa uygarlığının bir parçası olmaya yöneltti. Avrupa
ailesinin ilke ve değerleri öne çıkarılacaktı: Demokrasi, yasaların üstünlüğü,
insan haklarına ve azınlık haklarına saygı, pazar ekonomisi, uluslararası
yasalara saygı, uluslararası sınırları ihlal etmeme, çatışmaların barış yoluyla
çözülmesi ve bölgesel işbirliği. Simitis Balkan ülkelerinin ve hatta
Türkiye’nin de AB’ye girmesini desteklemişti. Böylece başta Kıbrıs sorunu olmak
üzere diğer sorunlar daha kolay çözülecekti: Kıta sahanlığı, karasuları, hava
sahası, Patrikhane sorunu, sahibi belirsiz Ege Adaları.
2003'teki Yunanistan'ın
dördüncü AB başkanlık döneminde AB tarihindeki en büyük genişleme yaşandı. 10
yeni ülke AB üyesi oldu.
24 Nisan 2004’te
yapılan referandumda Kıbrıs Türkleri BM Genel Sekreteri Annan’ın adanın
birleştirilmesi gayesi ile hazırladığı barış planını kabul ederken, Rumlar
reddetti. 29 Nisan 2004 tarihinde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kıbrıs
Türk toplumu seçilmiş temsilcilerinin AKPA (Avrupa Konseyi Parlamenter
Asamblesi) çalışmalarına katılabilmelerine karar verdi. Kıbrıslı Türkler
AKPA'da iki temsilci ile gözlemci statüsünde katılmaktadır. Bir hafta sonra da Rumlar
ödüllendirildiler, Kıbrıs AB üyesi oldu.
Kıbrıs
Cumhuriyeti 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren Euro para birimini kullanmaya
başladı.
6 Aralık 2008'de
Atina'da polis 15 yaşındaki genci öldürünce, tüm ülkede anarşistler ve hükümet
karşıtları ayaklandı ve polisle çatıştı. Olayın ardında 2008 ekonomik krizi,
ekonomik eşitsizlik, rüşvet, işsizlik, genç nesil için iyi yaşam standardı
arzusu vardı.
Yunanistan 2009
sonlarında borç krizi yaşamaya başladı. Yunan ekonomisindeki yapısal
zayıflıklar ve on yıl boyunca yüksek borç açıkları önlenememişti. Yunanistan'ın
borç yükümlülüklerini yerine getirme yeteneği konusunda yatırımcılar arasında
bir endişe başladı.
2010’da Yunanistan'ın
595 milyar $ dış borcu bütçesinin 8 katıydı. Milli gelirinden yüzde 70 daha
fazlaydı. Alacaklılar Alman ve Fransız bankalarıydı. 150 milyar $ yardım
yaraları saramamıştı.
2011’de Avrupa hala
Yunanistan’ı gözde ve seçkin devlet olarak kabul ediyordu. Türkiye ve Balkan
devletleri ile her anlaşmazlığında AB ve ABD tarafından haklı çıkarılmıştı. PKK’ya
önemli destek vermeye devam ediyordu. Ama batmamak için AB devletlerine muhtaç
olmuştu. Kendisi ile beraber Euro’yu da batıracak, dünya doların tekeline
girecekti. Avrupa Birliği’nin en güçlü devleti Almanya, Yunanistan’ın
borçlarının yarısının AB’ye yüklenmesine karar aldırdı. Fransa zorlukla razı
oldu. AB, Yunanistan’ın Avrupa bankalarına 204 milyar Euro tahvil borcunu 102
milyara indirip 102 milyarını sildi. AB Yunan özel sektörüne 30 milyarlık
yardımla toplamda 132 milyar Euro olağanüstü yardımı yaptı.
Ekonomik krizin
yıkıcı etkileri, demokrasinin işleyişini sarstı. Siyasetçiler halkın güvenini
kaybetmiş, hükümetler gereken tedbirleri almak cesaretini göstermemişti. Banka
sistemi ve ekonomi politikası zora girdi. Devlet memurlarının işten
çıkarılması, devlet kurumlarının kapatılması, vergi muafiyetinin kaldırılması
gibi önlemler sonunda demokrasi krizine dönüştü. Almanya ve Fransa’nın hakim
olduğu AB diktası Yunanistan’a, Euro’ya ilişkin bir halk oylaması bile
yaptırmadı. Mali ve ekonomik kriz nedeni ile sosyal güvence ve sosyal hakların
sınırlandırılması zorunlu duruma geldi.
2010-2012
arasında protestolar başladı. İşsiz sayısı rekor düzeye çıktı, geçinememe
yüzünden ırkçılık arttı. Yunanistan, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana en zor
durumu yaşadı. Orta sınıf ve işçi sınıfı ağır darbe almış, aileler çocuklarına
bakamadıkları için aşevlerine teslim etmişlerdi. Birçok dükkân ve firma
batmıştı. Polisler bile işsiz kalmış ve bazı adalar kiralanmıştı. Avrupa
Birliği de bu krizden ağır bir şekilde etkilenmişti.
Ekim 2011'de Libya,
KKTC ile işbirliği protokolü imzalayarak ülkeyi fiilen tanıdı.
2012'de Kıbrıs Rum
kesimi bankaları da Yunanistan bonolarına yatırım yaptıkları için zor
durumdaydı, bankaların Rusya'dan aldığı 2,5 milyar Euro acil yardım yetmiyordu.
Yorgo A.
Papandreou liderliğindeki PASOK 2009-2011 iktidarı, Antonis Samaras’ın 2012-2015’teki
Yeni Demokrasi iktidarı özellikle ekonomik sorunları çözemediler. 2013’te Radikal
Sol Koalisyonun başındaki Aleksis Çipras’ın yükselişi başladı. Kemer sıkma siyasetine karşıydı. Zenginlerin vergilerini
hakkıyla ödemesi halinde sorunun çözülebileceğini söylüyordu. Vergi kaçağı
yüzde 86’yı buluyordu. Yunanlıların yüzde 26’sı
işsizdi. Ekonomi son beş yılda yüzde 20’den fazla küçülmüştü.
Sosyal
demokratların ve merkez sağın başarısızlıklarından sonra, 26 Ocak 2015’ten bu
yana % 36 oyla seçimi kazanan Aleksis Çipras’ın Syriza iktidarı, halen AB ile
karşı karşıyadır.
2017 Şubat’ındaki
durum ilginçtir. Syriza’nın iki seçeneği bulunuyor. Hükümet yeni kemer sıkma
önlemlerini gündemine alabilir. Bu, AB’ye boyun eğmek, iktidara gelirken
yaptığı vaatlere ters düşmek, tükürdüğünü yalamak demektir İkinci seçenek, Yunanistan’ın Euro’dan çıkıp, ulusal para
birimine, Drahmi’ye dönüşü için işlemler başlatmaktır. Bu, erken seçim sürecini
öngörüyor. Ama son kamuoyu yoklamalarına göre, ana muhalefet partisi Yeni
Demokrasi Syriza’ya en az yüzde onluk bir fark atmış durumda.
Daha da ilginci,
Avrupa Parlamentosu Alman vekillerinden Henkel, Yunanistan’ın Avrupa
Birliği’nden çıktıktan sonra borcunun silinmesini teklif etti. Yunanistan'ın
borcunun kapatılacağına inanan kimse olmadığını, Euro'nun Yunanistan için aşırı
ağır ve Almanya için aşırı hafif olduğunu söyledi.
Yunanistan AB’ye
kaçak mülteci girişi yapılan bir ülke aynı zamanda. AB bu konuda önlem
alınabilmesi için özel yatırımlar yapmasını istiyor.
Buna rağmen, Yunanistan
Türkiye ile dalaşmaya devam ederek, 16 Temmuz 2016 sabahı helikopter ile kaçan
sekiz darbeci askeri Türkiye'ye iade etmedi. Kardak krizini canlandırdı. 20
aydır süren Kıbrıs görüşmeleri Rum tarafınca sekteye uğratıldı. Yeni dostumuz Rusya
Yunanistan'a S-300 füzeleri satmak üzere anlaşma imzaladı. Rusya, tüm dünyanın
tepemize çöktüğü Kıbrıs konusunda da Rum-Yunan tezlerini destekliyor.
İsrail, Yunanistan
ve Kıbrıs Rumları, Akdeniz’deki enerji politikalarını ortaklaşa yürütüyor. ABD
şirketleri de bu konuda taraf olmuş. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin enerji çıkarlarına
karşı ittifaklar oluşuyor. Yunanistan, Rum Kesimi, İsrail ve Mısır ile Doğu Akdeniz’de
Kıbrıs kumpası peşinde.
Almanya ile ABD/İngiltere,
Balkanların parçalanması sürecinde olduğu gibi, Yunanistan hegemonyasını
diğeriyle paylaşmak istemiyor. Bu anlaşılır, ama şimdi Rusya da Suriye’de
olduğu gibi, devreye giriyor.
Konuyu
toparlamak gerek…
İlk Yunan şehir
devletleri Antik Mısır’ın kolonisiydi. Özgün birer uygarlık merkezi değildi. Antik
Mısır’ın yeni formlarıydı. Thales, Solon, Pisagor ve Platon’un Mısır'da ve
bazılarının Babil’de eğitildiği, Kabala eğitimi aldığı unutulmamalıdır.
İtalya ve Yunanistan’da
Ön-Türk kültürünün izleri daha fazla ilgi bekliyor. Orta Asya’dan Balkanlara
yüzyıllarca göç eden Türk boylarının Batı Trakya’ya yerleşmesi gibi.
M.Ö. 400
yılından sonra Yunanlılar siyasi ve askeri açıdan gerilemeye rağmen, Makedonya’lı
İskender sayesinde kültür alanında Balkanlar, Anadolu ve Orta Doğu’da
üstünlüklerini sürdürdüler. Yunanistan Romalılarca fethedildi, sıradan bir Roma
eyaleti oldu. Ama Yunanca ve Yunan kültürü etkisindeki Doğu Roma İmparatorluğu
tersine bir asimilasyona boyun eğdi. Yunanlılar ortada yoktu, ama kültürleri ve
Konstantinopolis Patrikhanesi çalışıyordu.
Yunanlılar Fransız
Devrimi’nden sonra Balkanlar’a da ulaşan milliyetçilik akımını ve Avrupa
desteğini arkalarına alarak ilk isyanı çıkardılar ve Balkanlar’ın Osmanlı’dan
ayrılmasını başlattılar.
Mora
yarımadasındaki bağımsız devletlerini kurduktan 20 yıl sonra, borç taksitlerini
ödeyemeyecek duruma düştüler. 60 yıl sonra iflas ettiler. Büyük güçlerin
ekonomik gözetimine girdiler. Ama genişlemeye devam ettiler. Ege Adaları,
Selanik, Güney Makedonya ve Girit ve Trakya’yı aldılar. Kıbrıs’ı alamadılar ama
İngiltere 1914’te bunu kabul ettiğini dolaylı olarak açıkladı. Hala
çalışıyorlar.
Büyük Yunanistan’ı
kuracağız derken, Küçük Asya Felaketi’ni yaşadılar. Sayısız askeri darbeleri
İkinci Dünya Savaşı izledi, onu da dört yıl süren ve komünistlerin yenilgisi
ile sonuçlanan iç savaş.
1967 yılında CIA
destekli albaylar cuntası 1974 Kıbrıs darbesi serüvenini başlattı. Bu sayede
Türk askeri adaya yerleşti.
Yunanistan 1981’de
Avrupa Ekonomik Topluluğuna katıldı. 1985 yılından sonra AET mucizesi başladı.
Avrupa ve Batı karşıtı tutumunu değiştirdiler. Euro para birimini kabul
ettiler. Helen uygarlığını yüceltme yerine Avrupa'nın ve Avrupa uygarlığının
bir parçası olmaya yöneldiler. Kıbrıs ta AB üyesi oldu. Euro para birimini
kullanmaya başladı.
Ama 2009
sonrasında başlayan Yunanistan ekonomik krizi demokrasi krizine dönüştü. Sosyal
güvence ve sosyal hakların sınırlandırılması zorunlu duruma geldi. 2013’te
Radikal Sol Koalisyonun yükselişi başladı. 2017’de Yunanistan’ın Euro’dan
çıkıp, ulusal para birimine, Drahmi’ye dönüşü gündemdedir. 150 yıl öncesinin
ekonomik görünümü tekrarlanıyor gibidir.
Patrikhane ve Kıbrıs
ile birlikte, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinde önemli yerlerini koruyorlar. Almanya
ve Rusya da devreye girmiş durumdadır
Peki, Yunanistan
nereye gidiyor? Neler olabilir?
1500 yıl
Romalıların ve Bizans’ın, 400 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğine girdikten
sonra, Yunanlılar Helenizm ile Ortodoksluk ideallerini bırakmadılar.
Kimliklerini, kültürlerini, dinlerini ve özellikle dillerini kaybetmediler. Doğu
Roma’yı Bizans olarak sahiplendiler. Bu konuda İlk çağdaki düşmanları olan Perslerin
yaptıklarını onlar da gerçekleştirdiler. Yönetilmeye razı oldular, ama asimile
olmadılar. Tarih onları Yahudilere benzer bir yazgıya yönlendirdi de denebilir.
Onları da Roma perişan etmiş, üstelik neredeyse iki bin yıl vatansız, topraksız
bırakmıştı.
Bunlar
Yunanistan açısından olumlu etkenler. Gelelim madalyonun öteki tarafına…
Yunanistan’ın yaşlanmakta
olan nüfusu 11 milyon civarındadır. Bu rakam 50 yıl öncesiyle çok yakındır. Sadece
İstanbul’un nüfusundan bile azdır. Bu nüfusun yaklaşık yarısı başkentte yaşıyor.
GSYİH (GDP) 176 milyar Euro iken, ülkenin
toplam borcu 320 milyar Euro. Avrupa'dan alınan kurtarma paketi 240 milyar Euro
idi. 2010'dan bu yana milli gelir %25
daralmıştır.
Yunan ekonomisi tekelci,
rekabet dışı, verimsiz, korumacılığın ve kooperatifçiliğin baskısı altındadır.
Sanayisi artık yoktur, turizm ve lojistik gibi iki ana sektör de yetmiyor. Az
sayıdaki verimsiz çalışan, çok sayıdaki boş gezene bakıyor. Yunanistan'da genç
işsizlik oranı yüzde 50 seviyesinde. Genel işsizlik oranı ise yüzde 26. Yani
Yunanistan'da çalışabilir durumda olan her iki gençten biri bugün işsiz. Az
sayıdaki vergi ödeyen, çok sayıdaki kayıt dışı kesimi sırtında taşıyor. 2010'dan
bu yana milli gelirdeki daralma %25. En büyük hırsız ve sorumsuzlar ise siyasiler
ve bürokratlar. Çok büyük bir yapısal reform, kalıcı çözüm gerekiyor. Ama çok
zor görünüyor.
Bağımsız devletlerini
1830’da kurduktan 20 yıl sonra, borç taksitlerini ödeyemeyecek duruma düştüler.
60 yıl sonra iflas ettiler. 1985 yılında başlayan AET mucizesi 20 yıldan biraz
fazla sürdü. Artan borçlar nedeniyle girilen ekonomik krizi demokrasi krizine
dönüştü. Sosyal kriz başladı.
1985-2015
yıllarındaki 30 yıllık yönetimin 17 yılını sosyal demokratlar, 13 yılını da
merkez sağ aldı. Ülkeyi geliştirirken, batırdılar ve düzeltemediler. Son iki
yıldır yönetimde olan radikal sol koalisyonun yapısal reform çabaları yetersiz
kaldı. İngiltere’nin birlikten çıkışı ve aşırı sağın yükselişine sahne olan, zor
kararlar alması beklenen AB Yunan şantajlarına boyun eğmedi.
Yunanistan, Soğuk
Savaş boyunca yaptığı gibi, ABD ve Avrupa’yı “Sovyetlerle yakınlaşma” kartı ile
de tehdit edemiyor.
Sonuç ve Yunanistan
için seçenekler:
AB’den değil,
Euro para birliğinden çıkabilir.
Kemer sıkma
politikalarını ağırlaştırarak sosyal çalkantılara demokratik kurallar içinde
çözüm arayabilir. Bu arada, iç sorunlarını maskelemek için dış tehdit oyununu
oynayabilir. Türkiye ile ilişkilerini gerginleştirebilir.
Avrupa ve ABD’de
olduğu gibi, aşırı sağ ve popülist akımlar güçlenebilir.
Küçük bir
olasılıkla, yakın tarihinde yabancı olmadığı bir askeri darbe yaşayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder