Hariciler'den Küresel Selefi Cihat'a 2 Kasım 2017
Hariciler
Yıl 656... İslam Peygamberi Hz. Muhammet öleli 24 yıl geçmişti. İslam'da bölünme ve ilk terör örgütü
dördüncü halifenin kim olacağı tartışmaları sonucu ortaya çıktı. Müslümanlar Şii (Ali’yi tutanlar), Sünni
(Muaviye'yi tutanlar) ve Harici (İki
tarafı da reddedenler) diye üçe ayrıldı. Hariciler siyasi çalkantılardan ve toplumsal dengesizlikten dolayı,
İslâm'ın ilk yıllarındaki ideal
toplum için teröre başvurdu. Görüşlerine katılmayan, önderlerini halife olarak
tanımayan, Ali ve Osman'ı kâfir ilân edip lânetlemeyen her Müslümanı kâfir sayıyor, acımasızca
öldürüyorlardı. Sayıları on iki bin kadardı. Ali'nin girişimleri sonucunda
büyük bir bölümü isyandan vazgeçerek Ali saflarına katıldı, geride dört bin
kişi kaldı. Bunlar eylemlerini sürdürünce, Ali üzerlerine gitti ve savaş Hariciler için felâketle sonuçlandı. Ali’nin
beş yıllık döneminde Müslümanların
ilk terör örgütü Hariciler
yenilgiye uğratıldı ama yok edilemedi. Önce Kuzey Afrika'ya kaçtılar, sonra
yavaş yavaş geri döndüler. Ali 661’de, mescitte
ibadet
ederken Hariciler tarafından
öldürüldü. Muaviye, Ali’nin oğlu Hasan’ı ikna ederek kendini halife ilan etti. Hasan,
Muaviye ile anlaşan kendi karısınca, 669’da zehirlenerek öldürüldü. Haricîler, Emeviler ve Abbasîler
döneminde de sayısız isyan hareketiyle varlıklarını sürdürdü. Onlar için
hareket bilgiden önce geliyordu. Bağnazlık, katılık, hoşgörüsüzlük bir din
hâline gelmişti. Sloganlar, heyecanlar, karşıt olma düşüncesi gerçeğe
ulaşmalarını engelliyordu. Kur'ân'ı
çok okuyor, kendi anladıklarının dışında başka bir anlam tanımıyorlardı.
Kendilerinin haklılığından ve doğruluğundan öylesine emindiler ki, her an
ölmeye, kendilerini fedâ etmeye hazırdılar. Tehlikelere atılmaktan
sakınmıyorlardı. Kendileri gibi düşünmeyen bütün insanları kâfir sayıyor, öldürülmeleri
gerektiğine inanıyor ve bu yolda son derece acımasız davranıyorlardı.
Başlangıçta tek bir slogan (lâ hukme illâ lillâh. Sadece Allah hükmeder)
etrafında toplanan Hâricîler,
daha sonra çeşitli kişileri önder tanıyarak, Ezânka, Necâdât, Sufriyye, Acâride,
İbâdiyye ve Şebibiye kollarına ayrıldılar.
Haşhaşiler
Yıl 1090... Dört yüz yıl önce Arap
yarımadasını kana bulayan Hariciler
gibi, İslam'da ikinci terör
örgütü bu kez çoğunluğu Sünni
olan İran'daki azınlık Şiilerden
çıktı. Şiiliğin İsmaili mezhebinin
Nizarilik koluna bağlı Bâtıniler gizli cemiyetinin ünlü lideri Hasan Sabbah,
Kuzey İran’da Alamut Nizari devletini kurdu.
Şiilikte Oniki İmamcılar adaleti getirecek ve gerçek müminleri
ödüllendirecektir. On ikinci İmam Mehdi'nin gelişini beklerler, düşmanların
egemenliğine sabırla katlanırlardı. İsmaililer ise beklemeye gerek olmadan
eyleme geçer, Gizli İmam'ın gelişine elverişli ortamı sağlamaya çalışırlardı.
Büyük Selçuklu (İran) Devleti’nde Hasan
Sabbah'ın silahlı yandaşlarının sayısı 40 bine ulaştı. Fars asıllı vezir Nizamülmülk
dâhil üst makamlarda görevli 134 kişiyi katlettiler. Abbasi Halifeliği ve onun
koruyucusu Büyük Selçuklu Devleti esas düşmanları idi. Haçlıları ve Moğolları hedef alan bazı saldırıları da oldu.
1094’te Mısır'daki Şii Fatımi Halifesi
Mustansir’in ölümüyle İsmaili
hareketi bölündü, Hasan Sabbah aşırı kanat Haşhaşi lideri oldu.
Haşhaşi Tarikatı'nın sıkı bir
hiyerarşisi ve katı kuralları vardı. En tepede Büyük Usta, Yüce İmam, Tüm
Sırların Bilicisi Hasan Sabbah vardı. “Dai” denen üç başyardımcısından biri İran'ın
doğusuna ve Horasan'a, ikincisi İran'ın Batısına ve Irak'a, üçüncüsü de Suriye'ye
bakardı. Bunların hemen altında “yoldaş” anlamına gelen ve “refik” denen çok
iyi eğitilmiş yöneticiler vardı. En yeteneklileri misyoner olarak
gönderiliyordu. En altta “lassek” denilen örgüt üyeleri vardı. Alamut
çevresinde yaşayan, eğitime ve eyleme karışmayan, sade “mümin” idiler.
“Mucipler” yani acemiler eğitimden sonra mümin, refik ya da fedai olurlardı.
ABD'nin
yöneticisi Derin Dünya Devleti'nin
örgütlenmesinin ilk örneği gibiydiler. Haçlı seferleri sırasında, Orta Doğu'da
üslenen ve tekrar Avrupa'ya dönmek zorunda kalan Tapınak Şövalyeleri'nin Bâtıni
İsmaililerin Haşhaşileri ile temasları biliniyordu.
Fedai olarak bilinen suikastçilere
“esasiyun” derlerdi. Batının bunlara “assasin-katil” deyimi de buna
benzetilerek üretilmişti. İmanlı, becerili ve dirençliydiler. Kültür düzeyleri
düşüktü. Önemli kişiyi öldürmek temel askeri taktikleriydi. Haşhaşi fedaileri,
hedeflerine ulaşmak için kılık değiştirip, yıllarca sabırla beklerlerdi.
Mahalli lehçeleri öğrenip, öldürecekleri devlet adamlarının yakını olmak için
yıllarca uğraşırlardı. Neredeyse tüm suikastlarda hançer kullandılar. Kurbanın
tam kalbine saplayabilirlerdi. Kurban zırhlıysa şah damarını keserlerdi. Posta
güvercinlerini kendine alıştırabilirlerdi. Şifreleri akılda tutarlar, yöresel
şiveleri konuşabilirler, kurbanın yakınlarıyla ilişki kurabilirlerdi. Fedai
kaçmaya çalışmaz, öldürülen önemli kişinin korumaları veya halk tarafından linç
edilirdi. Sadece bir kişiyi öldürmekle kalmayıp, bin kişinin kalbine de korku
tohumları ekiyorlardı. Canları pahasına adam öldürme görevini alan bu kişilere
unutkanlık, sarhoşluk veren içkiler içiriliyor, bir tür hipnoz haline
getiriliyorlar ve yapacakları eylem karşılığında cennet vaat ediliyordu.
Günümüzün Selefi cihatçılarının
ilk modeliydiler.
Alamut Kalesi de terörden payını
almıştı. Çalgı aleti yasaktı. Bulunursa ateşe atılır, sahibi prangaya vurulur,
kırbaçlanır, topluluktan atılırdı. İçkinin cezası ölümdü. Hasan Sabbah'ın çakır
keyf yakalanan büyük oğlunun hemen başı kesilmişti. Bir adam tarafından iftira
edilen ikinci oğlu da kellesini yitirmişti. Buna karşı çıkan karısı ve kızı da
kaleden kovulmuşlardı.
1256’da Alamut Kalesi’ni ele geçiren
Moğollar, buradakileri öldürerek Haşhaşilerin faaliyetine son verdiler.
Kurtulabilenlerin çoğu Afganistan'a,
Himalaya'lara ve Hindistan'a kaçtı. Çağdaş İsmaililer Haşhaşi soyundan
gelmektedir. Dünya üzerindeki yirmi milyon İsmailinin lideri Ağa Han, Hz. Muhammed'in
soyundan geldiğini ileri sürmektedir.
Selçuklu Devleti tarafından
Haşhaşilere karşı kullanılan gizli örgütlerden biri onlar kadar acımasız olan
“Nizamiler”, diğeri de “Cavlakiler” idi. Haklarında fazla bilgi bulunmuyor.
Vücutlarındaki tüm kıl, tüy, sakal, bıyık ya da saçları kazımalarından dolayı
dilimize “cascavlak” kelimesini de kazandıran Cavlakilerin, 9-13. yüzyıllar
arasında, din üzerinden büyük suçlar işledikleri biliniyor.
Hristiyanlar
Haşhaşiler, İslam dininin siyasal çıkarlar için sömürülmesinin ünlü bir
örneğiydi. Aynı dönemlere rastlayan Haçlı Seferleri de Hristiyan dininin siyasal çıkarlar için sömürülmesinin neredeyse
iki yüz yıl süren, daha büyük çaplı bir örneğiydi. Ortodoksların yardım çağrısı üzerine, Katoliklerin Papa'sı Avrupa'nın yoksul insanlarına cenneti vaat
ederek onları Müslümanların
üzerine savaşa gönderdi. Kilise özellikle ilk seferlerde hacıları ve yerli Hristiyanları koruma amacıyla
fedakârlık edecek insanlara “endüljans” garantisi verdi. Endüljans ölmüşlerin
ve kendi ruhları için eylem ve dualarla Araf’taki süreyi kısaltacak ya da
tamamen silecek şekilde arınma eylemiydi. Para karşılığı cennetten arsa satmak
da işe yarıyordu. Haçlı orduları ve donanmaları, daha sonraki dönemlerde
Osmanlı Türklerine karşı Balkanlar'da Orta Avrupa'da ve Akdeniz’de birçok
savaşa girdi.
Rönesans ve reformdan sonra bu
aldatmacalar destek bulamadı.
Osmanlı'nın Gerileme Dönemi
Osmanlı'nın Gerileme Döneminde de
dinsel kavramların siyasal amaçlar için sömürülmesinin birçok örneği görüldü.
Yıl 1877... Osmanlı-Rus Savaşında
Osmanlı Sultanı ve Sünni İslamın
Halifesi İkinci Abdülhamit ilk kez cihat ilan ederek Panislam çağrılarına başladı. Çar’ın Ortodoksluk ve Slav Birliği çağrılarına karşılık vermek istemişti.
Peygamberin kutsal bayrağı
Şeyhülislamın fetvasıyla ve törenle Topkapı Sarayından çıkarıldı. Çar’ın
yönetimi altında on milyon Müslüman
vardı. Ama işe yaramadı.
Aynı hazin olay Birinci Dünya
Savaşında da yaşandı.
11 Kasım 1914 te, İttihat ve Terakki
Partisi güdümündeki Sultan ve Sünni
İslamın Halifesi V. Mehmet Reşat’ın Fetvası ile İngilizlere, Fransızlara
ve Ruslara karşı, cihat ilan edildi. Cihat çağrısı, İttihat ve Terakki'yi
açıkça güdümüne almış olan Almanların Birinci Dünya Savaşı'ndaki emellerine
hizmet edecekti. Özellikle Hindistan'daki Müslümanlar İngiltere'nin sömürge yönetimine karşı ayaklanacak ve Almanlar
Avrupa'da rahatça savaşacaktı. Bugünkü Pakistan henüz kurulmamıştı. Bu arada Ruslar
da Kafkasya’dan ve Orta Asya’dan sürüleceklerdi.
Birçok Müslümanın, bir Hıristiyan
Hükümdarının bu cihada neden ortak olduğunu sorgulaması için de önlem
alınıyordu. Alman İmparatoru Wilhelm’in aralarında ünlü Doğu uzmanları da olan
danışmanları buna hazırlardı. Doğunun cami ve pazarlarında Alman İmparatorunun
gizlice İslam Dinini seçtiği
söylentileri yayılmaya başlamıştı. Hatta kılık değiştirerek Mekke’ye Hacca bile
gitmişti(!) Kur’an’da Wilhelm’in
müminleri kâfirlerin boyunduruğundan kurtarmak için Allah tarafından görevlendirildiğini gösteren esrarengiz ayetler
bile bulunmaktaydı(!) Adı da ilginçti: Der Kaiser
des Osten(!), Doğu'nun İmparatoru veya diğer adıyla Hacı Wilhelm Muhammed(!)
Cihat fetvası beş ayrı fetvadan
meydana geliyordu ve zamanın Şeyhülislám'ı Ürgüplü Hayri Efendi hazırlamıştı.
İlk fetvada İslam padişahının
cihat ilan ettiği, bütün Müslümanların
mallarıyla ve bedenleriyle bu cihata katılmalarının farz olduğu söyleniyordu.
İkinci fetva İngiltere, Fransa ve Rusya'daki Müslümanları bu üç devlete karşı birleşmeye çağırıyordu. Üçüncü
fetvada, cihat emrine uymayanların Allah'ın
gazabına ve musibete uğrayacakları hatırlatılıyordu. Dördüncü fetva İngiliz, Fransız
ve Rus ordusunda bulunan Müslüman
askerlerin İslam ordusuna yani
Osmanlı askerlerine karşı zorlansalar bile savaşmalarının ve bir başka Müslüman'ı öldürmelerinin haram
olduğunu anlatıyordu. Son fetvada ise İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan ve Karadağ
Müslümanlarının İslam Hükümeti'ne yardım eden Almanya
ve Avusturya'ya karşı savaşmalarının Hilafetin aleyhine olacağı söyleniyor, bu
işe kalkışan bir Müslüman'ın
büyük günah işlemiş sayılacağı, her türlü fenalığa müstahak olacağı ihtar
ediliyordu.
Alman malı Cihat Fetvasını kaleme
alanlardan biri de Saidi Nursi idi.
Ama İngilizlerin altınları Arap
dünyasına cihattan daha cazip geldi; Hicaz Emiri Şerif Hüseyin karşı fetva ile
cevap verdi, o da Osmanlıya karşı cihat ilan etti. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in
projesi olan güdümlü cihat çağrısı karşısında İngiliz güdümlü cihat çağrısını
bulmuştu.
Aslında, cihat fetvasına ilk karşı
çıkan lider, Şii İsmailiye
tarikatı lideri Ağa Han idi. Yayınladığı beyannamelerle İslam dünyasının savaşta Halife’yi değil İngiliz, Fransız ve Rus
ordularını desteklemesi gerektiğini söyledi. Irak ve Suriye’deki müritlerini de
İngiliz birlikleri lehine askeri istihbarat toplamakla görevlendirdi.
Ne yazık ki, Osmanlı yönetimindeki
Türkler dışındaki başta Araplar ve Hint Müslümanları
olmak üzere tüm Müslümanlar
halife sultanın ordularına karşı sanki kafirlerle savaşır gibi savaştılar.
Çanakkale muharebelerinde Türklere karşı İngiliz saflarında çarpışan Müslüman sömürge asker esirlerin
sorgularında ilginç bir bilgiye ulaşıldı. Dinsiz İttihatçılar Halife’yi
hapsetmişlerdi ve İngilizler de onu kurtarmak için İttihatçılara savaş açmışlardı!”
Arap-Türk etnik ayrımı ile Sünniliğin içinden doğan Arap Vehhabiliği kendinden başka tüm İslam mezheplerini düşman görüyordu. İngilizler
tarafından kullanılıyordu. Alman kuklaları İttihatçılar ve Sultan ile İngiliz kuklaları Araplar
çatıştırılıyordu. Balkanlardaki bölünme Orta Doğu’da da tekrarlanıyordu. Protestan Almanlar ve İngilizler Sünnilerle oynuyordu.
Kanuni’nin Katoliklere karşı Protestanları
desteklemesini hatırlıyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Alman ve İngilizlerin
oyuncağı haline gelen Halifeliğin
kaldırılması hakkındaki isabetli kararını bu açıdan da değerlendirmek gerekiyor.
Osmanlının yıkılması ile saltanatın, ardından da hilafetin 1924’te feshedilmesiyle, Hindistan Müslümanları yeni bir hilafetin kurulmasına çalıştı. 1926
yılında Mekke ve Kahire'de hilafet
kongreleri yapıldı, fakat hiçbir sonuç çıkmadı.
1928'de, Mısır'da, İslamcılığın Batı’ya karşı Müslüman Kardeşler (İhvan) fiziksel
direnişi örgütlendi. Atatürk Türkiye'sinin dört yıl önce kaldırdığı hilafete de
tepkiliydiler. Hasan El Benna ve ardılı Seyit Kutub’un başını çektiği bu
hareketin günümüzde de önemli yeri bulunuyor.
Yeşil Kuşak
Cengiz Özakıncı’ya göre, Alman
Nazileri de İslam'ı kullanmaya
çalıştı. Berlin’de, 1942’de “İslami
Merkez Enstitüsü”nü kurdu. Başında Nazi Müftüsü Amin Al Hüseyni vardı. İslam'ın Batı tarafından sömürülmesi
tekrar ediyordu. Al Hüseyni Irak’ta İngilizlere karşı cihat ilan etti. Arap Müslümanlar Kudüs Müftüsü Amin Al
Hüseyni ile, Türk Müslümanlar Cevat
Rıfat Atilhan ile Nazi denetimine sokulmaya çalışıldı. Hedef Dünya İslam Birliği’ydi. Hitler Yahudileri Filistin’den kovacaktı (!) Hitler
“Haydar” adıyla, Mussolini “Musa Nili” adıyla Müslüman olmuştu (!)
Ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Almanya ABD’nin yarı sömürgesi oldu. İngiltere
ve Fransa sömürgelerini ABD’ye kaptırdı. Hitler’i dünya imparatorluğu düşüyle
körükleyip yok eden ABD Derin Dünya
Devleti komünizme karşı dinleri örgütleme stratejisini Hitler’den
devraldı. 1950’li yılların başında komünizme karşı kurulan “Yeşil Kuşak” Şii ve Sünni tüm Müslümanları yan yana getirdi.
Türkiye’nin doğu sınırlarında biten NATO'yu doğuya uzatarak, Sovyetler Birliği'ni,
İran üzerinden Basra Körfezi’ne, Afganistan ve Pakistan üzerinden Hint
Okyanusu’na inmesine engel olmak için düşünüldü. Bu dağlık arazide İngiliz ve Amerikan
askerleri yerine, Sovyetler Birliği’ne karşı bölge halkları savaşa hazırlanmalıydı.
Sovyet işgaline karşı, “gayrı nizami harp” unsurları yanında, anti-komünist Müslüman örgütler kuruldu.
Aynı tarihlerde, İsrail Devleti'nin kurulmasıyla, Orta
Doğu'da Filistin sorunu, 16 yıl sonra Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün kurulmasıyla, zayıfların silahı da denen “terör”
başladı. Arap ülkelerinden de destek alıyor, dini değil etnik amaçla hareket
ediyorlardı. İsrail'e karşı İslami Direniş Hareketi (Hamas) kurulması için 23 yıl daha
beklenecekti.
Yeşil
Kuşak projesi Hariciliğin bir yansıması olarak ta değerlendirilen, Suudi
Arabistan’ın resmi mezhebi Vehhabilik,
Selefilik üzerine inşa edildi. Müslüman ülkelerdeki İslamcı yapılar desteklenmeye başladı.
Köktenci, antikomünist ve Amerikancı-batıcı unsurlar ayrı ayrı işlendi.
Köktenciler için Suudi Arabistan
öncülüğünde, 1962'de Mekke'de, Rabitatul
Âlemi İslam (Rabıta)
örgütü eliyle Sünni dünyaya Vahhabi ve Selefi fikirler ihraç edildi. Rabıta örgütünün maddi kaynakları arasında Suudi-Amerikan ortak
petrol şirketi Aramco’nun
fonları da bulunmaktaydı. "Rabıta
Trust" BM'nin terör
örgütlerini finanse eden şirketler listesinde bulunuyordu.
Antikomünist unsurlar olarak, Manevi
Cihazlanma Derneği (Moral
Rearmament) CIA'nın İsviçre’deki
şatosunda eğitilmiş Türkler tarafından 1958'de Ankara'da kuruldu. Komünizmle Mücadele Derneği (Anti Communist
Leage) ve İlim Yayma Cemiyeti de
aynı şatodan yönetiliyordu. Amerikancı-batıcı seküler gruplar için milliyetçi
muhafazakâr kesim hedef alındı.
İslam ülkelerinde Vahhabi
düşünceyi yaymak üzere yoğun bir tercüme kampanyası başlatıldı. Müslüman Kardeşler akımının yayınları yoğun şekilde gündeme taşındı, İslam’ın temel dinamiklerinin
saklanması için, İslami
kavramların içleri boşaltıldı yahut anlam sapmalarına uğratıldı. 1970’lerde Protestan misyoner örgütü “American
Board” Dinlerarası Diyalog Nurcularıyla
el eleydi. “Işık Evleri” kuruldu.
Aynı tarihlerde Şii dünyası da kaynıyordu. İran’da
halk ekonomik zorluklar yüzünden Batılı yaşam biçimini benimsemiş laik kesime
ve sisteme karşı muhalefetini arttırmıştı. Sonunda 1979’da İran'da Humeyni İslam Devrimi yaşandı. Ürdün, Mısır, Tunus,
Fas ve Cezayir'deki köktenci dinci grupların yeniden güçlenmesini sağladı.
Amerika’nın Yeşil Kuşak Projesi ilk büyük başarısızlığına uğradı...
1978'de Nur Muhammed Taraki
liderliğindeki komünistler Afganistan'da iktidarı darbeyle ele geçirmiş, Sovyet
desteğiyle Halkın Demokratik Partisi adlı komünist parti iktidara gelmişti.
1979 Şubat’ında İran’da ABD’nin bölgedeki en güçlü müttefiki Şah devrildi, aynı
yılın sonunda da Ruslar Afganistan’ı işgal etti. Buna karşılık, CIA desteğiyle Irak yönetimine gelen Saddam
Hüseyin, Batı desteğinde İran savaşını başlattı.
Ilımlı İslam’ı geliştirme politikası, daha özel bir biçimde sürdürülmeye
başlandı. Bu revizyonun en önemli yanı, İslamcıların
kapitalizmle bütünleştirilmesiydi.
Selefi cihatçı terörü daha iyi anlayabilmek için, Afganistan'a
odaklanmamız gerekiyor.
CIA'nın kurmuş olduğu Asya Vakfı'nın ilk hedefi Kâbil Üniversitesi'ydi.
Abdul Resul Sayyaf, Burhaneddin Rabbani, Ahmet Şah Mesut ve Gulbeddin
Hikmetyar'ın başını çektiği Müslüman
Gençlik örgütü 1973'te kurulunca, CIA ile ilişkiler sıklaştırıldı. Hikmetyar örgütün askeri
kanadının lideriydi. ABD elçiliğine sundukları raporda dört solcu lideri
öldürdükleri belirtiliyor, bir matbaa kurmak için maddi yardım isteniyordu. Hikmetyar,
Pakistan gizli servisi (ISI)
kanalıyla CIA'dan 600 milyon
dolar almıştı.
ABD Sovyetleri Afganistan'a müdahale
için el altından teşvik etmişti. Afgan iç savaşına komünistler yanında müdahale
eden SSCB karşısında ABD ve müttefikleriyle Çin'i buldu. Afgan mücahitlerini
para ve silahlarla desteklediler. İslam
ve terörün tehlikeli bir karışımı ortaya çıktı.
Afganistan’daki mücahitler ya da din
savaşçıları çeşitli fraksiyonlardan oluşuyordu. Bunlar toprak anlaşmazlıkları,
kan davaları ya da uyuşturucu ticaretinin kontrolü gibi nedenlerle birbiri ile
savaş halindeydi. Ama ABD bunları bir araya getirmeyi başardı. En önemli
yardımcıları Pakistan ve Suudi Arabistan idi. Suudi Arabistan, 1 milyar doların
üstünde yardımla kampanyaya destek verirken, Pakistan istihbaratı ISI Afgan mücahitlerinin eğitimini
üstleniyordu. Bazı kaynaklar Türkiye ve İsrail’in
de önemli roller oynadığını ileri sürmüştü. Devlet Başkanı Ziya ül Hak Pakistan’ın
etki alanını Afganistan, Özbekistan ve Tacikistan yoluyla İran ve Türkiye
üzerine kadar yaymayı planlamıştı.
CIA, başta Mısır, Çin, Polonya, İsrail olmak üzere toparladığı her türlü silahı mücahitlere
akıtıyor, terör ve imha ekipleri mücahitleri eğitiyor, kimyasal ve elektronik
zamanlama aletlerinin nasıl kullanılacağını, bombaların nasıl yapılacağını,
uydu iletişiminden ve internetten nasıl faydalanılacağını öğretiyordu.
Mücahitler tarafından ilk kullanılan batı tipi uçaksavar sistemleri İsviçre
yapımı Oerlikon ve İngiliz yapımı Blowpipe füzeleri idi. Daha sonra da ABD’den
Stingerler geldi. Mücahitler ABD’li uzmanlardan uydu iletişimin nasıl
kullanılacağını da öğrendiler.
1983-1987 arasında ABD’den
gönderilenler arasında uzun menzilli silahlar, anti-tank füzeler, uydu iletişim
araçları, C-4 plastik patlayıcılar ile milyonlarca
Kur'an da vardı. 1984’de Senatör Charles Wilson ile Senator Gordon
Humprey Afganistan’daki mücahit kamplarını ziyaret ettiler. ABD artık Yeşil
Kuşak Projesine açık açık sahip çıkıyordu. 1987’de askeri yardım 65 bin tona
ulaştı. Ancak ABD’nin Afganistan’daki müdahalesi sadece askeri eğitimle sınırlı
değildi. Ülkede İslami yönetimin
kurulmasını hazırlamak gerekiyordu. Nebraska Üniversitesi Afganistan
okullarında kullanılmak üzere kitaplar hazırladı. Agency for International Developement (AID) adlı kuruluş tarafından 6,5 milyon dolarla finanse edilen ve Pakistan’ın
Peşaver kentinde basılan 10 milyon kitap gönderildi.
ABD’nin bu çok yönlü saldırısı
karşısında yenildiğini kabul eden SSCB 1989’da birliklerini geri çekti. SSCB de
dağıldı. İki yıl süren bir kargaşa döneminden sonra ABD ve Rusya yerel güçlere
yardımı kesmeye söz verdiler ve mücahitler Nisan 1992’de başkent Kabil’e
girerek İslam Cumhuriyeti’ni
ilan ettiler. Tacik kökenli Burhaneddin Rabbani devlet başkanı, köktendinci Gülbeddin
Hikmetyar başbakan ilan edildi. R.T. Erdoğan’ı Hikmetyar’ın dizlerinin dibinde
otururken gösteren fotoğraf bu yıllarda çekilmişti.
CIA’nın eski başkanı Robert Gates’in anılarında, Başkan Carter’ın Afganistan’a
müdahale kararını, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinden tam altı ay
önce verip vermediği soruluyordu. Brzezinski bunu doğruladı. SSCB’nin Afganistan’ı
işgali için kışkırtılması gizli
operasyonu mükemmel bir fikirdi. SSCB kendi Vietnam savaşına sokulmuştu.
Gerçekten, 10 yıl sonra Moskova savaşı sürdüremedi ve Sovyet imparatorluğu sona
erdi. ABD geleceğin teröristlerine silah ya da eğitim vererek desteklemişti. Brzezinski’ye
göre “Dünya tarihi açısından Taliban'ın
yaratılması değil, Sovyet imparatorluğunun yıkılması daha önemliydi.
Sünni Kuşak
Yeşil
Kuşak, II. Dünya Savaşı’ndan beri
yürütülen en önemli toplumsal dönüşüm projesiydi. Sonunda amaca ulaşılmış, SSCB
ve Doğu Bloğu tarihe karışmıştı.
Sovyetlerin ve ideolojileri olan komünizmin
çökmesiyle, sosyal demokrasi de unutulacaktı. Tüm dünyada sermayenin öne
çıkacağı yeni muhafazakârlar ve yeni liberal muhafazakârlar
önderliğinde küreselleşme
rakipsiz kaldı. Sendikalar, sosyal haklar, işsizlik, eşitlik, kardeşlik
söylemleri geride bırakıldı. Bunları unutturacak maymuncuklar hazırdı. Etnik
bölünmeler ve İslam’ın dini
mezhep ayrılıkları körüklenecekti
Artık, gerektiğinde
yönlendirilebilecek onlarca İslamcı
silahlı grup oluşturulmuştu. 1982-1992 arasında 43 İslam ülkesinden yaklaşık 50 bin Müslümanın Peşaver yakınlarındaki kamplarda ABD ve Pakistanlı
uzmanlar tarafından eğitildiği sanılıyor. Bunların en ünlüsü Vehhabi-Selefi Cihat hareketinin
önderi ve baş finansörü Usame Bin Ladin’di. 1990’da, ABD Yeşil Kuşak Projesi’nden vazgeçince, Bin
Ladin bu kamplardan ayrılmak zorunda kalan militanları Yemen’e ve Sudan’a
yerleştirdi.
Çağdaş bir Hasan Sabbah ve Şii Haşhaşilerin Sünni kopyası tehlikeli sayılıyordu...
Bunu gören Suudi Arabistan’ın
kendisini ‘istenmeyen adam’ ilan etmesi üzerine, Bin Ladin 1990’ların sonunda,
2011 yılında öldürülünceye kadar Peştun kökenli Taliban örgütünün yardımıyla Afganistan dağlarında üslendi. El Kaide üssü Afganistan’a taşınmıştı.
Batı yanlısı Suudi Arabistan’ın geleneksel Vehhabi rejiminin yok edilmesi zamanı gelmişti.
Soğuk Savaş'ta komünizme karşı
kurulan “Yeşil Kuşak” Şii ve Sünni tüm Müslümanları
yan yana getirdi. Ama devrimden sonra, Batı karşıtlığına geçen ve petrolün
gücünü de kullanan İran Şiiliği
ayrıldı ve Lübnan'da, Suriye'de, Yemen'de tekrar canlandı. Firavunların,
hamanların ve karunların yıkılmasından, özgürlükten, adaletten, kardeşlikten
söz eden İran devrimi emperyalistler
açısından yıkıcı bir etkiye sahipti. Amerika ve İsrail'in varlığı tehdit ediliyordu. İslam dünyası için de yeni bir soluktu. Bölgede “direnişçi
unsurlar” oluştu. Kudüs'ün özgürleştirilmesi ve anti-Siyonist düşünce İsrail
için bir kâbusa dönüşüyordu. Lübnan'da kurulmuş olan Hizbullah örgütü ve Filistin'deki intifada eylemlerini önlemek
için, İsrail terör eylemleri,
suikastlar ve savaş dâhil her yolu deniyor, ancak önleyemiyordu. Dahası, İran
yıllarca Hizbullah'a füze
taşımış, hatta Hizbullah kendi
füzesini üretebilecek duruma gelmişti. Ellerinde ne kadar füzenin olduğu ve
nitelikleri de bilinmiyordu. Bu bilinmezlik İsrail'in uykularını kaçırıyordu.
ABD'nin yöneticisi Derin Dünya Devleti'ne (DDD) göre, duruma doğrudan müdahale
etmek yerine, karşı devrim faaliyetleri yine İslami yapılar eliyle yerine getirilmeliydi...
Yüz yıllardır süren Batı'nın
aşağılayıcı ve yağmacı tutumunun Müslüman
toplumlarda tepkiye yol açtığını biliyorlardı. Bu enerji Batı’ya değil, Müslüman ülkelerdeki etnik, dinsel,
mezhebi çatışmalara yönlendirilecekti. ABD askeri yerine ABD Doları kullanılacak,
ABD vatandaşları yerine Müslüman
kanı akacaktı...
“Yeşil Kuşak”
deri değiştirecekti. Yeni adı “Sünni
Kuşak” olacaktı...
Sünni İslam
ülkelerine muazzam bir para akışı sağlandı. En uygun kesim Vahhabi Selefi hareketinin köktencileri olan “Selefi cihatçı” unsurlardı. Bu unsurlar da İran gibi, İslam devletinden, İslam devriminden, tağutların,
firavunların yıkılmasından bahsederek, geniş çaplı küresel bir cihad hareketine itildi. Artık “Şii devrimi” karşısında “Sünni Vahhabi Selefi
cihatçı devrimciler” de vardı. Bunların güçlenip yayılması için ABD DDD özellikle yardım ediyor, ses
getiren eylemlerde bulunmalarına göz yumuyordu. İslam dünyasında sahte kahramanlar yaratılıyor, Batı dünyasında da
İslami terörizm diye nitelenen
hareketi güçleniyor, İslamofobi yani
İslam korkusu oluşturuyordu.
Daha sonra, çağdaş Haşhaşiler, Selefi cihatçılar, gerektiğinde
müttefikleri hizada tutmak için de kullanılacaktı...
Bir taşla iki değil, üç kuş
vurulacaktı...
Şiiliğin karşısında sözde Sünni
cephenin başını çeken Vehhabi Suudi
Arabistan da petrolün gücüyle ve ABD'nin yöneticisi DDD patronlarının güdümüyle, Ilımlı İslamcılık hareketinin desteğiyle görevlendirildi. Diğer
yandan da, 1991 Birinci Körfez Savaşında ABD ve çok uluslu güce üs görevi yapan
Suudi Arabistan’daki rejim karşıtları da gerilimi artıracaktı.
Orta Asya’daki eski Sovyet
cumhuriyetlerinde gizli İslam
partilerinin ortaya çıkışı ABD’nin Yeşil
Kuşak Projesi ile eş zamanlıydı. Örneğin 1992'de Tacikistan’da iktidara
gelen İslami Yeniden Kuruluş
Partisi’nin liderlerinden biri olan Bici Devlet Osman, seçim zaferinin ardından
verdiği demeçte “biz bu zafere 17 yıl hazırlandık” demişti. Bu partinin Suudi Arabistan
kökenli Vahabi mezhebiyle
bağlantısı biliniyordu. Bazı uzmanlarca Yeşil
Enternasyonal Projesi olarak adlandırılan bu Vahabi hareket Balkanlar’dan Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerine
kadar geniş bir coğrafyada etkisini arttırmış durumdadır.
1990'larda birçok Batılı ülke ABD
tarafından “küresel komünizm” yerine “küresel terörizme” karşı “küresel savaşa”
katılmaları için baskı altına alındı. Fakat bazı gerçekçi ve sol eğilimli
siyasetçiler “küresel terörizme” karşı askeri güç kullanılmasının hatalı
olacağını söyledi. Çözüm zenginler ve yoksullar arasındaki “küresel
eşitsizliklerin” yok edilemese bile azaltılmasına bağlıydı. Kaos, yoksulluk ve
sosyal dengesizlik, köktencilik, nefret ve terörün gelişip serpileceği zemini
oluşturuyordu. Uzun vadeli siyasal ve ekonomik stratejiler bunu esas almalıydı.
2001 yılında buna çare bulundu.
Dünya yakın tarihinde önemli bir olay yaşandı. Bin Ladin'in El Kaide’si New York’ta ikiz kulelere
ve Pentagon’a yolcu uçaklarıyla
intihar saldırısı düzenledi. İslam ve
terör tekrar bir araya geliyordu. 19 hava korsanı dahil 2.996 kişi öldü, 10
milyar $ maddi hasar meydana geldi. Olay sonrasında ABD tarafından “Terörizmle Savaş” başlatıldı. Bir süre sonra, Bin Ladin'in yaşadığı ve Taliban'ın
koruması altında El-Kaide'nin
etkin olarak faaliyet gösterdiği Afganistan'a
karşı, birçok ülkenin de desteklediği savaşa girişildi. 1980’lerde Ruslarla savaşta kullanılan
dağlardaki mağaralarda ele geçen Taliban ve
El Kaide savaşçıları Küba’daki
Guantanamo üssüne götürüldüler.
Bin Ladin ABD’nin zayıflığını gözler
önüne serecek ve El Kaide'nin
gücünü ortaya koyacaktı. Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan ve Endonezya gibi İslam ülkelerini ve Sovyetler
Birliği'nden kopan Müslüman
ülkeler Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan’ı
yanına alacaktı.
El
Kaide'nin saldırısı 1933'teki Reichstag,
Alman meclis binası yangınını anımsatıyordu. Yangın Hitler'in önlenemeyen
yükselişi için çok ustaca kullanılmış, Alman kapitalizminin faşizme dönüşmesinde dönüm noktası olmuştu. İkiz
Kuleler ve Pentagon saldırısı da
küresel bir işlev gördü, küresel
kapitalizm küresel faşizme dönüştü. Çok iyi planlanan ve uygulanan
saldırıyı El Kaide'nin
yapamayacağı, hatta arkasında Mossad'ın
olduğu dahi ileri sürüldü.
Terörle küresel boyutta
savaşılacaktı. ABD ve Batı kamuoyu da ikna edilmişti...
2002-2003 yıllarında açık ve gizli
olarak yumuşak ve sert güçlerin kullanıldığı iki eksende “Sünni Kuşak” uygulamasına geçildi.
Yumuşak gücün kullanıldığı birinci
eksen, siyasal ve ekonomik güç destekli Ilımlı
İslam ve Müslüman Kardeşler
hareketine kısaca bakalım.
Ilımlı İslam ve Müslüman Kardeşler
“Allah
hedefimiz, Peygamber liderimiz, Kuran anayasamız, cihad yolumuz ve Allah davası
yolunda ölmek en büyük ülkümüzdür” sloganı, Müslüman Kardeşler ideolojisini özetler.
Cengiz Özakıncı’ya göre, İhvanı Müslimin,
yani Müslüman Kardeşler örgütü, Mısır’da, 1928 yılında, Türkiye örneğindeki “Batı’ya karşı milli
kurtuluş savaşlarından” korkan İngiliz istihbaratının kontrolünde Hasan el
Benna tarafından kuruldu. İngiliz yardımıyla
Suud
Krallığının kuruluşu da aynı döneme rastlar. 1924’te Türkiye’de halifeliğin
kaldırılmasından sonra, her iki hareket de Kemalist Cumhuriyeti baş hedef
seçmişti. Ürdün, Fas, Suudi Arabistan ve Birleşik
Arap Emirlikleri krallarını ve emirlerini destekleyen İngilizler, Mısır ve Irak
gibi daha büyük ve köklü ülkelerde bunları öne sürmüştü.
Müslüman
Kardeşler sosyal reform için, taburlar halinde örgütlendi. Her tabur işçiler,
öğrenciler, iş adamları ve serbest meslek mensupları olarak üç gruptan
oluşuyordu. Her hafta bir araya geliyor ve sabaha kadar ibadet ediyor,
eğitmenlerden dersler alıyorlardı. Alkol, kumar yasaklanmıştı. Her cami
inşaatının yanına erkek ve kız okulları açıyorlardı. İzci örgütlenmeleriyle
gençlerin fiziksel ve politik yetenekleri geliştiriliyordu. İşçiler için gece
okulları, sivil hizmet sınavlarına hazırlanmak için dershaneler açıyorlardı.
Hastaneler, klinikler açıyor, işçi sendikalarını oluşturuyor, fabrikalarını,
matbaalarını, dokuma, inşaat ve mühendislik işletmelerini kuruyorlardı.
1934
yılında örgütün şube sayısı 50’yi, 5 yıl sonra 500’ü buldu. Hasan El-Benna
1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında
şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyordu. Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da
örgütlendi. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Hareket Ürdün, Sudan
hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
1943
yılında oluşturulan bin kişilik gizli vurucu güç, sinema ve tiyatroları
bombalıyor, Yahudilere saldırıyor, solcu ve milliyetçilere suikast düzenliyordu.
1948’de ünlü bir yargıç ve Başbakan öldürüldü. Kısa süre sonra da Hasan
El-Benna gizli servisçe öldürüldü.
1952’de,
Müslüman Kardeşler desteğindeki darbeyle iktidara gelen Nasır'ın laik ve sosyalist
bir düzeni tercih etmesiyle, İslamcı yönetim isteyen Müslüman Kardeşler ile
araları bozuldu.
Nasır'ın
Süveyş Kanalını devletleştirmesinden sonra, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Müslüman
Kardeşler direnişlerini yaygınlaştırdı. 1954'te İngilizlerle işbirliği
içerisindeki darbe girişimi başarılamadı. Liderlerinin büyük bölümü Suudi Arabistan'a
kaçtı. Suudlar bunlara okullarda ve üniversitelerde iş verdi. Binden fazla Müslüman
Kardeşler üyesi tutuklandı, işkence gördü, hapsedildi ve sürgün edildi. Lider
konumundaki altı kişi idam edildi. Artık örgüt yasadışı ilan edilmişti,
yeraltına indi.
30
yıl kadar önce, Musul petrolleri için düzenlenen Şeyh Sait isyanını hatırladım…
İslam
köktenciliğinin en etkili ideologlarından biri de bağnaz bir Atatürk düşmanı
olan Seyit Kutup’un (1906-1966) liderliğinde İdeolojisi de değişti. Batı’ya ve
çürümüş Arap yönetimlerine karşı şiddet kullanılması ve silahlı mücadele
gerekiyordu. İslami değerler böyle yayılabilirdi. Seyyid Kutup'a göre, Batılı
güçler Mustafa Kemal Atatürk’ü İslam’dan kurtulmak için öne sürmüşlerdi. Dindarlarla
laiklik taraftarları aynı toplumda yaşayamazdı. Müslümanlar bu yönetimleri
devirmeliydi. Komünizm tanrıtanımazdı, demokrasi Allah’ın nizamının gasp
edilmesiydi, cahiliyenin göstergeleriydi, Allah’ın yerine insanlığa tapmaktı. İslam
dünyası bir halife yönetiminde bir araya gelmeliydi. Dünya sadece inanca
dayanmalıydı ama inanmayanlarla dolu olduğundan savaş alanıydı, cihat bütün
dünyayı kapsamalıydı.
Nasır'dan sonra eski bir Müslüman
Kardeşler üyesi kimliğiyle iktidara gelen Enver Sedat, örgütü umutlandırdı. Nasır'ın
tarafsız politikalarını terk etti. ABD politikalarını uygulamaya soktu. Hapsedilen
Müslüman Kardeşler üyelerini serbest bıraktı. Sedat örgütün ılımlılar kanadıyla
işbirliği yaparak onları yasal parlamenter siyasetin içine çekti.
Ama köktenciler Müslüman Kardeşler örgütünden ayrıldı ve Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü ortaya çıktı.
Örgüt tirajı 78 bin olan El Dava
(Çağrı) adlı dergiyle düşüncelerini yayıyordu. Dört düşman vardı: Batı Hıristiyanlığı,
komünizm, Atatürk'ün laikliği ve Siyonizm. Müslüman Kardeşler üniversiteliler
için yaz kampları kurarak, buralarda dini ve bedensel eğitimler veriyordu. Kız
öğrenciler türban, uzun kara pardösüler giyiyordu. Sokaklarda, meydanlarda,
halka açık yerlerde toplu namaz gösterileri, Hıristiyanlara, türban takmayan
kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. Hıristiyan
kuyumcuların soyulmaları, gerekirse öldürülmeleri yolunda fetva veriliyordu.
Özellikle cuma namazları propaganda amaçları için etkili olarak kullanılıyordu.
1962
yılında Mekke’de Suudların desteği ile
kurulan Dünya İslam Birliğinin kurucuları arasında İngiliz ajanı ve Alman
Nazi işbirlikçileri
de vardı. Bunun için büyük fonlar oluşturuldu, 1972’de kurulan Dünya Müslüman
Gençlik Meclisi ile yakın işbirliği yapıldı. Avrupa Milli Görüş
Teşkilatının bu örgüt içerisinde etkili olduğu bilinmektedir. Alman
Anayasayı Koruma Kurulunun saptamasına göre, Suud rejimi her yıl 4
milyar doları İslamcılığın yayılması için ayırmaktaydı. Bu paranın üçte ikisi İslamcı
vakıflara veriliyordu.
1979’da
Sovyetlerin Afganistan’ı istilası Suud
yönetimi ve Müslüman Kardeşler arasındaki bağları güçlendirdi. ABD’ye
ek olarak Suud yönetimi gizlice Afgan
mücahitlerine milyarlarca dolar kaynak aktardı. El Kaide’nin çekirdeği böylece oluşuyordu.
Ama
Müslüman Kardeşler aynı yıl gerçekleşen İran Devrimi’ni
destekleyince Suudiler kuşkulanmaya
başladılar.
1980 sonrasında Siyasi İslamcı hareketler, radikaller
gibi, patlama yaptı. Tarikatlar ve dini eğitim kurumları en önemli insan
kaynaklarıydı. ABD tarafından ılımlı
İslam olarak nitelendi ve açıktan desteklendiler. Kapitalizmle sorunları yoktu. Faiz
haramdı ama kar payı vardı. Her türlü kapitalist
tanıma kılıf uydurdular.
Ama ABD ılımlısının da aşırısının da
sonunda raydan çıktığını biliyordu. Çünkü katı dogmatik bir yapıda liderin tam
otoritesi vardı ve düşmanlara duyulan nefrete dayalıydı.
1987’de eski içişleri bakanı ve ünlü
bir gazeteci, 1990’da Parlamento Başkanı, 1992’de laikliği ve insan haklarını
savunan bir profesör, 1994’te Nobel ödüllü yazar Necib Mahfuz evinin önünde bıçaklandı,
bir El Ezher uleması öldürüldü. 1997’de Luksor’da 58 turisti ve 4 Mısırlıyı
öldürdüler. Müslüman Kardeşlerin köktenci
kanadının eylemleri olmalıydı.
Türkiye’de
de seri cinayetler yaşandı. 1989’da, Türk Ceza Kanunu'nun Türkiye'de din
devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesinin kaldırılmasına karşı çıkan
aydınlar öldürülmeye başlandı. 1990’da, 31 Ocak’ta Atatürkçü Düşünce Derneği
kurucusu Prof. Dr. Muammer AKSOY, 7 Mart’ta Gazeteci Çetin Emeç, 4 Eylül’de İslam karşıtı yazar Turan Dursun, 6
Ekim’de Prof. Dr. Bahriye Üçok, 1993 başında, Suudilerin desteğindeki Rabıta örgütünü ve MOSSAD-Barzani
ilişkisini ortaya çıkaran gazeteci Uğur Mumcu öldürüldü.
Bu
eylemlerin çoğunun arkasında CIA ve Mossad’ın olduğu sıkça iddia edildi.
Müslüman Kardeşler, 1991’deki Körfez
Savaşı’nda, Irak’a
karşı ABD
ve müttefiklerini destekleyen Suudileri
eleştirince ilişkiler bozuldu. Suudi Arabistan’da yönetim karşıtı Sahva (Uyanış) hareketi
örgütlendi. Krala köklü reformlar isteyen birçok açık mektup gönderdiler. Suud
yönetimi 1995’te Sahva hareketini bastırdı ve karışıklığının sorumluluğunu Müslüman Kardeşler’e yükledi.
2001’deki
New York ikiz Kuleleri saldırısı Suudiler
ve Müslüman Kardeşler arasındaki
ilişkileri kopma noktasına getirdi. Artık Müslüman Kardeşler Arap ve Müslüman
dünyasındaki tüm kötülüklerin kaynağıydı.
Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in ılımlı kanatları da klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam”
yerine 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganını kullanmaya başladı.
Bu
arada, ABD tarafından Müslüman
Kardeşler veya Ilımlı İslam’ın ılımlı kanatları önce
2002'de Türkiye'de devreye sokuldu. Gerekli planlama ve altyapı çeyrek asır
önce tamamlanmıştı. AKP, Fethullah Gülen ve liberal kesim ortaklığında, Atatürkçü, laik,
Batı'dan uzaklaşan kesimler hedef alındı. ABD ve Avrupa Birliği desteğindeki yeni hükümet hızla medyayı ele geçirdi
ve sosyal alandaki psikolojik harekât ile önemli mesafe kat etti. 2004'te, ABD
Başkanı Bush Büyük Orta Doğu Projesinin
(BOP) eş başkanlığı görevini Erdoğan'a verdi. 2007'de Abdullah Gül Cumhurbaşkanı
seçildi ve ABD'deki buluşmada Erdoğan, Bush'tan Ergenekon düğmesine basma
talimatı aldı. Türk Ordusu'na saldırıda Emniyet içindeki Fethullahçı ekibe
yardımcı olacak 35 üst düzey CIA-Pentagon
yetkilisi Ankara'da çalışmaya başladı.
2006’da, ABD'nin şekillendirmeye
çalıştığı Ortadoğu’da, Müslüman
Kardeşler birinci aktör olarak Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar rejimlerin
tek alternatifi oluyor, bir "Müslüman
Kardeşler Kuşağı" oluşuyordu.
Örgüt, kurulduğu tarihten sonraki en stratejik rolünü üsleniyordu. Toplumda köprübaşı olacak bir İslami cemaat yaratıldıktan sonra,
zamanla, toplumun tamamı denetime alınacak ve en sonunda tek parti olarak
iktidarın üzerine oturulacaktı.
Ama bir sıkıntı vardı. Müslüman Kardeşler
üç unsurdan oluşuyordu. Tamamını kontrol edebilmek kolay değildi. Dava Hizbi en
tutucu kesimdi ve örgütün kılcal damarları sayılan mahalle komitelerinde,
köylerde, gençlerde, bürokraside, sosyal yardımlaşmada ve yeni katılımcıları
elde etmede güçlüydüler. Pragmatik tutucular olan ikinci grup, örgütün orta yol
hizbi, en fazla parlamenter çıkaran kanadıydı. Üçüncü grup reformcular, İslam'ın ilerici bir yorumunu
savunurlardı, ama fazla bir tabanları yoktu.
ABD DDD kararını verdi. BOP için, Müslüman Kardeşler’in “Dava
Hizbi” CIA ve Pentagon tarafından el altından kontrol edilecek, orta yolu
seçenlerle açık işbirliği yapılarak yürünecekti. Yönetimleri bunların
üzerine oturtmak hedeflendi. Gerçek demokrasi önemli değildi. Müslüman ülkeler içinde ve aralarında mezhep kavgalarını
derinleştirerek çatışma ve savaşların körüklenmesi gerekiyordu. Bu BOP’un
uygulanmasını kolaylaştırıyordu. Kral, şeyh, emir ya da diktatör iyice öne çıkıyor
ve tamamen ABD DDD emrine giriyordu.
Arap Baharı ile çöken Tunus, Mısır,
Libya ve Yemen baskıcı yönetimleri Suudi Arabistan’daki Sahva hareketini de
siyasal reformlar için tetikledi. Krala açık mektuplar yazıldı. Ayaklanmalar
olmadı ama Suud yönetimi çok korktu, hele Mısır’daki seçilmiş Müslüman Kardeşler yönetimi İran ile yakınlaşma çabalarına girince, Kuveyt ve BAE
ile birlikte askeri darbeye yardım için 12 milyar dolar para gönderdi. Bir
hafta sonra darbe oldu. 2014’te de Müslüman Kardeşler’i
terör örgütü olarak ilan etti. Ama 2015’te Tunus temsilcisi Gannuşi’yi, Yemen
temsilcisi Zindani’yi ve Filistin Hamas
örgütünün önceki lideri Halit Meşal’e ev sahipliği yapmayı sürdürdü.
İslam Konferansı Örgütü’nün patronu Suudi
Arabistan'ın birinci önceliği Arap dünyasında Müslüman Kardeşler yönetimlerini engellemekti. Seçimlere katılmış,
parlamentolarda temsil edilmiş, Mısır ve Tunus’ta iktidara gelmişlerdi. Tunus Arap Baharı badiresini alnının akıyla
atlatan tek ülkeydi. 2014 seçiminden birinci güç çıkan laiklerle, AKP’nin Tunus
karşılığı En Nahda koalisyon
çatısında yan yana gelebildiler. İslam
ve demokrasi bağdaşabilmişti. Suudi rejimi, bir Müslümanın aynı zamanda demokrat olabileceği fikrinin
vatandaşlarına bulaşmasından korkmaktaydı. Kral Mısır'da Mursi'nin devrilmesini
bu çerçevede destekledi. Suriye'de Müslüman
Kardeşler’in
önünü aynı anlayışla kesti. Suudi Arabistan ve Katar, Türkiye
ile işbirliği halinde Suriye’de el-Kaide’nin
Suriye kolu an-Nusra ve Ahrar eş-Şam örgütleriyle oluşturulan Fetih Ordusuna büyük mali ve askeri
destek sağlıyor. Bu örgütlerde kimin sözünün geçeceği ise şiddetli bir tartışma
konusuydu.
Suudi Arabistan, 2014'te, Erdoğan’ın
sıcak baktığı, Mısır’daki Müslüman
Kardeşler'i, Suriye’deki Nusra
Cephesi’ni ve Irak Şam İslam
Devleti (IŞİD)‘i terör
örgütü ilan etti. Erdoğan’ın sıcak ilişkiler içindeki olduğu Müslüman Kardeşler'i destekleyen Katar‘dan
elçisini çekti.
Taliban’ın, Katar’ın başkenti Doha’da, 2013’ten beri, ABD’nin isteğiyle izin
verdiği diplomatik temsilciliği var. Katar,
CIA’nın kontrol altında bulunduramadığı Suriye,
Libya ve Afganistan’da bulunan El-Kaide’nin alt gruplarına destek verdiği söylenmektedir. Katar, aynı zamanda Libya’da
Müslüman Kardeşler militanlarına
ve Filistin’de Müslüman Kardeşler'in
uzantısı Hamas’a da destek vermektedir. Suudi
Arabistan ve İsrail bu destekten hoşnutsuzdur. 2017 krizinde Katar’a ABD, Suudi
Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri tarafından yöneltilen terörü finanse etme suçlamalarında, Katar’ın Arap
Baharı’nda Müslüman Kardeşler Örgütünü finanse etmesi de yer alıyordu.
ABD şimdi Müslüman Kardeşler’in tamamı için terörist grup
denemeyeceğini söylüyor. Şiddet ve terörü lanetleyen Türkiye ve Bahreyn’i örnek
gösteriyor.
Tamamının İslamcı yolda olduğu Müslüman Kardeşler’in içinde şiddet yanlısı militan katı dindarlarla orta yolu
tutanlar arasında dikkatli bir ayırım yapabilmek gerekiyor. İkinci
gruptakilerin diğer selefi cihatçılarla her zaman birleşebileceğini unutmamak gerekiyor.
Selefi Cihatçılar
“ABD
ve radikal İslamcılar arasında
yüz yıl boyunca bir savaş sürecektir. ABD savaşlar kazanma gereksinimi duymaz.
Karşı tarafa bir karmaşa yaratır ve kendisiyle mücadele edebilecek büyük bir
güç oluşumunu engeller.” George Friedman, Gelecek Yüz Yıl.
İki eksendeki “Sünni Kuşak” uygulamasının ikinci
ekseni olan, sert askeri gücün gayrınizami harp karakterindeki ve terör
ağırlıklı yönüne de kısaca bakalım.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra
kurulan Arap devletlerini din dışı olmak ve İslam yasalarına uymamakla suçlayan selefiler, İslam'ın
eski saf haline dönmesini ve gerekirse bu uğurda cihat yapılmasını
savunuyorlardı. Müslüman Kardeşler
hareketinin bir kanadının, şiddet kullanarak siyasal iktidarın alınmasını
savunduğunu da biliyoruz. Bunun, selefi
görüşe yakın kişiler arasında ciddi bir karşılık bulduğunu, Pakistan’ın ve Suudi
Arabistan’ın desteğiyle, Afganistan’da hayata geçirildiğini görüyoruz. ABD ve CIA
önemli rol üstleniyor. Sovyetler Birliği'nin 1979'da Afganistan'ı işgal
etmesiyle birlikte “cihat” artık “silahlı direniş” olarak tanımlanmaya başlıyordu.
ABD desteğindeki Taliban’a karşı sekiz yıllık savaştan sonra 15 bin askerini kaybeden Sovyetler Afganistan’dan 15 Şubat 1989'da geri çekildi. Ekonomik
ve siyasi sistemi çöktü, süper ülke parçalandı.
Taliban işe yaramıştı. Bu örgüt ve benzerleri ABD Derin Dünya Devleti'nin
her yerde kullanabileceği örgütler haline getirilecekti. Mevcutlar
desteklenebilir, yoksa üretilebilirdi…
Başkan Clinton döneminde (20
Ocak 1993-20 Ocak 2001) onunla görev yapan Taliban vardı. Rusya’da 1994’te başlayan ABD desteğindeki
milliyetçi Çeçen direnişinin
beli 2006’da kırıldı, liderleri öldürüldü, ama halefleri İslamileşti ve köktenciliğe kaydı… Bazıları El Kaide’ye katıldı. ABD’de oğul Bush döneminde (20
Ocak 2001-20 Ocak 2009) 2001’deki İkiz Kuleler ve Pentagon
saldırısını düzenleyen (!) El Kaide
öne çıkıyor. Sonra Obama (20 Ocak 2009- 20 Ocak
2017) IŞİD’i getirdi. Şimdi Trump IŞİD’i tasfiye edilecek ama bir başka örgüt çıkaracaktır.
Rusların Matruşka bebekleri gibi…
Başkan Trump eski Dışişleri Bakanı Hillary
Clinton'ın elektronik postalarından alıntılar yaptı. Başkan Obama ve H.
Clinton'a ağır eleştirilerde bulundu. IŞİD'i Obama’nın kurduğunu, cihatçı İslamcı grupları finanse ettiğini,
silahlandırıp operasyonlarda görevlendirdiğini ileri sürdü.
CIA da, 2011'de bu çeteleri Esat'ı
devirmek ve Irak'a saldırmak için Suriye'ye geçirmekle suçlanıyor. Pentagon ise
Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye ile birlikte Suriye'nin çeşitli bölgelerini
denetimleri altına almaya çalışan Selefi
cihatçı güçleri desteklemek ve Sünni
Devleti kurma girişiminde bulunmakla itham ediliyor. Bu tür SAHTE BAYRAK
operasyonlarını İngiliz MI6’in
te yaptığı ileri sürülüyor.
Snowden'a göre, ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratları dünyadaki bütün
terörü "Eşek arısı yuvası" (Hornet’s
Nest) adlı bir strateji ile bir araya getirmeye çalışıyor.
ABD Neoconlarının kullandığı, kötü şöhretiyle ünlü Black Water şirketi de bunlara
eklendi. Sünni terör örgütleri
yanında İran ve Rusya destekli Şii
terör örgütleri de aynı coğrafyalarda bu tehlikeli oyuna katıldı.
Selefi cihatçı etiketli Taliban,
El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram,
Hamas, Vahabi Çeçen ve İnguş
örgütleri Türkistan, Kafkaslar, Balkanlar, Afrika, Uzak Doğu, Avrupa ve Ortadoğu’dan
eleman bulmakta güçlük çekmiyorlardı. En tepedekiler dışındakiler istihbarat
örgütlerinin adamları olduklarının da farkında değillerdi. Görünürde kâfirlere,
en başta büyük şeytan Amerika’ya, Siyonist
katil İsrail’e düşmandılar.
Cihat için öldürmekteydiler! Kur’an cihadı emrediyordu. Liderlerinin
sözü asla tartışılmazdı. Verilen emirler, intihar saldırısı da olsa kesin
uygulanır, cennete gitme garantisi için ölünürdü. Dava için insan kaçakçılığı,
uyuşturucu ticareti yapılır, fidye ve haraç alınabilirdi.
Bunlara da kısaca göz atalım.
Taliban
Taliban Suudi Arabistan desteğinde, Afganistan’da bir Sünni İslam devleti kurdu. Bu köktenci İslam’ın ikinci başarısı sayılıyor. Birincisi Şii İran İslam devriminde oluşmuştu.
Taliban teröre ve şiddete devam ediyor. 1 trilyon dolar değerindeki bakır, altın, demir cevheri, uranyum ve değerli taşlara sahip Afganistan’da insanlık dışı katliamların yanı sıra, 2001’de, 1400 yıllık kayalara oyulmuş insanlığın ortak kültür mirası iki dev Buda heykelini, dinamit ve tank ateşiyle paramparça etti.
2014 sonunda, Pakistan’ın Peşaver kentinde, yedi Taliban militan, asker çocuklarının devam ettiği okulu bastı ve 132
öğrenciyi, dokuz öğretmenle birlikte katletti.
CIA’nın eski askerler ve özel
şirketlerle yürüttüğü örtülü eylemlerle Pakistan askeri istihbaratınca eğitilen
ve donatılan Taliban komutanlarını ortadan kaldırmaya başladığı ileri sürülüyor.
Böylece isyancıları masaya çekebilecekleri düşünülüyor.
Çin ve Rusya Taliban’ın
Özbekistan İslami Hareketi (Islamic Movement of Uzbekistan) aracılığıyla Orta Asya’daki
etkisinden rahatsızlar. Avrupa’yla bağlanacakları İPEK YOLU (Belt and Road) girişimi için Afganistan çok önemlidir. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyelerini Afganistan sorununun çözümü konusunda katkı sağlamaya çağırıyor. ABD
ve NATO’nun yıllardır süren çabaları barışı sağlamaya yetmedi. Hükümet
güçleriyle savaşan Taliban’ın Afganistan’ın yüzde altmıştan fazlasını kontrol ettiği biliniyor. Doğu Afganistan‘daki
mağaralarla dolu Tora Bora dağlık bölgesini de IŞİD’in Afganistan şubesi olan Horasan İslam Devleti (Islamic State Khorasan) tarafından işgal edildiğini ve Irak ve Suriye’den
çekilen elemanlarını buraya kaydırdığını ekleyelim.
El Kaide
El
Kaide’nin Asya
ve Avrupa saldırıları biliniyor. 12 Ekim 2002'de Endonezya’da, 28
Kasım 2002'de Kenya’da, 12 Mayıs 2003'te Suudi Arabistan’da, 16 Mayıs 2003'te Fas’ta,
6 Ağustos 2003'te Endonezya’da, 15 Kasım 2003'te Şişli Beth İsrael, Beyoğlu
Neve Şalom Sinagoglarına ve HSBC merkezine, 11 Mart 2004'te Madrid'te, 7 Temmuz
2005'te Londra’da, 23 Temmuz 2005'te Mısır’da, 1 Ekim 2005'te Endonezya’da ve Ürdün’de,
20 Eylül 2008'de Pakistan’da terör saldırıları yaşandı.
Mayıs 2011'de, Usame bin Ladin ABD
Özel birimleri tarafından Pakistan'da gizlendiği bir evde öldürüldü. Eyman el
Zevahiri El Kaide'nin
liderliğini üstlendi. Şii,
Ezidi, Hindu, Hristiyan, Budist ve diğer dini grupları veya mezhepleri, onlar Sünnilere saldırmadıkça, hedef almaya
karşı çıkıyordu. Gerçek İslami
eğitim almamış insanlara anlayışla yaklaşmayı ve onları tek tanrı kavramı
etrafında birleşmeye çağırmayı öneriyordu. El Kaide'nin Irak'ta hayata geçiremediği bu anlayışı El Nusra kanalıyla Suriye'de gerçekleştirmeyi
amaçlıyordu. 11 Aralık 2012’de ABD El
Nusra'yı resmen El Kaide'nin
Suriye kolu olarak tanımladı.
Libya'da El Kaide dinsiz saydığı Sufi
camilerine, mezarlarına ve tarihi eserlere saldırdı. Eylül 2012'de ABD Libya Büyükelçisi Christopher
Stevens'ı makamında öldürdü. Stevens terör organizasyonların çıkardığı petrolün dağıtımını, silah trafiğini
ve bölgedeki CIA faaliyetlerini
denetliyordu. Stevens’in CIA'ya
bağlı cihatçılar tarafından
öldürüldüğü iddia edildi. Başka bir iddiaya göre de, baskına gelenler Cihatçı Selefiler kılığındaki Fransız istihbaratıydı. Stevens'ın
öldürülmesinden sonra bu belgeleri aldılar.
7 Ocak 2015'te Paris’te Charlie Hebdo dergisine saldırıyı Yemen El-Kaidesi üstlendi. 23 Ocak 2015'te Somali’nin
başkenti Mogadişu’da, Erdoğan’ın heyetinin kaldığı otele intihar saldırısı
yapıldı. 5 kişinin öldüğü saldırıyı 2013’te
Türkiye’nin Mogadişu büyükelçiliği ve Türk Hava Yolları'na saldıran El-Kaide’nin Somali kolu El-Şebab üstlendi.
El-Kaide'nin Suriye kolu El
Nusra önce El Kaide'den
ayrıldığını ilan etti ve başka cihatçı guruplarla birlikte Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) (Şam'ı Kurtarma Örgütü) adlı
çatı örgütünü kurdu. Bunun bir ABD operasyonu olduğu sanılıyor. HTŞ Hatay sınırındaki gümrük
kapısı dahil İdlib'in en önemli bölgelerini ele geçirdi. Bahane
yaratılmıştı. PKK-PYD artık Afrin'den güneye inip HTŞ terör örgütü ile vuruşarak İdlib'i
ele geçirebilirdi.
Suriye’nin
İdlib şehrinde 4 Nisan 2017’deki kimyasal
saldırıları yapanın da, İngiliz hükümetinin finanse ettiği, El Kaide'nin en zeki örgütü Beyaz Miğferliler olduğu ileri
sürüldü. Çin’e
bağlı Doğu Türkistan’daki ayrılıkçı Uygur hareketi Doğu Türkistan İslam Hareketi
örgütünün de El Kaide ile
ilişkisi olduğu sanılıyor.
IŞİD
Ekim 2006'da Irak'ta el Kaide'nin artık Iraklı bir hareket
olduğu ve Irak İslam Devleti olarak
anılacağı açıklandı, başına Iraklı Selefi
Ebu Ömer el Bağdadi getirildi. ABD'nin 2003
Irak işgali sırasında bir camide din görevlisi olan Bağdadi'nin, Irak
direnişine destek verdiği ve 2004'te
tutuklanarak 2009'a kadar Amerikan
Bucca gözetim kampında tutulduğu ve orada CIA saflarına katıldığı iddia ediliyordu. Pakistan askeri
istihbaratının eski başkanı General Hamid Gul, 1988'de Afganistan'daki kampları gezdiği sırada gördüğü Arap
gençler arasında, 17-18 yaşlarında olan IŞİD
lideri Ebubekir el-Bağdadi'nin de bulunduğunu söylüyordu. Bazı İslami sitelerde yayınlanan El Bağdadi’nin
ABD’li senatör John McCain ile aynı karede yer aldığı iki fotoğrafın Rusya'ya
sığınan CIA ve NSA eski ajanı Edward Snowden
tarafından sızdırıldığı iddia edildi. Snowden'a göre IŞİD'in arkasında ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı var ve İsrail'in
güvenliğini sağlıyor.
Ergün Diler, IŞİD'i perde gerisinden kuranın CIA'nın eski DİREKTÖRÜ David Petraeus olduğunu, ama IŞİD'e İngilizlerin de sızdığını ileri
sürdü. MI6 Başkanı “İyi ki
girdik ve IŞİD'i kendimizden
uzak tuttuk” demişti.
İran Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hasan
Firuzabadi de IŞİD’in ABD ve İsrail tarafından Siyonizm’in çıkarlarını korumak için
oluşturulduğunu iddia etmişti.
2016 Aralık'ta Hillary Clinton'ın,
kişisel elektronik posta hesabı üzerinden devlete ait gizli bilgiler içeren
yazışmaları Rusya'nın eline geçti. ABD ve NATO'nun Libya'dan başlayarak, 2011'de Esat'ı devirmek ve Irak'a
saldırmak için Suriye'ye geçen IŞİD
teröristlerinin nasıl finanse edildiği, silahlandırıldığı ve operasyonlara
görevlendirildikleri ortaya kondu. Pentagon'un,
Batılı ülkelerin, Körfez devletlerinin ve Türkiye'nin Suriye'nin doğu
bölgelerini denetimleri altına almaya çalışan bu güçleri nasıl desteklediği de
gösterildi. Trump ta devreye girdi “IŞİD'i
Obama kurdu, yardımcılığını da Hillary Clinton yaptı,” dedi.
IŞİD'in önceli
Irak İslam Devleti idi. Kadınların siyah çarşaf ve ellerine eldiven
giymeleri, gözlerini siyah tül ile kapatmaları ve ancak yanlarında aileden bir
erkek olduğunda sokağa çıkmalarına izin verdi. Erkekler sakal bırakacak, kamuda
sigara içmeyecek, futbol oynamayacaktı. Hırsızlığın cezası el kesmek, zinanın
cezası taşlanarak öldürülmekti. Musul'da yaşayan azınlıklar ve Hıristiyanlar mallarını bırakıp
kaçtılar ve hepsine Irak İslam Devleti el
koydu. Ama kadınlara tecavüz, aşiret liderlerinin fidye karşılığı kaçırılması,
kaçak petrol satımı gibi faaliyetleri Irak İslam Devletine karşı direnişi tetikledi.
Irak hükümetince desteklenen Şii ölüm timleri Sünnilere saldırılara başlamıştı.
2007’de Irak'ın Sünni
aşiretlerin oluşturdukları Sahva (Uyanış) Konseyleri de Sünni bölgelerinde Irak
İslam Devletine karşı mücadeleyi başlatmıştı.
Nisan 2013'te önemli bir gelişme
oldu. ABD’nin El Kaide'nin Suriye
kolu olarak tanımladığı El Nusra
ve bazı cihatçı gruplardan oluşan Ahrar
el Şam Suriye'nin kuzeyindeki Rakka şehrini Suriye askeri birliklerinin
elinden aldı. Aynı gün el Bağdadi Irak İslam
Devleti olarak Suriye halkının yardım çağrılarına yanıt verdiklerini, Suriye'deki
güçlerini pekiştirdiklerini ve El Nusra
ve Irak İslam Devletinin
birleşerek “Irak Şam İslam Devleti” (İŞİD) olarak var olacağını açıkladı.
Uluslararası üne sahip yazar ve
stratejik risk danışmanı William Engdahl da, IŞİD’in bir CIA/NATO projesi olduğunu, 2012’de Ürdün’ün
Safavi kentindeki bir CIA-Özel
Kuvvetler eğitim kampında eğitilmeye başlandığını ve bu kampın ABD, Türk
ve Ürdünlü istihbaratçılarca yönetildiğini iddia ediyor. Bu kampın finansmanını
Suudi Arabistan ve Katar üstleniyordu. Engdahl’a göre IŞİD militanlarının önemli kısmı Türkiye’den geçiyordu. Çeçen
ağırlıklı teröristlerin çoğu, Gürcistan’ın Vale geçidinden, Türkiye tarafındaki
Türkgözü köyü üzerinden Suriye ve Irak’a kadar gönderiliyordu.
Ünlü emperyalizm karşıtı yazarlardan
Profesör Michel Chossudovsky, IŞİD’in
sürekli dillendirdiği “Sünni Halifelik”
projesinin aslında ABD planı olduğunu, Irak’ın üçe bölünmesi için 2004 yılında Bush yönetimince tasarlandığını yazdı. Suriye için kurulan ancak
başarısız olan IŞİD, ABD ve İsrail tarafından bu kez Irak’a
yönlendirildi. Irak’ta Şii
Başbakan Maliki’den şikâyetçi Sünni
siyasetçilerin de desteğiyle kısa zamanda alan kazandı. ABD, Kürt bölgelerini ve Bağdat merkezi
yönetimini korumak için kısmen de olsa IŞİD’i
vuruyor ama asıl hedef hâsıl oldu. 1-Kerkük’ün denetimi Barzani’ye geçti. 2-İran
ve Rusya’ya sıcak bakan Başbakan Nuri El Maliki’den kurtulundu. 3-PKK, IŞİD’e karşı savaştırılıp sempatikleştirildi. 4-İran’ın Irak
üzerindeki etkisi azaltıldı. 5-Akdeniz’e hedeflenen Kürt koridoru canlı tutuldu. 6-Suriye’de IŞİD’e destek veren (verdirilen) ve suçüstü yapılan RTE
yönetiminin ağzı kapatıldı. Musul Başkonsolosluğu baskınıyla Türkiye’nin IŞİD’e karşı hareketi önlendi. 7-IŞİD eliyle Telafer, Musul, Kerkük ve
Sincar’daki Türkmenler dağıtıldı. 8-İsrail’in
Gazze saldırıları kısmen örtüldü. Hamas
ile IŞİD bağlantılı gösterildi.
9-IŞİD’e Suriye’de destek veren RTE-Davutoğlu
ikilisi Cumhurbaşkanı ve Başbakan yapılarak daha sıkı kontrol altına alındı.
Katarlı muhalif grup “Kurtuluş İçin
Gençlik Hareketi” bir video yayımlayarak, Katar’ın IŞİD’i desteklediğine dair bazı belgeleri açıkladı.
Birleşik Arap Emirlikleri’nde
yayımlanan The National gazetesi, Suriye’nin güneyinde savaşan muhaliflerin İsrail’de tedavi gördüklerini,
karşılığında istihbarat paylaşımında bulunduklarını yazmıştı. İsrail Post Gazetesi de, İsrail’de tedavi gören Suriyeli
muhaliflerin İsrail için birçok
anlamda olumlu sonuçların doğmasına yardımcı olduklarını yazdı. IŞİD’in, İsrail’in yanı sıra bölgede dokunmadığı tek güç İsrail’in desteklediği Mesut Barzani.
IŞİD, 2014'te Irak ordusunun
direnişiyle karşılaşmadan Telafer'e, Musul'a, Kerkük ve Tuz Hurmatu çevresindeki
Türkmen köylerine girdi. 500 bin Türkmen Irak'ın içlerine, bir kısmı da Türkiye'ye
gitti. İki buçuk milyon kadar Arap ve diğer etnik gruplar Kerkük'ten Irak'ın
içlerine ve Suriye’ye kaçtı. Dolaylı etnik temizlik ayrılıkçı Barzani’ye
yaradı. IŞİD'e karşı Kerkük ve Tuz Hurmatu'yu savunma bahanesiyle Kürt Peşmerge güçleri Kerkük'ü kontrol
altına aldı. Irak Hükümeti bu duruma suskun kaldı.
Mısır'da, 2012'de iktidara gelen Müslüman Kardeşler, Türkiye'de 10 yıl
önce bunu başarmış olan AKP gibi sabırlı olamayıp, tez elden şeriata yönelince,
ertesi yıl askeri darbeyle düşürüldü. Ama darbe yönetimi de Kıpti Hristiyanları hedef alan IŞİD cihatçıları aracılığıyla
dizginleniyordu.
Görünüşte IŞİD barışa karşıdır,
soykırım yapmayı caiz kabul eder ve dini inançları gereğince her türlü değişime
karşıdır. Müslümanların birliği
için hilafetin yeniden
kurulmasına ve bunun için üzerinde hükümranlık kurulacak topraklara ihtiyaç duyar.
Bu görev bin yıldır yerine getirilmemiştir. Osmanlı hilafeti, hem Şeriatı olması gerektiği gibi uygulamadığı, hem de
halifeleri Muhammed Peygamber soyundan gelmediği için meşru değildir. Bir Müslümanın bir halifeye biat etmeden
ölmesi, onun gerçek bir Müslüman
gibi yaşamadığını gösterir. Şiiler
kadar Selefi düşünce dışında
kalan Müslümanlar da hedeftir. Suriye'de
savaşan YPG, Kuzey Irak'taki Barzani’nin
Kürt güçleri de düşmandır.
IŞİD saflarında yetmiş ülkeden on binlerce eski asker, hırsız,
katil, uyuşturucu satıcısı, mafya artığı kişi bulunduğu sanılıyor. Başlarındaki
işbirlikçi elebaşları için İslam ve cihadın
ikinci planda olduğu, üst düzey komutanları ve nitelikli savaşçıların
ayda on binlerce dolar, çatışma başına 2 bin dolar aldıkları söyleniyor. Bazı
abartılı raporlara göre, IŞİD saflarına
yüz yirmiyi aşkın ülkeden cihatçı, yalnız ya da eş ve çocukları ile katıldı, 18 yaş altındaki çocukların sayısı
200 bine ulaştı.
Şii
Hizbullah Örgütü’nün önde gelen isimlerinden Muhammed
Fineyş, Lübnan ve Suriye’de savaştıkları IŞİD için “İsrail’in
öldürdüğünden fazla Müslüman
öldürdüler, Sünnileri de
affetmediler” dedi.
Sünni mezhebinden ne kadar terör örgütü varsa Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içine
dolduruldu. Eski Başbakan Davutoğlu “IŞİD'i
bitirecek güç” dedi. Katar'dan, Suudi Arabistan'dan, Arap Emirlikleri'nden bol
para sağladı, örgüte ağır silahlar bile verildi. Ama ÖSO militanları, gelen silahları el altından IŞİD'e sattı. Türkiye'de
eğitilen-donatılan ÖSO
askerleri, cepheye gidince IŞİD'e
geçmeye başladılar, kimi komutanların Monte Carlo'da ve Antalya'da otelde
olduğu anlaşıldı.
Müslüman nüfusu 20 milyon civarında olan Rusya da konuyla yakından
ilgileniyor. Radikal İslamcı Çeçenler
dâhil IŞİD saflarında Suriye’de savaşan Rusya vatandaşı sayısı iki bin 200'ü
geçti. Kafkasya Emirliği gibi Moskova'nın terör örgütü olarak kabul ettiği
Kuzey Kafkasya'daki militan gruplar IŞİD'e bağlılıklarını ilan etti. IŞİD saflarında
savaşan teröristlerin Rusya'ya döndüklerinde istikrarsızlığa yol açacakları düşünülüyor.
Bazı Orta Asya ülkelerinden IŞİD saflarında beş binden fazla kişinin savaşması
da bu endişeyi artırıyor. Suriye'de iktidar radikal İslami grupların eline geçerse, sonraki hedefin Rusya olacağı
düşünülüyor.
IŞİD’in ABD Derin Dünya Devleti
tarafından Avrupa'da, Afrika'da ve Asya'da uyumsuz görülen İngiltere, Fransa, Almanya
gibi müttefikler dahil, tüm ülkelere karşı kullanılmakta olduğu da iddialar
arasındadır.
IŞİD’in Irak ve Suriye’deki toprakları kaybettikten sonra Asya’da, Avrupa’da,
Balkanlarda ve Afrika’da dağınık şekilde kentlerde, dağlarda ve çöllerde
yerleşeceği bekleniyor. El yapımı kimyasal silahlar, insansız hava araçları,
roket fırlatıcıları, fosfor bombaları, canlı bombacılarla eylemlere devam
edeceği söyleniyor.
Çin’in güçlenmesinin ve Yeni İpek
Yolu atılımının önünü kesmek için, Güneydoğu Asya’da Filipinler, Malezya ve Endonezya’da
gerçekleşen IŞİD bağlantılı terör faaliyetleri
de dikkatle izlenmeye değer bulunuyor. Filipinler’deki Maute, Ebu Sayyaf, Ensar ul Hilafet, Bangsamoro
İslami Özgürlük Savaşçıları’nın IŞİD Küresel Konseyi’nin (Ahlus Şurası) Isnilon Hapilon’u Filipinler’de
yeni bir halifelik veya vilayet kurmak üzere tüm örgütlerin önderi olarak
atadığı biliniyor. Endonezya’daki Ansharut Daulah Cemaati önderi Aman Abdurrahman da İslami Savunma Cephesi’nin de başına geçmiş
durumda.
Pentagon da bunlara
karşı önlemler alıyor (!)
Yeni Büyük Oyunda IŞİD Rusya-Çin-İran ortaklığının en
zayıf halkası Şii İran’da da işe yarayacak gibi görünüyor.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın,
10 Ek 2017’de “9,5 aydır Türkiye'de terör saldırısı yaşanmıyor. Bu IŞİD
vazgeçtiği için değil, işbirliğimizin sonucu..."
dediğini de not etmek gerek.
Çok sayıda ülkenin IŞİD'e karşı operasyon
başlatmasının ardından örgüte katılımlar 2015 sonunda durma noktasına geldi. Suriye
Rakka'da bulunan belgeler, örgüte katılan 40 binden fazla yabancı savaşçıdan 19
bininin adlarının öğrenilmesini sağlamıştı. Bu kişiler 110 farklı ülkeden
gelerek örgüte katılmıştı. Diğer ülkelerin Türkiye'ye gönderdiği isim
listelerine göre 146 ülke, toplam 53 bin 781 vatandaşının IŞİD'e katılabileceği
endişesini taşıyor. Türkiye, en fazla vatandaşı IŞİD'e katılan 7. ülke.
Listenin ilk sırasındaki Rusya'yı ise Suudi Arabistan, Ürdün ve Tunus izliyor. Irak
ve Suriye'deki 5 bin 600 IŞİD'li ülkelerine döndü... Türkiye'ye dönen 7 bin 240
kişi IŞİD veya El Kaide üyeliği
şüphesiyle gözaltına alındı ya da tutuklandı. 900 Türk vatandaşı da herhangi
bir engele takılmadan geri döndü. Verinin kaynağı Türkiye Dışişleri Bakanlığı. İngiltere'den
savaşmaya giden 850 kişinin yarısının da ülkelerine döndükleri belirtiliyor.
IŞİD'in toprak kaybetmesine rağmen lider kadrosunun ülkelerine dönen
savaşçıları uzun süreler kullanabileceği değerlendiriliyor. IŞİD'in Türkiye'de
Temmuz 2017 öncesi 14 saldırı düzenlediği, 2016'da 22 saldırının ise
engellendiği de belirtiliyor.
Pentagon, en az 6 bin IŞİD teröristinin
Avrupa ülkelerine geçtiğini (gönderildiğini) açıkladı.
Hamas
Filistin’de Hamas, Ortadoğu’nun ünlü örgütlerinden biridir. Dünyadaki son Yahudiyi öldürüp bir İslam devleti kurmaya çalışan İslam Tugaylarının bir bölüğüdür. Hamas, intihar komandolarıyla bir
dönem sürekli dünya gündemine geliyordu. Katar tarafından desteklendiği
biliniyor. İsrail istihbaratı
Türkiye üzerinden "terörist" Hamas'a
yapılan para transferlerini ortaya çıkardı. Türkiye ile Batı Şeria'daki ticari
şirketler aracılığı ile aklanan paralar, Hamas'ın Halil kenti ve Batı Şeria'daki terör faaliyetlerini
finanse etmek üzere bölgeye ulaştırılıyordu.
Filistin davasında laik, milliyetçi Filistin
liderlerle iç siyaset dengeleri bozulmasın diye sürekli taviz verip sessiz
kalmayı tercih etti ve sonunda kırk altı yıllık El Fetih iktidarına son vererek
yönetimi eline aldı. Siyasi lider Halid Meşal Hamas'ın eksenini değiştiriyor. Suudi Arabistan ve Mısır liderliğindeki
Sünni eksenle ilişkiler
sürdürülürken, İran'ın liderliğindeki Şii
ekseniyle stratejik bağlar derinleştiriliyor ve Tahran'ın desteğiyle Lübnan'la
yeni bir dayanak noktası kuruluyor. Hamas
Mayıs 2017’de şiddet yanlısı olmadığını açıkladı. Filistin sorununun çözümüne
bir fırsat oluşturmasını istedi. ABD Başkanı Trump'ın terörist nitelendirmesine
tepki gösterdi. Diğer Filistinli gruplar da Hamas'ın bir ulusal kurtuluş hareketi olduğunu vurguladılar. Hamas Mısır istihbaratının gözetiminde
El Fetih karşısında geri adım atıp Gazze’deki özerk yönetimi dağıtacağını
açıkladı.
Hizbullah
Lübnan’da 1985’te kurulan Şii Hizbullah İran ve Suriye ile güçlü bağları olan bir örgüttür.
Amacı Lübnan’da bir İslam
devleti kurmak, ülkeyi İsrail ve
Batı emperyalizminden uzak
tutmaktır. ABD’nin En Tehlikeli Terör Örgütleri listesinde ilk sırada yer alır.
Hizbullah Lübnan’daki iç
dinamikleri bozdu. Şiiler
çoğaldı. İsrail saldırılarına
hala cevap veriyor. Bir dönem partileşme çalışmalarına giderek, ılımlı bir hava
yaratmaya çalıştıysa da bunu başaramadı.
Suriye iç savaşı dengeleri çok değiştirdi.
İsrail'in düşmanlarının tüm güçleri çökertilecekti. Ancak İran,
Hizbullah ve Şiiler bunu kendileri
için bir ölüm kalım savaşı olarak gördü. Suriye'yi canları
pahasına savundu. Rusya’yı da yanına aldı. Çin’in sessiz desteği sağlandı. Rusya, İran, Irak, Suriye ve Hizbullah
ortaklığı ABD, İsrail,
Suudi
Arabistan ve Körfez
Emirlikleri tarafından desteklenen Selefi cihatçılara karşı başarıyla
mücadele etti. Hizbullah, Suriye ordusu
ile Suriye-Lübnan sınırını kontrolüne aldı. Hizbullah Temmuz 2017'de Lübnan’daki Nusra, Ağustos 2017’de
IŞİD varlığını sona erdirdi. Eylül 2017'de Suriye topraklarında yaklaşık 16
bin Şii militan
savaşıyor; az sayıda İran kuvvetleri, az sayıda yerel Şii militanlar, az sayıda
danışmanlar ve gerisi Hizbullah'tan oluşuyor.
Haşdi Şabi
Haşdi Şabi (Halk Seferberlik
Güçleri) IŞİD’in 2014’te Musul’u ele geçirmesi ardından, Irak'ın Şii dini
lideri Ayetullah Sistani’nin fetvasıyla farklı milis gruplardan kuruldu. Milislerin
120 bininin Şii, 16 bini ise Sünni Iraklı olduğu söyleniyor. Bağdat örgüte,
para ve silah yardımı yapıyor. Haşdi Şabi bünyesindeki örgütlerin büyük
bölümünün İran'la yakın ilişkileri bulunuyor. Örgütün İran Devrim Muhafızları
tarafından teşkilatlandırıldığı, bünyesindeki grupların liderlerinin, Tahran'la
ve İran'daki kutsal Kum şehriyle yakın ilişkileri olan din adamları olduğu
söyleniyor. Paranın ve silahların bir bölümü İran'dan geliyor. Şii Iraklıların önemli bir bölümünün
gözünde milisler kahraman olarak algılanıyor.
Irak güçleri Temmuz 2017 ‘de Musul’da IŞİD’e
yönelik zafer ilan etti. Tel Afer kuşatmasında Musul’da olduğu gibi Haşdi Şabi önemli bir rol oynadı. Türkiye
Tel Afer’e ilişkin Haşdi Şabi’ye
karşı çıkıyor. Haşdi Şabi’nin bazı
unsurları Suriye’de Şam yönetimi yanlısı olarak İran destekli diğer milis
güçlerle sahada yer alıyor. Haşdi Şabi
Irak ordusunun bir parçası oldu. IŞİD sonrası süreçte Irak’ta Haşdi Şabi’nin etkinliği arttı. Aynı
durum Ekim 2017 ‘de Kürt Peşmergeler Kerkük’ten çekildiğinde yaşandı,
Irak ordusundan önce İran yanlısı Haşdi
Şabi güçleri girdi.
Sonuç:
Bölgeden yüzyıllarca önce kovulan Hristiyanlık Protestan ağırlıklı yeni haçlı seferleriyle geri geldi. Dört
yüzyıllık Osmanlı barışını cehennemle değiştirdi. Öne çıkardığı Yahudilere kalkan oldu. Kürtleri de koçbaşı yaptı. Sünni-Şii savaşını körüklüyor. Perde
arkasında yarattıkları ve destekledikleri cihatçı selefiler
ile tüm bölgede ve Avrupa'da estirdikleri terör rüzgârıyla zavallı İslam dünyasını katillerle aynı kefeye
dolduruyor.
Yüzyıl önce, Almanların gölgesindeki
Sünni Osmanlı halifesinin cihad
çağrısı, İngilizlerin yönetimine giren Sünni
Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in cihat çağrısı ile cevaplanmıştı. Elli yıl önce
zirvesine ulaşan Soğuk Savaş'ta Allahsız komünistlere karşı ABD güdümünde
oluşturulan “Yeşil Kuşak” İslamı,
Afganistan'da Sünni Taliban ve
sonra Sünni El Kaide terörüne
dönüştü. On beş yıl önce, Irak'ın parçalanmasından sonra da, yine ABD Derin Dünya Devleti güdümündeki El Kaide türevleri olan Suriye'deki
çeşitli örgütleri ve en önemlisi, IŞİD
“Sünni Selefi Cihat” terör
örgütlerini doğurdu. Suudi Arabistan ve Katar’ın mali desteği de bunların
arkasındaydı.
Suriye ve Irak'taki bölünmeyi
hızlandırma ve Kürtlere bağımsız
devletler kurdurma işlevi biten IŞİD, ABD'nin
uluslararası siyasetini el altından desteklemek üzere, Avrupa'daki müttefikleri
dahil tüm dünyayı “Darül harp” ilan etti. Özellikle Çin'in geliştirmeye
çalıştığı karadan ve denizden Yeni İpek Yolu güzergâhına dikkat gerekiyor. Asya
yüzyılı ilan edilen 21. yüzyılda Şanghay İşbirliği Örgütü, ABD liderliğindeki Batı’nın
rakibi haline dönüşüyor.
Rusya ve Çin, IŞİD ortadan kaldırılırsa
bile birçok mensubunun Kafkasya, Orta Asya, Güney ve Güneydoğu Asya'ya, Çin Uygur
Özerk Bölgesine geleceğinden endişe ediyor. Siyasi karışıklıkların, dini
çatışmaların ve terörist saldırıların Yeni İpek Yolu girişiminin ilerlemesini
ciddi biçimde engelleyebileceğini düşünüyor...
2017 yılının son dönemine bakalım. Mısır’da
Kıpti Hristiyanlara ait iki
kilise bombalandı, 44 ölü, 119 yaralı (9 Nisan). İngiltere Manchester’da
konserde patlama. 22 ölü, 119 yaralı. Saldırıyı IŞİD üstlendi (22 Mayıs). Mısır'da Kıpti Hristiyan otobüsüne IŞİD
saldırısı, 28 ölü, çok sayıda yaralı (26 Mayıs). IŞİD İran'da Meclis ve Humeyni türbesini hedef aldı. 16 ölü, 40
yaralı (7 Haziran). Irak’ta Şiilerin
kutsal kenti Kerbela’da IŞİD
intihar saldırısı, 20 ölü, 25 yaralı (9 Haziran). İngiltere
Londra’da bir araç önüne geleni ezmeye başladı. 8 ölü, 48 yaralı (3 Haziran). İspanya Barselona'da IŞİD teröründe
13 ölü, 100 yaralı. (17 Ağustos). ABD New York’ta, Özbek asıllı saldırgan
kamyonetini bisikletlilerin üzerine sürdü, ateş açtı 8 ölü, 15 yaralı. Saldırıyı
IŞİD adına düzenlediğini belirtti (1 Kasım).
Hoş geldin “Küresel Sünni Selefi Cihat!” diyebilir miyiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder