ABD, Yeni Dünya, Yeni Kıble
Aralık 2016
Aralık 2016
Şaban Recai Öztürk
sabanreco@gmail.com
Tarih 1.000
yılları. Viking Leif Ericson Norveç Kralı'ndan aldığı Hristiyanlığı yayma
görevi doğrultusunda Grönland'ın batı kısımlarını görmek için, yola çıktı.
Gemisini Amerika kıtasını daha önce gören ve rapor eden Herjólfsson'dan satın
almıştı. Bulduğu topraklar büyük olasılıkla Kanada'nın Newfoundland bölgesiydi.
Ericson’ın Hudson Körfezi ya da Büyük Göller yolu ile Minnesota’ya kadar
ulaştığı da iddia ediliyordu. Kuzey Amerika'ya ayak basan ilk Avrupalıydı.
Amerika’yı Kristof
Kolomb'dan beş asır önce Vikinglerin keşfettiği doğruydu…
1492’de Amerika’ya
ayak basan Kristof Kolomb rastladığı bölgeyi Hindistan, yerlileri de Hintliler
olarak nitelendirdi. Aslında haksız sayılmazdı. Yerlilerin ataları Asya’dan
Buzul Çağı’nın yaşandığı M.Ö. 60.000-35.000 yılları arasında Bering Boğazı’nı
geçerek Sibirya’dan Amerika’ya gelmişlerdi.
Kolomb‘un da
asıl görevi Hristiyanlığı yaymak ve İspanya Krallığı’na yeni topraklar armağan
etmek olmuştu. Amerika Kıtası'nın 1492'de keşfinden sonra Avrupa’dan göçler
başladı. İspanyollar 1565’te Florida’ya yerleşti. İngilizler ilk devamlı
yerleşimi 1607’de Virginia’da kurdu. Hollanda 1614’te Manhattan adasına geldi. 1664’te
İngiltere burayı ele geçirdi. 18. yüzyılda Fransızlar İngiliz kolonilerini tehdit
ediyordu.
Hepsi yerli
halkların aleyhine toprak sahibi oluyorlardı. İngilizler, İngiltere başta olmak
üzere çeşitli ülkelerden göçmenler alıp buralara yerleştirerek koloniler
kurdular. 18. yüzyıl ortalarında, bu kolonilerin sayısı 13'e yükseldi. Bazı
yerliler Avrupalı beyaz adamlarla birlikte yaşarken, çoğu teslim olmayı
reddetti ve Batı'ya göç etti. Sayıları milyonları bulan yerliler 1890'da sadece
250.000'e düşecekti.
Doğudaki 13
koloni dışındaki topraklar İspanya, İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından
paylaşılıyordu.
Osmanlı’da
Gerileme Devri’nin başladığı dönemde, 1763’te Paris’te bir barış antlaşması
imzalandı. İngiltere ve Prusya’ya karşı Fransa, Avusturya ve Rusya arasında, 1756-1763 yıllarında geçen Yedi Yıl Savaşları
sömürge paylaşımı, ticaret hakları ve deniz egemenliği için
yapılmış, İngiltere galip gelmişti. Avrupa'da sınırlar pek değişmedi, fakat
İngiltere ilk defa bir dünya gücü
olarak tanındı, Asya ve denizlerinde güç dengesi sağlayacak hale geldi. Hindistan
İngiliz ekonomik sisteminin en önemli parçası oldu. Meksika'nın kuzeyindeki
Amerika İngilizce konuşan dünyanın bir uzantısı haline geldi. Hindistan, Afrika
ve Amerika'daki Kanada, Büyük Göller ve Mississippi Vadisinin üst kısmındaki Fransız
toprakları, İngiltere'nin denetimine geçti.
Fransa
Krallığı büyük bir yenilgi almıştı, ancak 1789 Fransız İhtilali’ne kadar, 26
yıl, durumu idare edebildi. İngiltere de ekonomik olarak yıpranmıştı. Durumunu
düzeltebilmek amacıyla, çay ve damga vergisinin kolonilerde de uygulanmasını
istedi. Ancak 13 koloni, İngiltere parlamentosunda Amerikalı temsilcilerin
olmadığını ileri sürerek, bu vergileri kabul etmedi. İngiltere, 1764-1773
arasında kolonilere kâğıt para, şeker, pul, damga, resim ve çeşitli mali yükler
getirmeyi sürdürdü.
1774'te
toplanan 1. Philadelphia Kongresi'nde, 13 İngiliz kolonisi ağır vergiler
yükleyen İngiltere ile savaşa karar verdi. İngiltere, 1774-1776 arasında,
vergilere ek olarak, zorlayıcı ve cezalandırıcı yasalar ve önlemler
uygulayarak, savaşa hazırlanan kolonilere yanıt verdi.
Amerikan
Bağımsızlık Savaşı 1775’te başladı. Koloniler, milisler ve çiftçilerden oluşan
20.000 kişilik düzensiz bir ordu topladı. General Washington ordunun başına
geçti. Fransız General Lafayette de, gönüllü gruplarla İngilizlere karşı
çarpışıyordu. İngiliz Ordusu 42.000 kişilik eğitimli bir kuvvetten ve Alman
kökenli 30.000 paralı askerden oluşuyordu.
Ve önemli
bir tarih... 4 Temmuz 1776. Fransız Devrimi’nden 13 yıl önce…
13 İngiliz
kolonisi İkinci Philadelphia Kongresi'nde bağımsızlıklarını ilan etti ve İnsan
Hakları Bildirisi kabul edildi: “İnsanların doğuştan, yaşama hakkı, hürriyet
hakkı ve saadetini temin etme gibi başkasına devredilemez hakları vardır.
Devletler, bu hakları sağlamak için kurulmuştur ve yönetenler her türlü
iktidarı yönetilenlerin rızasından alırlar. Eğer herhangi bir hükümet şekli, bu
gayelere aykırı hareket ederse, bu hükümeti değiştirip, yerine bir yenisini
getirmek milletin hakkıdır.”
ABD'nin
kurulmasında yayınlanan bu açıklama daha ziyade John LOCKE'dan etkilenmişti.
Mutlakiyet yönetimine açtığı sarsıntılar sonucunda İngiliz, Amerikan ve Fransız
büyük devrimlerin temelleri oluşmuştu. Doğal hukuk doktrinini savunuyordu.
İnsan doğası bencildi, herkes eşit ve özgürdü, hayatını, sağlığını, özgürlüğünü
ve varlıklarını savunmaya hakkı vardı. Güçler ayrılığı esastı, devrim hem bir
haktı hem de bir ödevdi. Yöneticinin otoritesi mutlak değildi. Karşılıklı güven
ile toplumsal sözleşme oluşturulmalıydı. İnsanın özgürlüğü yasalarla, güven ve
kayıt altına alınmalıydı.
Kısacası,
genç ABD tepesinde bir kral istemiyordu…
Savaş devam
etti ve 1777’de İngiliz ordusunun bir kısmı Saratoga’da yenilerek teslim oldu.
Saratoga zaferi, Fransızları 1778’de savaşa
girmeye teşvik etti. ABD ve Fransa arasında bir ittifak yapıldı. Kolonilere 1776'dan
beri el altından para ve malzeme yardımı yapan Fransa, filolarını ve ordularını
hazırladı ve Haziran 1778'de
İngiltere'ye savaş ilan etti. Bu, savaş dinamiklerini değiştirdi ve İngilizler
denizlerdeki egemenliğini kaybetmekle kalmayıp, Fransa’nın İngiltere’yi istila
tehlikesiyle dahi karşılaştı.
1779'da İspanyollar,
1780'de Hollandalılar da savaşa
girdi. 1780'den sonra deniz
savaşı İngilizlerle Amerikalıların Avrupalı müttefikleri arasında geçti. İspanya
ve Hollanda, Britanya Adaları'nı büyük ölçüde denetime alarak İngiliz deniz
gücünü açık denize çıkarmadı. 1781’de, Washington, Fransız birliklerinin
desteğiyle, Yorktown Muharebesi’nde İngiliz General Cornwallis'i yenerek
savaşın sonucunu belirledi.
3 Eylül 1783. Fransız
Devrimi’nden altı yıl önce…
Fransa, İspanya
ve Hollanda'dan yardım alan kolonilere yenilen İngilizler barış istedi ve 8 yıl
süren savaş sonunda Paris Versaille Antlaşması imzalandı.
İngiltere, batıda Mississippi Irmağını da içine alan geniş sınırlarla, 13
sömürgenin oluşturduğu ABD’nin bağımsızlığını tanıdı. Kanada İngiltere'nin
elinde kaldı, İspanya Doğu ve Batı Florida’yı, Fransa Antillerden bazı adaları
ve Senegal'i aldı.
Rönesans,
reform, keşifler ve icatlar sonrası güçlenen Batı’nın, zayıflayan Doğu’ya egemen olmak için, liderlik kavgası
ve sömürgelerin ele geçirilmesi için açgözlü bir paylaşım mücadelesi
başlıyordu.
ABD’nin ilk
yüzölçümü 835.687 kilometrekare
idi (Türkiye kadar), daha sonra, Fransa, İspanya, Rusya ve Meksika ile yapılan
antlaşmalarla ve savaşlarla bugünkü 9.371.786
kilometrekareye kadar büyüyecekti.
Sırada iç
mücadeleler vardı...
Her
koloninin ayrı bir devlet olmasını isteyen Cumhuriyetçilerle, her devletin içişlerinde serbest, fakat güçlü
bir merkez etrafında birleşmesini isteyen Federalistler arasındaki çatışmalar 1787’de başladı ve 4 yıl sürdü. Kanlı çatışmalardan sonra Konfederasyon yeniden düzenlendi.
Bağımsızlıklarını ilan eden eyaletler içişlerinde serbest olmak şartıyla bir
araya gelerek Amerika Birleşik Devletleri'ni kurdu.
1800’lere kadar
toparlanan ABD, topraklarını genişletmeye ve temizliğe başlıyordu. 1803’te Louisiana Bölgesi Fransa’dan 15 milyon $’a satın alınıyor ve topraklar iki katına çıkıyor. 1819’da İspanya Florida’yı ABD’ye terk ediyor. 1820’de kuzeydeki Maine, özgür eyalet olarak birliğe katılıyor. Kölelik Missouri’de serbest
bırakılıyor. 1821-1825 arasında,
İspanya ve daha sonra Meksika’nın izniyle, Amerikan göçmenler Teksas’a
yerleşiyor.
ABD’nin 1823 Monroe Doktrini ile Avrupalıların Amerika kıtası topraklarını
tekrar kolonileştirilmesi önleniyor. Meksika, 1830’da Amerikan göçmenlerin Teksas’a yerleşmelerini yasaklıyor. 1830-1840’larda, binlerce yıl önce Asya’dan
gelen kızılderililerin yurtlarından
doğuya doğru uzaklaştırılması siyaseti uygulanıyor...
1835’te başlayan
Teksas Bağımsızlık Savaşı 1836’da
Teksas’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle sona eriyor. ABD'ye katılmayı resmen isteyen Teksas, 1836-1845 arasında, ABD’nin Pasifik’e
genişlemesini istemeyen İngiltere baskısıyla bağımsız kalıyor. Meksika 1842’de Teksas’a saldırıyor, ancak
İngiltere’nin müdahalesiyle
ateşkes ilan ediliyor. Sonunda bağımsız cumhuriyet Teksas 1845’te 28’inci Eyalet olarak ABD'ye
iltihak ediyor. Teksas üzerinde toprak iddiasını sürdürünce, 1846’da ABD Meksika'ya savaş ilan
ediyor. 1847'deki Buena Vista
zaferiyle yenilen Meksika, 1848
Antlaşması ile Rio Grande nehrinin kuzeyinde kalan bütün toprakları Amerika'ya
terk ediyor...
Kölelikle
ilgili İç Savaş başlıyor...
1857’de
Kongre’nin sömürgelerde köleliği serbest bırakmasını ve kölelerin vatandaş
olmasını önleyen kararı ABD Yüksek Mahkemesince kabul edildi. Bir yıl sonra,
Başkan Abraham Lincoln birlikten ayrılma tehdidinde bulunan köleci Güneylilere
ve demokratlara ultimatom verdi. 1860
yılına gelindiğinde, kuzeyde köleliğin reddedilmesine tepki olarak güneyde 11 konfederasyon eyaleti oluştu.
Ertesi yıl, Güney Carolina ve arkasından altı Güney Federe Devleti’nin
Birlikten ayrılıp silaha sarılmasıyla ABD
İç Savaşı başladı.
Başkan Abraham
Lincoln 1863’te Konfederasyon
eyaletlerindeki kölelere özgürlüklerini verdi.
ABD İç Savaşı’nın sona erdiği 1865 önemli bir kilometre taşı.
Köleliğe karşı olan kuzeyin zaferi 600.000 kişinin ölümüne yol açtı. ABD’nin
Birinci Dünya Savaşında 116.000, ikinci Dünya Savaşında 405.000, Vietnam’da
58.000 kişinin kaybından fazlaydı.
Aynı yıl,
ABD’nin cumhuriyetçi Başkanı Lincoln suikast sonucu öldürüldü.
Birliğini
sağlayan ABD genişlemeye başlıyordu. 1867’de
Alaska Rusya’dan 7,2 milyon $’a satın alındı.
Biraz da
komplo teorisi (!) 1877 yılında,
John D. Rockefeller, Cecil Rhodes, John P. Morgan, Mayer A. Rothschild ve Andrew
Carnegie beşlisi ABD’de Yuvarlak
Masa’yı oluşturdu. Bölgesel şekilde yönetim birimlerinin oluşturulması
ve dünyanın tek elden yönetimi öngörülmekteydi. Öncelikle İngilizce konuşan
dünya halkları birleştirilecek ve yönetim altına alınacaktı.
1898’de Hawaii
kendini ABD’ye bağladı. Aynı yıl Porto Rico, Guam ve Filipinler için İspanya
ile savaş başladı.
20. yüzyıl
başındayız. Geriye bakıyoruz. Vergiler ve yasal düzenlemelerde özyönetime razı
olan 13 İngiliz kolonisi, İngilizlerle çatışmanın genel savaşa ve bağımsızlığa
gideceğini düşünmemişti. Ama olaylar ve uluslararası rekabet yeni bir ulusun
temellerini attı. Güçlerini, ekonomilerini, toplumlarını ve yaşamlarını yeniden
düzenlediler. Yani, Amerikan Devrimi önce ekonomik, sonra siyasaldı. Devrim,
özgür yaşamayı ve mülkiyet haklarını isteyen orta sınıf tarafından desteklendi.
Daha bağımsızlık elde edilmeden, savaş sürerken, İnsan Hakları Bildirisi’ni
yayınlayan bir anlayış egemendi...
Ama sonra
bir şeyler değişti...
ABD’nin
Anglo-Protestan kültür ve
inancının bir ürünü olduğunu hatırlıyorum. Çabuk zengin olma, fırsatçılık,
bakir ve zengin doğal kaynaklar, geliştirilen iyi bir ulaştırma sistemi, finans
sihirbazlığı, sanayileşme, acımasız ve açgözlü bir rekabet öne çıktı. Tek
amacın parasal başarı ve güç olduğu, "bırakınız yapsınlar" doktrini, Püritenist ve Evanjelist tarikatların öne çıktığı Protestan ahlakı ve eğitimi gibi unsurlar bir araya geldi. Aşırı
bireysel, hırslı, dünyaya egemen olmaya soyunan, yönetimin seçilmiş üstün
insanlara ait olmasına inanan, WASP (Beyaz, Anglo Sakson, Protestan) ağırlıklı bir yapı ortaya çıkıyordu.
İngiltere I.
Dünya Savaşı’ndan sonra gücünü yitirmeye başlayınca onun “Tek Dünya Devleti”
kurma çabasını ABD devralmaya başladı. II. Dünya Savaşı’nda faşist Almanya ve Japonya’yı
çökerttikten sonra Batı’nın liderliğini ilan etti.
İçe dönük
ABD artık dışa dönecekti.
Hedefte Sovyetler
Birliği vardı…
Demokrat
Başkan Truman (12 Nisan 1945-20
Ocak 1953) komünizmin
yayılmasına karşı özgür insanların desteklenmesi için müdahale doktrinini kabul
etmişti. 1947 yılında SSCB’nin
yayılmasını ve komünizmin önlenmesini öngören Marshall Planı ve Truman Doktrini
ile Avrupa’yla beraber Türkiye ve Yunanistan’a ABD ekonomik yardımı başladı. 1950’lerde Yunanistan, Milliyetçi Çin
ve Kore’ye müdahale bu anlamda yürütüldü. ABD küresel ve bölgesel
örgütlenmelere de gitti. 1945’te
Birleşmiş Milletler, 1949’da NATO,
1954’te Güney Doğu Asya’da SEATO,
1955’te Türkiye, İngiltere, Irak,
İran ve Pakistan'ın dâhil olduğu Bağdat Paktı (Sonra CENTO) kuruldu.
Böylece 1945-1990 arasındaki Soğuk Savaş başladı. Sovyetler ve komünizm karşıtı
isterik ve paranoyak bir ortam doğdu. Komünizme karşı din silahı
kullanılacaktı. Türkiye’de CIA desteği ile 1951 yılında kurulan İlim Yayma Cemiyeti Soğuk Savaş’ın ülkeye ilk
armağanı oldu. İslam’ın siyasi çıkarlara alet edilmesinin önü açıldı. Gerici, hilafetçi,
Amerikan işbirlikçisi siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler yetiştirilmeye
başlandı. İslamcılar yurtsever, Amerikan karşıtı, tam bağımsızlık taraftarı ise
vatan haini olacaktı. Örgütlenme artıyordu. Komünizmle Mücadele Derneği'nin ilk
şubesi 1956 tarihinde İstanbul’da
kuruldu.
Cumhuriyetçi
Parti’den emekli general Dwight D. Eisenhower 20 Ocak 1953 yılında sekiz yıllık başkanlık dönemine başladı.
1956’da SSCB Macar
İhtilali’ni bastırdı, uluslararası komünizm sarsılıyordu. Aynı yıl başlayan Arap-İsrail Savaşı Orta Doğu’da alarm sinyalleri
verdi. Başkan Eisenhower doktrinine göre, ABD Ortadoğu'nun patronu olmaya
başlayacaktı. Komünizmin etrafı çevrilecek ve daha fazla genişlemesine izin
verilmeyecekti. Aynı tarihlerde, ABD Türkiye liderliğinde İslam Birliği
kurulamayacağını anlamıştı. Orta Doğu’ya Sovyet ve Türkiye korkusu yaymaya
başladı, ABD kötü adam değildi.
ABD
ekonomisi iyi gidiyordu. Güneyde baskı altında bulunan siyahlar kuzeydeki
sanayi bölgelerine göçüyordu. Siyahların lideri Dr. Martin Luther King sosyal
haklarda eşitlik isteyen hareketi başlatmıştı. 1961’de göreve başlayan Demokrat Başkan Kennedy bu hareketi
destekliyordu. Uzayın keşfi ile birlikte komünizm karşıtlığı da öne çıkıyordu.
Amerikan yüzyılı yükseliyordu. Avrupa da toparlanmıştı, 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), 1960’ta 18 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada'nın da üye oldukları Avrupa
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ile Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA)
kuruldu.
1962 önemli bir
kavşak oldu. ABD ve SSCB
arasında Küba Krizi patlak verdi. Sovyet nükleer füzeleri ABD’nin çok yakınına
gelmişti. Bunalım Soğuk Savaş’ın doruk noktasındaydı. Sonunda sorun çözüldü. Küba’dakilere
karşılık, Türkiye’deki nükleer Jüpiter füzeleri söküldü. "Yumuşama"
ve "görüşme" havası yaratıldı. Ama bazı sorunlar da peşinden
geliyordu. NATO'nun Avrupalı ortakları böylesine büyük bir bunalımda,
görüşlerinin alınmayacağını gördü. Nükleer kâbustan korunmak için klasik
silahların önemi artmalıydı. ABD ile SSCB devlet başkanlarının gizli, çabuk ve
doğrudan haberleşmeleri amacıyla doğrudan telefon hattı-hotline-kuruldu.
O yıl, SSCB
uzay yarışında da geri kalmadığını gösterdi, Mars’a ilk roketi fırlattı.
Başkan Kennedy
22 Kasım 1963’te bir suikast
sonucu öldürüldü. Nedeni bu güne kadar anlaşılamadı. Bir iddiaya göre,
suikasttan beş ay önce, Amerikan banknotlarındaki FEDERAL RESERVE NOTE yazısını
sildirmek, borç para vererek devletten faiz toplama gücünü FRB'nin elinden
almak istemişti. Amerikan Hazinesi, kasasındaki gümüş karşılığında basacağı banknotları
piyasaya sürebilecek, FRB'ye faiz ödemek zorunda kalmayacaktı. Kennedy
öldürüldükten beş ay sonra ABD FRB'den aldığı kâğıt dolarları piyasaya sürüp, FRB'ye
faiz ödemeye devam etti. Suikast gerekçesi olarak, Vietnam Savaşı’nı sona
erdirmeyi planlaması da söylenir. Suikastın bir Mossad ürünü olduğu da ileri
sürülmektedir.
Kennedy’nin
yerine derhal yardımcısı Johnson geçti. 1964’te
BM Güvenlik Konseyi'nin
Kıbrıs'a uluslararası kuvvet gönderme kararı sonrası, Başkan Johnson'un Başbakan İnönü'ye
yazdığı Türkiye’nin Kıbrıs'a müdahalesine karşı çıkan mektubu NATO’da ve
Batı’da ciddi bir kriz yarattı. Ankara ile Moskova arasında yakınlaşma dönemi
başladı. Ertesi yıl, ABD Demirel’den Türk- Kürt federasyonu istedi. Asker
şiddetle karşı çıktı. 1945’te ABD
uzmanları Türkiye’de yaptığı inceleme sonrasında, CIA tarafından 1948’de
yazılan Kürt azınlık raporu buzdolabından çıkarıldı. Doğu Anadolu bir
sömürgedir, TC’ne karşı kurtuluş savaşı vermelidir (!) 1930’larda İngilizlerin ve Almanların “Kemalist Cumhuriyet hem din
düşmanı, hem Kürt düşmanı” teması ABD tarafından devralınmıştır. ABD, Soğuk
Savaş nedeniyle dondurduğu Kürt ayrılıkçılığını ısıtır. Artık Sovyet tankları
Doğu Anadolu’dan İskenderun Körfezi’ne inebilir. Kürtleri kışkırtabilir. Ama Sovyetler
de İslam kartını oynar. Fransa da geri kalmaz, Ermeni sorununu ısıtır.
1965’te Başkan Johnson
Vietnam Savaşı’nı başlattı. Eisenhower döneminde Fransızlar Vietnam'dan
çekilince komünistler ve milliyetçiler arasında iç savaş çıkmıştı. ABD
Birleşmiş Milletler'le beraber, ülkenin Kuzey ve Güney Vietnam olarak ikiye
ayrılmasını sağlamıştı. Ama Vietkong komünist gerillalar Güney'e saldırınca ABD
Güney Vietnam askerlerini eğitmek amacıyla bölgeye asker göndermişti. Kennedy
döneminde asker sayısı 16 bini aşmış ancak sıcak çatışmaya girmemişlerdi.
Başkan Johnson ve halefi Cumhuriyetçi Nixon döneminde silahlı mücadeleye
girilmişti.
1966 yılı
Batı'da önemli bir çatlamaya sahne oldu. De Gaulle, Fransa'nın NATO askeri kanadından
çekildiğini açıkladı. ABD’nin örgütteki güçlü rolünü ve İngiltere ile özel
ilişkisini protesto etti. Fransa ABD ve İngiltere ile eşit şekilde üçlü bir
yapıya girecekti. Aldığı yanıtı yetersiz bulan de Gaulle, bağımsız bir savunma
gücü kurmaya başladı. NATO-Varşova Paktı savaşının içine çekilmek yerine Doğu
Bloku ile ayrı bir barış seçeneği istedi. Akdeniz’deki filosunu NATO
komutasından aldı. Yabancılara ait nükleer silahların Fransa topraklarında
konuşlandırılmasını yasakladı.
1970’e gelindiğinde
Protestan misyoner örgütü “American Board” Türkiye’deki Dinlerarası Diyalog
Nurcularıyla el eledir. “Işık Evleri” kurulur. Erbakan da Milli Nizam
Partisi’ni kurar. Yeniden Osmanlılaşma başlar. İslam Dinarı, İslam ortak
pazarı, Birleşik İslam Devleti gündemdedir.
ABD’nin 1971
Çin hamlesi var sırada…
Cumhuriyetçi
Başkan Richard Nixon Çin’i Sovyetler’e karşı bir denge unsuru görüyordu. 1969’da göreve başlamasından itibaren Çin
liderlerine görüşmek için diğer devletler aracılığıyla haberler gönderiyordu.
Bu arada Ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger 1971'de Çin'e gizli bir ziyaret yaptı. ABD-Çin ilişkileri yumuşama
dönemine girmişti. Pakistan bu temaslarda belirleyici oldu. "Pingpong
Diplomasisi", Çin ile ABD'nin 20 yılı aşkın kapalı kapılarını açmasının
başlangıcı oldu. Arnavutluk başta olmak üzere bazı ülkeler Çin’in Birleşmiş
Milletlere üye olmasını önerdi. Çin ABD’nin desteğiyle ve üçte iki çoğunluk
kararıyla Birleşmiş Milletler’e veto yetkisini haiz "daimi üye"
olarak girdi. Çin Cumhuriyeti, Milliyetçi Çin veya Tayvan BM'den atıldı.
Nixon Dönemi
(20 Ocak 1969-9 Ağustos 1974) kritikti…
Ekonomide
olumsuz gelişmeler oluyordu. 1970'lerde
çokuluslu şirketler dünya ekonomisini denetime almaya başlamıştı. “Tek Dünya
Devleti” projesi gündemden düşmüyordu. Nixon sürekli açık veren bütçe ve
ticaretin baskısı nedeniyle altın rezervlerinin erimeye başlamasını önlemek
için doların altın standardına son verdi.
1972'de de başka
önemli olaylar da gündemdeydi…
Nixon Çin'i
ve SSCB’yi ziyaret etti. Sovyet lideri Brejnev ile silahlanma kontrolü
anlaşmasını imzaladı. Yumuşama (Détente) başladı, sonucunda balistik füzelere
karşı savunma füzelerini ve nükleer füzeleri sınırlandırma, yani SALT I
antlaşması imzalandı. Soğuk savaşta bir ilk yaşanıyordu.
Nixon Kuzey
Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi"ne de el atıyordu. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak
Dostluk Antlaşması'ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme
yaptı; bu görüşmeden sonra CIA tarafından "Kürdistan Demokratik Partisi"ne
üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderildi. Barzani'nin Irak rejimine karşı
ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyordu. Barzani-ABD
ilişkileri, Henry Kissinger eliyle yürütülüyordu. MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail'in
Tahran'daki askeri ataşesi MOSSAD Ajanı Yaakov Nimrodi aracılığı ile
gerçekleşiyordu. Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani'nin eline geçmesinde rol
oynuyordu.
17 Haziran 1972 günü Nixon’ın kaderini belirledi.
Beş hırsız Watergate iş merkezindeki rakip Demokratik Parti'nin merkezine
girerken yakalandı. Seçimi az farkla kazanan Başkan Nixon'ın Cumhuriyetçi
Parti'siyle bağlantılıydılar. Demokrat Parti'nin telefonlarını gizlice dinlemek
üzere mikrofonlar yerleştirmeye çalışıyorlardı. Nixon hırsızlığın arkasında
olan bütün siyasetçilerin ortaya çıkarılması için Adalet Bakanı Richardson'ı
görevlendirdi. Richardson, Cox isimli savcıyı bu göreve atadı. Cox, Beyaz
Saray'da başkanın bütün konuşma kayıtlarını istedi. Nixon reddetti ve Cox'un
görevden alınmasını emretti. Adalet Bakanı Cox'u görevden almayı reddedince Nixon
Richardson'ın işine son verdi. ABD Yüksek Mahkemesi Başkan Nixon'ı bant
kayıtlarını savcılara teslim etmeye zorladı. Nixon bant kayıtlarını teslim etti
ama halkın desteğini kaybetmişti ve Kongre'de Nixon'ı görevden almak üzere
soruşturmalar başlamıştı. 8 Ağustos 1974
tarihinde Nixon televizyonda yaptığı bir konuşmayla ertesi gün istifa edeceğini
açıkladı. Yerine Başkan yardımcısı Gerald Ford (9 Ağustos 1974-20 Ocak 1977) başkan oldu. Böylece Nixon ABD tarihinde başkanlıktan istifa
eden ilk ve tek başkan oldu.
1973’te David
Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından dünyanın tek elden yönetimi için Yuvarlak
Masa teorisinin bir ayağını temsil eden Trilateral (Üçlü) Komisyonu kurulmuştu.
Burada bir
parantez açmalıyım.
ABD
tarafından planlanan ve dayatılan Yeni Dünya Düzeni’nde, makro düzeyde “Tek
Dünya Devleti”, mikro düzeyde ''Site Devletler''e dayanan bir yapı esas
alınmaktadır. İmparatorluk benzeri federal devletlerin oluşturacağı büyük bir
dünya koalisyonunun adımları atılmaktadır. Ulusal yapıları parçalamaya yönelik
mikro (etnik) milliyetçilik akımları desteklenmektedir. Yani ulus devletler
tarihten silinmeye çalışılmaktadır. Yeni Dünya Düzeni, ulus devletlerin
birleşmesi sonunda kurulacak ''Birleşik Devletler'' ile ulus devletlerin
parçalanması sonunda kurulacak ''Site Devletler'' üzerine inşa edilecek ve
dünya coğrafyası yeniden çizilecektir.
Şema kabaca
bellidir. Hristiyan Amerika ve Avrupa, Müslüman Orta Doğu, Konfüçyüsçü Asya
Konfederasyonları. Sonra da sıra “Tek Dünya Dini”ne gelecektir...
Bunu komplo
teorisi olarak küçümseyenler de vardır. Olabilir. Sanırım küresel yağmacılar da
böyle düşünüyor. Aslında soru şudur: “Dünya, gerçekten süper güç ABD tarafından
yönetiliyor mu? Yoksa perde arkasında başkaları mı var?” Bana ikincisi daha
akla yatkın görülüyor…
Her taşın
altında Yahudi parmağı aramak değil amacım. Ama şu bilgileri de görmezden
gelemiyorum: Uluslar üstü ölçekte yapılanan ve Derin Dünya Devleti (DDD) denen
üç örgüt var. ''Uluslararası Dış İlişkiler Komisyonu (CFR), Bilderberg Grup (BG)
ve Trilateral, Üçlü Komisyon (TC)''. Bu üç örgüt, dünyanın en zengin Yahudi iş
adamlarınca kurulan ve sadece Yahudi kökenli peygamber hanedanından geldiği
iddia edilen üyelerin kurduğu Yuvarlak Masa (Round Table) örgütüne bağlı
faaliyet göstermektedir. ABD ile dünya genelinde uygulanacak politikaları CFR; Avrupa'da
uygulanacak politikaları Bilderberg; Asya'da uygulanacak politikaları Trilateral
Komisyon belirlemektedir. Round Table ise DDD Karar Organıdır.
DDD’nin
Türkiye uzantıları da bellidir. Uluslararası sermaye ile işbirliği yapan sözde
ulusal sermaye, Masonik ve Dini Gizli Örgütler, Kürt-İslam Örgütleri, Fethullah
gibi sahte Ilımlı İslam önderleri ve İkinci Cumhuriyetçiler.
DDD’nin has
adamı Kissinger dışişleri bakanı olarak yoluna devam etti. 1974’te Ulusal Güvenlik Konseyi ile
bir taslak hazırladı: Ulusal Güvenlik Etütleri Muhtırası 200: Dünya Nüfus
Artışının ABD’nin Denizaşırı Çıkarları Açısından Etkileri (NSSM 200). Soykırımın ABD hükümetinin resmi
millî güvenlik politikası olması öneriliyordu. Sonraları, çok gizli mührü
kaldırılan NSSM 200, dünya nüfusunun en çok 8 milyarda tutulmasını ve 2075’te beklenen 22 milyardan
kaçınılmasını öneriyordu. Bu kadar nüfus artışının “savaşlar ve devrimlere” yol
açacağını söyleyen NSSM 200, gıda kontrolünün hızlı nüfus artışını durdurmak
için kullanımını öneriyor, modern ve yoğun tarım tekniklerinin başka bölgelerde
yoğun nüfusu beslemesine rağmen “çok fazla sermaye yatırımı” gerektirdiğini
iddia ediyordu. NSSM 200’ün diğer bir iddiası, azgelişmiş ülkelerdeki nüfus
artışının, sanayileşmiş dünyanın ihtiyaç duyduğu enerji ve hammadde
kaynaklarını tüketeceği idi. NSSM 200, 13 ülkeyi özel hedef seçti; bunların Çin
dışındaki nüfus artışının % 47’sinden sorumlu olduğu varsayıldı: Hindistan, Bangladeş,
Pakistan, Nijerya, Meksika, Endonezya, Brezilya, Filipinler, Tayland, Mısır,
TÜRKİYE, Etiyopya ve Kolombiya.
Cumhuriyetçi
Parti’den Gerald Ford (9 Ağustos 1974-20
Ocak 1977) döneminde Doğu Bloku
ile yumuşama siyaseti ve Kissinger’in dış politikası devam etti. Ama Türkiye
ABD ilişkileri bozuldu. Haşhaş
ekimi durdurulmadığı ve Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle adadaki askerler geri
çekilmediği için 1978 yılına
kadar sürecek ABD silah ambargosu başladı. Aselsan
ve Roketsan
gibi Savunma Sanayi firmaları bu dönemde kuruldu. 1975′te Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. ABD ile Savunma
İşbirliği Anlaşması yürürlükten kaldırıldı. Türkiye’deki bütün Amerikan üs ve
tesisleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “kontrol ve gözetimi” altına alındı. ABD
bu yaptırımlara dayanamayarak 1976′da
üslerle ilgili yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalamak zorunda kaldı. Bu
anlaşmanın yürürlüğe girmesi ambargonun kaldırılması şartına bağlanmıştı.
Başkan Ford
Demokratların çoğunlukta olduğu Kongre ile mücadele etti. Artan petrol
fiyatları ve ekonomik durgunlukla da baş etmesi gerekti.
1975′te başka
önemli olaylar da vardı. ABD 58.000 zayiattan sonra Vietnam’ı terk ederek
Savaş’a son verdi. Bu savaş, ABD’de savaş karşıtı kitlenin büyümesini sağlamıştı.
ABD Vietnam’ı bölme düşüncesini gerçekleştiremedi; Kuzey ve Güney, Vietnam
Sosyalist Cumhuriyeti adıyla birleşti.
Komünizm
buradaki savaşı kazanmıştı…
1975’te Siyonizm Birleşmiş
Milletler’de ırkçı kabul edildi. 72 Komünist ve İslam ülkesi lehte, 35 liberal
demokrasi aleyhte oy verdi. 32 ülke çekimser kaldı. Türkiye Siyonizm’in
ırkçılık olduğuna ilişkin kararı destekledi. Bir yıl sonra, JINSA, Jewish
Institute for National Security Affairs, Ulusal Güvenlik Konularında Çalışan Yahudi
Enstitüsü, ABD Yahudi cemaati tarafından kuruldu. Savunma bakanlığı çevresiyle
yakın bağlar tesis etti ve Richard Perle gibi yeni muhafazakâr-neocon
düşünürlere ev sahipliği yapan bir merkez oldu. Pentagon ile Tel Aviv arasında
önemli bir köprü görevi üstlendiği, İsrail’in ABD’deki dışişleri ve savunma
mekanizması gibi çalıştığı söylenmektedir.
Sıra
Demokrat Parti’den Başkan Jimmy Carter (20 Ocak 1977-20 Ocak 1981)
dönemine geldi…
Beyaz
Saray’ın Asya siyasetini düzenleyen Trilateral-Üçlü-Comission, diğer adıyla “Brzezinski
Hükümeti” 1973’te kurulmuştu. ABD Ulusal Güvenlik
Konseyi’nin başındaki Brzezinski, Carter döneminde ünlü Samuel Huntington’u
bu komisyona aldı. Burada Huntington aşırı görüşlerini hafızalara yerleştirdi,
ama Brzezinski bunları açıklayamadı. Huntington 2020 ve 2050
yıllarında neler olabileceğini öngörmeye çalışıyordu. İslam, dünyada ve ABD'de
en büyük din haline gelecekti. 1940'lı
yıllarda Batı'ya, ideolojilerin çöktüğünü ve insanlığın büyük dinler bünyesinde
yeni reçeteler arayacağını öne süren İngiliz tarihçi Arnold Toynbee'nin,
gündeme getirdiği konuyu ortaya çıkarmıştı. İslam sahneye yerleşiyordu. Teslim
mi olacaklardı, yoksa sahneden gitmesi için bir şey mi yapacaklardı? Batı, Müslümanlığa
yönelik yeni bir strateji belirlemeliydi. Huntington’a göre, Batı’nın temsil
ettiği değerler dünyanın ortak malı değildi. Batı bu değerleri üretmede tek ve
biricik olduğu gibi, bunlardan yararlanmada da tek hak sahibiydi. Bu
değerlerden yararlanan ötekiler, faturasını ödemek zorundaydı. İslâm dünyası,
Haçlı Batı’ya tüm servet ve kaynaklarını verse de bu olgu ve iddia değişmezdi.
Batı ve “Ötekiler” vardı. Medeniyetler çatışacaktı, Büyük Satranç Tahtaları
oyunda olacaktı...
Amerikan
toplumunu siyasi yönden etkileyen kilit yazarlar Zbigniew Brzezinski, Samuel
Huntington, Francis Fukuyama, Paul Kennedy ve Henry Kissinger aşağı yukarı
böyle düşüneceklerdi. Rüzgâr ekiyorlardı, fırtına biçeceklerdi…
1977′de SEATO
(Güney Doğu Asya Anlaşma Örgütü) dağıtıldı. ABD Vietnam Savaşı'nda SEATO
üyelerinden çok az yardım alabilmişti. Savaşın vahşeti dünyada olumsuz
algılanıyordu. Örgüt çatlamıştı. Sessizce dağıtıldı.
Başkan Carter‘ın
da çabalarıyla Türkiye’ye silah ambargosu 1978 yılında tamamen kaldırıldı. Bundan dört ay önce, komünistler Afganistan'da
iktidarı darbeyle ele geçirmişti. Aynı günlerde Demirperde’den Roma’ya gelen Polonyalı
Karol Wojtyla Papa seçildi. Muhalefetin karşısında tutunamayacağını anlayan Polonyalı
komünistler koruyucuları Sovyetleri yardıma çağırdı, Papa İkinci Jean Paul,
seçilmesinden 8 ay sonra memleketi Polonya’ya gitti ve on yıl sonra Doğu
Bloku’nun ve SSCB’nin çökmesine neden olacak olaylar zincirini başlattı.
Sovyetler
Birliği'nin 1979'da Afganistan'ı
işgali, Batı tarafından Varşova Paktı'nı yıkmak için fırsat olarak
değerlendirilmişti. CIA ile İngiliz MI6 örgütleri Sovyetleri yaptığına pişman
etmekle görevlendirildi. Rus askerlerine direnen yerel Afgan güçleri silâh ve
mühimmatla desteklenirken, Polonya'daki Dayanışma Sendikası'nın bir siyasi güç
haline gelmesi için gizli yardımlar başlatıldı. İşgalci gücün elindeki silâh ve
mühimmat görüntüsü versin diye savunma sanayii uzmanlarının bile “Bu yüzde 100 Rus
yapımı” diyecekleri ustalıkta çakma silâh ve mühimmat Mısır ve Çin'de
üretilerek Afganlara iletildi. Bu arada, Polonya'da sisteme karşı düşünürlerin 'Samizdat'
(yeraltı) eserlerini çoğaltmak için matbaa makinaları ve baskı malzemeleri
gizli yollardan ülkeye sokuldu. Savaşın sonlarına doğru Sovyet askerleri yeni
üretilen MI 24-D helikopterleriyle dağlarda üstünlük kurmaya başlayınca, 'Rus
yapımı' görüntülü kaleşnikoflarla onlara karşı direnilemeyeceğini anlayan Amerikalılar,
Mücahitlere 'Stinger' hava savunma füzeleri verecekti.
Aynı
tarihlerde Çin’de iktidar mücadelesini reformcu Deng Şiaoping kazandı. 1979'da Çin ile ABD arasında resmi
diplomatik ilişkiler kuruldu.
Karşılıklı
hamleler geliyordu…
1979'da İran’da PEHLEVİ
hanedanının sonunu getiren Humeyni ve mollaların İslami Devrimi sonrası İran CENTO
yükümlüklerini reddetti, Pakistan ve Türkiye de çekildi, SEATO gibi CENTO da
dağıldı, ama NATO devam ediyordu. Afganistan’dan sonra İran da ABD’yi üzüyordu.
Ama bu
aylarda Orta Doğu’da sevindirici bir gelişme oldu. Mısır ve İsrail arasında ABD
başkanı Carter gözetiminde 12 gün süren gizli pazarlık sonuçlandı. Enver Sedat
ve Menahem Begin arasında Camp David Antlaşması
imzalandı. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ''mekik diplomasisi'' işe
yaramıştı. İsrail Sina Yarımadası'ndan çekiliyor, İlk kez bir Arap ülkesi, Mısır
İsrail'i resmen tanıyor ve ABD'ye yakınlaşıyordu. ABD, Mısır'a para desteği sağlayacaktı.
Diğer Arap ülkeleri de SSCB'ye yakınlaşacaktı.
Nixon ve Ford
yönetimleri sırasında Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yapan
ve Amerikan dış politikasını adeta tek başına yöneten Kissinger kimdi?
Alman Yahudi’siydi
ve buna son derece önem veriyordu. Dışişleri Bakanı olduğu sıralarda, İsrail'e
verdiği çarpıcı destekle bunu ortaya koymuştu. Noam Chomsky, Kissinger'ı
"Amerikan dış politikasını 'Büyük İsrail' hedefine endekslemiş kişi"
olarak tanımlıyor. Dışişleri'ndeki görevi sona erdikten sonra önemli lobi ve
think-tank'lerdeki etkisi bitmemişti. Kissinger Associates adlı lobi şirketi
ile belirleyici bir rol oynamıştı. Amerika'daki Yahudi finans çevreleriyle
dikkat çekici bir yakınlığı vardı. Amerika'daki Yahudi lobisinin en önemli
isimlerinden biriydi.
1980'lere girerken ABD
ve Batı'nın optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlarla internet
kültürünü yaymayı hızlandırdığı Dünya İletişim Devrimi’nin başladığını
görüyoruz. Batı’da muhafazakârlık da yeniden yükselişe geçiyordu. Ekonomi piyasanın
“gizli eline” bırakılıyordu. Zenginlerin iktidarı doğaldı ve mükemmeldi,
eşitsizlik gerekliydi. Sınıf mücadelesi siyasetin merkezinden kovuluyordu. Onun yerine dini
temeldeki uygarlıklar çatışması ve etnik milliyetçilik geçiyordu.
1980 yılı
Türkiye için özel bir yıldı. 12 Eylül
darbesi ile Yeşil Kuşak’ta yer alan Türk İslam sentezi ve yeniden
Osmanlılaştırma hareketleniyordu. Göstermelik ABD patentli Atatürkçülük
başlatıldı. CIA’nın Türkiye şefi Paul Henze 12 Eylül darbesini Başkan Carter’a
“bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti. 1977 yılında Ankara’dan ayrılarak Beyaz Saray’da başkana
danışmanlık yapmakla görevli Ulusal Güvenlik Konseyi’nde CIA temsilcisi olarak 1980 yılına kadar görev yapmıştı.
Şöyle diyordu: Atatürk İlkeleri Yeni Dünya Düzeni ile ölmüştür. İran ve Arap
parasıyla desteklenen dincilik Türkiye için ciddi bir tehlike değildir. Nurcular
ilericidir. Nakşibendiler gerici değildir. Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni
içindeki yeri ILIMLI İSLAM’dır. Kemalizm terk edilmelidir. CIA Ortadoğu şefi Graham
Fuller de, Fethullah Gülen'e sahip çıkıyordu. Kemalizm’e son verilmeli, Osmanlı
ile övünülmeliydi. Radikal İslam’ın Orta Doğu’yu ele geçirmesine engel olmak
için devletler İslamcı yapılıyordu. İslamcılar Sovyet yanlısı olamaz, ama ABD karşıtı
olabilirdi. Erbakan ve arkadaşları gibi…
Yeni Dünya
Düzeni içindeki Orta Doğu Birleşik Devletleri’nde Kürdistan da kurulacaktı.
Ulus devletler Avrupa’da yaşanan şiddetten doğmuştu, ama kendileri de şiddet
yayıyordu. Yavaş yavaş aşınıyordu, yok olmaya mahkûmdu. Çare federal devletler
içinde özerk bölgeler oluşturmaktı. Cengiz Çandar’ın “Orta Doğu Çıkmazı” kitabı
Siyonistlerin Osmanlıcılığını işliyordu. Hilafetçi Marksizm ve Türk İslam
Sentezi gibiydi. Orta Doğu ülkeleri etnik ve dini yönden parçalanacaktı. Irak
üçe, Lübnan beşe, Suriye dörde bölünecekti. Bu Siyonist plan 2003’te Irak’tan başlayarak ABD
tarafından yürürlüğe konacaktı.
Cumhuriyetçi
Parti’den Ronald Reagan (20 Ocak 1981-20
Ocak 1989) dönemine bakıyorum.
Reagan
yumuşamayı kabul etmiyordu. Sovyetler kötü bir imparatorluktu, güçlü bir askeri
duruşla üzerine gidilmeliydi. 1983'te Stratejik
Savunma Girişimi, yani Yıldız Savaşları projesini başlatarak dünya siyasetini
etkilemeye başladı. Bu proje, SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerini uzaydan
kontrol edilen uydulardan gönderilen lazer ışınları ile Amerikan topraklarına
ulaşmadan yok etmesi üzerine kuruluydu. 1980'lerde
ekonomisi çökmeye başlayan SSCB'nin kaldıramayacağı kadar büyük bir yük getirdiğinden
SSCB bu tasarıya bir karşılık veremeyecekti. İki süper gücün birbirini yok etme
yeteneğine dayanan "dehşet dengesi" bozulacaktı. Ayrıca, bu girişim 1972 yılında imzalanan Anti-Balistik
Füzeler (ABM) anlaşmasına da aykırı idi. SSCB'yi benzeri bir girişime
zorlayarak SSCB'nin dağılmasını hızlandırmak amacını da taşıyordu.
Reagan’ın
Yıldız Savaşları projesine Gorbaçov yanıt verdi vermesine, ama farklı şekilde. Sovyet
komünist sisteminin durduğunu ilan ederek…
O zamanlar NATO
Savunma Koleji’ndeydim. Sovyetler Birliğinde halk ayaklanmalarını
tartıştığımızı hatırlıyorum. Ben bunun olmayacağını savunuyordum. Sonraları
anladım ki, Gorbaçov da o zamanlar bu olasılıktan korkuyormuş.
Aslında, 1924-1953 arasındaki 30 yıllık zorba Stalin rejimi herşeyi mahvetmişti.
Ondan sonra geçen ikinci 30 yıl ise yaraları sarmaya çalışmış, ancak hastalığı
tedavi edememişti. Sovyetler'in gücü kalmamıştı. “Hasta Adam” dedikleri
Osmanlı’nın durumuna düşmüşlerdi. Ülkenin içindeki yangını görmeyen, ama
yurtdışında serüven peşinde koşan son Çar’a benziyorlardı. Gorbaçov “kral
çıplak” diyordu, "Eğer glasnost ve perestroyka yoluna gidilmeyecek olursa,
Sovyet rejimi ve Rusya ayakta kalamayacak" diye uyarıyordu. Kızılordu ve
KGB bu atılımı destekledi. Sovyetlerin bu malî güçle ABD'yle rekabet
edemeyeceğinin farkındaydılar. Birinci sınıf bir ordu, ikinci sınıf bir toplum
ve üçüncü sınıf bir ekonomi nasıl yürüyecekti? KGB, “Köklü reformlar
yapılmadığı takdirde Sovyetler trajik bir yenilgiye uğrayacak” diyordu.
Toplumsal, siyasi ve ekonomik reformlar ile nükleer silahların kontrolü,
bölgesel politikalar ve Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkileri öne çıkararak
harekete geçiyordu.
ABD’de
Irangate skandalı 1986’ya
damgasını vurdu. ABD tüm dünyayı İran’a ambargoya çağırırken, “Lübnan’da rehin
tutulan vatandaşlarına karşılık” diyerek İran’a silah satıyor, parayı da Nikaragua’daki
anti-komünist Contra gerillalarına aktarıyordu. Ancak ABD İran’la doğrudan
temas halinde değildi, arada İsrail adına David Kimsche vardı.
1987 sonunda ABD
ve SSCB arasında Orta Menzili Nükleer Silahları Sınırlandırma Antlaşması (INF) imzalandı.
İki ülkenin menzilli 500 ile 5.499 km arasında olan nükleer füzeleri
yasaklanıyordu, Avrupa'da bunların tümü ortadan kaldırılacaktı. Nükleer ve
stratejik silahların azaltılması ile ilgili ilk görüşme 1969′da yapılmıştı. SALT I Antlaşması, 1972′deydi. Savunma amaçlı füzeler sınırlandırılıyordu. Bu
antlaşmadan sonra 1979′daki SALT
II Antlaşması uzun menzilli nükleer silahların sınırlandırılmasını öngörüyordu.
Ancak aynı yıl SSCB’nin Afganistan’ı işgale başlamasına bağlı olarak, ABD
Kongresi onayını alınamadığı için sonuçsuz kalmıştı.
1988’de Irak Halepçe
katliamı yaşandı. İran-Irak savaşı başladığında Reagan ABD desteğini iletmek
üzere Donald Rumsfeld ve özel bir CIA ekibini Bağdat'a gönderdi. Ticaret
Komitesi'nin izniyle Amerikan şirketleri Saddam Hüseyin’e şarbon ve böcek
ilaçları göndermişti. Saddam bunları Halepçe'de kullandı, İran askerlerinin
yanında, çoğu kadın ve çocuk, 6.357 Kürt öldürüldü. Kürtlerin ABD'den yediği ağır
darbelerden biriydi.
Aynı yıl
SSCB için önemli değişiklikler getirdi. Sekiz yıllık savaştan sonra Afganistan’dan
çekilmek zorunda kalan Komünist Parti, Gorbaçov'un Perestroyka politikasını onayladı
Ekonomi çökme noktasına gelmiş, büyük zorluklarla karşılaşılmış, eşgüdüm
sağlanamamıştı. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükleri temel alan Glasnost
politikasında da büyük zorluklarla karşılaşılmıştı. Glasnost ABD'nin tüm
olanakları ile tetiklemesiyle kontrolden çıkmış ve patlama noktasına varmıştı.
Ulusal güvenliği yok edecek bir aşamaya gelmişti.
Cumhuriyetçi
Başkan George Bush (20 Ocak 1989-20
Ocak 1993) dönemine geliyorum…
Vergileri
azaltma projesi ticaret ve bütçe açıklarına neden olmuştu. ABD tarihinde ilk
kez borçlu ülke durumuna düşüyordu. Klasik ve nükleer askeri güç azaltılmaya
başladı. 1989 tarihi bir dönüm noktasıydı. SSCB pes etmişti. 9
Kasım’da Berlin Duvarı yıkıldı, Soğuk Savaş’ın sonuna gelinmişti. Varşova Paktı’nın
da sonuydu.
Soğuk Savaş
tarihine kısa bir bakış atabilirim…
1947-1974 kapitalizmin altın çağıydı. ABD,
küresel istikrarı sağlamak, hegemonyasını dayatabilmek ve ekonomik gelişmeyi
garantiye almak için NATO, BM ve AB’yi kurdu, Avrupa’ya ve Japonya’ya yardımlar
yaptı. Sovyetlerin etrafını çevirdi. 1974-1989 arası kapitalizmin kârlılığı sona
erdi. Soğuk savaşta yeni bir döneme girildi. Vietnam Savaşı ve OPEC krizi
itibarını sarsınca ABD, çöküntüyü ve gerileyişi tersine çevirmeye çalıştı. 80’lerle birlikte Altın Çağ sona
eriyordu. Refah devletinin, kapitalizm üzerinde oluşturduğu baskıya karşı yeni
muhafazakârlık yükselişe geçiyordu. Bu mücadeleyi besleyen temel güç, iki
silahlı kampın birbirleri karşısında duydukları korkuydu. İki taraf da bunu kendi
amaçları için kullanıyordu.
Soğuk Savaş
desteklenebilir miydi?
Caydırıcılığı
istikrarsızdı ve nükleer eşitliğin sağlanması giderek daha masraflı oluyordu.
Silahlanma yarışı yoluyla teknolojik avantaj peşinde koşan süper güçler
arasındaki yoğun rekabet dönemini yumuşama dönemi izliyordu. Başlıca nükleer
devletler egemenlikten vazgeçmişlerdi.
Aslında
Soğuk Savaş, SSCB ve ABD ekonomilerini yapısal krizlere sürükleyerek sona
ermişti. Sovyetleri biliyorum. 1960’lardan
itibaren, teknolojik-ekonomik olarak çok gerisinde olduğu, kapitalist sistemle
baş edememişti. Kalkınamayan sosyalist ülkelere yardımlar devam etmişti. Ve
özellikle Afganistan Savaşı’nın harcamaları çok ağırdı.
Peki, galip
geldiğini bildiğimiz ABD neden zayıflamıştı?
Birincisi,
finanse ettiği Avrupa ve Japonya’yla rekabet edemez hale gelmişti. İkincisi
sosyal devlet ve savaş harcamaları açık verilerek finanse edilmişti. Ve
üçüncüsü, dolar zayıflamıştı.
Bir başka
açıdan, ABD-Sovyet çekişmesi Avrupa'nın küresel İmparatorluğunun mirası için
bir çatışmaydı. İşin gerçeği, Soğuk Savaş’ta Batılı ekonomik, askeri, siyasal
ve toplumsal sistemler üstünlüğünü kanıtlamıştı. Özetle kapitalizm ya da liberal
demokrasi galip gelmişti. Artık hiçbir sistem liberal demokrasiye karşı
direnemeyecekti. Marksist Leninist ideolojinin ve sistemin işi bitmişti. “Tarihin sonundan” söz ediliyordu. Dünya
muzaffer Batı’nın kalıbına uyacaktı…
1989’da
Asya’da iki önemli gelişme oldu. İran dini lideri Humeyni öldü. Reformcular
hareketlenmeye başlıyordu. Çin'de yaşanan sıkıntılar politik gelişmelere
yansıyordu. Komünist Parti’nin ve Kızıl Muhafızların siyasi denetiminde azalma
olmamasına ilk tepki Tiananmen Meydanı’nda toplanan üniversite öğrencilerinden
geldi. Tanklar kullanıldı, yüzlerce insan öldü ve yaralandı.
Yılsonunda ABD
yozlaşmış lider General Ortega’yı devirmek üzere Panama'yı işgal etti.
1990'lara bakıyorum…
Batı’da Yeni Muhafazakârlığın (Neo-Con)
yükselişi dikkat çekiyordu. İktisadi bakımdan aşırı liberal bir program ile
ideolojik olarak muhafazakâr, gerici anlayışın bir siyasi ifadesiydi. Yeni emperyalizmin
ihtiyaçlarına bir yanıttı. Bush ekibinin en belirgin özelliği Yahudi
köktenciliği ile yeni muhafazakâr geleneği birleştirmesiydi. Sovyet sisteminin
dağılmasından sonra Batı ‘Sanayi Çağı’nı geride bırakmıştı ve ‘Bilgi Çağı’nda
post modern topluma geçiyordu.
1990’lar bölgemizde
nasıldı?
Soğuk
Savaş’ın sonunda Orta Asya Cumhuriyetleri’nde CIA destekli Fethullah Gülen’in
okulları açılıyordu. Aytunç Altındal Osmanlı sekülarizmini ve hilafete dönüşü,
Yeşil Kuşak ve Hilafetçi Marksizm’i işliyordu. Abdurrahman Dilipak” İnanç
Federasyonu”, Mehmet Altan” II. Cumhuriyet”, Ali Bulaç “Medine vesikası ve çok
hukukluluk” temalarını ele alıyordu. Müslümanların, Yahudilerin ve Müşriklerin
katıldığı İlk İslam Devletinin Anayasası örnek olabilirdi.
1990 Türkiye’de seri
cinayetlere tanık oluyordu. Türk Ceza Kanununun Türkiye'de din devleti
kurulmasını suç sayan 163. maddesinin kaldırılmasına karşı çıkan Atatürkçü aydınlar
öldürülüyordu: Prof. Dr. Muammer AKSOY, Çetin Emeç, Turan Dursun, Prof. Dr. Bahriye
Üçok.
Aynı yıl
Irak Kuveyt'i 4 saatte işgal etti. Saddam Kuveyt'in bol petrol üretip fiyatları
düşürmesini gerekçe gösterdi ve Kuveyt’i Irak'ın ili ilan etti. Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın Türkiye'yi plansız, hazırlıksız ve donanımsız olarak Irak topraklarına,
Irak Savaşı’na ABD önderliğindeki saflarda dahil etme kararını engellemenin tek
yolunu istifa etmekte görmüştü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay.
İstifayı kabul eden Özal’ın arkasında ABD vardı. ABD ve müttefik güçlerin Birinci
Körfez Savaşında yenilen Irak Kuveyt'ten çekilmeyi kabul etti, BM Güvenlik
Konseyi müttefiklerin Irak’ta Kürtlere
güvenlikli bölge kurmasına karar verdi.
Avrupa’da da
tarihi bir olay gerçekleşti. Doğu ve Batı Almanya birleşti. ABD, İngiltere, Fransa
ve SSCB ile Doğu ve Batı Almanya arasında Berlin′de "4+2 Toplantısı"
yapıldı. SSCB ilke olarak iki Almanya′nın birleşmesini kabul etti.
Önemli bir
hamle daha vardı. NATO ve Varşova Paktı ülkeleri Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler
Antlaşması’nı (AKKA) imzaladı. Atlas Okyanusu’ndan Ural Dağları’na kadar ülke
grupları için belirlenen azamî silah miktarları herhangi bir bölgede
istikrarsızlık yaratmayacak şekilde belirleniyordu.
Demokrat
Başkan Bill Clinton’un (20 Ocak 1993-20
Ocak 2001) sekiz yıllık iktidar
döneminde, ABD tüm tarihinin en barışçı ve en parlak ekonomik dönemlerinden
birini yaşadı. Roosevelt’ten bu yana ilk defa bir demokrat parti adayı ikinci
kez başkan seçildi. Tarihin en düşük işsizlik, 30 yılın en az enflasyonu,
halkın en fazla ev sahibi olduğu, suç oranının en fazla düştüğü ve insanların
ekonomik olarak en güçlü olduğu dönemlerden birine imzasını attı. Uzun
yıllardır ilk defa bütçe denklendi ve hatta bütçe fazlası yaşandı. 1998’de Monica Lewinsky skandalı
patlayınca Kongre’nin suçlaması Senato’da aklandı, ama Clinton’un itibarı
sarsıldı.
ABD’nin Gülen Cemaati’ne ilgisi bu yıllarda artıyor. 1997’de Gülen Cemaati’nin
tüm medya yöneticileri ABD’ye
gidiyor. Cemaat şakirtlerinin bolca bulunduğu Boston’daki Emerson
College’de radyoculuk, televizyonculuk okuyorlar. Fethullah Gülen 1999’da sağlık sorunları nedeniyle
ABD'ye gidiyor. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete Yüksel’in Gülen
hakkında soruşturma açtığı haberleri duyuluyor. Ecevit Gülen'e, "Sağlığın
için Amerika'ya git " diyor. Sempatisi vardır.
Cumhuriyetçi
oğul George W. Bush’un (20 Ocak 2001-20 Ocak 2009) sekiz yıllık döneminde sıra…
Başkan Bush,
göreve başlar başlamaz, 2001
Mart ayında, karbon
dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın
salımını azaltmayı amaçlayan Kyoto protokolünü reddetti. Uygulama ABD
ekonomisine ağır hasar verecekti.
11 Eylül 2001 tarihi ABD ve dünya yakın
tarihinde önemli bir kilometre taşı...
El-Kaide
tarafından kaçırılan uçaklar ABD’de iki hedefe intihar saldırısı düzenledi. 19 hava korsanı
dahil 2.996 kişi öldü, 10 milyar $ maddi hasar meydana geldi. Olay sonrasında
ABD tarafından “Terörizmle Savaş” başlatıldı. Bir süre sonra, bin
Ladin'in yaşadığı ve Taliban'ın koruması altında El-Kaide'nin etkin olarak faaliyet
gösterdiği Afganistan'a
karşı, birçok ülkenin de desteklediği savaşa girişildi. 1980’lerde Ruslarla savaşta kullanılan
dağlardaki mağaralarda ele geçen Taliban ve El Kaide savaşçıları Küba’daki Guantanamo üssüne
götürüldüler.
El Kaide'nin
amacı neydi?
ABD’nin
zayıflığını gözler önüne serecek ve El Kaide'nin gücünü ortaya koyacaktı. Mısır,
Suudi Arabistan, Pakistan ve Endonezya gibi İslam ülkelerini ve Sovyetler
Birliği'nden kopan Müslüman ülkeler Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan
ve Kazakistan’ı yanına alacaktı.
11 Eylül
saldırıları ile küresel işgali haklı kılan savaş çetesine karşı Amerika'daki
bazı kurumlar ve guruplar yoğun bir mücadeleye başladı. CIA ve Dışişleri
Bakanlığı içindeki belli bir grup Türkiye konularında, demokrasi ve insan
hakları temelli bir politikayı dayatarak amaca ulaşmak istiyordu. Yani
"daha az dövecek ama daha fazla sömürecekti. Diğer grup; Bush yönetimi ve
amaca daha sert yöntemler ile gidilebileceğini iddia eden Muhafazakâr Musevi lobisi,
‘neocon’lardı. Irkçılık yanlısı, İslam düşmanı, ötekinin hakkını reddeden Pentagon
merkezli guruptu. İki gurup ta oryantalist, yani emperyalist bir bakışa sahipti.
2001’deki İkiz
Kuleler ve Pentagon saldırısı 1933'teki
Reichstag, Alman parlamento binası, yangınını anımsatıyordu. Yangın Hitler'in
önlenemeyen yükselişi için çok ustaca kullanılmış, Alman kapitalizminin faşizme
dönüşmesinde dönüm noktası olmuştu. İkiz Kuleler ve Pentagon saldırısı da
küresel bir işlev gördü: Bu olaydan sonra, küresel kapitalizm küresel faşizme
dönüşecekti.
Başkan Bush
sertleşiyordu. Ulusal füze savunma kalkanı projesine engel olan Anti Balistik
Füze (ABM) anlaşmasından çekileceğini bildirdi. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld,
Rusya ve ABD'nin, ABM gibi caydırıcı nükleer anlaşmalara daha fazla ihtiyaç
duymadığını söyledi. Kuzey Kore, İran, Irak gibi ülkelerden gelecek balistik
füzelere karşı korunmasız kalacaklardı. 2002
Haziran’da ABD ABM anlaşmasını resmen sona erdirdi. Rusya da yanıt verdi. 1993’te imzalanan çok başlıklı
füzelerle ilgili Start II anlaşmasını yok sayıyordu. Diğer yandan, Bush ve Vladimir
V. Putin Mayıs’ta imzaladıkları anlaşmayla nükleer başlık sayılarını 1.750 ila
2.200 arasında sınırlamayı kabul etmişlerdi. Bu Start II anlaşmasının da
altında bir rakamdı. İşin arka planında Rusların yeni çok başlıklı Topol-M
füzeleri vardı. ABD savunmasını geçebilirdi ve daha ucuza geliyordu.
Kasım 2002’de Birleşmiş Milletler’in 30
silah denetçisi, dört yıl aradan sonra Irak’taydı. Kitle imha silahlarını
arayacaklardı. ABD’nin gazabında kurtulabilecekler miydi? Orta Doğu’da ve Orta
Asya’da istikrarı sağlayabilecek tek küresel güç Amerika Birleşik
Devletleri'ydi. Batı yarımkürede ABD’ye tehdit olabilecek her gücün ortadan
kaldırılması gerekiyordu.
Aynı
günlerde Türkiye’de Erken Genel Seçimler yapıldı. İslam tarihinde ilk kez İslamcı
bir parti serbest seçimleri kazandı AKP aslında bir ABD projesiydi. Tıpkı 28 Şubat
gibi. 1996’da ABD Ankara
Büyükelçisi Abromowitz Recep Tayyip Erdoğan’ı geleceğin başbakanı olarak
hazırlamıştı. Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni içindeki yeri ILIMLI İSLAM’dı. Kemalizm
terk edilmeliydi. 28 Şubat Fazilet Partisi’ni bölüp AKP’yi yaratacaktı. Kemal
Derviş Türkiye’ye gönderilmişti, DSP, ANAP; MHP koalisyonundan azami fayda
sağlandıktan, acı reçeteler hayata geçirilip, üst üste iki kriz yaratıldıktan
sonra “en olmayacak zamanda” seçime gidilmişti. Hepsi “aynı projenin” ayakları
idi. İrticaya karşı tavır alan ve bu nedenle 28 Şubatı destekleyenlerin yanı
sıra, yeni ABD projesine hizmet edenler maskelerini çok sonraları atacaktı.
ABD NATO’yu
da harekete geçirdi. 11 Eylül saldırıları, tarihinde ilk kez Kuzey Atlantik
Antlaşması'nın 5. maddesinin uygulanmasına neden oldu. Bir üyeye yapılan
saldırı tüm üyelere yapılmış sayılmaktaydı. Teröristlerin veya kitle imha
silahlarının dolaşımını engellenecekti, gemi trafiğinin güvenliği
arttırılacaktı. NATO, 2003'te 42
ülkenin askerlerinden oluşan Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Destek
Gücü'nün (ISAF) komutasını aldı. Tarihinde ilk kez Kuzey Atlantik bölgesi
dışında bir görevin komutasını alıyordu.
Aynı
tarihlerde, Noam Chomsky Federal Orta Doğu’yu destekliyordu. Millet sistemi
gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun güzel yanları örnek alınabilirdi. AB’ye göre, Kemalizm
Türkiye’nin önünü tıkıyordu. AKP liderlerinden Abdullah Gül “Türkiye Anadolu’ya
hapsedilemez” diyordu.
Dönemin ABD
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice (Chevron Petrol Şirketi Yöneticisiydi,
Şirket, en büyük tankerine onun adını vermişti) Washington Post gazetesindeki
makalesinde; “Büyük Ortadoğu Projesi ile Türkiye dahil 22 ülkenin sınırlarını
değiştireceğiz” dedi.
1 Mart 2003'te Türkiye-ABD ilişkileri ciddi
anlamda sarsıldı. ABD'nin Irak'ı işgalinin öncesinde, tüm plan ve
hazırlıklarını bu doğrultuda yapmışken, TBMM'nin Amerikan askerlerinin Türkiye
topraklarından geçmesini öneren tezkereyi reddetmesiyle yaşandı. ABD tarafında
büyük bir şok vardı.
İkinci ABD-Irak
Savaşı 20 Mart’ta başladı. Bu kez çok uluslu güç devredeydi. 38 ülkeden 300,000
asker harekâta katıldı. 250.000 asker Amerikalıydı. "Korku ve Dehşet"
operasyonunda Basra'ya çıkan birlikler 9 Nisan 2003’te Bağdat'a girdi. 20 Mayıs 2003'te Bush tüm dünyaya "Irak'ta savaşın resmen bittiğini
ilan etti.
Sıra
Türkiye’ye ders vermeye gelmişti. ABD Milli Günü 4 Temmuz’da, Irak Süleymaniye’de
Çuval Olayı ile Türkiye’nin kulağı çekilmeye başlıyordu. Türk Silahlı
Kuvvetleri’ni bitirme amaçlı psikolojik operasyonda, 100 kişilik bir ABD
Birliği Talabani Pesmergelerinin de katılımıyla Türk Özel Tim Bürosu’nu
basarak, 3 subay ve 8 astsubayı gözaltına aldı, Bağdat’a götürdü. Başlarına
Çuval geçirilen, tokatlanan ve hakarete uğrayan 11 asker 57 saat sonra serbest
bırakıldı.
CIA
yönetiminde Irak’ta 300 milyon dolar harcanarak yapılan kitle imha silahları
aramasında bir sonuç çıkmadı. İddialar gerçek değildi. Ama 2003 sonuna doğru iyi haber geldi, Saddam
yakalanmıştı. Üç yıl sonra idam edildi.
Federal
Reserve güdümlü ABD’den Türkiye’ye ders devam ediyordu. Atatürk’ün mirasının
büyük bölümü kaybedilmek riski altındaydı. Eski Osmanlı haşmetinden geri kalan
bir şey yoktu. Türkiye kolayca ikinci sınıf ülkelerin arasında yer alabilirdi.
Dar kafalıydı, paranoyaktı, marjinaldi, bu yüzden ABD ile dostluğu bitmişti. Avrupa’da
sevilmeyen bir ülkeydi. Avrupa’nın yeniden hasta adamıydı. Türkiye 1950’den sonra “Ilımlı İslam’a geç,
Osmanlı’ya dön, İslam ülkelerinin önderi ol, Birleşik Orta Doğu Federasyonu
kur, Osmanlı millet düzenine geç, Osmanlı eyalet sistemine dön, Türk-Kürt
Federasyonu’nu kur, Türk-Yunan Federasyonu’nu kur, İstanbul merkezli Yakın Doğu
Federasyonu’nu gerçekleştir” nasihatlerini dikkate almamıştı.
Kasım 2006’da, Neocon’ların önemli ismi
Savunma Bakanı Donald Rumsfeld istifa etti. Yerine CIA Direktörü Robert Gates
atandı. 2006 ara seçimleri
kamuoyunda ABD'nin Irak siyasetinin referandumu olarak algılandı. Cumhuriyetçi
Parti'nin bu seçimlerde ağır bir yenilgiye uğraması üzerine Rumsfeld
günah keçisi olmuştu.
ABD Ankara
Büyükelçisi Ross Wilson, 5 Mayıs
2007’de Amerika'ya bir kripto geçti:
'Erdoğan ile Büyükanıt anlaştı; Ergenekon
operasyonu başlayabilir.' Altı ay sonra,
ABD'deki buluşmada Erdoğan Bush'tan Ergenekon
düğmesine basma işaretini aldı. Türk Ordusu'na saldırıda Emniyet içindeki Fethullahçı
ekibe yardımcı olacak 35 üst düzey CIA-Pentagon yetkilisi Ankara'ya geldi, Kara
Kuvvetleri Komutanlığı binasına çok yakın eski ABD Jusmmat binasında yerleşen
Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) ile irtibatlı çalışmaya başladı. Sonra Yıldız
Bürosu'na taşındılar. Ekiplerin ortak
çalışmaları sonuç verdi. 1 Temmuz 2008
ABD’nin Türkiye’ye darbelerinin somutlaştığı başka bir tarih oldu. Ergenekon soruşturması kapsamında
emekli Orgeneraller, Hurşit
TOLON ve Şener ERUYGUR, Ankara
Ticaret Odası Başkanı Sinan
Aygün ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay gözaltına alındı.
Eylül 2008’de ABD büyük bir kriz yaşıyordu. ABD'nin en güçlü finans kuruluşlarından Lehman Brothers iflasını istedi. Yani
batıyordu. 158 yıllık şirket yüz milyarlarca dolara hükmediyordu. Bank of
America Merill
Linch’i 50 milyar dolara satın aldı, batmaktan kurtardı. Bunlar, dünya
ekonomilerine yön veren, gelişmekte olan ülkeleri ip üzerinde oynatan şirketlerdi.
Bankalara el koymayı, iflasları ABD kaldıramayacak gibiydi. ABD, Avrupa ve G-7 ülkeleri merkez bankalarının çöküşü engellemek için aktardığı yüz
milyarlarca dolar yetmeyecekti. Bütçe açığını kapatmak için yüz milyarlarca
dolara, ekonomisini ayağa kaldırmak için trilyonlarca dolara ihtiyaç duyan,
kaynak ve fonlar için savaşlar, işgaller planlayan bir ülke ne hallerdeydi.
Ekonomisini dengede tutmak için yıllardır dünyadan çektiği devasa fonlar artık
başka adreslere gidiyordu. Asya ve petrol bölgelerinden akan dolarlar yeterince
gelmiyordu, ABD devasa dış borcunu
karşılayabilecek miydi? Bush yönetiminin yanlış uygulamalarının ABD'ye
maliyeti 3 trilyon dolar olmuştu. Emlak piyasasındaki krizin ardından gelen
krizin ABD'ye ve dünyaya maliyeti de 8 trilyon dolar olmuştu.
Çare
bulundu. Kapitalizmin kurucusu ABD 12 trilyon $’lık dünya tarihinin en büyük
devletleştirmesini yaptı. Mortgage, taksitli ev alma kampanyaları yapan iki banka
battığı için devlet el koydu! Yıllarca dünyaya “Özelleştirin, devletin elinde
bir şey kalmasın, devlet ayakkabıcılık yapmaz” dedi. Ona inananlar ellerinde ne
varsa babalar gibi sattı...
4 Kasım 2008 ABD tarihinde ilk defa siyahi bir
aday Demokrat Barack Obama (20 Ocak 2009-
20 Ocak 2017) 44’üncü başkan seçildi.
Cumhuriyetçiler
cezalıydı…
Bush görevi
devrederken, ABD ekonomisi baştan iyi gitmesine rağmen, son yıllarda 80 yılın
en kötü krizini yaşıyordu. Irak’taki terörle savaş yanlış istihbarata
dayanmıştı. ABD’nin dünyadaki inandırıcılığı zedelenmişti. Amerikan kamuoyu
seçimlerde cumhuriyetçileri cezalandırmıştı. Afganistan’da Osama bin Laden
yakalanamamıştı. İyi haber, köktenci İslamcılıkla savaşta ABD topraklarında 11
Eylül’den sonra bir terör yaşanmamıştı.
1,4 trilyon
dolarlık 2009 bütçe açığı
ABD’nin son 60 yıldaki rekoru oldu. GSYİH’nın
yüzde 11’i kadardı. Kamunun toplam borcu, 2008’de 5,8 trilyon dolardı. Dünyada değer değişim piyasasında 120
trilyon $ dolaşmaktaydı. ABD’nin gayri safi milli hâsılasının sekiz katı fazladan para
pompalamıştı. % 70’i sanal paraydı.
2010’da ABD
2.000'den fazla, Rusya 3.000 kadar nükleer silaha sahipti. Stratejik nükleer
savaş başlıklarını yüzde 25 ila 30 arasında azaltacak şekilde anlaştılar.
Irak'taki
son muharip ABD tugayı sorumluluğu Irak güvenlik güçlerine terk ederek ülkeden
ayrıldı, Irak askerini ve polisini eğitecek 6 Tavsiye ve Yardım Tugayı kaldı.
Savaş bütçesinden kısmak için Irak ve Afganistan’dan çekilme gündeme geldi. Obama,
seçim kampanyasında söz verdiği gibi Irak’tan belirtilen tarihte ABD
askerlerini çekti. Ancak, ABD’ye her ay 6,7 milyar $’dan fazlasına mal olan Afganistan
savaşına 40 bin asker daha gönderme planını onayladı.
2011’de Orta Doğu
ve Kuzey Afrika’da patlak veren Arap Baharları yaşandı. Tunus’ta diktatör Zeynel
Abidin Bin Ali 23 yıl sonra devrildi. Mısır'da Mübarek istifa etti, yönetim orduya
geçti. ABD önderliğindeki, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada
koalisyonu, Libya'ya havadan ve denizden büyük bir askeri operasyon başlattı.
Muhalifler başkent Trablus’a girdi, Kaddafi öldürüldü, 42 yıllık dikta rejimi
bitti. Sıra Suriye’deydi. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı İsrail dostu Yahudi
asıllı Jeffrey Feltman ile Bush ailesinin 25 yıllık dostu Suudi Arabistan
Washington Büyükelçisi Bender Bin Sultan ortaklığında hazırlanan “Feltman-Bender
Planı” devreye sokuldu ve iç savaş başlatıldı. Beşar Esad yönetimi Rusya ve İran'dan
askeri ve parasal destek alırken, muhalifler Katar, Suudi Arabistan ve
Türkiye’den militan ve silah desteği aldı. Ama tüm operasyonu perde arkasından
yöneten ABD ve İsrail idi. Geri planda kalmayı tercih eden ABD, en uygun aday
olarak İslamcı partilerde saygın olan Erdoğan’ı seçti. Erdoğan, aralarındaki dostluğa
güvenerek Esad’ı 72 saatte ikna edebilecekti. Esad Erdoğan’a ABD’nin istediği reformlar konusunda söz verdi, ancak
sözünü tutmadı. Erdoğan mahcup
olup, öfkelendi. Türkiye katı tavır izlemeye başladı. Bir zamanlar Esad’ın en yakın müttefiki olan Erdoğan, şimdi en keskin düşmanıydı.
2011 sonunda
ABD'nin net borcu 14 trilyon 785 milyar $‘a yükseldi.
2012 Haziran’da Türkiye’nin
“Diyalog Ortağı Statüsü” için Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) başvurusu, ŞİÖ Devlet Bakanları
Zirvesi’nde onaylandı. ABD Türk dış politikasından memnun olmadığını açıkladı.
ABD “Büyük Kürdistan”ı kurmak için düğmeye basmıştı. Suriye’deki terörün başına
Kürt kökenli biri getirildi. Suriye’nin Akdeniz’e kadar Türkiye ile sınırını
oluşturan kuzey şeridinin, Kuzey Irak’taki Barzani devletine bağlanması planlanıyordu. Türkiye’deki “Yeni
Anayasa”, PKK ile ana dilde eğitim ve silah bırakma pazarlıkları, başkanlık
sistemi, eyalet modeli gibi tartışmalar, aslında ABD dayatması olan Öcalan’ın “demokratik özerklik” talebinin hayata geçirilmekte
olduğunu gösteriyordu.
2013 sonunda Kılıçdaroğlu’nun
Washington’da ağırlanmasından sonra ABD’nin Erdoğan’a alternatif arayışı başladı. Gülen Cemaati ABD izniyle Erdoğan’a meydan okuyacaktı. AKP’yle
Cemaat arasındaki gayri resmi koalisyon resmen bitiyordu. 17 Aralık’ta AKP’ye “yolsuzluk
ve rüşvet operasyonu” başladı. Neoconlar, İsrail ve Cemaat İran’la para transferinin
durdurulmasını istedi. Obama’nın AKP ve Müslüman Kardeşler aracılığıyla Ortadoğu’da
Şii eksenine karşı bir Sünni ekseni yaratma projesinin çökmesi ve Ruhani
iktidarını fırsat bilerek Türkiye’nin İran’la yakınlaşmasını sindiremeyen Neoconlar
ve İsrail sorumlu olarak Erdoğan-Davutoğlu-Fidan troykasını görüyordu. Obama’nın
Erdoğan’la telefon görüşmesinde
çekilip dünyaya servis edilen beyzbol sopalı fotoğrafı canlanıyordu.
2014’te, ABD Hazine Bakanlığı, Türkiye'nin
aralarında bulunduğu bir dizi ülkedeki şirket ve kişileri, İran'a yaptırımları
deldikleri gerekçesiyle kara listeye aldı. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ricciardone
“Türkiye ile Suriye konusunda anlaşamadık. Türkiye, terör listesine aldığımız El
Kaide ile uzantıları El Nusra ve Ahrar el Şam gruplarına destek verdi” dedi.
2015’te, Mısır’ın
darbecileri “darbe mahkemesi”
kurdular. Darbeyle indirdikleri Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye idam kararı çıkardılar. Arkalarında Suudi Arabistan
vardı. ABD, Mısır’ın darbecilerini desteklemek için 1,3 milyar dolarlık
yardımı serbest bıraktı.
2016 başında, ABD’nin
İran’a uygulattığı ambargo resmen kalktı. ABD İran ile anlaştı. Washington’ın
en güçlü lobi örgütlerinden İsrail
yanlısı AIPAC, 47 ABD milletvekilinin desteğiyle Obama’ya gönderdikleri
mektupta, “İran’a altın transferinde aktif olarak bulunan Halkbank’ın kara listeye alınmasını
bekliyoruz” dediler.
15 TEMMUZ 2016 Gülen Cemaati’ne mensup askerler
DARBE girişiminde bulundu. İran'ın dini lideri Hamaney,
Türkiye'deki
darbe girişiminin ABD tarafından yapıldığına dair güçlü şüphelerin olduğunu öne
sürdü. ABD darbenin başarılı olup olmamasını pek önemsemedi. “Size karşı
herşeyi yaparım,” mesajını verdi. Gelecek hamlesi ekonomik güç kullanarak
olacaktı.
ABD’nin son
16 yılına bakıyorum. Yani yirmi birinci yüzyılın ilk yarısının üçte birine…
Sekiz yıllık
cumhuriyetçi Bush yönetimi dünya ekonomisinde ve güvenliğinde sert gücünü
kullanarak ABD
hegemonyası kurmayı denedi ama başaramadı. Girişim Afganistan, Irak
savaşlarındaki başarısızlıkların, ABD’den başlayan mali krizin etkisiyle çöktü.
BOP, ılımlı İslam gibi kavramlara önem kazandırdı; siyasal İslamın yükselişini
kolaylaştırdı. Sekiz yıllık demokrat Obama yönetimi ise, yumuşak gücünü
kullanarak ülkesini ekonomik krizden çıkarmaya, küresel güç dengesinin
kaymasını ve
nüfuzunun azalmasını durdurmaya, saygınlığını kazanmaya ve eşitler arasında
birinci durumundaki ülke kalabilmeye çalıştı. İmparatorluk refleksini terk
etmeye, müttefiklere, liderlik, rıza alma politikalarına dönmeye başladı.
Almanya ve Çin yükseldikçe, Rusya Batı’nın yayılma eğilimine direndikçe, ABD
hegemonyasının geri getirilemeyeceği anlaşılıyor. Askeri yöntemlere geri dönme
eğilimi artıyor. ABD ve Batı, daha saldırgan bir tutum almaya başlıyor. Emperyalizmin
ılımlı İslam arayışı tükeniyor, siyasal İslam dalgası IŞİD, Boko Haram gibi
canavarlıkları tetikliyor.
Tek boyutlu
bir ABD yok. Çok elemanlı bir kimya deneyi gibi. Askeri, kültürel ve teknolojik
gücü hala iyi durumdadır, rakip tanımamaktadır. Fareed Zakaria’nın dediği gibi,
“Medeniyetler Çatışması dönemine girmedik. Sadece Batı uygarlığının 16’ncı
yüzyıldan bu yana sahip olduğu tarih yapma ve tarih yazma tekelini yitirmekte
olduğu süreçten geçiyoruz. Batı’nın dışındaki öteki uygarlıklar yükseliyor.
Doğu geri dönüyor…
ABD Orta
Doğu bataklığından en az zararla çıkmak istiyor. Rusların da devrede olduğu Suriye’de ve Irak’ta kontrolün sağlanması, petrolün kontrolü kadar önemli. Petrolün
stratejik değeri azaldıkça, ABD’nin önceliği Orta Doğu’dan Pasifik ve Çin’e
kayıyor. ABD’nin dikkatini Uzak Doğu’ya vermesi için güç toplaması lazım. ABD
yol ayrımında. Dünyayı
küreselleştirme ve BOP iddiasından vazgeçebilir. Ya da 15 trilyon $ borçla
yoluna devam edip, İngiltere gibi zayıflayabilir. Sonunda kabuğuna çekilebilir.
Siyasal
olarak, ABD’nin dünya liderliği ve polisliği, ekonomik olarak uluslararası
yağmacıların egemenliği, adalet olarak güçlünün haklılığı, kültürel olarak
tekdüze tüketim ve Hollywood kültürünün yerleşmesi kaçınılmaz değil. Fransa-İngiltere-Almanya
güç mücadelesi Avrupa’yı yıpratıp ABD’yi yaratmıştı. Şimdi sıra ABD’nin
yıpranmasındadır.
Artık emperyalizm
denilince devletlerin yerini güçlü şirketler alıyor. Yeni Dünya Düzeni’ni bir
anlamda Apple, Amazon, Facebook, Microsoft ve Google kuruyor. Ticaretin,
serbest piyasanın kurallarını, küresel kültürü biçimlendiriyor. Savaşsız,
kavgasız, gürültüsüz evlerimize ce ceplerimize kadar girdiler. Hepsi ABD
şirketi ama Amerikan devleti bunları kontrol imkânına sahip değil. Bu beşlinin
küresel gücünü kontrol etmek için başka ülkelerde tepkiler de başladı: Yeni
antiemperyalizm nasıl olacak?
Türkiye
açısından bakarsak…
İçerde
paralel yapı, dışarda, 160 ülkede 2000’e ulaşan okul ABD’nin Truva atları idi.
Hedef ülkelerdeki sermaye sahipleri, etkili bürokratlar ve politikacıların
çocukları üzerinden bilgi toplamayı ve bu kişileri Yeni Dünya Düzeni’nin
misyonerlerine dönüştürmeyi hedefliyordu. Okullar ılımlı İslam’ın misyoner
okulları olacaktı, çevresinde yeni bir burjuva sınıfı oluşturulacaktı. Foyaları
meydana çıktı.
Türkiye’ye
sopa gösterilmesini isteyenlerle, havuç verilmesini ön görenler şimdi ayrıştı.
Orta Doğu’da
BOP taşeronluğu Gülen Cemaatine ve AKP’ye verilmişti. Son dört, beş yıldır AKP
kontrolden çıktı. Erdoğan ABD ile ipleri kopma noktasında tutuyor. ABD 15
Temmuz darbe girişiminde çok geç ve yetersiz destek verdi. Fethullah Gülen
ABD’de yaşamaya devam ediyor. ABD PKK ve YPG’yi destekliyor. Türkiye’de siyasal
İslam'a sürekli destek veren ABD 60 yıldır İmam Hatipli İslamcıların çoğunun
kıblesiydi. Şimdi kıble değişiyor.
Asıl soru,
Türkiye 200 yıldır pençesine düştüğü küresel sömürgecilerden kurtulabilecek mi?