Petro, Lenin, Gorbaçov, Putin (II)
Kasım 2016
Şaban Recai Öztürk.
sabanreco@gmail.com
http://srecaio.blogspot.com
Rusya’da Birinci
Dünya Savaşı’nın ağır şartları, geri kalmışlığa eklenince hayat dayanılmaz
olmuştu. Türklerin Çanakkale Destanı Rusya’ya yardımların ulaşmasını engelledi. Almanların yetersiz
olduğu Galiçya cephesine 130 bin
civarında Türk askeri gelince Rusların kayıpları arttı ve destek almaları
mümkün olmadı.
1916
sonunda, Rus ordusunda 3,6 milyon asker ölü, ağır hasta ve yaralıydı. 2,1
milyon asker esir olmuştu. İşçilerin baş kaldırısından bu yana aydınlar,
askerler ve halktaki huzursuzluk artmıştı. Halk sıkça başkaldırıyor ve askerlerin
ateşiyle karşılık alıyordu.
Artık kaçınılmaz
sona yaklaşılıyordu…
Devrim, Rus
İmparatorluğu’nun bütün bölgelerine sıçradı. 27 Şubat 1917’de askerlerle işçiler yeni bir hareket başlattı. Savaşın
yıkımı ve basın mecliste halkın güvenine dayalı bir hükümet isteğini
yaygınlaştırdı. 1917 Mart ayında Moskova'da başlayan grev, asker ve subayların
desteğiyle, Şubat
Devrimi ayaklanmasına dönüştü. Ülke genelinde 600 Sovyet (şura, meclis) kuruldu. Bu
meclisler; ılımlı
sosyalistler olan Menşevikler, sosyal devrimciler ve emekçilerin denetimindeydi.
Sertlik yanlısı Bolşevikler muhalefetlerini
sürdürüyordu…
Prens Lvov
başkanlığında bir geçici hükümet kuruldu ve Çar İkinci Nikola'nın 15 Mart 1917'de tahttan çekilmesiyle Çarlık
rejimi, Çin’den
6 yıl sonra, Osmanlı’dan 5 yıl önce tarihe karıştı.
Almanya topraklarını ünlü mühürlü trenle
geçerek, 16 Nisan 1917’de
Rusya’ya gelen Vladimir Ilyich Lenin en yakın dava arkadaşlarını ve “Dünyada
Toplumsal Devrim” fikrini birlikte getirdi.
Sadece Rusya’ya
değil, dünyaya meydan okuyan bir yangın geliyordu…
18 Mayıs'ta ikinci
geçici hükümet kuruldu. 15 Temmuz’da Troçki Bolşeviklere katıldı. Başkent Petrograd’da
(Petersburg) hükümet aleyhindeki Bolşevik gösterileri ile 20 Temmuz’da Lvov
istifa etti ve 25 Temmuz’da Aleksander Kerensky başkanlığında yeni hükümet kuruldu.
O da iki ay dayanabildi.
Sellerin önüne
geçmek için alel acele yapılan setler bu güçlü dalgaları durduramıyordu…
7 Ekim 1917'de komünist devrim patlak verdi. Lenin
başkanlığındaki komünistler, hükümeti ve meclisi lağvederek komünist diktasını
getirdi. Lenin komiteye, Stalin de askerlere hakim oldu. Bolşevikler
25 Ekim’de Petrograd’ı ele geçirdi. 2 Kasım’da Sovyet iktidarı Moskova’da ilan edildi. 7
Kasım’da Lenin yönetimindeki bolşevikler, kontrolü ele geçirdi ve Rusya Sovyet Federal
Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
Burada biraz
duruyorum.
Aslında Kerensky
ve neredeyse tüm yakın destekçilerinin ve hükümetin çoğunu masonların
oluşturduğu, ileri sürüldü. Çarlığı devirenin bolşevikler değil, Şubat 1917'de Rusya'da tam bir kapitalist
düzen başlatmak isteyen liberal batıcıların olduğunu iddia edenler var. Ama Rus ruhu
bunu reddetmişti ve 1917
Ekim'inde bolşevikler
liberalleri iktidardan kovmuştu.
Akla bir soru
geliyor. Komünist
diktası olmasaydı, başta İngiltere olmak üzere, Batı bu durumu kabullenebilir miydi? O
zaman savaştan çekilmeyen, İngilizleri ve Fransızları yalnız bırakmayan, sadece
çarların saltanatını deviren bir hareket olarak görülebilirdi, bence.
Babası Rus asıllı Lenin’in
annesinin Hristiyanlığı kabul eden Blank ailesinden geldiği ileri sürüldü. Lenin’in
olağanüstü Yahudisever olduğu, mühürlü trenle gelenlerin % 80’inin (30 kişi, Zinovyev-Radomislski,
Radomislskaya, E. Kan, A. Konstantinoviç, E. Miringof, M. Miringof, G. Sokolnikov-Brilliant,
D. Rozenblüm, I. Goberman, A. Linde, M. Ayzenberg, F. Grebelski, Raviç vs.) Yahudi
Marksistlerden oluştuğu söylendi. Moskova Devlet Tarih Müzesi'nde 21 Mayıs
2011’de sergiye çıkarılan belgeler arasında, Lenin'in ablası Anna Ulyanova
tarafından 1932 yılında Josef
Stalin'e yazılan bir mektup, Lenin’in Yahudi kökeni tartışmalarını bitirdi.
Mektup, büyük babalarının (annelerinin babası) 18. ve 19. yüzyıl Rusyası'nda Yahudi
karşıtı ‘Yerleşim Sınırlandırması’ politikasından kurtulmak ve daha yüksek
eğitim hakkı için Hıristiyanlığa geçen Ukraynalı bir Yahudi olduğunu belirtiyor.
Bu özgeçmiş bazı
komplo teorilerinde sık sık kullanılıyor. Karl Marks da bir Alman
Yahudisi idi, komünizmin
teorisini yazdı, Lenin de bunu uygulamaya geçirdi, şeklinde bir temele
oturtarak…
Lenin, sadece
komünist diktayı getirmedi, Çar’ın girdiği I. Dünya Savaşı’ndan da çekildi.
Savaş sırasında, Mayıs 1916’da, İngiltere-Fransa ve Rusya
arasında Osmanlı İmparatorluğunun paylaşımını öngören Sykes-Picot Anlaşması imzalanmıştı. Bolşevikler
çarlık iddialarını reddetti ve Anlaşma’nın bir kopyasını 26 Kasım 1917’de İzvestia ve Pravda gazetelerinde açıkladı.
Burada Çar İkinci Nikola ve eşi Çariçe Aleksandra
tarafından azizleştirilen Sibirya köylüsü, üfürükçü,
dinci Rasputin’in öyküsü aklıma geliyor. Çar ve Çariçe, Rasputin’in olağanüstü güçlere sahip bu adamın etkisinde
kalmışlardı, onun kehanetlerine ve önerilerine çok değer veriyorlardı. Kabineye
onun onayı olmadan bakanları bile atayamıyorlardı. Bu durumu kabullenemeyenler
de vardı. Çar’ın çevresindekilerden, Rasputin’i bir şarlatan olarak
görenler çoğunluktaydı. Ama onun Avrupa tarihini değiştirebilecek bir öneride
bulunmaya cesaret edebilmesi bardağı taşırmıştı. Savaşın başında Rusya için
işler iyi gitmediğinde, Çar ve Çariçeye Almanya ile özel bir anlaşma yaparak
savaştan çekilmelerini öğütlemişti. İngiliz istihbaratı bunu haber aldığında
alarma geçti. Rusya’nın çekilmesi durumunda denge müttefiklerin aleyhine
bozulacaktı. Rasputin’in Çarlığı zafiyete uğratan bir unsur haline geldiğini
değerlendiren bazı Rus soyluları ile anlaşarak onu ortadan kaldırmayı
tezgâhladılar. Sonunda Rasputin Petrograd’da yok edildi.
Lenin belki de
bunu düşünmüştü. Rusya o zaman savaştan çekilseydi Bolşevik
Devrimi yapılabilir miydi acaba? Rusya savaşa devam etmiş, Rasputin’in ölümünden üç ay sonra Çar devrilmiş ve devrim başlamıştı.
Yüzlerce yıl ülkeyi düzeltemeyen çarlık düzeni üç ayda ne yapabilirdi ki?
Akıntı o kadar güçlüydü ki, geri dönebilmesi mümkün değildi ona göre. Ama
şu tartışılabilirdi; üç yıl önce Avrupalı Müttefikler Çanakkale’den geçebilselerdi,
Bolşevik Devrimi’ni yapamayabilirlerdi. Çar ve onun rezil hükümetine ellerinden
gelen her türlü yardımı yapıyordu bu azılı emperyalistler. Almanların yanında savaşan Türklere bu
açıdan borçlu gibiydiler. Türkler Emperyalistlere hiç beklemedikleri, dünya
çapında konuşulan bir darbe indirmişlerdi.
1917
Şubat İhtilâli haberi İstanbul’a birkaç gün sonra ulaşmıştı. Savaşılan ebedî
düşman büyük bir darbe almıştı. Osmanlı halkı, Rum ve Ermeniler dışında, çok sevindi. Savaştan
hafif yara ile ve İstanbul ve Boğazları Rusya’ya kaptırmadan çıkılabilirdi.
Rusya’da amelelerin egemenliği ve toprak ilhakına izin verilmeyeceği Osmanlılar
açısından olumlu idi. Bolşeviklerin kredisi Aralık ayı boyunca Osmanlı
kamuoyunda artmıştı.
Lenin
belki de şunu da düşünmüştü. Devrimden hemen sonra, Doğu Anadolu’da askeri
üstünlük ellerindeyken ateşkes isteyerek hata mı yapmışlardı? Tamam, bütün gücü
çarlığın ve destekçilerinin yok edilmesine yöneltmek zorundaydılar. Tamam,
kuvvet tasarrufu yapmalıydılar. Ama bunun için savaştan çekilmek şart mıydı?
Kırk yıldır elde tutup imar ettikleri yerleri bırakmadan bu iş yapılamaz mıydı?
Üstelik Osmanlının nefesi tükenmek üzereydi. Bu yüzden eski dostları Ermenilerden de çatlak sesler
gelmişti. Onları karşılarına almak ta işlerine gelmediğinden, orduyu Rusya’ya geri getirmiş ama yine de
bölgeyi Türklere bırakmamışlardı. Bunun için Ermeni birliklerini silahlandırmış ve örgütlemişlerdi.
Lenin
Almanlara da önemli tavizler
verdiği için kendini eleştiriyordu. Arkadaşları da öyle. Savaştan önceki topraklarının
neredeyse dörtte birinden ve sanayilerinin de yarısından fazlasından vaz geçmek
zorunda kalmışlardı. Bunlar göze alınabilecek fedakârlıkların da ötesindeydi.
Aslında eleştiriler pek te haksız sayılmazdı. Bir gün Türkler İstanbul’un bir
meydanına onun heykelini veya Erzurum’un bir köşesine onun büstünü koyarlarsa
şaşırmamalıydı!
Bu arada Çar İkinci
Nikola ve ailesi ne durumdaydı? Sarayda tutuklandıktan sonra, Kerensky hükümeti
Romanovları kızıl terörden korumak için, 1917 Ağustos’ta Urallardaki Tobolsk’a yollamıştı. Bolşevik
iktidarı Çar’ın yargılanmasını istiyordu. Çarlık yanlısı Beyazlar’ın karşı
devrim hareketi de başlamıştı. Çıkan iç savaşta Romanovlar Nisan 1918’de Yekaterinburg’a yollandı. Orada
da üç ay daha yaşayabildiler.
Çar, ailesi,
doktoru ve hizmetlileri 16 Temmuz 1918
sabahı öldürüldü. Bunu yapanlar da Yahudi asıllı bolşeviklerdi. Bu da başka bir
komplo teorisiydi…
Bolşevik
Devrimi'nin nedenlerine de bakmalı biraz…
Birinci sırada iktisadi
nedenler var. Temel neden aşırı sosyal adaletsizlikti. Büyük servete sahip
zenginler ile son derece fakir köylü ve işçiler kesin çizgilerle ikiye ayrılmıştı.
İkinci sırayı kültürel
nedenler alıyor. 1900’lerde
aydınlar arasında fikir hareketleri çok güçlenmiş, huzursuzluk artmıştı.
Fransız İhtilâli’nin hürriyetçi akımları Rusya’da 1825’ten itibaren Çar idaresine karşı ayaklanmalara neden olmuştu.
Çarlığın sert ve baskıcı yönetimi aydınları yer altına itmiş, gizli ihtilâl tecrübesi
kazandırmıştı. Marksistler dâhil bütün fikir akımları siyasî etkinliği olmayan
akademik ve halktan kopuk durumdaydı. Bazı terörist örgütler de vardı. Muhaliflerin
gücü artıyordu.
Üçüncü sırayı siyasal
nedenlere veriyorlar. Çarlık iç politikası halktan uzaktı, savaşın iktisadî ve
moral çöküntüsü de ağırlaşmıştı. Savaş zenginleri, aç ve sefil yoksul halk
tabakaları ve cepheden kaçan askerler Lenin’in “EKMEK ve BARIŞ” propagandasına
açıktı.
Bolşevik
Devrimi'ne İngiliz ve Amerikan bankerlerinin desteği
iddiaları da mevcuttur. Lenin İsviçre'den 5-6 milyon dolar değerinde altın ile Alman Silahlı Kuvvetleri, Max Warburg
ile Alexander Helphand adlı zengin bir sosyalist desteğiyle yola çıkmıştı. Troçki
de, New York'tan Amerikan
pasaportuyla ve 275 yoldaşıyla beraber, Max Warburg'un kardeşinin kayınpederi Jacob
Schiff'in sağladığı 20 milyon dolar ile Rusya'ya
yollanmıştı. Morgan ve Rockefeller de 1 milyon dolar ile katkı sağlayanlar
arasındaydı. Petrograd'da bu paraların ödemesini Lord Rothschild tarafından
desteklenen gizli "Yuvarlak Masa" örgütünün başkanı Lord Alfred
Milner üstlenmiş. Bolşevik İhtilali’ni finanse eden Rothschild’ler, Rockefeller
ile birlikte Hazar petrollerini çıkartmak için imtiyaz almıştı.
Dördüncü sırada milli
nedenler bulunuyor. 1917’de Rusya
sömürgeci ve yayılmacı siyasetinin sonucu, Anadolu dışındaki bütün Türk
illerinin hâkimiydi. Daha az nüfuslu Ukraynalılar,
Finliler, Lehliler ve Yahudiler gibi. Çarlık
Rusya’sı bu geniş coğrafyaya yayılan dil, din ve kültürel yönlerden değişik
özellikler gösteren insanları siyasî, iktisadî ve kültürel yönden sömürürken,
yoğun bir Ruslaştırmaya tabi tutmuştu. Bu milletler Çarlığı yıkmak isteyen
“Hürriyetçi-Aydın” hareketleri desteklemekteydi.
Sosyalizm ve komünizm
hakkında özetin özeti de gerekiyor…
Avrupa'da 1750'lerden itibaren sosyalizm
(toplumculuk) yoluyla
kurtuluş düşüncesi dile getirildi. Jean Jacques Rousseau, Fransa'da toplumculuktan ilk söz eden
kişi oldu. Amerika'da Adam Smith tam kapitalizmi savundu. Sosyolojinin
babası August Compte ve G.W. Friedrich Hegel ile sosyalizm (toplumculuk)
bilimsel yapıya kavuştu. Genç Hegel'cilerden Karl Heinrich Marks ile Friedrich
Engels 1848’de birlikte Komünist
Manifesto’yu yazdı. 1815 Büyük
Avrupa Barışı devam ediyordu. 1814-1848
arasında yeniden krallığa dönen Fransa'da,
1848 Paris Komünü devrimi
başarısız olmuştu. Sömürgelerden çok miktarda ek katma değer geldiğinden kapitalizmin
durumu iyi idi. Manifestoya pek itibar eden olmadı. 1873’te Viyana Borsası ile seri çöküntüler başladığında, Avrupa’nın kapitalizme güveni sarsıldı,
yeni arayışlar arasında 1878’de Karl
Marks'ı tanındı. Kapital kitabının İkinci ve Üçüncü cildini Marks’ın Ölümünden
sonra (1883) Engels tamamladı. Marksizm
bir siyaset felsefesi olarak, 1900’lerde,
amansız din eleştirisi ile entelektüel yaşamda büyük etki yaptı. Marksist
düşünür ve teorisyenler, doğa bilimleri dışındaki araştırma alanlarında da
başrolü almıştı.
Rusya’da
devrimci hareket 1860’larda Narodizm
ile başlıyor. Sözcük anlamı “popülizm, halkçılık.” Çernişevski ve diğer
aydınlarca geliştirilmeye çalışılan hareketin temellerini 1850’li ve 1860’lı yıllarda Aleksander Ivanovich Herzen (1812-1870) atmış. Fransa ve İtalya’da 1848-49
devrimlerine tanık olmuş, ilerici bir güç olarak Avrupa’nın rolünün bittiğine
inanmış. Radikal bir başlangıç için yüzünü Rusya’ya dönmüş. Geleceğin sosyalist toplumunun
temellerinin Rus kollektivist köylü komününde olduğunu öne sürmüş. 1853‘te Londra’da Rus ve Polonyalı sürgünlerin yardımıyla
Özgür Rusya Basını gazetesini çıkarmış. Herzen, 1865‘te genç Rus sürgünlerine yakın olmak amacıyla karargâhını
Cenevre’ye taşımış. 1867‘de
halkın ilgisizliği nedeniyle gazete yayınını kesmiş. Yaşamı sosyalizm/devrim
ile liberalizm/reform arasında gidip gelmiş.
Kısacası, Narodnikler
kendilerine “sosyalist“ dediler. Marks’ın fikirlerini savunduklarını
söyledilerse de, Rusya’ya uyarlayınca, sosyalizmin taşıyıcısının köylü hareketi
olduğunu öne sürerek bir küçük-burjuva sosyalizmini öne çıkardılar. Bu inançla
kendisini harekete adayan binlerce genç 1870‘lerde
köylüleri harekete geçirmek üzere kitlesel halde kırsal alanlara gitti. Ama
köylüleri seferber edemeyince güvensizliğe sürüklenip bazıları bireysel terörizme
yöneldi.
Tarihi
kitlelerin değil kahramanların yaptığı seçkinci görüşü benimsediler...
1883‘te
Rusya’da ilk Marksist örgüt ‘Emeğin Kurtuluşu Grubu’nu kuran kadronun tümü Narodnik
örgütten kopup Marksizmi benimseyenler oldu. Uluslararası sosyalist hareket Marksizm
için gerekli zemini Rusya topraklarında bulmuştu.
Marksizmin kurucusu
Karl Marks’ın Alman Yahudisi
haham Mardohey Marks Levi’nin ailesinden geldiği söylenir. Ünlü Marksistler F.
Lassal /Volfzon/, V. Liebkneht, Roza Lüksemburg /Rozaliya Lübek/, Klara
Tsetkina, Fridrih Adler, Otto Bauer, Eduard Bernstein, O. Kon, Kurt Eysner,
Gaaze, R. Gilferding, F. Kon, L. Blüm, Brak, Jiromski, Karl Radek Sobelson,
Martov-Tsederbaum, Abramoviç ve Akselrod’un yahudiliği de vurgulanır. Masonluğun
komünist teori ile sosyalizmi doğurduğu da ileri sürülür.
Almanya
bu açıdan verimli bir tarlaya benziyordu. Protestanlığın da köklerini güçlü bir
şekilde yerleştirdiği topraklar…
Almanya
Ingolstadt Üniversitesi profesörü Adam Weishaupt temel hedefi bütün dünyayı tek
merkezden yönetebilmek olan ‘İlluminati’ örgütünü 1770'lerde kurdu.
Yani “Tek Dünya
Devleti” konusu yeni bir şey değildi…
Weishaupt’un masonluğu
canlandırdığı ve dünya egemenliği için, tüm dinleri ve hükümetleri yıkıp tek
elde toplama projesini, Karl Marks’ın kapitalizme başkaldırı adıyla komünizme uyarladığı
ileri sürülür. Buna göre, insanları karşıt kamplara bölerek; politik, ekonomik,
sosyal, dini ve etnik ayrımcılığı körükleme politikası izlenmişti. Asi güçler
silahlandırılmış, kaos yaratılmış, dini kurumlar ve milli hükümetler
zayıflatılarak yok edilmeye çalışılmıştı.
Rusya’da
komünizm dönemine devam…
1918 Ocağında Rusya Federatif
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (RFSSC) kuruldu. Lenin soluk alabilmek için bazı bolşeviklerin
muhalefetine rağmen, 3 Mart 1918'de,
Baltık bölgesi, Polonya, Ukrayna ve Kafkaslar'dan
çekilmeyi öngören Brest-Litovsk Antlaşmasını imzaladı. Kars, Ardahan ve Batum
Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Antlaşmanın ardından bolşeviklerin Sovyet
iktidarını yerleştirme çabaları 1918
Mayısında iç savaşı başlattı. Sertlik yanlısı Komünist Kızılordu, karşıt Beyaz Ordu ile amansız bir mücadeleye girdi. Askeri yönden üstün
Beyaz Ordu’nun, köylülere ve Rus olmayan
milletlere karşı acımasız ve düşmanca politikası, ağır mağlubiyetine yol açtı. 1920’de yabancı güçlerin müdahalesine
ve Polonya
ile savaşa rağmen, iç savaşı bolşevikler
kazandı.
İngiltere
1917 -1920 arasında Rusya’daki Beyazlar
ile dostluklar kurmuştu. 1918 sonunda
Boğazlar’ın denetimini ele geçiren İngiltere,
kızılların Beyaz dostlarını devirmesini
engelleyemedi. Kızılordunun
zaferleri, Ukrayna,
Beyaz
Rusya,
Gürcistan,
Ermenistan
ve Azerbaycan'ın
Sovyet yönetimine girmesini sağladı. Almanya'nın yenilmesinden sonra kurulan Estonya, Letonya ve Litvanya
İtilaf devletleri desteğiyle varlıklarını devam ettirdi. Rus-Polonya
Savaşında kızılordu mağlup oldu ve Riga Antlaşmasıyla (Mart 1921) Ukrayna ve Beyaz Rusya topraklarının büyük bir
bölümü Polonya'ya
bırakıldı.
Lenin Rus Ortodoks
Kilisesi’ni de alaşağı ediyordu. Oysa halk üzerinde önemli etkisi olan Kilise’nin
beklentileri farklıydı. Kitle hareketleri sırasında tarafsız kalmış, böylece
çarlık rejiminin kısa zamanda çökmesine yardım etmişti. Kilise bunun karşılığı
olarak, bağımsızlık kazanmayı umuyordu. Ama bolşevikler bütün beklentilerini
boşa çıkarmıştı. Dahası, Kilise’nin özel mülkiyet hakkı da elinden alınmıştı. Bolşevikler
bundan sonra da dini sosyal hayattan silmek ve ateizmi yerleştirmek için yoğun
çaba harcamaya başlamışlardı. Din adamları ile inananlar arasında gözle görünür
bir bölünme ortaya çıkıyordu. Ama Kilise de hemen teslim olmamıştı. Bu topraklardaki
900 yıllık egemenliğinden bir iki yılda vaz geçmeyecekti.
Bolşevikler
Kurucu Meclis’te ikinci parti konumuna düşünce devrimin sulandırılmasına izin
vermemiş, Meclis’i kapatmak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine hükümetten çekilen
Sosyalist Devrimci Parti (SDP) üyelerinden biri de 30 Ağustos 1918’de Lenin’e suikast yapmıştı.
O sahneyi de
kısaca anlatmalıyım…
Fanya Kaplan aniden
karar verdi ve emin adımlarla diğer insanları aralayarak, Lenin'e arkasından
yaklaştı. Şimdi üç adım kadar uzaktaydı, tam da alıştırma yaptığı gibiydi. İki
koruması da kendilerinden emin görünüyor, Fanya’ya dikkat bile etmiyorlardı.
Gözleri erkeklerde olmalıydı. Genç kadın bağırarak kalabalığın gürültüsünü bastırdı:
“Yoldaş Lenin!” Lenin aniden sesin geldiği yere döndü. Fanya bağırmaya devam
ederek, “Meclisi neden feshettin?” dedi ve tetiğe üç kez bastı. Lenin ağır
yaralıydı, ama ölmemişti. Aracına binerken kendisine seslenildiğini işitmiş,
ardından bir kadın ateş etmişti. Bir kurşun hedefini bulmamıştı, ama
kurşunlardan ikisi Lenin’in sol omuzuna ve çenesine isabet etmişti. Lenin’i
derhal Kremlin Sarayı’ndaki odasına götürdüler. Suikastın örgütlü olmasından
şüphelenildiğinden hastaneye gidilmemişti. Kremlin’e getirilen doktorlar
hastane ortamı dışında kurşunları çıkartamayacaklarını söyleyerek onu hastaneye
yatırdılar. Başarılı bir ameliyat sonrasında, ağır yaralanan Lenin kurtarılmış,
ama sağlığına tam olarak kavuşamamıştı.
Lenin 1918-1921 kızıl terörü ile Komünist
Parti’yi istenmeyen kişilerden temizledi, ekonomiyi kamulaştırdı. Tüm
topraklar, gayrimenkuller, tarım ve sanayi araç gereçleri kamulaştırılınca
üretim 1913’ün % 14’üne geriledi.
Kamu maliyesi çöktü. Üretimi artırmak için 1921’de NEP (Yeni Ekonomik Plan) geliştirildi. Zengin çiftçilere
bazı haklar verildi. Diğer işlerde kişilere bazı özel haklar verildi. Bu tavizlerle
üretim eski seviyesine çıktı. Rusya'da bu dönemde,
Lenin'in 1920'lerin başında uygulamaya koyduğu,
köylülerin mahsulleri konusunda ciddi serbestiler getiren NEP siyaseti dâhil, 1928'e dek "liberalizm karışımı bir
Komünizm" uygulanmıştı…
Bu günkü Çin de
“Komünist Devlet Kapitalizmi”
uygulamasıyla benzer atılımı yapıyor. Yani vur deyince öldürmeyeceksin. Doğru
yolu arıyorsan orta yolu unutmayacaksın…
Anadolu’da da
ilginç gelişmeler vardı…
Mustafa Kemal, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından üç gün sonra, 26 Nisan 1920’de emperyalistlere karşı
işbirliği ve ulusal kurtuluş mücadelesi için SSCB’den savaş malzemesi ve maddi
yardım istedi. SSCB
olumlu yanıt verdi. İnönü Muharebeleri sırasında, 16 Mart 1921'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetiyle SSCB
arasında Moskova Antlaşması imzalandı. Batum Gürcistan'a bırakıldı. Ermenistan-Türkiye
sınırı bugünkü gibi saptandı.
Azerbaycan’ın çıkarı Bolşeviklere karşı İngiltere ile ittifaktı. İngiltere’yle
savaşan Türkiye ise Bolşeviklerle
ittifak zorundaydı. Azerbaycan, Milli Mücadele’mize mesafeli durmalıydı. Kurtuluş
savaşının ilk mali yardımını gönderen Sovyetler, 11 milyon altın ruble, 100 bin
lira değerinde altın külçe ve önemli miktarda silah yardımı yaptı. Ancak son
zamanlarda, Anadolu’ya gönderilen altınların, 1921’de ilan edilen ve sonra Bolşevikler tarafından yıkılan Buhara Emirliği hazinesine ait olduğu
ortaya çıktı. Türkiye’ye gönderilmesi gereken 81.673.200 altın ruble tutarındaki
Özbek
altınının, Lenin hükümetince gasp edildiği ileri sürülüyor.
Kızılordu
1922’de Ukrayna, Belarus, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı işgal etti. Bolşevikler tüm halkları zorla yeni
devletin bünyesinde birleştirdi ve Rus İmparatorluğu’nun eski sınırlarına ulaştı.
Komünizm karşıtları hızla
ortadan kaldırıldı. Silahlı Kuvvetler komuta kademesinde, Politbüro ve ekonomi
yönetiminde Slav olmayanlar elendi. Halkların kardeşliği ve halk iktidarı
sloganı ile iktidara gelen Bolşevikler
sözünde durmadı. Lenin hükümeti halklara kendi kaderlerini tayin hakkı tanımış, Slavların
dışındaki halklar ve Türklerin bir kısmı ayrı özerk devletler kurmuştu. Ancak bolşevikler Rusya’da duruma hâkim
olunca, Troçki’nin örgütlediği kızılorduyu
göndererek bu devletleri egemenlikleri altına aldı. Bolşevikler Rus sömürgeciliği ve yayılmacılığını sürdürdü. 8
milyon insan açlık, hastalık ve savaş nedeniyle öldü, 2 milyona yakını da topraklarını
terk etti.
Stalin dönemine geçiyoruz…
Lenin, 9 Mart 1923’te geçirdiği üçüncü felçten
sonra, konuşma yeteneğini de yitirerek, ölene kadar yatağa bağımlı kaldı ve 21
Ocak 1924'te 53 yaşında öldü. Yerine
Josef Stalin Cugaşvilli geçti.
Stalin 1924-1929 arasında ilk ‘Beş Yıllık Plan’ı başlattı, tarımı
kamulaştırdı, sanayileştirdi, ama açlığı önleyemedi. Kalkınma çalışmalarında 8
milyon insanın öldüğü çok sert tedbirler aldı. İmalat sanayi üretim endeksi, 1920’de yüz üzerinden 12,8 iken, 1938’de 857,3’e ulaştı.
Lenin'in
ölümünden sonra 1930'lu yıllara kadar Bolşevikler
arasında siyasal ve ideolojik kavgalar, derin tartışmalar oldu. Tüm rakiplerini
ortadan kaldırarak tarihin en güçlü diktatörlüklerinden birini kuran Stalin,
"devrim ihracı"na karşıydı ve "nomenklatura"ya (Sovyet
yönetici eliti) "tek ülkede sosyalizm" doktrinini kabul ettirdi.
Bu, tüm dünyanın
sosyalist olmasını öngören Marksist-Leninist ideolojiye
aykırıydı. Stalin muhalifleri ise "sürekli devrim" teorisini savundu.
Bu teorinin savunucuları, başta Troçki, Stalin tarafından saf dışı edildi. Savaş
komünizminden NEP'e geçişi eleştiren Troçki, NEP’e son verilmesine karşı çıkan Buharin,
Stalin'e parti içinde muhalefet eden Zinoviev ve Kamenev tasfiye edildi.
Troçki, Stalin
liderliğindeki Sovyetler Birliğinin artık bir işçi devleti olmadığını,
Sovyetler Birliğinin yozlaştığı için ortadan kaldırılmasını savundu. Komünist Parti içinde sağ veya sol
sapmayla suçlanan eski liderlerin tamamı 1930'lu yıllarda mahkûm oldu, çoğu da idam edildi. Moskova'da 1936-1938 duruşmalarında, Bolşevik
Partinin eski önderleri akıl almaz suçlar itiraf etmiş, kendilerini emperyalist
devletlerin ajanları olarak ifşa etmişti.
Büyük Temizlik
tasfiye hareketi sonucunda Stalin ve ekibi (Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Beria)
partiye egemen oldu. Stalin, ABD
ile Sovyetler arasındaki örtülü anlaşmayı bozmamaya ve dünyanın tek
"sosyalist" ülkesi olarak kalmaya çabalıyordu. Çin'de Mao'yu değil, milliyetçi Chiang
Kai-Shek'i destekledi, 1945’te
dostluk anlaşması imzaladı. Ancak Mao, Chiang Kai-Shek'i devirdiğinde, Stalin
istemeye istemeye Çin'e yakınlık
göstermek zorunda kaldı.
Gürcü
asıllı Stalin, Yahudi asıllı Roza Kaganoviç ile evlenerek, Kaganoviçler’in
akrabası olmuştu. Bu nedenle, 1935’te,
Stalin ve yoksul bir Yahudi ailenin çocuğu Lazar Moiseyeviç Kaganoviç ikilisinin
diktatörlüğün başı olduğu, devrimi durdurmaya çalıştığı, parti, kızılordu
içerisindeki casusluk, ithalât-ihracat, maliye, sanayi, gıda, enerji, dış
ilişkiler ve propagandanın Yahudilerin ellerine geçtiği ileri sürülür.
İttihatçıların
önderlerinden Cemal Paşa'nın 21 Temmuz 1922'de
Tiflis'te katledilmesinin, Stalin'in emriyle, Gürcistan Çeka'sının başındaki Lavrenti Beria tarafından
tertiplendiğine dair iddialar da vardır.
Beria İbranîce
‘Yaratılış’ anlamına geliyor. İncil, Çölde Sayım 26 şöyledir: “Boylarına
göre Aşer soyundan gelenler: Yimna soyundan Yimna boyu, Yişvi soyundan Yişvi
boyu, Beria soyundan Beria boyu.”
1925’te
Türk-SSCB Dostluk ve
Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. Genç Cumhuriyet Doğu’yu güvenceye alıyor…
Bu yıllarda,
dünya 1929 ekonomik bunalımına sürükleniyor…
Göz göre göre I.
Dünya Savaşı sonrası atılan temeller sarsılıyordu…
Bunalımın
etkisiyle Avrupa’da sosyalist (toplumcu) hareketler
güç kazandı. 1930’lar, dünya kapitalizmini
sarsan ekonomik krize ve yıkıma komünizmin ve faşizmin birer alternatif, birer çözüm olarak ortaya çıktıkları
dönem oldu. Almanya’da, Hitler
önderliğinde Nasyonal
Sosyalistler iktidara geldi. Ekonomik plancılıkta İtalyan
Mussolini, İspanyol Franco, Portekizli Salazar
benzer uygulayıcılar oldu. İngiltere’de
İşçi Parti’li
sosyalist Ramsay Mac Donald başbakan oldu, planlı ekonomi uygulamaları başladı.
Ama İngiltere’de iktidar
ekonominin kısa vadeli ihtiyaçlarını sosyalist ilkelerden önde tuttu.
Uzak Doğu da
nasibini alıyordu. 1931-1934
arasında Jinggang dağlarında Çin Sovyet Cumhuriyeti kuruldu ve Mao başkan
seçildi.
1932-1938
Türk Birinci Beş Yıllık Planı da Sovyet uzmanlardan yararlandı ve Sovyet makine
ve teknisyenleri ile Kayseri ve Nazilli tekstil fabrikaları kuruldu, Türk
tekstil sanayiinin temelleri atıldı. 1934
kredi antlaşması ile Birinci Beş Yıllık Plan’a gerekli kaynak da SSCB’den
sağlandı.
1937’de
“milliyetçi, proletarya düşmanı, Pantürkist” suçlamalarıyla mahkûm edilen Sultan
Galiyev idam edildi. 1923’te
hapsedilmiş, 1928’de küreğe mahkûm
edilmişti. Daha sonra itibarı iade edildi ama milli veya müslüman komünizme göz
yumulmuyordu. Aynı yıl, Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 133 üyesinden 70’i
öldürüldü.
Troçki de önemli
bir isimdi, kısa bir bakışa gerek var…
1939’da
Lev Bronstein Davidovich Troçki Meksika’da
Stalin’in bir ajanı tarafından öldürüldü. Lenin'in ikinci adamı Troçki Rus Devrimi’ndeki en önemli Yahudi
olarak kızılordunun ileri gelen örgütleyicilerindendi. Ukraynalı bir Yahudi çiftçinin oğluydu. 1896'da yasadışı Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı. Şubat 1905 ve 1917 ayaklanmalarında Silahlı Peygamber denilen Troçki büyük rol
oynamıştı. Rusya'ya gitmek üzere
27 Mart 1917'de, beraberindeki
275 ihtilalci ile New York'u terk ettikten sonra, Kanada'daki Halifax‘ta yakalandı. Kanada hapishanesinde bir hafta yatmadan, İngiltere ve Amerika'nın
baskılarıyla serbest bırakıldı. Dev kuruluşların milyarder sahipleri Troçki’nin
desteğindeydi. Mart 1918'de
askeri ilişkilerin halk yöneticisi olmuş, kızılorduyu organize etmiş ve iç savaş
cephelerinde askeri operasyonları yönetmişti. Lenin ölünce yerine geçme
konusunda Stalin’e rakip ve komünist muhalefetin önderiydi. Stalin'in
sosyalizmin tek ülkede kurulabileceği düşüncesine katılmamış, aksine sadece
dünya çapında bir devrimin başarılı olabileceğini ileri sürmüştü. Proletaryanın
toplumu hızla değiştirmesi mümkün olmadığından, başarıya dek sürekli devrimin
gerekli olduğunu savunmuştu. Lenin'in yaşadığı dönemdeki parti içi
tartışmalarda terör devriminin meşruluğuna karşı olan rejimlere yaklaşmıştı. Ama
Stalin mücadeleyi kazandı, Troçki’yi devreden çıkardı ve partiden kovdu, 1927’de Almaata’ya sürdü. 1929’da Rusya’dan da sürüldü, 12 Şubat
1929’dan 17 Temmuz 1933’e kadar İstanbul’da kaldı. 10
yıldan uzun bir süre sürgünde batı kapitalizmine
ve Stalin diktatörlüğüne karşı sosyalist bir
muhalefet kurmak için çalışmıştı.
1939’da
İkinci Dünya Savaşı başladı. Sovyetler 1941'de
İngiliz ve Amerikan müttefikleriyle birlikte İran’ı işgal etti. Aynı yıl Almanya Sovyetlere saldırdı, ama yenildi.
1945’te İkinci Dünya Savaşı sona
erince, Rusya Almanları Doğu Avrupa ve Balkanlar'dan
çıkardı, Doğu Avrupa’yı işgal etti, kukla hükümetler
kurdu.
Soğuk Savaş başlıyordu...
İlginç bir notum
daha var: 20 milyon Sovyet vatandaşının öldüğü savaştan Rusların galip
çıkmasında İngiliz ve Amerikan yardımları büyük rol oynamıştı.
Batı öncelikle “Tek Dünya Devleti” kurma yolundaki faşizmi bitirmeliydi. Stalin
sayesinde aynı hedefi ele geçirmekten vaz geçen komünizm daha sonraya
kalabilirdi.
Ama bir canavar
daha yaratılmıştı…
Stalin yönetimi 1944’te Naziler’e yardım gerekçesiyle,
Kırım Türkleri ile Çeçenleri, İnguşları ve Ahıska
Türklerini Sibirya'ya ve Orta Asya’ya sürdü.
Stalin, 1939'da, Hitler'in Nazi Almanya’sıyla Molotov - Ribbentrop paktı
diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşması imzalamıştı. Müzakerelerde Hitler'den,
Polonya'nın doğusu, Finlandiya'nın güneyi, Estonya, Letonya ve Litvanya'ya
ilaveten Türkiye'den de toprak istemiş, diğer istediklerini aldığı halde
Türkiye konusunda başarısız olmuştu. 1941’de
de Türk-Alman Dostluk ve
Saldırmazlık Anlaşması imzalanmıştı. Stalin yönetimi Türkiye’yi Alman faşistlere yardım ettiği
gerekçesiyle uyardı. 1945’te
SSCB ile Türkiye arasındaki 1925
Dostluk Anlaşması’nı geçersiz ilan etti. Türkiye’ye saldırgan politikaya
başladı. Kars ve Ardahan toprak taleplerinin yanısıra Montreux Antlaşması’nın
değiştirilmesini ve Boğazlar’da üs hakkı istemesiyle ilişkiler fiilen kesintiye
uğradı. Bu önemli sonuçlar doğurdu, Türkiye Batı’ya yanaştı ve 1952’de NATO’ya girdi.
Türkiye “Tek
Dünya Devleti” ve “Tek Dünya Dini” projelerinde güçlü bir piyon olmalıydı…
1946’da,
Baltık
Denizi’ndeki Stettin’den Adriyatik’teki Trieste`ye kadar Avrupa’da bir Demir Perde oluşmuştu.
1917-1947 arasında, Sovyet ölüm kampları olarak tanınan zorunlu çalışma
kamplarında yaklaşık 21 milyon insan hayatını yitirmişti. Stalin'in 1936-1953 büyük temizliğinde
öldürülenlerin sayısı ise 42 milyon olarak belirtilir.
1948’de SSCB'nin desteği
ile Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti kuruldu. Aynı yıl, Tito Yugoslavya’sı SSCB
Bloğundan ayrılarak ilk çatlağı açtı.
SSCB 1949’da ilk atom bombasını deniyor,
aynı yıl
NATO kuruluyor ve Çin’de komünistler
iktidarı ele geçiriyordu.
1953’te Stalin'in ölmesiyle
yerine geçen Kruşçev
idaresindeki Moskova diktası, Polonyalıların ve Macarların üzerinde uyguladığı büyük
baskı ile kontrolünü güçlendirdi. Yugoslavya’yla ve Çin’le Stalin zamanında gerilen
ilişkilerin iyileştirilmesine ağırlık verildi ve 1956’ya kadar Beşinci Ekonomik Plan’da hedeflenen ekonomik büyüme
ve toparlanma gerçekleştirilmeye çalışıldı. Stalin’in ölümü ile Sovyetler Birliği’nin
Boğazlarla ilgili Montreux Anlaşması’nı tanıması ve bütün taleplerinden
vazgeçtiğini bildirmesi, Türkiye ile ilişkilerin tekrar canlandırılmasını
sağladı. SSCB 1954’ten başlayarak İzmir Uluslararası Fuarı’na katılmaya
başladı. 1950’lerin sonunda Sovyet kredisi ile Çayırova Cam Fabrikası kuruldu.
1955’te Sovyetler,
Arnavutluk,
Bulgaristan,
Çekoslovakya,
Doğu Almanya,
Macaristan,
Polonya
ve Romanya
arasında Varşova Paktı kuruldu. NATO’dan altı yıl sonra yani. Aynı yıl, Sovyetler
NATO’nun güneyini çevirmeye başladı. Türkiye'ye bir muhtıra vererek Suriye'ye
dokunulmamasını istedi. Mısır da Suriye ile savunma işbirliği anlaşması,
SSCB ve Çekoslovakya'dan
silah alma anlaşması imzaladı.
Ruslar ilk kez Orta Doğu’ya
giriyordu…
Macaristan’daki rejim istikrarsızlığı SSCB'yi 1956'da
askeri müdahaleye sevk etti ve uluslararası komünizm sarsıldı. Aynı yıl, Süveyş
Kanalı’nın Mısır’ın
milliyetçi lideri Nasır tarafından ulusallaştırılması nedeniyle, İngiltere
ve Fransa
Mısır’a
başarısız bir askeri harekât yaptı. SSCB çok sert bir tutum takındı, nükleer silahları
ve füzeleri alarma geçirdi. Bunun sonucunda Mısır SSCB’ye kaydı ve Batı sarsıldı. İngiltere’nin
Orta Doğudaki
etkinliği son buldu. ABD, İngiliz -
Fransız harekâtını desteklemedi ve hemen müdahale etti. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi olayı kınadı.
Sonraki birkaç
yılda sömürgelerin bağımsızlık hareketleri geniş çapta tamamlandı. İngiltere ve
Fransa güdümlü küresel düzen tasfiye olurken, Amerikan yüzyılı yükseliyordu...
SSCB Macar
İhtilali’ni tanklarla bastırdığında uluslararası komünizm de sarsılmaya
başlıyordu…
22 Ekim 1956'da,
Sevr'de İngiltere,
Fransız
ve İsrail başbakanları bir işgali planladı. İsrail 29 Ekim’de Mısır’ı
işgale başlayacak, ateşkes talebinde bulunan İngiltere ile Fransa da güya barış için müdahale
edecekti. Amaç Temmuz 1956'da Süveyş Kanalı’nı ulusallaştırma kararı alan Nasır’ı
devirip yeniden stratejik kanalın kontrolünü ele geçirmekti. Ertesi günü yüz
binlerce Macar,
komünist baskı rejimini protesto için Budapeşte sokaklarına dökülecekti. Stalin'in
posterleri yakılacak, Macar bayrağındaki Sovyet amblemleri çıkartılacak, gizli polisin
ateşine karşılık verilecekti. Yerel parti patronlarının Sovyet yardımı çağrısı
üzerine 24 Ekim günü Kızıl Ordu tankları göstericilerin üzerine yürüdü. Dört
günlük çatışmada iki taraf da üstünlük sağlayamadı. Sovyet liderliği ateşkese
ve Imre Nagy önderliğinde bir reformcu hükümete onay verdi. Gerçek düşünce
özgürlüğü, çok partili seçimler ve Macar tarafsızlığı ufukta idi. Nagy'nin
bağımsızlık tutkularından rahatsızlık duyan Kruşçev 31 Ekim günü Sovyet Prezidyumu’nda
bu milliyetçi başkaldırının bastırılması kararını aldı. Sovyet tankları 3 Kasım
günü, Süveyş işgal harekâtı tam gaz ilerlerken Budapeşte’yi ablukaya aldı.
Batı’dan destek isteyen Nagy'nin çağrıları yankı bulamadı, zira herkesin gözü Ortadoğu’da
idi. NATO Genel Sekreteri Macar direnişini "tüm halkın kolektif intiharı" olarak
niteledi. Batı Mısır’daki
menfaatlerini kollamak kaygısı içindeyken Macaristan demokrasiye sırtını çevirdi.
1957’de SSCB Sputnik’i
uzaya fırlattı ve ABD ilk kez kendi ülkesine doğrudan yönelik bir askeri tehdit
hissetti.
1958’de Türkiye'den
kalkan ABD
U-2 casus uçağı Sovyetler üzerinde düşürüldü ve iki ülke arasında büyük bir
krize yol açtı. Mao Çin’de Sovyet sanayi modelinin dışındaki Büyük Hamle’sini başlattı ve Çin 1960’ta
SSCB’den
koptu.
Sovyetler 1961’de ilk insanlı uzay uçuşunu
gerçekleştirdi.
Kruşçev’e de
biraz ilgi lazım…
1956’da Stalin’i
suçlamış, 1958’de yoğun Stalin karşıtı propagandasını seçimlerle birleştirmiş
ve partideki Stalinciler’in tasfiyesi için yasal bir zemin kazanmıştı.
Etme bulma
dünyası işte…
Kruşçev 1961’de Stalin’in
mezarını Kızıl Meydan’dan Kremlin’de bir çukura taşıttı. Stalin’in zulmü,
işkenceler, sürgünler kitaplarda boy gösterdi. Tarihin gördüğü en acımasız
diktatörlerden biri Stalin en yakın arkadaşlarına ölümcül tuzaklar kurmuş,
kimsenin bir adım öne çıkmasına tahammül edememiş, yüz binlerce insanı ölüme
göndermişti. Sosyalizm adına, polis devleti üzerinden sosyalizmin sonunu
getirmişti. Yazdığı kitaplarla sosyalizmi yüceltirken, demir yumrukla sosyalizme
ihanet etmişti.
Kruşçev liberalizm
konusunda hız kesmedi, 1960’ların ortalarına kadar önce birkaç fabrika ve
kolhozda uygulanan özelleştirme tüm ülkeye yayıldı. Stalin zamanında son
verilen toprak ağalığı yeniden canlandı, parti önderleriyle basit bir işçinin
geliri arasındaki fark, Stalin’in ölümünden 1960’ların ortalarına kadar
yaklaşık on kat arttı.
Güle güle komünizm…
Tüm faturayı Gorbaçov’a
keselim mi, bilmiyorum…
ABD ile Sovyetler 1962 Küba kriziyle nükleer
savaşın eşiğine gelince Kruşçev geri çekildi ve karşılığında Adana
İncirlik’teki nükleer Jüpiter füzeleri söküldü.
Piyonluğun ucu
bize de dokunuyordu…
Bunalım soğuk
savaşın doruk noktasında yumuşama ve görüşme havası yarattı ama NATO'nun Avrupalı
ortakları böylesine büyük bir bunalımda görüşlerinin alınmayacağını gördü. 1966’da
Fransa
NATO'nun askeri kanadından çekildi. Klasik silahların önemi arttı. ABD ile
SSCB devlet başkanlarının gizli, çabuk ve doğrudan haberleşmeleri amacıyla
doğrudan telefon hattı (hotline) kuruldu.
Bu arada, SSCB Mars’a
ilk roketi fırlattı. Bu da bana Çar İkinci Nikola’nın son döneminde işler
kötüye giderken, Doğu’da ve Batı’da serüven peşinde koşarak kendi sonunu
getirdiğini hatırlattı…
Yugoslavya 1964 ve 1965’te aldığı bir dizi önlemle
“pazar sosyalizmi” veya “bırakınız yapsınlar sosyalizmi” olarak tanımlanan bir
süreci resmen başlattı, bunu sosyalizmden kapitalizme barışçı geçiş olarak
tanımladı.
Nedense komünizmin
anavatanı Rusya’da dahi bir şeyler ters gidiyordu. Uydularında nasıl
işleyecekti ki? Alternatif çözümler aranıyordu mecburen…
1964’te Kruşçev'in
yerine Leonid Brejnev geçti.
Taze kan gelmiş
miydi?
Türkiye ile siyasi
ilişkilerde izlenen iyileşme ekonomik alana da yansıdı. 1967 anlaşmasıyla Sovyetler
Birliği 200 milyon Amerikan doları proje kredisi verdi ve İskenderun Demir
Çelik Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Aliağa Petrol Rafinerisi,
Bandırma Sülfürik Asit Fabrikası, Artvin Lif Levha Fabrikası kuruldu.
SSCB 1956 Macaristan müdahalesinden sonra, Çekoslovakya’da benzer
sıkıntıları yaşıyordu. Hükümetin liberal faaliyetleri nedeniyle, 1968’de Rus
askerleri Çekoslovakya'yı
işgal etti, insanlar öldürüldü. Alexander Dubcek'in önderliğindeki ülke, Sovyet
tarzı totaliter sosyalizmden uzaklaşarak "güleryüzlü sosyalizm"
yolunu tutmak istemişti. Sovyet etkisi azalacak ve Çekoslovakya bağımsız sol kategorisine
girecekti. Çekoslovakya
Sovyet uydularına "kötü örnek" olabilirdi. Çekoslovakya'daki hareketin saf dışı
edilmesi ve ülkenin yeniden Sovyet kampına dâhil edilmesi, ABD'nin onay
ve pasif desteği ile gerçekleşmişti.
Uluslararası komünizm
sarsılmıştı, ama denge geri gelmişti...
1969’da SSCB ile Çin
arasında sınır çatışmaları oldu.
1970'lerde çokuluslu
şirketler dünya ekonomisini denetime almaya başlamıştı. “Tek Dünya devleti”
projesi gündemden düşmüyordu.
1972 önemli bir
kavşaktı. ABD Başkanı Richard Nixon SSCB’yi
ziyaret etti, Brejnev ile silahlanma kontrolü anlaşmasını imzaladı. Yumuşama
(Détente) başladı.
Nur Muhammed
Taraki liderliğindeki komünistler Nisan 1978’de Afganistan'da
iktidarı bir darbeyle ele geçirdi, Sovyet desteğiyle Halkın Demokratik Partisi
adında bir komünist parti iktidara geldi. Muhalefetin karşısında
tutunamayacağını anlayan komünistler koruyucuları Sovyetleri yardıma çağırdı, SSCB
21 Aralık 1979’da Afganistan'ı işgal ederek
Babrak Karmal liderliğinde yeni bir Afgan yönetimi kurdu.
Mart 1981’de Seydişehir Alüminyum Fabrikası’nın
geliştirilmesine ilişkin bir sözleşme imzalandı. 1983’te Türkiye’nin SSCB
ile ihracat ve ithalatı 1924 sonrasındaki en üst düzeye ulaştı.
1980'lere girildiğinde, Batı'nın
optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlar, İnternet gibi teknolojisi ile
kültürünü yaymakta kullandığı İletişim Devrimi başladı. Batı’da muhafazakârlık
yükselişe geçti. ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher, Almanya’da Helmut
Kohl iktidara geldi. Başlayan Restorasyon insanın kaderini piyasanın “gizli
eline” bırakmayı amaçlıyordu. Restorasyon, "toplumsal gelişme"
düşüncesinin, akılcılığın, bilimsel düşüncenin temelini atan Aydınlanma’ya
düşman idi. İnsanın dünyasını, eşitlik, özgürlük, kardeşlik etrafında
iyileştirebileceğine tahammülü yoktu. Restorasyon zenginlerin iktidarının doğal
ve mükemmel, eşitsizliğin gerekli olduğuna inandı. Karşıtlarını ya popülizmle
ya da Jakobenlikle suçladı. “Post-modernizm”in de katkısıyla, sınıf mücadelesi siyasetten
kovuldu. Boşalan
yer dini temeldeki uygarlıklar çatışması düşüncesiyle, etnik aidiyetlere dayalı
milliyetçi projelerle doldurulmaya çalışıldı. 1980’lerde Çinlilerin
dahi yeni sloganı “zengin olmak güzeldir” idi. Ekonomik ve siyasi yumuşama ile Çin’in
kapıları yabancı sermayeye açıldı, piyasa ekonomisi uygulanmaya başladı, komünistlerin
30 yıl boyunca Çin'de
yaratmaya çalıştıkları kimlik yıkılmaya, başarısızlıkların hesabı komünizme kesilmeye
başladı.
Türkiye’de 12
Eylül'ün, Üçüncü Askeri Yönetim'in, onun mirasçısı "Zenginsever" Turgut
Özal’ın % 45.1 oyla 1983’te tek başına iktidara gelişini hatırlıyorum…
Devam edeceğim…