Wikipedia

Arama sonuçları

29 Kasım 2016 Salı

Petro, Lenin, Gorbaçov, Putin (II)




Petro, Lenin, Gorbaçov, Putin (II)

                                                                                                Kasım 2016

Şaban Recai Öztürk. 

sabanreco@gmail.com    

http://srecaio.blogspot.com



Rusya’da Birinci Dünya Savaşı’nın ağır şartları, geri kalmışlığa eklenince hayat dayanılmaz olmuştu. Türklerin Çanakkale Destanı Rusya’ya yardımların ulaşmasını engelledi. Almanların yetersiz olduğu Galiçya cephesine 130 bin civarında Türk askeri gelince Rusların kayıpları arttı ve destek almaları mümkün olmadı.
1916 sonunda, Rus ordusunda 3,6 milyon asker ölü, ağır hasta ve yaralıydı. 2,1 milyon asker esir olmuştu. İşçilerin baş kaldırısından bu yana aydınlar, askerler ve halktaki huzursuzluk artmıştı. Halk sıkça başkaldırıyor ve askerlerin ateşiyle karşılık alıyordu.
Artık kaçınılmaz sona yaklaşılıyordu…
Devrim, Rus İmparatorluğu’nun bütün bölgelerine sıçradı. 27 Şubat 1917’de askerlerle işçiler yeni bir hareket başlattı. Savaşın yıkımı ve basın mecliste halkın güvenine dayalı bir hükümet isteğini yaygınlaştırdı. 1917 Mart ayında Moskova'da başlayan grev, asker ve subayların desteğiyle, Şubat Devrimi ayaklanmasına dönüştü. Ülke genelinde 600 Sovyet (şura, meclis) kuruldu. Bu meclisler; ılımlı sosyalistler olan Menşevikler, sosyal devrimciler ve emekçilerin denetimindeydi.
Sertlik yanlısı Bolşevikler muhalefetlerini sürdürüyordu…
Prens Lvov başkanlığında bir geçici hükümet kuruldu ve Çar İkinci Nikola'nın 15 Mart 1917'de tahttan çekilmesiyle Çarlık rejimi, Çin’den 6 yıl sonra, Osmanlı’dan 5 yıl önce tarihe karıştı.
Almanya topraklarını ünlü mühürlü trenle geçerek, 16 Nisan 1917’de Rusya’ya gelen Vladimir Ilyich Lenin en yakın dava arkadaşlarını ve “Dünyada Toplumsal Devrim” fikrini birlikte getirdi.
Sadece Rusya’ya değil, dünyaya meydan okuyan bir yangın geliyordu…
18 Mayıs'ta ikinci geçici hükümet kuruldu. 15 Temmuz’da Troçki Bolşeviklere katıldı. Başkent Petrograd’da (Petersburg) hükümet aleyhindeki Bolşevik gösterileri ile 20 Temmuz’da Lvov istifa etti ve 25 Temmuz’da Aleksander Kerensky başkanlığında yeni hükümet kuruldu. O da iki ay dayanabildi.
Sellerin önüne geçmek için alel acele yapılan setler bu güçlü dalgaları durduramıyordu…
7 Ekim 1917'de komünist devrim patlak verdi. Lenin başkanlığındaki komünistler, hükümeti ve meclisi lağvederek komünist diktasını getirdi. Lenin komiteye, Stalin de askerlere hakim oldu. Bolşevikler 25 Ekim’de Petrograd’ı ele geçirdi. 2 Kasım’da Sovyet iktidarı Moskova’da ilan edildi. 7 Kasım’da Lenin yönetimindeki bolşevikler, kontrolü ele geçirdi ve Rusya Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
Burada biraz duruyorum.
Aslında Kerensky ve neredeyse tüm yakın destekçilerinin ve hükümetin çoğunu masonların oluşturduğu, ileri sürüldü. Çarlığı devirenin bolşevikler değil, Şubat 1917'de Rusya'da tam bir kapitalist düzen başlatmak isteyen liberal batıcıların olduğunu iddia edenler var. Ama Rus ruhu bunu reddetmişti ve 1917 Ekim'inde bolşevikler liberalleri iktidardan kovmuştu.  
Akla bir soru geliyor. Komünist diktası olmasaydı, başta İngiltere olmak üzere, Batı bu durumu kabullenebilir miydi? O zaman savaştan çekilmeyen, İngilizleri ve Fransızları yalnız bırakmayan, sadece çarların saltanatını deviren bir hareket olarak görülebilirdi, bence.
Babası Rus asıllı Lenin’in annesinin Hristiyanlığı kabul eden Blank ailesinden geldiği ileri sürüldü. Lenin’in olağanüstü Yahudisever olduğu, mühürlü trenle gelenlerin % 80’inin (30 kişi, Zinovyev-Radomislski, Radomislskaya, E. Kan, A. Konstantinoviç, E. Miringof, M. Miringof, G. Sokolnikov-Brilliant, D. Rozenblüm, I. Goberman, A. Linde, M. Ayzenberg, F. Grebelski, Raviç vs.) Yahudi Marksistlerden oluştuğu söylendi. Moskova Devlet Tarih Müzesi'nde 21 Mayıs 2011’de sergiye çıkarılan belgeler arasında, Lenin'in ablası Anna Ulyanova tarafından 1932 yılında Josef Stalin'e yazılan bir mektup, Lenin’in Yahudi kökeni tartışmalarını bitirdi. Mektup, büyük babalarının (annelerinin babası) 18. ve 19. yüzyıl Rusyası'nda Yahudi karşıtı ‘Yerleşim Sınırlandırması’ politikasından kurtulmak ve daha yüksek eğitim hakkı için Hıristiyanlığa geçen Ukraynalı bir Yahudi olduğunu belirtiyor.
Bu özgeçmiş bazı komplo teorilerinde sık sık kullanılıyor. Karl Marks da bir Alman Yahudisi idi, komünizmin teorisini yazdı, Lenin de bunu uygulamaya geçirdi, şeklinde bir temele oturtarak…
Lenin, sadece komünist diktayı getirmedi, Çar’ın girdiği I. Dünya Savaşı’ndan da çekildi. Savaş sırasında, Mayıs 1916’da, İngiltere-Fransa ve Rusya arasında Osmanlı İmparatorluğunun paylaşımını öngören Sykes-Picot Anlaşması imzalanmıştı. Bolşevikler çarlık iddialarını reddetti ve Anlaşma’nın bir kopyasını 26 Kasım 1917’de İzvestia ve Pravda gazetelerinde açıkladı.  
Burada Çar İkinci Nikola ve eşi Çariçe Aleksandra tarafından azizleştirilen Sibirya köylüsü, üfürükçü, dinci Rasputin’in öyküsü aklıma geliyor. Çar ve Çariçe, Rasputin’in olağanüstü güçlere sahip bu adamın etkisinde kalmışlardı, onun kehanetlerine ve önerilerine çok değer veriyorlardı. Kabineye onun onayı olmadan bakanları bile atayamıyorlardı. Bu durumu kabullenemeyenler de vardı. Çar’ın çevresindekilerden, Rasputin’i bir şarlatan olarak görenler çoğunluktaydı. Ama onun Avrupa tarihini değiştirebilecek bir öneride bulunmaya cesaret edebilmesi bardağı taşırmıştı. Savaşın başında Rusya için işler iyi gitmediğinde, Çar ve Çariçeye Almanya ile özel bir anlaşma yaparak savaştan çekilmelerini öğütlemişti. İngiliz istihbaratı bunu haber aldığında alarma geçti. Rusya’nın çekilmesi durumunda denge müttefiklerin aleyhine bozulacaktı. Rasputin’in Çarlığı zafiyete uğratan bir unsur haline geldiğini değerlendiren bazı Rus soyluları ile anlaşarak onu ortadan kaldırmayı tezgâhladılar. Sonunda Rasputin Petrograd’da yok edildi.
Lenin belki de bunu düşünmüştü. Rusya o zaman savaştan çekilseydi Bolşevik Devrimi yapılabilir miydi acaba? Rusya savaşa devam etmiş, Rasputin’in ölümünden üç ay sonra Çar devrilmiş ve devrim başlamıştı. Yüzlerce yıl ülkeyi düzeltemeyen çarlık düzeni üç ayda ne yapabilirdi ki? Akıntı o kadar güçlüydü ki, geri dönebilmesi mümkün değildi ona göre. Ama şu tartışılabilirdi; üç yıl önce Avrupalı Müttefikler Çanakkale’den geçebilselerdi, Bolşevik Devrimi’ni yapamayabilirlerdi. Çar ve onun rezil hükümetine ellerinden gelen her türlü yardımı yapıyordu bu azılı emperyalistler. Almanların yanında savaşan Türklere bu açıdan borçlu gibiydiler. Türkler Emperyalistlere hiç beklemedikleri, dünya çapında konuşulan bir darbe indirmişlerdi.
1917 Şubat İhtilâli haberi İstanbul’a birkaç gün sonra ulaşmıştı. Savaşılan ebedî düşman büyük bir darbe almıştı. Osmanlı halkı, Rum ve Ermeniler dışında, çok sevindi. Savaştan hafif yara ile ve İstanbul ve Boğazları Rusya’ya kaptırmadan çıkılabilirdi. Rusya’da amelelerin egemenliği ve toprak ilhakına izin verilmeyeceği Osmanlılar açısından olumlu idi. Bolşeviklerin kredisi Aralık ayı boyunca Osmanlı kamuoyunda artmıştı.
Lenin belki de şunu da düşünmüştü. Devrimden hemen sonra, Doğu Anadolu’da askeri üstünlük ellerindeyken ateşkes isteyerek hata mı yapmışlardı? Tamam, bütün gücü çarlığın ve destekçilerinin yok edilmesine yöneltmek zorundaydılar. Tamam, kuvvet tasarrufu yapmalıydılar. Ama bunun için savaştan çekilmek şart mıydı? Kırk yıldır elde tutup imar ettikleri yerleri bırakmadan bu iş yapılamaz mıydı? Üstelik Osmanlının nefesi tükenmek üzereydi. Bu yüzden eski dostları Ermenilerden de çatlak sesler gelmişti. Onları karşılarına almak ta işlerine gelmediğinden, orduyu Rusya’ya geri getirmiş ama yine de bölgeyi Türklere bırakmamışlardı. Bunun için Ermeni birliklerini silahlandırmış ve örgütlemişlerdi.
Lenin Almanlara da önemli tavizler verdiği için kendini eleştiriyordu. Arkadaşları da öyle. Savaştan önceki topraklarının neredeyse dörtte birinden ve sanayilerinin de yarısından fazlasından vaz geçmek zorunda kalmışlardı. Bunlar göze alınabilecek fedakârlıkların da ötesindeydi. Aslında eleştiriler pek te haksız sayılmazdı. Bir gün Türkler İstanbul’un bir meydanına onun heykelini veya Erzurum’un bir köşesine onun büstünü koyarlarsa şaşırmamalıydı!
Bu arada Çar İkinci Nikola ve ailesi ne durumdaydı? Sarayda tutuklandıktan sonra, Kerensky hükümeti Romanovları kızıl terörden korumak için, 1917 Ağustos’ta Urallardaki Tobolsk’a yollamıştı. Bolşevik iktidarı Çar’ın yargılanmasını istiyordu. Çarlık yanlısı Beyazlar’ın karşı devrim hareketi de başlamıştı. Çıkan iç savaşta Romanovlar Nisan 1918’de Yekaterinburg’a yollandı. Orada da üç ay daha yaşayabildiler.
Çar, ailesi, doktoru ve hizmetlileri 16 Temmuz 1918 sabahı öldürüldü. Bunu yapanlar da Yahudi asıllı bolşeviklerdi. Bu da başka bir komplo teorisiydi…
Bolşevik Devrimi'nin nedenlerine de bakmalı biraz…  
Birinci sırada iktisadi nedenler var. Temel neden aşırı sosyal adaletsizlikti. Büyük servete sahip zenginler ile son derece fakir köylü ve işçiler kesin çizgilerle ikiye ayrılmıştı.
İkinci sırayı kültürel nedenler alıyor. 1900’lerde aydınlar arasında fikir hareketleri çok güçlenmiş, huzursuzluk artmıştı. Fransız İhtilâli’nin hürriyetçi akımları Rusya’da 1825’ten itibaren Çar idaresine karşı ayaklanmalara neden olmuştu. Çarlığın sert ve baskıcı yönetimi aydınları yer altına itmiş, gizli ihtilâl tecrübesi kazandırmıştı. Marksistler dâhil bütün fikir akımları siyasî etkinliği olmayan akademik ve halktan kopuk durumdaydı. Bazı terörist örgütler de vardı. Muhaliflerin gücü artıyordu.
Üçüncü sırayı siyasal nedenlere veriyorlar. Çarlık iç politikası halktan uzaktı, savaşın iktisadî ve moral çöküntüsü de ağırlaşmıştı. Savaş zenginleri, aç ve sefil yoksul halk tabakaları ve cepheden kaçan askerler Lenin’in “EKMEK ve BARIŞ” propagandasına açıktı.
Bolşevik Devrimi'ne İngiliz ve Amerikan bankerlerinin desteği iddiaları da mevcuttur. Lenin İsviçre'den 5-6 milyon dolar değerinde altın ile Alman Silahlı Kuvvetleri, Max Warburg ile Alexander Helphand adlı zengin bir sosyalist desteğiyle yola çıkmıştı. Troçki de, New York'tan Amerikan pasaportuyla ve 275 yoldaşıyla beraber, Max Warburg'un kardeşinin kayınpederi Jacob Schiff'in sağladığı 20 milyon dolar ile Rusya'ya yollanmıştı. Morgan ve Rockefeller de 1 milyon dolar ile katkı sağlayanlar arasındaydı. Petrograd'da bu paraların ödemesini Lord Rothschild tarafından desteklenen gizli "Yuvarlak Masa" örgütünün başkanı Lord Alfred Milner üstlenmiş. Bolşevik İhtilali’ni finanse eden Rothschild’ler, Rockefeller ile birlikte Hazar petrollerini çıkartmak için imtiyaz almıştı.
Dördüncü sırada milli nedenler bulunuyor. 1917’de Rusya sömürgeci ve yayılmacı siyasetinin sonucu, Anadolu dışındaki bütün Türk illerinin hâkimiydi. Daha az nüfuslu Ukraynalılar, Finliler, Lehliler ve Yahudiler gibi. Çarlık Rusya’sı bu geniş coğrafyaya yayılan dil, din ve kültürel yönlerden değişik özellikler gösteren insanları siyasî, iktisadî ve kültürel yönden sömürürken, yoğun bir Ruslaştırmaya tabi tutmuştu. Bu milletler Çarlığı yıkmak isteyen “Hürriyetçi-Aydın” hareketleri desteklemekteydi.
Sosyalizm ve komünizm hakkında özetin özeti de gerekiyor…
Avrupa'da 1750'lerden itibaren sosyalizm (toplumculuk) yoluyla kurtuluş düşüncesi dile getirildi. Jean Jacques Rousseau, Fransa'da toplumculuktan ilk söz eden kişi oldu. Amerika'da Adam Smith tam kapitalizmi savundu. Sosyolojinin babası August Compte ve G.W. Friedrich Hegel ile sosyalizm (toplumculuk) bilimsel yapıya kavuştu. Genç Hegel'cilerden Karl Heinrich Marks ile Friedrich Engels 1848’de birlikte Komünist Manifesto’yu yazdı. 1815 Büyük Avrupa Barışı devam ediyordu. 1814-1848 arasında yeniden krallığa dönen Fransa'da, 1848 Paris Komünü devrimi başarısız olmuştu. Sömürgelerden çok miktarda ek katma değer geldiğinden kapitalizmin durumu iyi idi. Manifestoya pek itibar eden olmadı. 1873’te Viyana Borsası ile seri çöküntüler başladığında, Avrupa’nın kapitalizme güveni sarsıldı, yeni arayışlar arasında 1878’de Karl Marks'ı tanındı. Kapital kitabının İkinci ve Üçüncü cildini Marks’ın Ölümünden sonra (1883) Engels tamamladı. Marksizm bir siyaset felsefesi olarak, 1900’lerde, amansız din eleştirisi ile entelektüel yaşamda büyük etki yaptı. Marksist düşünür ve teorisyenler, doğa bilimleri dışındaki araştırma alanlarında da başrolü almıştı.
Rusya’da devrimci hareket 1860’larda Narodizm ile başlıyor. Sözcük anlamı “popülizm, halkçılık.” Çernişevski ve diğer aydınlarca geliştirilmeye çalışılan hareketin temellerini 1850’li ve 1860’lı yıllarda Aleksander Ivanovich Herzen (1812-1870) atmış. Fransa ve İtalya’da 1848-49 devrimlerine tanık olmuş, ilerici bir güç olarak Avrupa’nın rolünün bittiğine inanmış. Radikal bir başlangıç için yüzünü Rusya’ya dönmüş. Geleceğin sosyalist toplumunun temellerinin Rus kollektivist köylü komününde olduğunu öne sürmüş. 1853‘te Londra’da Rus ve Polonyalı sürgünlerin yardımıyla Özgür Rusya Basını gazetesini çıkarmış. Herzen, 1865‘te genç Rus sürgünlerine yakın olmak amacıyla karargâhını Cenevre’ye taşımış. 1867‘de halkın ilgisizliği nedeniyle gazete yayınını kesmiş. Yaşamı sosyalizm/devrim ile liberalizm/reform arasında gidip gelmiş.
Kısacası, Narodnikler kendilerine “sosyalist“ dediler. Marks’ın fikirlerini savunduklarını söyledilerse de, Rusya’ya uyarlayınca, sosyalizmin taşıyıcısının köylü hareketi olduğunu öne sürerek bir küçük-burjuva sosyalizmini öne çıkardılar. Bu inançla kendisini harekete adayan binlerce genç 1870‘lerde köylüleri harekete geçirmek üzere kitlesel halde kırsal alanlara gitti. Ama köylüleri seferber edemeyince güvensizliğe sürüklenip bazıları bireysel terörizme yöneldi.
Tarihi kitlelerin değil kahramanların yaptığı seçkinci görüşü benimsediler...
1883‘te Rusya’da ilk Marksist örgüt ‘Emeğin Kurtuluşu Grubu’nu kuran kadronun tümü Narodnik örgütten kopup Marksizmi benimseyenler oldu. Uluslararası sosyalist hareket Marksizm için gerekli zemini Rusya topraklarında bulmuştu.  
Marksizmin kurucusu Karl Marks’ın Alman Yahudisi haham Mardohey Marks Levi’nin ailesinden geldiği söylenir. Ünlü Marksistler F. Lassal /Volfzon/, V. Liebkneht, Roza Lüksemburg /Rozaliya Lübek/, Klara Tsetkina, Fridrih Adler, Otto Bauer, Eduard Bernstein, O. Kon, Kurt Eysner, Gaaze, R. Gilferding, F. Kon, L. Blüm, Brak, Jiromski, Karl Radek Sobelson, Martov-Tsederbaum, Abramoviç ve Akselrod’un yahudiliği de vurgulanır. Masonluğun komünist teori ile sosyalizmi doğurduğu da ileri sürülür.
Almanya bu açıdan verimli bir tarlaya benziyordu. Protestanlığın da köklerini güçlü bir şekilde yerleştirdiği topraklar…
Almanya Ingolstadt Üniversitesi profesörü Adam Weishaupt temel hedefi bütün dünyayı tek merkezden yönetebilmek olan ‘İlluminati’ örgütünü 1770'lerde kurdu.
Yani “Tek Dünya Devleti” konusu yeni bir şey değildi…
Weishaupt’un masonluğu canlandırdığı ve dünya egemenliği için, tüm dinleri ve hükümetleri yıkıp tek elde toplama projesini, Karl Marks’ın kapitalizme başkaldırı adıyla komünizme uyarladığı ileri sürülür. Buna göre, insanları karşıt kamplara bölerek; politik, ekonomik, sosyal, dini ve etnik ayrımcılığı körükleme politikası izlenmişti. Asi güçler silahlandırılmış, kaos yaratılmış, dini kurumlar ve milli hükümetler zayıflatılarak yok edilmeye çalışılmıştı.
Rusya’da komünizm dönemine devam…
1918 Ocağında Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (RFSSC) kuruldu. Lenin soluk alabilmek için bazı bolşeviklerin muhalefetine rağmen, 3 Mart 1918'de, Baltık bölgesi, Polonya, Ukrayna ve Kafkaslar'dan çekilmeyi öngören Brest-Litovsk Antlaşmasını imzaladı. Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Antlaşmanın ardından bolşeviklerin Sovyet iktidarını yerleştirme çabaları 1918 Mayısında iç savaşı başlattı. Sertlik yanlısı Komünist Kızılordu, karşıt Beyaz Ordu ile amansız bir mücadeleye girdi. Askeri yönden üstün Beyaz Ordu’nun, köylülere ve Rus olmayan milletlere karşı acımasız ve düşmanca politikası, ağır mağlubiyetine yol açtı. 1920’de yabancı güçlerin müdahalesine ve Polonya ile savaşa rağmen, iç savaşı bolşevikler kazandı.
İngiltere 1917 -1920 arasında Rusya’daki Beyazlar ile dostluklar kurmuştu. 1918 sonunda Boğazlar’ın denetimini ele geçiren İngiltere, kızılların Beyaz dostlarını devirmesini engelleyemedi. Kızılordunun zaferleri, Ukrayna, Beyaz Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'ın Sovyet yönetimine girmesini sağladı. Almanya'nın yenilmesinden sonra kurulan Estonya, Letonya ve Litvanya İtilaf devletleri desteğiyle varlıklarını devam ettirdi. Rus-Polonya Savaşında kızılordu mağlup oldu ve Riga Antlaşmasıyla (Mart 1921) Ukrayna ve Beyaz Rusya topraklarının büyük bir bölümü Polonya'ya bırakıldı.
Lenin Rus Ortodoks Kilisesi’ni de alaşağı ediyordu. Oysa halk üzerinde önemli etkisi olan Kilise’nin beklentileri farklıydı. Kitle hareketleri sırasında tarafsız kalmış, böylece çarlık rejiminin kısa zamanda çökmesine yardım etmişti. Kilise bunun karşılığı olarak, bağımsızlık kazanmayı umuyordu. Ama bolşevikler bütün beklentilerini boşa çıkarmıştı. Dahası, Kilise’nin özel mülkiyet hakkı da elinden alınmıştı. Bolşevikler bundan sonra da dini sosyal hayattan silmek ve ateizmi yerleştirmek için yoğun çaba harcamaya başlamışlardı. Din adamları ile inananlar arasında gözle görünür bir bölünme ortaya çıkıyordu. Ama Kilise de hemen teslim olmamıştı. Bu topraklardaki 900 yıllık egemenliğinden bir iki yılda vaz geçmeyecekti.
Bolşevikler Kurucu Meclis’te ikinci parti konumuna düşünce devrimin sulandırılmasına izin vermemiş, Meclis’i kapatmak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine hükümetten çekilen Sosyalist Devrimci Parti (SDP) üyelerinden biri de 30 Ağustos 1918’de Lenin’e suikast yapmıştı.
O sahneyi de kısaca anlatmalıyım…
Fanya Kaplan aniden karar verdi ve emin adımlarla diğer insanları aralayarak, Lenin'e arkasından yaklaştı. Şimdi üç adım kadar uzaktaydı, tam da alıştırma yaptığı gibiydi. İki koruması da kendilerinden emin görünüyor, Fanya’ya dikkat bile etmiyorlardı. Gözleri erkeklerde olmalıydı. Genç kadın bağırarak kalabalığın gürültüsünü bastırdı: “Yoldaş Lenin!” Lenin aniden sesin geldiği yere döndü. Fanya bağırmaya devam ederek, “Meclisi neden feshettin?” dedi ve tetiğe üç kez bastı. Lenin ağır yaralıydı, ama ölmemişti. Aracına binerken kendisine seslenildiğini işitmiş, ardından bir kadın ateş etmişti. Bir kurşun hedefini bulmamıştı, ama kurşunlardan ikisi Lenin’in sol omuzuna ve çenesine isabet etmişti. Lenin’i derhal Kremlin Sarayı’ndaki odasına götürdüler. Suikastın örgütlü olmasından şüphelenildiğinden hastaneye gidilmemişti. Kremlin’e getirilen doktorlar hastane ortamı dışında kurşunları çıkartamayacaklarını söyleyerek onu hastaneye yatırdılar. Başarılı bir ameliyat sonrasında, ağır yaralanan Lenin kurtarılmış, ama sağlığına tam olarak kavuşamamıştı.
Lenin 1918-1921 kızıl terörü ile Komünist Parti’yi istenmeyen kişilerden temizledi, ekonomiyi kamulaştırdı. Tüm topraklar, gayrimenkuller, tarım ve sanayi araç gereçleri kamulaştırılınca üretim 1913’ün % 14’üne geriledi. Kamu maliyesi çöktü. Üretimi artırmak için 1921’de NEP (Yeni Ekonomik Plan) geliştirildi. Zengin çiftçilere bazı haklar verildi. Diğer işlerde kişilere bazı özel haklar verildi. Bu tavizlerle üretim eski seviyesine çıktı. Rusya'da bu dönemde,
Lenin'in 1920'lerin başında uygulamaya koyduğu, köylülerin mahsulleri konusunda ciddi serbestiler getiren NEP siyaseti dâhil, 1928'e dek "liberalizm karışımı bir Komünizm" uygulanmıştı…
Bu günkü Çin de “Komünist Devlet Kapitalizmi” uygulamasıyla benzer atılımı yapıyor. Yani vur deyince öldürmeyeceksin. Doğru yolu arıyorsan orta yolu unutmayacaksın…
Anadolu’da da ilginç gelişmeler vardı…
Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından üç gün sonra, 26 Nisan 1920’de emperyalistlere karşı işbirliği ve ulusal kurtuluş mücadelesi için SSCB’den savaş malzemesi ve maddi yardım istedi. SSCB olumlu yanıt verdi. İnönü Muharebeleri sırasında, 16 Mart 1921'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetiyle SSCB arasında Moskova Antlaşması imzalandı. Batum Gürcistan'a bırakıldı. Ermenistan-Türkiye sınırı bugünkü gibi saptandı.
Azerbaycan’ın çıkarı Bolşeviklere karşı İngiltere ile ittifaktı. İngiltere’yle savaşan Türkiye ise Bolşeviklerle ittifak zorundaydı. Azerbaycan, Milli Mücadele’mize mesafeli durmalıydı. Kurtuluş savaşının ilk mali yardımını gönderen Sovyetler, 11 milyon altın ruble, 100 bin lira değerinde altın külçe ve önemli miktarda silah yardımı yaptı. Ancak son zamanlarda, Anadolu’ya gönderilen altınların, 1921’de ilan edilen ve sonra Bolşevikler tarafından yıkılan Buhara Emirliği hazinesine ait olduğu ortaya çıktı. Türkiye’ye gönderilmesi gereken 81.673.200 altın ruble tutarındaki Özbek altınının, Lenin hükümetince gasp edildiği ileri sürülüyor.  
Kızılordu 1922’de Ukrayna, Belarus, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı işgal etti. Bolşevikler tüm halkları zorla yeni devletin bünyesinde birleştirdi ve Rus İmparatorluğu’nun eski sınırlarına ulaştı. Komünizm karşıtları hızla ortadan kaldırıldı. Silahlı Kuvvetler komuta kademesinde, Politbüro ve ekonomi yönetiminde Slav olmayanlar elendi. Halkların kardeşliği ve halk iktidarı sloganı ile iktidara gelen Bolşevikler sözünde durmadı. Lenin hükümeti halklara kendi kaderlerini tayin hakkı tanımış, Slavların dışındaki halklar ve Türklerin bir kısmı ayrı özerk devletler kurmuştu. Ancak bolşevikler Rusya’da duruma hâkim olunca, Troçki’nin örgütlediği kızılorduyu göndererek bu devletleri egemenlikleri altına aldı. Bolşevikler Rus sömürgeciliği ve yayılmacılığını sürdürdü. 8 milyon insan açlık, hastalık ve savaş nedeniyle öldü, 2 milyona yakını da topraklarını terk etti.

Stalin dönemine geçiyoruz…

Lenin, 9 Mart 1923’te geçirdiği üçüncü felçten sonra, konuşma yeteneğini de yitirerek, ölene kadar yatağa bağımlı kaldı ve 21 Ocak 1924'te 53 yaşında öldü. Yerine Josef Stalin Cugaşvilli geçti.
Stalin 1924-1929 arasında ilk ‘Beş Yıllık Plan’ı başlattı, tarımı kamulaştırdı, sanayileştirdi, ama açlığı önleyemedi. Kalkınma çalışmalarında 8 milyon insanın öldüğü çok sert tedbirler aldı. İmalat sanayi üretim endeksi, 1920’de yüz üzerinden 12,8 iken, 1938’de 857,3’e ulaştı. 
Lenin'in ölümünden sonra 1930'lu yıllara kadar Bolşevikler arasında siyasal ve ideolojik kavgalar, derin tartışmalar oldu. Tüm rakiplerini ortadan kaldırarak tarihin en güçlü diktatörlüklerinden birini kuran Stalin, "devrim ihracı"na karşıydı ve "nomenklatura"ya (Sovyet yönetici eliti) "tek ülkede sosyalizm" doktrinini kabul ettirdi.
Bu, tüm dünyanın sosyalist olmasını öngören Marksist-Leninist ideolojiye aykırıydı. Stalin muhalifleri ise "sürekli devrim" teorisini savundu. Bu teorinin savunucuları, başta Troçki, Stalin tarafından saf dışı edildi. Savaş komünizminden NEP'e geçişi eleştiren Troçki, NEP’e son verilmesine karşı çıkan Buharin, Stalin'e parti içinde muhalefet eden Zinoviev ve Kamenev tasfiye edildi.
Troçki, Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliğinin artık bir işçi devleti olmadığını, Sovyetler Birliğinin yozlaştığı için ortadan kaldırılmasını savundu. Komünist Parti içinde sağ veya sol sapmayla suçlanan eski liderlerin tamamı 1930'lu yıllarda mahkûm oldu, çoğu da idam edildi. Moskova'da 1936-1938 duruşmalarında, Bolşevik Partinin eski önderleri akıl almaz suçlar itiraf etmiş, kendilerini emperyalist devletlerin ajanları olarak ifşa etmişti.
Büyük Temizlik tasfiye hareketi sonucunda Stalin ve ekibi (Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Beria) partiye egemen oldu. Stalin, ABD ile Sovyetler arasındaki örtülü anlaşmayı bozmamaya ve dünyanın tek "sosyalist" ülkesi olarak kalmaya çabalıyordu. Çin'de Mao'yu değil, milliyetçi Chiang Kai-Shek'i destekledi, 1945’te dostluk anlaşması imzaladı. Ancak Mao, Chiang Kai-Shek'i devirdiğinde, Stalin istemeye istemeye Çin'e yakınlık göstermek zorunda kaldı.
Gürcü asıllı Stalin, Yahudi asıllı Roza Kaganoviç ile evlenerek, Kaganoviçler’in akrabası olmuştu. Bu nedenle, 1935’te, Stalin ve yoksul bir Yahudi ailenin çocuğu Lazar Moiseyeviç Kaganoviç ikilisinin diktatörlüğün başı olduğu, devrimi durdurmaya çalıştığı, parti, kızılordu içerisindeki casusluk, ithalât-ihracat, maliye, sanayi, gıda, enerji, dış ilişkiler ve propagandanın Yahudilerin ellerine geçtiği ileri sürülür.  
İttihatçıların önderlerinden Cemal Paşa'nın 21 Temmuz 1922'de Tiflis'te katledilmesinin, Stalin'in emriyle, Gürcistan Çeka'sının başındaki Lavrenti Beria tarafından tertiplendiğine dair iddialar da vardır.
Beria İbranîce ‘Yaratılış’ anlamına geliyor. İncil, Çölde Sayım 26 şöyledir: “Boylarına göre Aşer soyundan gelenler: Yimna soyundan Yimna boyu, Yişvi soyundan Yişvi boyu, Beria soyundan Beria boyu.”
1925’te Türk-SSCB Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. Genç Cumhuriyet Doğu’yu güvenceye alıyor…
Bu yıllarda, dünya 1929 ekonomik bunalımına sürükleniyor…
Göz göre göre I. Dünya Savaşı sonrası atılan temeller sarsılıyordu…
Bunalımın etkisiyle Avrupa’da sosyalist (toplumcu) hareketler güç kazandı. 1930’lar, dünya kapitalizmini sarsan ekonomik krize ve yıkıma komünizmin ve faşizmin birer alternatif, birer çözüm olarak ortaya çıktıkları dönem oldu. Almanya’da, Hitler önderliğinde Nasyonal Sosyalistler iktidara geldi. Ekonomik plancılıkta İtalyan Mussolini, İspanyol Franco, Portekizli Salazar benzer uygulayıcılar oldu. İngiltere’de İşçi Parti’li sosyalist Ramsay Mac Donald başbakan oldu, planlı ekonomi uygulamaları başladı. Ama İngiltere’de iktidar ekonominin kısa vadeli ihtiyaçlarını sosyalist ilkelerden önde tuttu.
Uzak Doğu da nasibini alıyordu. 1931-1934 arasında Jinggang dağlarında Çin Sovyet Cumhuriyeti kuruldu ve Mao başkan seçildi.
1932-1938 Türk Birinci Beş Yıllık Planı da Sovyet uzmanlardan yararlandı ve Sovyet makine ve teknisyenleri ile Kayseri ve Nazilli tekstil fabrikaları kuruldu, Türk tekstil sanayiinin temelleri atıldı. 1934 kredi antlaşması ile Birinci Beş Yıllık Plan’a gerekli kaynak da SSCB’den sağlandı.
1937’de “milliyetçi, proletarya düşmanı, Pantürkist” suçlamalarıyla mahkûm edilen Sultan Galiyev idam edildi. 1923’te hapsedilmiş, 1928’de küreğe mahkûm edilmişti. Daha sonra itibarı iade edildi ama milli veya müslüman komünizme göz yumulmuyordu. Aynı yıl, Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 133 üyesinden 70’i öldürüldü.
Troçki de önemli bir isimdi, kısa bir bakışa gerek var…
1939’da Lev Bronstein Davidovich Troçki Meksika’da Stalin’in bir ajanı tarafından öldürüldü. Lenin'in ikinci adamı Troçki Rus Devrimi’ndeki en önemli Yahudi olarak kızılordunun ileri gelen örgütleyicilerindendi. Ukraynalı bir Yahudi çiftçinin oğluydu. 1896'da yasadışı Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı. Şubat 1905 ve 1917 ayaklanmalarında Silahlı Peygamber denilen Troçki büyük rol oynamıştı. Rusya'ya gitmek üzere 27 Mart 1917'de, beraberindeki 275 ihtilalci ile New York'u terk ettikten sonra, Kanada'daki Halifax‘ta yakalandı. Kanada hapishanesinde bir hafta yatmadan, İngiltere ve Amerika'nın baskılarıyla serbest bırakıldı. Dev kuruluşların milyarder sahipleri Troçki’nin desteğindeydi. Mart 1918'de askeri ilişkilerin halk yöneticisi olmuş, kızılorduyu organize etmiş ve iç savaş cephelerinde askeri operasyonları yönetmişti. Lenin ölünce yerine geçme konusunda Stalin’e rakip ve komünist muhalefetin önderiydi. Stalin'in sosyalizmin tek ülkede kurulabileceği düşüncesine katılmamış, aksine sadece dünya çapında bir devrimin başarılı olabileceğini ileri sürmüştü. Proletaryanın toplumu hızla değiştirmesi mümkün olmadığından, başarıya dek sürekli devrimin gerekli olduğunu savunmuştu. Lenin'in yaşadığı dönemdeki parti içi tartışmalarda terör devriminin meşruluğuna karşı olan rejimlere yaklaşmıştı. Ama Stalin mücadeleyi kazandı, Troçki’yi devreden çıkardı ve partiden kovdu, 1927’de Almaata’ya sürdü. 1929’da Rusya’dan da sürüldü, 12 Şubat 1929’dan 17 Temmuz 1933’e kadar İstanbul’da kaldı. 10 yıldan uzun bir süre sürgünde batı kapitalizmine ve Stalin diktatörlüğüne karşı sosyalist bir muhalefet kurmak için çalışmıştı.
1939’da İkinci Dünya Savaşı başladı. Sovyetler 1941'de İngiliz ve Amerikan müttefikleriyle birlikte İran’ı işgal etti. Aynı yıl Almanya Sovyetlere saldırdı, ama yenildi. 1945’te İkinci Dünya Savaşı sona erince, Rusya Almanları Doğu Avrupa ve Balkanlar'dan çıkardı, Doğu Avrupa’yı işgal etti, kukla hükümetler kurdu.
Soğuk Savaş başlıyordu...
İlginç bir notum daha var: 20 milyon Sovyet vatandaşının öldüğü savaştan Rusların galip çıkmasında İngiliz ve Amerikan yardımları büyük rol oynamıştı. Batı öncelikle “Tek Dünya Devleti” kurma yolundaki faşizmi bitirmeliydi. Stalin sayesinde aynı hedefi ele geçirmekten vaz geçen komünizm daha sonraya kalabilirdi.
Ama bir canavar daha yaratılmıştı…
Stalin yönetimi 1944’te Naziler’e yardım gerekçesiyle, Kırım Türkleri ile Çeçenleri, İnguşları ve Ahıska Türklerini Sibirya'ya ve Orta Asya’ya sürdü.
Stalin, 1939'da, Hitler'in Nazi Almanya’sıyla Molotov - Ribbentrop paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşması imzalamıştı. Müzakerelerde Hitler'den, Polonya'nın doğusu, Finlandiya'nın güneyi, Estonya, Letonya ve Litvanya'ya ilaveten Türkiye'den de toprak istemiş, diğer istediklerini aldığı halde Türkiye konusunda başarısız olmuştu. 1941’de de Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması imzalanmıştı. Stalin yönetimi Türkiye’yi Alman faşistlere yardım ettiği gerekçesiyle uyardı. 1945’te SSCB ile Türkiye arasındaki 1925 Dostluk Anlaşması’nı geçersiz ilan etti. Türkiye’ye saldırgan politikaya başladı. Kars ve Ardahan toprak taleplerinin yanısıra Montreux Antlaşması’nın değiştirilmesini ve Boğazlar’da üs hakkı istemesiyle ilişkiler fiilen kesintiye uğradı. Bu önemli sonuçlar doğurdu, Türkiye Batı’ya yanaştı ve 1952’de NATO’ya girdi.
Türkiye “Tek Dünya Devleti” ve “Tek Dünya Dini” projelerinde güçlü bir piyon olmalıydı…
1946’da, Baltık Denizi’ndeki Stettin’den Adriyatik’teki Trieste`ye kadar Avrupa’da bir Demir Perde oluşmuştu. 1917-1947 arasında, Sovyet ölüm kampları olarak tanınan zorunlu çalışma kamplarında yaklaşık 21 milyon insan hayatını yitirmişti. Stalin'in 1936-1953 büyük temizliğinde öldürülenlerin sayısı ise 42 milyon olarak belirtilir.
1948’de SSCB'nin desteği ile Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti kuruldu. Aynı yıl, Tito Yugoslavya’sı SSCB Bloğundan ayrılarak ilk çatlağı açtı.
SSCB 1949’da ilk atom bombasını deniyor, aynı yıl NATO kuruluyor ve Çin’de komünistler iktidarı ele geçiriyordu.
1953’te Stalin'in ölmesiyle yerine geçen Kruşçev idaresindeki Moskova diktası, Polonyalıların ve Macarların üzerinde uyguladığı büyük baskı ile kontrolünü güçlendirdi. Yugoslavya’yla ve Çin’le Stalin zamanında gerilen ilişkilerin iyileştirilmesine ağırlık verildi ve 1956’ya kadar Beşinci Ekonomik Plan’da hedeflenen ekonomik büyüme ve toparlanma gerçekleştirilmeye çalışıldı. Stalin’in ölümü ile Sovyetler Birliği’nin Boğazlarla ilgili Montreux Anlaşması’nı tanıması ve bütün taleplerinden vazgeçtiğini bildirmesi, Türkiye ile ilişkilerin tekrar canlandırılmasını sağladı. SSCB 1954’ten başlayarak İzmir Uluslararası Fuarı’na katılmaya başladı. 1950’lerin sonunda Sovyet kredisi ile Çayırova Cam Fabrikası kuruldu.
1955’te Sovyetler, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ve Romanya arasında Varşova Paktı kuruldu. NATO’dan altı yıl sonra yani. Aynı yıl, Sovyetler NATO’nun güneyini çevirmeye başladı. Türkiye'ye bir muhtıra vererek Suriye'ye dokunulmamasını istedi. Mısır da Suriye ile savunma işbirliği anlaşması, SSCB ve Çekoslovakya'dan silah alma anlaşması imzaladı.
Ruslar ilk kez Orta Doğu’ya giriyordu…
Macaristan’daki rejim istikrarsızlığı SSCB'yi 1956'da askeri müdahaleye sevk etti ve uluslararası komünizm sarsıldı. Aynı yıl, Süveyş Kanalı’nın Mısır’ın milliyetçi lideri Nasır tarafından ulusallaştırılması nedeniyle, İngiltere ve Fransa Mısır’a başarısız bir askeri harekât yaptı. SSCB çok sert bir tutum takındı, nükleer silahları ve füzeleri alarma geçirdi. Bunun sonucunda Mısır SSCB’ye kaydı ve Batı sarsıldı. İngiltere’nin Orta Doğudaki etkinliği son buldu.  ABD, İngiliz - Fransız harekâtını desteklemedi ve hemen müdahale etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olayı kınadı.
Sonraki birkaç yılda sömürgelerin bağımsızlık hareketleri geniş çapta tamamlandı. İngiltere ve Fransa güdümlü küresel düzen tasfiye olurken, Amerikan yüzyılı yükseliyordu...
SSCB Macar İhtilali’ni tanklarla bastırdığında uluslararası komünizm de sarsılmaya başlıyordu…
22 Ekim 1956'da, Sevr'de İngiltere, Fransız ve İsrail başbakanları bir işgali planladı. İsrail 29 Ekim’de Mısır’ı işgale başlayacak, ateşkes talebinde bulunan İngiltere ile Fransa da güya barış için müdahale edecekti. Amaç Temmuz 1956'da Süveyş Kanalı’nı ulusallaştırma kararı alan Nasır’ı devirip yeniden stratejik kanalın kontrolünü ele geçirmekti. Ertesi günü yüz binlerce Macar, komünist baskı rejimini protesto için Budapeşte sokaklarına dökülecekti. Stalin'in posterleri yakılacak, Macar bayrağındaki Sovyet amblemleri çıkartılacak, gizli polisin ateşine karşılık verilecekti. Yerel parti patronlarının Sovyet yardımı çağrısı üzerine 24 Ekim günü Kızıl Ordu tankları göstericilerin üzerine yürüdü. Dört günlük çatışmada iki taraf da üstünlük sağlayamadı. Sovyet liderliği ateşkese ve Imre Nagy önderliğinde bir reformcu hükümete onay verdi. Gerçek düşünce özgürlüğü, çok partili seçimler ve Macar tarafsızlığı ufukta idi. Nagy'nin bağımsızlık tutkularından rahatsızlık duyan Kruşçev 31 Ekim günü Sovyet Prezidyumu’nda bu milliyetçi başkaldırının bastırılması kararını aldı. Sovyet tankları 3 Kasım günü, Süveyş işgal harekâtı tam gaz ilerlerken Budapeşte’yi ablukaya aldı. Batı’dan destek isteyen Nagy'nin çağrıları yankı bulamadı, zira herkesin gözü Ortadoğu’da idi. NATO Genel Sekreteri Macar direnişini "tüm halkın kolektif intiharı" olarak niteledi. Batı Mısır’daki menfaatlerini kollamak kaygısı içindeyken Macaristan demokrasiye sırtını çevirdi.
1957’de SSCB Sputnik’i uzaya fırlattı ve ABD ilk kez kendi ülkesine doğrudan yönelik bir askeri tehdit hissetti.
1958’de Türkiye'den kalkan ABD U-2 casus uçağı Sovyetler üzerinde düşürüldü ve iki ülke arasında büyük bir krize yol açtı. Mao Çin’de Sovyet sanayi modelinin dışındaki Büyük Hamle’sini başlattı ve Çin 1960’ta SSCB’den koptu. 
Sovyetler 1961’de ilk insanlı uzay uçuşunu gerçekleştirdi.  
Kruşçev’e de biraz ilgi lazım…
1956’da Stalin’i suçlamış, 1958’de yoğun Stalin karşıtı propagandasını seçimlerle birleştirmiş ve partideki Stalinciler’in tasfiyesi için yasal bir zemin kazanmıştı.
Etme bulma dünyası işte…
Kruşçev 1961’de Stalin’in mezarını Kızıl Meydan’dan Kremlin’de bir çukura taşıttı. Stalin’in zulmü, işkenceler, sürgünler kitaplarda boy gösterdi. Tarihin gördüğü en acımasız diktatörlerden biri Stalin en yakın arkadaşlarına ölümcül tuzaklar kurmuş, kimsenin bir adım öne çıkmasına tahammül edememiş, yüz binlerce insanı ölüme göndermişti. Sosyalizm adına, polis devleti üzerinden sosyalizmin sonunu getirmişti. Yazdığı kitaplarla sosyalizmi yüceltirken, demir yumrukla sosyalizme ihanet etmişti.
Kruşçev liberalizm konusunda hız kesmedi, 1960’ların ortalarına kadar önce birkaç fabrika ve kolhozda uygulanan özelleştirme tüm ülkeye yayıldı. Stalin zamanında son verilen toprak ağalığı yeniden canlandı, parti önderleriyle basit bir işçinin geliri arasındaki fark, Stalin’in ölümünden 1960’ların ortalarına kadar yaklaşık on kat arttı.
Güle güle komünizm…
Tüm faturayı Gorbaçov’a keselim mi, bilmiyorum…
ABD ile Sovyetler 1962 Küba kriziyle nükleer savaşın eşiğine gelince Kruşçev geri çekildi ve karşılığında Adana İncirlik’teki nükleer Jüpiter füzeleri söküldü.
Piyonluğun ucu bize de dokunuyordu…
Bunalım soğuk savaşın doruk noktasında yumuşama ve görüşme havası yarattı ama NATO'nun Avrupalı ortakları böylesine büyük bir bunalımda görüşlerinin alınmayacağını gördü. 1966’da Fransa NATO'nun askeri kanadından çekildi. Klasik silahların önemi arttı. ABD ile SSCB devlet başkanlarının gizli, çabuk ve doğrudan haberleşmeleri amacıyla doğrudan telefon hattı (hotline) kuruldu.
Bu arada, SSCB Mars’a ilk roketi fırlattı.  Bu da bana Çar İkinci Nikola’nın son döneminde işler kötüye giderken, Doğu’da ve Batı’da serüven peşinde koşarak kendi sonunu getirdiğini hatırlattı…
Yugoslavya 1964 ve 1965’te aldığı bir dizi önlemle “pazar sosyalizmi” veya “bırakınız yapsınlar sosyalizmi” olarak tanımlanan bir süreci resmen başlattı, bunu sosyalizmden kapitalizme barışçı geçiş olarak tanımladı. 
Nedense komünizmin anavatanı Rusya’da dahi bir şeyler ters gidiyordu. Uydularında nasıl işleyecekti ki? Alternatif çözümler aranıyordu mecburen…
1964’te Kruşçev'in yerine Leonid Brejnev geçti.
Taze kan gelmiş miydi?
Türkiye ile siyasi ilişkilerde izlenen iyileşme ekonomik alana da yansıdı. 1967 anlaşmasıyla Sovyetler Birliği 200 milyon Amerikan doları proje kredisi verdi ve İskenderun Demir Çelik Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Sülfürik Asit Fabrikası, Artvin Lif Levha Fabrikası kuruldu.
SSCB 1956 Macaristan müdahalesinden sonra, Çekoslovakya’da benzer sıkıntıları yaşıyordu. Hükümetin liberal faaliyetleri nedeniyle, 1968’de Rus askerleri Çekoslovakya'yı işgal etti, insanlar öldürüldü. Alexander Dubcek'in önderliğindeki ülke, Sovyet tarzı totaliter sosyalizmden uzaklaşarak "güleryüzlü sosyalizm" yolunu tutmak istemişti. Sovyet etkisi azalacak ve Çekoslovakya bağımsız sol kategorisine girecekti. Çekoslovakya Sovyet uydularına "kötü örnek" olabilirdi. Çekoslovakya'daki hareketin saf dışı edilmesi ve ülkenin yeniden Sovyet kampına dâhil edilmesi, ABD'nin onay ve pasif desteği ile gerçekleşmişti.
Uluslararası komünizm sarsılmıştı, ama denge geri gelmişti...
1969’da SSCB ile Çin arasında sınır çatışmaları oldu.
1970'lerde çokuluslu şirketler dünya ekonomisini denetime almaya başlamıştı. “Tek Dünya devleti” projesi gündemden düşmüyordu.
1972 önemli bir kavşaktı.  ABD Başkanı Richard Nixon SSCB’yi ziyaret etti, Brejnev ile silahlanma kontrolü anlaşmasını imzaladı. Yumuşama (Détente) başladı.
Nur Muhammed Taraki liderliğindeki komünistler Nisan 1978’de Afganistan'da iktidarı bir darbeyle ele geçirdi, Sovyet desteğiyle Halkın Demokratik Partisi adında bir komünist parti iktidara geldi. Muhalefetin karşısında tutunamayacağını anlayan komünistler koruyucuları Sovyetleri yardıma çağırdı, SSCB 21 Aralık 1979’da Afganistan'ı işgal ederek Babrak Karmal liderliğinde yeni bir Afgan yönetimi kurdu.
Mart 1981’de Seydişehir Alüminyum Fabrikası’nın geliştirilmesine ilişkin bir sözleşme imzalandı. 1983’te Türkiye’nin SSCB ile ihracat ve ithalatı 1924 sonrasındaki en üst düzeye ulaştı.  
1980'lere girildiğinde, Batı'nın optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlar, İnternet gibi teknolojisi ile kültürünü yaymakta kullandığı İletişim Devrimi başladı. Batı’da muhafazakârlık yükselişe geçti. ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher, Almanya’da Helmut Kohl iktidara geldi. Başlayan Restorasyon insanın kaderini piyasanın “gizli eline” bırakmayı amaçlıyordu. Restorasyon, "toplumsal gelişme" düşüncesinin, akılcılığın, bilimsel düşüncenin temelini atan Aydınlanma’ya düşman idi. İnsanın dünyasını, eşitlik, özgürlük, kardeşlik etrafında iyileştirebileceğine tahammülü yoktu. Restorasyon zenginlerin iktidarının doğal ve mükemmel, eşitsizliğin gerekli olduğuna inandı. Karşıtlarını ya popülizmle ya da Jakobenlikle suçladı. “Post-modernizm”in de katkısıyla, sınıf mücadelesi siyasetten kovuldu. Boşalan yer dini temeldeki uygarlıklar çatışması düşüncesiyle, etnik aidiyetlere dayalı milliyetçi projelerle doldurulmaya çalışıldı. 1980’lerde Çinlilerin dahi yeni sloganı “zengin olmak güzeldir” idi. Ekonomik ve siyasi yumuşama ile Çin’in kapıları yabancı sermayeye açıldı, piyasa ekonomisi uygulanmaya başladı, komünistlerin 30 yıl boyunca Çin'de yaratmaya çalıştıkları kimlik yıkılmaya, başarısızlıkların hesabı komünizme kesilmeye başladı.
Türkiye’de 12 Eylül'ün, Üçüncü Askeri Yönetim'in, onun mirasçısı "Zenginsever" Turgut Özal’ın % 45.1 oyla 1983’te tek başına iktidara gelişini hatırlıyorum…
Devam edeceğim… 

Hiç yorum yok: