Wikipedia

Arama sonuçları

27 Kasım 2016 Pazar

Saint Barthelemy Katliamı’ndan, İslam’ın Protestanlaştırmasına

 

Saint Barthelemy Katliamı’ndan, İslam’ın Protestanlaştırmasına

Şaban Recai Öztürk                                                     27 Kasım 2016

sabanreco@gmail.com

http://srecaio.blogspot.com

 

Paris, 24 Ağustos 1572, Aziz Barthelemy Yortusu günü sabaha karşı... Beyaz haçlı giysileri giymiş Katolik Fransızlar Huguenot denilen Protestanlara saldırdı. Tüm ülkeye yayılan ve iki gün süren katliam sonucunda, 60 bin Protestan işkenceyle öldürüldü. Hayatta kalan Protestan soylular mezheplerini inkârla Katolikliği kabullendi, halk tabakası ise İsviçre ve Almanya'ya sığındı.  

444 yıl önce yaşanan Saint Barthelemy katliamı Avrupa ve Batı tarihinde derin izler bıraktı. Olayı unutmayan ve kamçılanan Protestanlık, tarihi ve bugünü etkileyen devasa değişimlere yol açtı. Saint Barthelemy Katliamı’nın rövanşı denebilecek 1789 Fransız Devrimi, Fransız laikliği, Protestan İngiliz ve devamı ABD sömürgeciliği gibi...

Bu vesileyle, Almanya’da ilan edilişinden 55 yıl sonra, Fransa’da katliama maruz kalan Protestanlık mezhebini kabaca incelemeye çalışacağım. Ayrıntılarına fazla girmeden, bu mezhebin doğuşu, gelişmesi, tarikatlara ve cemaatlere ayrılması ile Evanjelistler, BOP, Ilımlı İslam, Dinlerarası Diyalog gibi güncel olaylara zamanın derinliklerinden bakmalıyım.

Önce, Ortaçağdaki Hristiyanlık nasıl görünüyordu? İlk çağlara girmek de mümkün, ama konuyu çok uzatabilir, bunu ileride ayrıca ele almalı.

Hristiyanlık Avrupa’nın güneyinden kuzeye yavaşça ilerledi. X. ve XI. yy.larda, derebeylik öne çıktı, kilise bağımsızlığını yitirdi, ama sonunda yine İncil mirasının yöneticisi ve bekçisi oldu.

1054’te Konstantinopel ve Roma Kiliseleri birbirlerini aforoz etti! “Papa’nın hatasızlığının Ortodokslarca kabul edilmemesi, Kutsal ruh’un Katolikler için Tanrı ve oğlu İsa’dan, Ortodokslar için ise sadece Tanrı’dan kaynaklanması” gibi büyük görüş ayrılıklarından dolayı Katolik ve Ortodoks kiliseleri ayrıldı. Doğu Hristiyanları Ortodoks-Doğruya inanan-mezhebini kurdu.

1096-1270 arası Katolik dünyası Türklere ve İslam’a karşı yedi Haçlı Seferi düzenledi. Sonuçta hedefine ulaşamadı, üstelik özelde Ortodoks dünyasında, genelde Hristiyan dünyasında oldukça yıprandı. Bu sırada kuzeydeki Vikingler hâlâ Odin’e tapan putperestti.

Katolik dünya da bir iç bölünme yaşadı. 1378-1417 arasında biri Roma'da, biri Avignon'da (Fransa) iki papa aynı zamanda görev yaptı. Sonunda Roma Papalığı galip geldiyse de, çok zenginleşti ve İncil ilkelerinden uzaklaştı.

XV. yy.da Hristiyanlık kuzeye yayıldı ve Avrupa’nın tümü Hristiyan oldu, ama aynı sıralarda Hristiyanlığın kalbi İtalya’da Rönesans başlamıştı.

1492’de İspanya Katolikliği, İslam’ın ve Yahudi Museviliğin kökünü kazıdı ve ardından engizisyon geldi.

Önemli bir tarihe, 1517'ye geliyorum ve kısa bir bakışla önce kendi tarihimizi hatırlıyorum. Kahire doğusundaki Ridaniye Savaşı ile Yavuz S. Selim halifeliği ve Haremeyn'i himayesine aldı. Piri Reis Mısır'da Yavuz S. Selim'e ilk dünya haritasını sundu. Celali isyanları çıktı, Osmanlı Sünnilerinin Anadolu’daki Şiilere (Alevilere) saldırıları başladı, günümüzü etkileyen Büyük Kaçgunluk olayı ile Türkmenler dağlara, uzak köylere kaçtı, Türkmenlerin bir kısmı da Kürtleşmeye (!) başladı...

1517'nin Avrupa’sına da bakıyorum. Yozlaşmış Katolik Kilisesi'nin dayatmacı tavırlarından vazgeçmesini ve Kilise'nin kendini reforme etmesini isteyen Alman keşişi Martin Luther’in 95 tezini benimseyenler Protestan mezhebini kurdu. Protestanlığın çıkışıyla, Katoliklik-Ortodoksluk olarak iki mezhepli Hristiyan Alemi (Christendom) üçüncü kez bölündü.

Çok değil, 14 yıl sonra, 1531'de, Hristiyan Âlemi bölünmeyi sürdürdü. Papa’nın, karısını boşayıp yeni biriyle evlenmesine izin vermemesine tepki gösteren İngiltere Kralı VIII. Henry, ulusal Anglikan Kilisesi'ni kurdu.

1532’de başka bir Protestan, Fransız papazı Jean Calvin, İsviçre ve Fransa'da Reform hareketini geliştirdi. Kalvinizm tarikatı Hollanda ve İskoçya’da iyice yerleşti. Ekonomide kapitalizmin öncülerinden olan Calvin, Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hristiyanlığı eski yalınlığına döndürmek gerektiğini savunmuştu. Calvin derebeyliğe (feodaliteye) uygun Katoliklik karşısında burjuva sınıfının Hristiyanlık felsefesini dile getirmişti. Burası önemli.

1555 Augsburg Barışı ile Protestanlık Avrupa’da resmen tanındı, ama mezhep çatışmaları bitmedi. Bunu az sonra “Osmanlının konuyu siyasi amaçlarla kullanması” şeklinde ele alacağım.

Şimdi çok önemli bir tarihe geldim. 1648’de, Katoliklerle Protestanlar arasındaki kanlı mezhep savaşlarının sonuncusu Otuz Yıl Savaşları’nı Vestfalya Antlaşması bitirdi. Bu sırada Katolikler dağılmış, Ortodokslar ise, Rusya dışında, Türklere boyun eğmişti. İkinci Viyana Kuşatmasının bu tarihten 35 yıl sonra 1683’te yapıldığını hatırlıyorum.

Vestfalya Barışı Batı Dünyası için çok önemli bir kavşak. Burada biraz duralım. Bize de bazı önemli mesajlar çıkıyor.

Luther'in ve Calvin'in öğretilerini kabul eden Kuzey Avrupa ile Katolik güney arasındaki çatışma Otuz Yıl Savaşları’na dönüşmüş, Avrupa nüfusunun üçte biri yok olmuş ve kıtadaki dini birlik parçalanmıştı. O zamana kadar Christendom (Hristiyan Alemi) olarak anılan kıta, Vestfalya'nın ardından daha dünyevi bir deyimle Avrupa’ya dönüştü…

Vestfalya Antlaşması ile Habsburgların Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'na bağlı devletler bağımsız oldu. Kilisenin gücü sınırlandırıldı. Almanya'da Katoliklik, Protestanlık ve Kalvinizm geçerli dinler oldu. Yönetilenler yöneticilerinin seçtiği mezhebi kabullenmek zorunda kaldı. Avrupa, kendi yasalarına göre davranan, kendi ekonomik ve siyasal çıkarlarını izleyen, istediği tarafta yer alan, ittifaklar kuran ve bozan modern bağımsız devletlerden oluştu. İmparatorluk yerine ulus devlete dayalı bir düzen başladı. Vestfalya sisteminde devlet egemenliği mutlak ilkeydi, içişlerine karışılamazdı, azınlıklar devletlerin iç işiydi, devletler ülke içindeki olaylarda iç mevzuatı uyguluyorlardı, uluslararası suç kavramı yoktu.

Protestanlık mezhebine dönüyorum...

Katoliklik aile kurumuna önem vererek bireyi bütünün bir parçası kabul ederken, Ortodoksluk akılcılıktan çok mistisizmi öne alıyordu. Protestanlık ise toplumsal hayatı bireysellik üzerinde örgütledi. Bu fark önemli.

Kuzey ve kuzey batı Avrupa ülkeleri Protestan olunca, Latince İncil’i kendi dillerine çevirdi ve ibadetlerini kendi dillerinden yapmaya başladı. Reform ile Papalığın bedeli mukabilinde günahları affeden ve cennete girişi garantileyen uygulamalarının tam tersi bir teoloji geliştirildi. Aşırı kadercilikle kişinin cennete girip girmeyeceğinin alnına yazıldığı, buna rağmen insanın iyi olması ve iyilik yapması gerektiği, ileri sürüldü. İtiraf uygulaması kaldırıldığından günah duygusu artan Protestan, sürekli çalışarak, kazandığını biriktirerek, ahlaklı olarak ve muhtaçlara iyilik ederek günahlarından kurtulmaya davet edildi. Eğitimde sosyal bilimlere ağırlık veren Katoliklerin tersine, Protestanlar matematik bilimleri yeğledi.   

Şimdi, konunun can alıcı bölümüne geçerek, Protestanlık mezhebinin gelmesiyle, Hristiyanlığın Yahudi kökenine dönüşüne bakacağım…

Gerçek öğretiye ihanet eden Katolikleri Hristiyan saymayan Protestanlar, Kilise ve İncil’in paylaştığı yetkiyi önce İncil’e sonra da bireye taşıdı. Ayrıca, Protestanlık Yahudilere karşı yeni bir bakış geliştirdi, Eski Ahit’i (Tevrat) Protestan doktrininin merkezine yerleştirdi, hükümlerinin yorumlanmadan, doğrudan kabul edilmesini benimsedi. Protestanlık büyük ölçüde Yahudi edebiyatı ve felsefesinden etkilenmişti. Çeşitli Protestan gruplar, Eski Ahit'in (Tevrat) bir emri olan ve Katoliklerce uygulanmayan sünnet, Sabbath (Cumartesi tatili) gibi ibadetlere geri döndü, Eski Ahit'e (Tevrat) Yeni Ahit'ten (İncil) daha fazla bağlandı. XV. ve XVI. yy.daki Reform liderleri İbranice biliyor ve Yahudi kaynaklarını inceliyordu. Hepsi, karşıtlarınca 'yarı-Yahudi' olmakla hatta Yahudileşmekle suçlandı.

Protestanlar Eski Ahit'in (Tevrat) ‘Yahudiler Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak diğer halklardan üstündür’ hükmünü de kabul etti. Özellikle Luther, Eski Ahit'in (Tevrat) maddeci gerçekçiliğinden etkilendi ve Yahudileri üstün ırk sayan hükümlerine uydu. Yahudiler de Luther'i, Hristiyanları yanlış düşüncelerinden kurtararak, Mesih'in gelişi için yolu temizleyen biri olarak gördü. Fakat bunlara rağmen, Luther son yıllarında Yahudiler aleyhine yazdığı yazılarla tarihe Yahudi düşmanı olarak geçti!

Protestanlıkla gelen "Yahudileşme" Hristiyan Siyonizm’inin de çıkış noktası oldu. Yahudi olmayan Siyonizm (non-jewish Zionism) denen bu kavram, Filistin'de bir Yahudi devleti kurmayı isteyen Protestanların düşünce yapısını açıklıyor. Hristiyan Siyonizm’inin tarihi, 1897’de Basel'de toplanarak İsrail devletinin kurulmasını hedefleyen ilk Siyonist Kongresindeki Yahudi siyonizmi’nden öncedir. Filistin'de bir Yahudi yurdunun kurulmasının, Mesih'in gelişinin alametlerinden biri olacağına dair fikirler ilk olarak Oliver Cromwell ve Paul Felgenhauever gibi 17.yy. Protestan lider ve teologlarının söylemlerinde görüldü. 18. ve 19. yy.larda da birçok Protestan tarikatı, Yahudilerin, Tevrat’taki kehanete uygun olarak kutsal topraklara dönmeleri düşüncesini temel aldı ve bugüne kadar geldi. ABD'de 20 milyon civarında tahmin edilen Hristiyan Siyonistler, evanjeliklerin bir alt gurubu niteliğinde.

Ekonomik açıdan da, günümüzün küresel yağmacılarının yolunu açacak önemli sonuçlar çıktı...

Zaten, Almanya’da Protestanlık mezhebinin, Fransa’da Kalvincilik tarikatının, İngiltere’de Anglikan tarikatının tutunmasının asıl nedeni XVI. yy. sermayecilerinin yaşamlarına uygun bir Hristiyanlık istemeleriydi. Bu da Protestanlık mezhebi ve Kalvincilik tarikatı oldu.

Eski Ahit'in (Tevrat) bu dünyayı önemseyen düşüncesine dönüş, ruh yerine maddeye yönelim, öteki dünyanın ikinci plana düşmesi ve kapitalizmin de doğuşu oldu.  

Protestanlık mezhebi, özellikle Kalvincilik tarikatı, sanayi kapitalizminin yayılmasının dini temellerini attı. Kalvincilik tarikatı, Tanrı’nın kutsamasının, sadece Tanrı’nın seçtiği bazı insanlara kader olarak bağışlandığına inanır. Bir Kalvinist, çeşitli sınavlardan ve ayartmalardan başarıyla geçerse, Tanrının seçilmiş, nadir kullarından olduğuna inanır. Bu seçilmişlik, onun, kötümserlik ve boyun eğme yerine, bağnaz bir dini inançla beslenen amansız bir çaba sarfetmesini ve Tanrı’nın savaşında görev almasını sağlar.  

İslâmiyet gibi, Katolik Kilisesi de, Yeni Ahit (İncil) hükümlerine dayanarak faizi yasaklarken, Kalvincilik Eski Ahit (Tevrat)'tan etkilenerek faizi ve amacın kâr olduğu kapitalist ahlakı kutsadı ve dünya ekonomi tarihinde önemli bir yol gösterici oldu.

Otuz Yıl Savaşlarının doğurduğu merkezi ulus–devletlerin ordu beslemek, bürokrasi oluşturmak ve otorite kurmak için finansman ihtiyacı da Yahudilerce karşılanmıştı. Yahudiler yeni yöneticilerin yanında güce ve saygınlığa kavuştu. Sonuçta bir tür Yahudileşmeyi barındıran Protestanlık tüm Kuzey Avrupa’yı kasıp kavurdu. Ama ortaya ilginç bir iddia da atılmıştı. İspanya kökenli Sefarad Yahudisi Samuel Usque, reformla birlikte Yahudilerin Hristiyanlardan intikam aldığını, Hristiyan birliğini bozduğunu, Protestanlığı kabul eden Hristiyanların "Yahudilik yoluna girmelerini" de memnunlukla karşıladıklarını söylüyordu.

Yavaş yavaş, günümüzde Büyük Ortadoğu Projesi, BOP’un sahibi ve ABD’de çok güçlü olan Evanjelist tarikatına yaklaşıyorum...

Evanjelizm, köken itibariyle önce Protestanlık mezhebine, ardından İngiltere’de gelişen Püritenizm’e dayanan bir tarikat sayılabilir. Konu karmaşık bir şekle giriyor gibi, ancak, Püritenizm’i anlamadan daha ileriye gidemem...

Püritenizm kısaca yeryüzünde bir Tanrı Krallığı kurma ideali. Şeklen Yeni Ahit (İncil)’e bağlı Protestanlardan farklı olarak, Püritenler, tamamen Eski Ahit'e (Tevrat) yöneliyor. İbranice'nin resmi dil olmasını, anayasanın Tevrat'a dayanmasını ve Yahudilerin ibadeti Sabbath Ayinleri'nin resmen kutlanmasını, çocuklara ve yerleşim yerlerine Yahudi isimleri verilmesini istiyor. Özetle, Yahudiliğe yönelişte aşırıya gidiliyor. Püritenler Protestanlığın kolu olan İngiltere ulusal Anglikan Kilisesi'nin tepkisini çekiyor. Kilisenin baskısı ile Kral Püritenlere çeşitli kısıtlamalar getirince, Püritenlerin bir bölümü 1620’de Amerika ve Hollanda'ya göç etti. Geride kalan Püritenler de kralı devirmeye çalıştı. 1640’ta Cromwell komutasında kurulan Püriten ordu, Yahudilerin desteğini ve finansörlüğünü de alarak, 1649’da Kral I. Charles'i devirdi ve yerine Püriten ilkelerini esas alan, 1658’de ölümüne kadar 9 yıl süren, bir cumhuriyet kurdu.

Püritenizm en fazla Amerikan toplumunu etkiledi. İngiltere'den Amerika'ya göç eden ilk Püritenler yeni ülkeyi "vaadedilmiş topraklar" olarak gördü. Püritenler, Amerika'nın adını New Israel (Yeni İsrail) olarak değiştirmeyi dahi düşündü! Tevrat'tan hareketle "vaadedilmiş topraklar"da yaşayan putperest paganların öldürülmesi gibi, Püritenler de Amerika’da Tanrının seçilmiş kullarına yer açmak için, inançsız pagan Kızılderililerin kökünü kazıdı!

Sıra, nihayet, küresel emperyalizmin dini haline gelen Evanjelist tarikatına geldi...

Evanjelizm kelimesi Grekçe "asıl gerçek" anlamındaki Evangelion'dan geliyor. Günümüzdeki anlamı Kutsal Kitap'a (ancak, İncil den çok Tevrat'a) yönelmek... Evanjelizm, Amerika'daki Hristiyan toplumun köktenci kanadını temsil ediyor. Evanjelist tarikatını diğer Hristiyan topluluklardan ayıran en büyük özellik Yahudilere ve Siyonizm'e olan bağlılıkları. Tevrat’ın; “Yahudilerin Tanrı'nın Seçilmiş Halkı olduğu, Kutsal Topraklar'ın Yahudilerin malı olduğu, Mesih'in gelişi ile Yahudilerin dünya egemenliğine ulaşacakları” gibi kehanetlerini tamamen kabul ediliyor! En önemli görev, Yahudilerin egemenliğine destek olmak, İsrail’e her türlü yardımı! Velhasıl, dört yüzyıldır, Amerikan seçmeninin dörtte birini oluşturan Anglo-Protestan göçmenler Amerikan kimliğinin en merkezi ve en dayanıklı bileşeni oldu.

Özetlersem; ABD’ye Anglo-Protestan kültür ve inancının bir ürünü olarak bakabilirim. ABD Ulusal değerlerini tanımlarken de; “Tevrat’a ve Yahudiliğe ağırlık ve öncelik veren Püritenist ve Evanjelist tarikatların öne çıktığı; aşırı bireysel, hırslı, çalışmayla, kazanmayla kutsanan, kendini dünyaya egemen olmak için yaratılan gören, yönetimin seçilmiş üstün insanlara ait olmasına inanan bir sistem” cümlesini kurabiliyorum.

Biraz da mezhep ve tarikatlardan ileriye giderek, Protestan cemaatlere ve cemiyetlere gelmeli. Burası daha da önem kazanıyor. Çünkü bunlar sık sık, ama parça parça gündeme giriyor ve nasıl oluyorsa, hemen gündemden çıkıveriyor!

Yeni Dünya Düzeni’ni şekillendiren iki ana cemiyet var. Biri Yahudi lobisi ve tekellerinin kurduğu cemiyetler, diğeri WASP denilen “Beyaz, Anglo Sakson, Protestan” azınlığın kurduğu cemiyetler. ABD’de ekonomi, siyaset ve özellikle Hollywood dâhil, medya bu cemiyetlerce şekillendiriliyor. Dış İlişkiler Komisyonu (Council on Foreign Relations), CFR), Bilderberg Grup (BG) ve Trilateral Komisyon (TC) bu cemiyetlerin temelini oluşturuyor. Derin Dünya Devleti (DDD) de denen Siyonist-Masonik-Evanjelist cemiyetler, dünyanın en zengin Yahudi iş adamlarınca kurulan ve sadece Yahudi Kökenli peygamber hanedanından geldiği iddia edilen üyelerin kurduğu Yuvarlak Masa Round Table (RT) veya Aydınlanma-Nurlanma İlluminati üst cemiyetine bağlı olarak çalışmakta. CFR ABD ile Dünya genelinde uygulanacak politikaları, BG Avrupa'da uygulanacak politikaları, TC Asya'da uygulanacak politikaları belirliyor. RT- İlluminati üst cemiyeti de en tepede DDD’nin Karar Organı!

DDD’nin ve Türkiye uzantılarının incelemesini de ayrıca yapmalı. Çünkü çok derin, karmaşık, uzun ve komplo teorilerinin sürekli irdelediği, bazen de abarttığı bir konu...

Zorunlu olmadıkça finans ağırlıklı çalışan Yahudi cemiyetleri ile silah sanayii dâhil üretim sektörü ağırlıklı çalışan WASP cemiyetleri çatışmazlar. Ama WASP 11 Eylül 2001’den sonra ABD’yi ve küresel sermayeyi kontrol eden Yahudi cemiyetlerinden rahatsız olmaya başladı ve  aralarında çatışmalar çıkıyor... BOP ve Büyük İsrail projelerinin faturası ABD için ağırlaşıyor, ekonomik bunalım kapıda ve insanlar Vietnam’ı daha bilinçli olarak hatırlıyor... Bu da ayrı bir konu...

İlginçtir. Protestanlık, aydınlanmanın akılcı öğretisinin, liberal demokrasi, insan hakları ve serbest piyasadan oluşan seküler üçlüye dayandığını söylese de, yüzyıllardır, dünyayı karşıtlıklara, düşmanlıklara, çatışmalara ve savaşlara boğdu. Protestanlık ile şiddet arasındaki ilişkiyi ölçen araştırmalara göre, Avrupa’da savaşlar Protestanlığın yayılmaya başladığı 16. yy.da iki buçuk kat, 17. yy.da ise yedi kat artmış.

Şimdi tekrar geri dönüyor ve Protestanlığın Osmanlıya ve Türkiye’ye etkilerine geliyorum.

Kanuni Sultan Süleyman 16.yy. Avrupasında güç dengesi jeopolitiğinde büyük bir oyuncu idi. Avrupa’nın yayılmasına karşı, Avrupa’nın dengesizliği siyasetini ustaca yürüttü. Özellikle Roma Katolik kilisesi ve Habsburgların Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nu dengesizleştirmeye çalıştı. Katoliklik ve Protestanlık bölünmüşlüğünde, Protestan ülkelere mali destek verdi. Bazı tarihçiler, Osmanlının desteği olmasaydı, Protestanlığın asla başarılı olamayacağını dahi ileri sürüyor.

Fransa Kralı II. Henry, Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Charles’e karşı Osmanlı ile ittifaka gerek duydu. Fransa ile ittifak zaten Osmanlının Avrupa siyasetinin köşe taşıydı. Bu Osmanlı siyaseti, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’ndan dini farklılıkları da kullanarak bağımsızlık almaya çalışan Alman Protestan Prenslikleri’nin desteklenmesiyle paralel yürütüldü. Kanuni, Alman Protestan Prensleri’ni Papa’ya ve İmparatora karşı Fransa ile işbirliğine zorladı. Onları Osmanlının fetihlerine karşı güvenceye aldı. 1521 ve 1555 arasındaki Osmanlı baskısı Habsburgları Protestanlara tavize zorladı ve sonunda Protestanlık istemeyerek, fakat resmi olarak tanındı.   

16.yy.da Osmanlının haraca bağladığı Venedik, Polonya ve Habsburgların Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’na şekli bir bağımsızlık verdiğini, aynı durumun, Osmanlıdan ittifak ve yardım isteyen Fransa Kralı I. François için de geçerli olduğunu hatırlıyorum...

Osmanlı Devleti Kanuni’den 300 yıl, Tanzimat Fermanı’ndan 8 yıl sonra, 1847’de İmparatorluğun Protestan unsurlarını ayrı ve bağımsız bir dinsel cemaat olarak tanıdı.

Buraya kadar güzel, ancak, şuna da dikkat: Kanuni, Katolik tehdidi ve genişlemesini durdururken, istemeden, daha tehlikeli olacak, Osmanlının sonunu getirecek Protestanlığı ve kapitalist emperyalizmi önce güçlendirdiğini, sonra da cesaretlendirdiğini fark edememişti!

Günümüz Türkiye’sine geliyorum...

Türkiye Protestan Kiliseler Birliği’nin resmi rakamlarına göre, birlik üyesi kiliselere bağlı yaklaşık 3.000 Türk vatandaşı, Evanjelist teolojiyi benimsemiş. Bu rakamın, birlik üyesi olmayan kilise cemaatleri ile birlikte 5.000'i aştığı tahmin ediliyor. Bunların sayısı fazla değil…

Söz konusu vakıf araştırıldığında, ABCFM (American Board of Commissioners for Foreign Missions) adına rastlanır. ABCFM, bir Amerikan Protestan misyoner örgütü ve Osmanlı topraklarında kurduğu kolejler aracılığıyla Ermeni terörünün doğmasına bayağı katkı yapmış. ABCFM, Amerika'da iktidarı her zaman ellerinde tutan Evanjelist WASP’ların altında yer alır. Elbette ABCFM de Mesih'in yeniden gelmesi için İsrail devletinin Ortadoğu’da yayılması gerektiğine inanıyor.

Nurcu tarikatına mensup Fethullah Gülen cemaatinin bu oyundaki rolüne geçiyorum... Bu da uzun ve ayrı bir konu...

Ama kısaca, Evanjelist WASP’ların egemenliğindeki ABD’nin, Ortadoğu’daki Ilımlı İslam uygulamasında, İslamı Protestanlaştırmak için en uygun adayının Gülen cemaati olduğunu belirtmek gerek. Bazı Amerikalıların Gülen’i İslam’ın Martin Luther’i olarak tanımladığını hatırlıyorum...

Ekonomik açıdan da benzer sistem çalışıyor...

Türkiye'de İslami Protestanlık modeline uygun Kayseri merkezli küçük ve orta ölçekli sanayi ve ticaret gelişiyor. 16.yy. Avrupası ile günümüz Türkiyesi arasındaki mukayeseler, tartışmalar sürüyor. İslamiyet’in ekonomik olarak küresel kapitalizmin eşliğinde de biçimlendirilmesi için uygun kuramlar geliştiriliyor.

Elbette ikinci sınıf taşeron rollerinde…

Peki, İslamiyet, tarihinde ilk defa, Evanjelist WASP ABD himayesinde, Türkiye’de başlayan bir Protestanlaşma ile girişimci orta sınıfın Protestan mezhebini kurmaya mı girişiyor? O zaman, Post modern İslamcı yeşil sermayemizin Protestan  Kalvinist tarikatının özelliklerini taşıması için, ahlakı iffete, onu da türbana indirgeyerek, biçimsel ibadetle dindar görünmek dışında bir şeyler daha yapması lazım. Ümmete karşı ulus devleti, Kuran’ın ve ibadetin Türkçe olmasını, imanın Arap örfünden kurtarılmasını, kör itaate dayalı Emevi teolojisinin terk edilmesini, din adamlarının kulla Allah arasına girmemesini, imam hatip eğitiminden çok matematik bilimleri savunması gerekiyor. Ayrıca, laiklik ve çağdaşlığa bağlılık gibi, Atatürkçülük diye özetlenebilecek kurumlara nasıl yaklaşılacak?

Benzetmeye çalışırsam, İslam’ın Katolikleri sayılan Arapların yaptıklarının tersini nasıl başaracaklar?

Hz.Muhammed’in yüksek ahlaklı, toplumcu, alçak gönüllü, faizi haram sayan; Dört Halife’nin adil, güçsüzü koruyan, insanların boşluk ve anlamsızlığını giderici; tasavvuf erbabının maddeye karşı ruhun temizlenmesine önem veren, tutumlu, gizlice iyilik eden gerçek İslam anlayışı ne olacak?

Maddeci, ihtiraslı, açgözlü, öç alıcı, köşe dönücü, faizi, haksız kazancı ve fırsatçılığı yücelten, gösterişli aşırı tüketimi seven, bireyci ve özellikle seçilmiş cemaat üyelerinin egemenliğine dayalı bir operasyon ve hatta merkezde ve çevrede devam eden istila ne kadar başarılı olacak? Bu konu Türk seçmenlerine iyi anlatılabilirse, iktidara gelmek zorlaşmayacak mı?

AB ve ABD, İsrail ve de içerdeki yeni liberaller, ortakları Nakşibendiler, Süleymancılar gibi diğer tarikatlar nasıl inandırılacak? Fethullah cemaati de Sünni İslamın püritenlerini ve evanjelistlerini doğuracak mı? Nereye kadar gidebilecek?

Protestanlık ile Yahudilerin Hristiyanlardan intikam aldığı iddiası İslam için de geçerli mi? Bu bir paranoya mı? Hristiyan Siyonizmi’ gibi İslam Siyonizmi’nden de söz edilebilir mi?

Ilımlı İslam da İsa’nın gelip, insanlığı kurtarmasını beklemekte mi?  

Her din geçmişte, önce kölelerin, ezilenlerin, esirlerin, fakirlerin, göçebelerin, köylülerin, sonra savaşçıların, toprak sahiplerinin ve esnafın dini oldu. Ama sonra kutsallık devamlı sömürüldü, çıkarlara göre değiştirildi. Hristiyanlığın girişimci orta sınıfın dini haline gelmesi Protestan reformuyla başladı. Küresel yağmacılığın kökleri buradan güç aldı ve her tarafa yayılıyor. Bizimkiler de bu pastadan pay alabilecek mi?

16 yy.da, Almanya’daki Katolik Hristiyan rahiplerinden bazılarına İbranice Yahudi doktrininin ve Tevrat’ın ilk beş kitabının ulaştırılması ve benimsetilmesi nasıl oldu? Protestanlığa ve onun doğurduğu tarikat ve cemaatlere Tevrat ilkelerinin aktarılması neden bu kadar başarılı oldu? Bu zehir İslam’a da ilaç niyetine verilmeye nasıl başladı? Panzehiri bulunur mu?

Çok kısa hatırlatmalarla Protestanlık özetini bitiriyorum.

Önce, konunun ana teması olduğundan, sık sık bağlantı kurulan Yahudiliğin farklı bir açıdan kısa tarihi...

M.Ö. 532’de Zerdüştlüğü devlet dini yapan Persler, Yahudileri ödül olarak Filistin'e geri gönderdi. M.Ö. 520'lerde Pers ileri karakolu İsrail/Yahuda devleti kuruldu ve bölgenin ticari ayrıcalıklarını aldı. Filistin'e gelen Yahudiler yerli halkı sürdü, Süleyman krallığı artığı Samiriler ve Sabiiler gibi Musevi toplulukları katletti. Birer banker olan Yahudi hahamlar, İran Zerdüşt mog-Mogus (molla) tarzını, Babil büyücü (astrolog) ve tefeci rahip tarzıyla birleştirdi ve etkin bir rahipler sınıfı örgütledi. Mogus, M.S. 500'lerde bir Zerdüşt yorumu olan Sasani Mecusiliğinin de adının kaynağı oldu. Mecus, batı dillerine sihir-büyü anlamıyla-Maji- geçti. Bu rahipler Tevrat’ı (Torah-töre), M.Ö. 600'lerden M.Ö. 100’lere kadar, parça parça yazdı. İlk beş bölümü, Eski Ahit, Sümer-Babil efsane ve mitleri, sonraki bölümleri de Pers, Finike ve Mısır efsanelerinden oluşuyor. Cennet, cehennem, kıyamet, Mesih, melek mitleri, Sümer-Babil'den ve Zerdüştlükten alınma. Tevrat, Yahudilerin ekonomik ve politik çıkarlarının süzgecinden geçirilmiş bir bölge tarihi gibi. Özetle, tüccar Yahudi rahipler, Finike ve Arami paganizmini, Babil'deki Mezopotamya birikimini ve Zerdüştlüğü birleştirerek yeni bir din yarattı. Hz. İbrahim’in, tek tanrıya inananların kurtulacağı ve tanrının rızasını kazanacağı inancı, banker Yahudi hahamlarca seçilmiş millet inancına dönüştürüldü. Vaadedilmiş topraklar inancı ise, sadece, Perslerin Yahudilere bölge karakolu olarak kullanılma karşılığı verdiği bir vaad, bir söz verme idi. Bu vaad, 20.yy.da Protestan mezhebinin Anglikan tarikatına mensup İngiltere ile halefi WASP ABD tarafından yinelendi ve İsrail devleti 1948’de, sanki M.Ö. 520’nin tekrarı gibi, kuruldu.

Sabrınızdan özür dileyerek, Bahailik te hatırlanmak istiyor...

İran’da İslam öncesi gelenekleri unutmayan bazı tarikatlara dayanan Bahaîlik dinler üstü bir mezhep. İslamiyeti, Hristiyanlığı ve Museviliği birleştirmeye çalışıyor. Ailesi İran’dan göçen, Erzurumlu Gülen’in adının, 1844’te Türk boyu Kaçar Hanedanının İran Şahı’nı öldürmeye kalkışan Fethullah Kamî adlı bir Bahaî fedaisinden geldiği ileri sürülüyor. Rastlantıya bakın, Yazdığı Kur’an mealinde, Tevrat ve Paulus’un mektuplarını, Yuhanna ve Luka İncili’yle birleştirilmesini ve hadisleri kaynak gösteren, Hz.İsa’nın tekrar yeryüzüne ineceğini savunan, "Benzer ayetler Tevrat'ta ve İncil’de de var" dipnotları düşen, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Suat Yıldırım, Edirne müftüsü Fethullah Gülen ile 1964’te aynı konutu paylaşmış!

Daha birçok iddia...

“Türkiye’yi ve Türk dünyasını ele geçirmek, sözde bir dinler diyalogu ile dünya dinlerini bir tür Tevrat ittifakı olan Bahaîlik altında birleştirmek, son olarak Nurcu Fethullah’ı Mesih ve peygamber ilan etmek!” bir komplo teorisi mi? İlginç konu arayanlara öneririm...

Kutsal dinlerin, zamanla mutasyona uğrayarak, mezheplere, tarikatlara ve daha alt cemaatlere bölünmesi, doyumsuz ve ihtiraslı insanların çıkarlarına alet edilmesi, ideolojilere, siyasete, ekonomiye, askerliğe, güvenliğe olumsuz etkileri iyi değerlendirilmeli...

İslam’ı ve Hilafeti hep Batılılar kullanmaya çalıştılar. Sultan Reşat’ın Birinci Dünya Savaşı’na girerken yayınladığı “Cihat Fetvası”nın arkasında Almanlar vardı. Karşı taraftaki İngilizler de boş durmadı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e “Karşı Fetva” yayınlattılar onlar da. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler ve Naziler de Kudüs Müftüsü Hüseyin’i kullandılar. Sözde “Dünya İslam Birliği” gerçekleşecekti. Savaştan sonra ABD de benzer düşünceyi hayata geçirdi. “Komünizme karşı İslam” iyi bir araç olacaktı. O günlerin modası “Yeşil Kuşak” artık unutuldu. Türkiye’de kurdurulan “Komünizmle Mücadele Derneği” ve “İlim Yayma Cemiyeti”, “Aydınlar Ocağı”, 12 Eylül askeri Darbesi sonrası uygulamaları da incelenmesi gereken konular arasında…

Şimdi bazı sorular gelebilir...

İrtica, türban, İHL derken, cambaza mı baktırılıyor? Uluslararası takiyye mi yapılıyor? Genel desteğinde WASP ABD, AB ve uluslararası gizli servisler, direk desteğinde çeşitli tarikatlar ve cemaatler, Cumhuriyet karşıtları, AB hayranı yerli liberaller, insan hakları, demokrasi, özgürlükler ve barış maskeli Sivil Toplum Örgütleri, medya ve son olarak, takviyede Kürtçü bölücüler olan Türk siyaseti Ilımlı İslam hazırlıklarının sonuna yaklaştı mı?

Sırada İslamiyet’te Protestan Reformu mu var?  Para ve piyasa dinini örgütleyen DDD, Kanuni’nin 16.yy.daki büyük rolünü oynayarak, Batı’nın İslam Dünyasından öcünü mü alıyor? Hz. İsa gelince bazı Müslümanlar onun etrafında ne zaman toplanacak? Çağdaş 30 Yıl Savaşları veya beklenen Kıyamet Savaşı İslam Dünyası içinde mi tezgâhlanıyor? Daha sonra Ortadoğu’da çağdaş Vestfalya Anlaşması da yapılacak mı? Ilımlı İslam da daha küçük tarikatlara ve cemaatlere bölünecek mi? Ilımlı İslam’ın aşırı kanadı tekrar Batı’ya dönerek onlara egemen olabilecek mi?

İslamiyet’teki Protestan Reformu, Rusya, Hindistan ve Çin için de başlatılacak mı?

“Saint Barthelemy katliamı, Protestan mezhebi, ulusal Anglikan Kilisesi, Kalvincilik tarikatı, Vestfalya Antlaşması, Hristiyanlığın Yahudi kökenine dönüşü, Püritenizm tarikatı, Evanjelist tarikatı, ABD’nin WASP cemiyeti, Derin Dünya Devleti (DDD), Osmanlının Protestanlığa desteği, Fethullah Gülen cemaatinin İslami Protestanlıktaki rolü, Hristiyan Siyonizmi benzeri bir İslam Siyonizmi, Tüccar Yahudi rahiplerin yarattığı Yahudilik, Bahaîlik ve Fethullah ilişkisi” gibi karmaşık konuları birbirine bağlamak ve BOP ile ilgilendirmek çok iddialı mı oldu?

Belki...

Ancak, Doğu Sorunu, Eastern Question, Şark Meselesi bitmedi...

Hiç yorum yok: